Toplumsal çöküşe karşı en dirençli ülkeler belirlendi

Yeni Zelanda’daki Queenstown şehri (Arşiv- Reuters)
Yeni Zelanda’daki Queenstown şehri (Arşiv- Reuters)
TT

Toplumsal çöküşe karşı en dirençli ülkeler belirlendi

Yeni Zelanda’daki Queenstown şehri (Arşiv- Reuters)
Yeni Zelanda’daki Queenstown şehri (Arşiv- Reuters)

Yakın zamanda yapılan bir araştırma, Yeni Zelanda, İzlanda, Birleşik Krallık, Tazmanya ve İrlanda’nın toplumsal çöküşe karşı ayakta kalabilecek ülkeler olduğunu ortaya koydu.
İngiltere merkezli ‘The Guardian’ gazetesinin haberine göre araştırmacılar, ağır mali krizler, iklim sorunları, doğa tahribatı ve koronavirüs de dahil salgın hastalıklar nedeniyle toplumların çöküş tehdidi altında olduğunu belirtti.
Bu çöküşe en dayanıklı bölgeleri belirlemek için araştırmacılar, halklar için gıda yetiştirme, temel ürünlerini üretme, sınırları istenmeyen kitlesel göçlerden koruma ve sağlam bir elektrik şebekesi sağlama gibi çeşitli faktörleri inceledi.
Bu bağlamda araştırmacılar, Yeni Zelanda, İzlanda, Birleşik Krallık, Tazmanya ve İrlanda’nın toplumsal çöküşe en dirençli ülkeler olduğu sonucuna ulaştı.
İngiltere’deki Anglia Ruskin Üniversitesi’nin bünyesindeki Küresel Sürdürülebilirlik Enstitüsü’nden Prof. Aled Jones, “Yeni Zelanda’nın listemizin başında olmasına şaşırmadık, ama aslında Birleşik Krallık bizi şaşırttı” dedi.
Prof. Aled Jones, “Yeni Zelanda jeotermal ve hidroelektrik güce, bol tarım arazisine ve oldukça küçük bir nüfusa sahip. İngiltere’nin ise yoğun bir nüfusu var, üretim geleneksel olarak ülke dışında, yenilenebilir teknolojiyi en hızlı geliştiren yer değil ve şu an kendi gıdasının sadece yüzde 50’sini üretiyor. Ama tüm bunlara rağmen, krizlere ve çöküşlere dayanma konusunda muazzam bir yeteneğe sahip” ifadelerini kullandı.
Profesör, bu duruma İngiltere’nin koronavirüs pandemisiyle başa çıkma şeklinden ulaştıklarını belirterek, “Hükümet, bu krize karşı hızlı hareket etti ve ülkeyi çöküşten koruyan büyük kararlar aldı” dedi.
Araştırmacılar, çalışmalarının amacının, gelecekte olası bir toplumsal çöküşü önlemek için ülkelerin geliştirmesi gereken faktörlere ışık tutmak olduğunu vurguladı.



Otizmde devrim niteliğinde gelişme

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash
TT

Otizmde devrim niteliğinde gelişme

Fotoğraf: Unsplash
Fotoğraf: Unsplash

Araştırmacılar, otizmin 4 alt tipini keşfederek bu genetik durumun altında yatan biyolojiyi anlamaya yönelik "dönüştürücü bir adım" attı.

Princeton Üniversitesi ve Simons Vakfı'ndan bilim insanları, otizm kohort çalışması SPARK'taki 5 bin çocuğun verilerini analiz ederek bireyleri özellik kombinasyonlarına göre gruplandırdı.

Araştırmacılar belirli özelliklerle ilgili genetik bağlantılar aramak yerine, sosyal etkileşimlerden tekrarlayan davranışlara ve gelişimsel kilometre taşlarına kadar 230'dan fazla özelliği her bir kişide değerlendirdi.

Bu analiz sayesinde otizmin farklı genetik varyasyon modellerine sahip 4 alt tipini tanımlamayı başardılar.

Flatiron Enstitüsü'nde yardımcı araştırmacı bilim insanı ve çalışmanın ortak başyazarı Natalie Sauerwald, "Otizmin tek bir biyolojik hikayesi değil, birden fazla farklı anlatısı olduğunu görüyoruz" diyor.

Bu, geçmişteki genetik çalışmaların neden genellikle yetersiz kaldığını açıklamaya katkı sağlıyor; aslında birbirine karışmış birden fazla farklı bulmacaya baktığımızı fark etmeden bir yapbozu çözmeye çalışıyorduk. Bireyleri ilk başta alt tiplere ayırana kadar resmin tamamını, genetik örüntüleri göremedik.

Bu 4 alt tip Sosyal ve Davranışsal Zorluklar, Gelişimsel Gecikmeyle Birlikte Karma OSB (Otizm Spektrum Bozukluğu), Orta Derecede Zorluklar ve Geniş Çaplı Etkilenme olarak belirlendi.

İlk tip, otizmi olmayan çocuklarla benzer bir hızda gelişimsel kilometre taşlarına ulaşan fakat genellikle dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu, anksiyete veya depresyon gibi eşlik eden sorunlar yaşayan çocukları kapsıyor.

İkinci tipte gelişimsel kilometre taşlarına ulaşmada gecikme görülürken eşlik eden rahatsızlıklara dair herhangi bir belirtiye rastlanmıyor.

Üçüncü tip olan Orta Derecede Zorluklar'da otizmle ilgili temel davranışlar olsa da diğer gruplar kadar güçlü değil. Otizmi olmayan çocuklarla benzer bir hızda kilometre taşlarına ulaşıyor ve eşlik eden rahatsızlıklar görülmüyor.

4. tipte en uç ve geniş kapsamlı zorluklar yaşanıyor.

Katılımcıların yüzde 37'sinin yer aldığı birinci ve yüzde 34'ünün bulunduğu üçüncü tip en yaygın gruplar. Yüzde 19'unu içeren ikinci ve yüzde 10'unun olduğu 4. tiplerse en nadir olanlar. 

Bulgular, genetik farklılıkların "yüzeyde benzeyen klinik görünümlerin ardındaki farklı mekanizmalara işaret ettiğini" vurguluyor.

Örneğin hem Geniş Çaplı Etkilenme hem de Karma OSB gruplarındaki çocuklar gelişimsel gecikme ve zihinsel engellilik gibi bazı önemli özellikleri paylaşıyor. Ancak ilk grupta, ebeveynlerden geçmeyen de novo mutasyonların en yüksek oranı görülürken, ikinci grubun nadir kalıtsal genetik varyantları taşıma olasılığı daha fazla.

Bulgular otizmin sadece 4 alt tipi olduğu anlamına gelmiyor; en az 4 tane bulunduğunu ve bunların hem klinik seviyede hem de genom düzeyinde araştırmalar için anlamlı olduğunu gösteren veri odaklı bir çerçevenin keşfedilmesini sağlıyor.

Otizmle mücadele eden ailelerin, çocuklarının hangi otizm alt tipine sahip olduğunu bilmesi yeni bir netlik, kişiye özel bakım, destek ve topluluk imkanı sunabilir.

Independent Türkçe