Tunus’un ‘Üçüncü Cumhuriyeti’nde ordunun rolü

Said’in aldığı kararlara ilişkin geniş çapta bir memnuniyet mevcut.

Tunus’un ‘Üçüncü Cumhuriyeti’nde ordunun rolü
TT

Tunus’un ‘Üçüncü Cumhuriyeti’nde ordunun rolü

Tunus’un ‘Üçüncü Cumhuriyeti’nde ordunun rolü

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, ordu komutanlarının onlarca yıl siyasi karar alma mercilerinden uzaklaştırılmasının ardından askeri, güvenlik, siyasi ve sosyal kurumların rolünü artırdı. Ordu liderliği, hükümet, parlamento, siyasi ve mali ‘lobiler’ içerisindeki muhalif ve hasımlarıyla savaşında Cumhurbaşkanı Said’in yanında yer aldı. Bu nedenle Hişam el-Meşişi hükümetini devirme ve parlamentoyu dondurma kararını destekledi.
Farklı görüşlerden siyasetçilerin ve insan hakları aktivistlerinin ‘askeri ve güvenlik kurumlarının anlaşmazlıklarına katılımı’ konusunda Cumhurbaşkanı’na yönelttikleri sert eleştirilere rağmen Said, muhaliflerinin ve hasımlarının ‘darbe’ olarak nitelendirdiği, 25 Temmuz’da aldığı benzeri görülmemiş siyasi kararlarda ordu liderliğinin desteğini elde etmeyi başardı. Bu nedenle gözlemciler, şu an Tunus tarihinin bir sonraki aşamasında ordunun rolünü merak ediyorlar. Uzmanlar, bu duruma ‘İkinci Cumhuriyet’ ve 2011 devriminden sonraki hükümdarlar döneminin sayfalarını çeviren ‘Üçüncü Cumhuriyet’ adını verdiler.
Tunus’ta ordu liderlerinin siyasi yaşama dahil olmasına karşı çıkan ve eski söylemlerin aksine günler boyunca askeri kurumun Cumhurbaşkanı Kays Said’e verdiği desteği ve ‘devrimin gidişatını düzeltmeyi’ amaçlayan kararlarını öven açıklamalar yapıldı.
Aksine bu kararları başlangıçta ‘anayasaya’ ve ‘2019 seçim sonuçlarına’ darbe olarak nitelendiren partilerin, insan hakları kuruluşlarının ve sendika örgütlerinin çoğunluğu söylemlerini hızla değiştirdi. Tunus’un Fransa’dan bağımsızlığını kazanmasının ardından, 1956 yılında kurulmasından bu yana ordunun askeri düzenini, tarafsızlığını ve merhum lider Habib Burgiba liderliğindeki ilk ulusal hükümetin kurulmasına övgüde bulundular.

Açık destek
Askeri ve güvenlik kurumlarından çok sayıda üst düzey emekli komutan, ordunun başta hükümetin devrilmesi ve parlamentonun ‘geçici olarak’ dondurulması olmak üzere Cumhurbaşkanı Kays Said’in kararlarına verdiği desteği memnuniyetle karşıladı. Söz konusu komutanlar arasında merhum Cumhurbaşkanı Beci Kaid es-Sibsi’nin askeri ve güvenlik danışmanı General Kemal el-Akrut, Askeri Güvenlik ve Gümrük Güvenliği eski genel müdürü Tuğgeneral Muhammed el-Mueddib, Ulusal Terörle Mücadele Kurumu eski başkanı Tuğgeneral Muhtar bin Nasr ve İçişleri Bakanlığı eski sözcüsü Tuğgeneral Hişam ed-Mueddib de yer alıyor. Tuğgeneral Hişam ed-Mueddib, emekli olduktan sonra Cumhurbaşkanı Said’i sık sık eleştirmesiyle ve muhaliflerinin tavırlarını savunmasıyla tanınıyor.
Eski cumhurbaşkanları Burgiba ve Zeynel Abidin Bin Ali yönetiminin yanı sıra ‘2011 devrimi’ sonrası hükümetlerde yer alan bazı bakanlar da kararları memnuniyetle karşıladı. Söz konusu bakanlar arasında Ahmed Necib eş-Şabi, Muhsin Merzuk ve Salma el-Lumi de bulunuyor. Bu isimler, 2010 ve 2011’in başlarındaki ayaklanma sırasında tarafsızlıkları ve Bin Ali yönetimine karşı göstericilerin bastırılmasında yer almaktaki isteksizlikleri ile hatırlanıyor. Medya organları, gösteri yapan gençler ile bir dizi Tunuslu subay arasında 2011 devrimi sırasında karşılıklı güller verildiği ve kucaklaşmalar yaşandığı fotoğrafları yeniden yayınlamaya başladı. General Raşid Ammar da dahil olmak üzere bir dizi üst düzey politikacı ve askeri lider, ordu liderliğinin Bin Ali yönetiminin devrilmesinden sonra iktidarı ele geçirme çağrıları aldığını ancak bunu reddettiğini defalarca belirtmişti. 2011 yılında yapılan seçimlerde eski cumhurbaşkanları Beci Kaid es-Sibsi, Munsif el-Merzuki, ardı ardına gelen başbakanlar Hammadi Cibali, Ali el-Ureyd, Mehdi Cuma, Habib Essid ve Yusuf eş-Şahid’in de 2011, 2014 ve 2019 yıllarında düzenlenen seçimler sırasında ‘ordunun tarafsızlığını’ övdüler.

Kurtarma ve gidişatı düzeltme
Tunus medyasının önemli bir kısmında, önde gelen siyasi ve askeri analistlerin hızla Cumhurbaşkanı Said’in, kararlarının, ‘kurtarma ve devrimin gidişatını düzeltme’, ‘mali yolsuzlukla mücadele’, siyasi partilerin finansman kaynakları ve seçim kampanyaları hakkında bir soruşturma açılması projesinin arkasında saf tutması dikkat çekiciydi.
Terörle Mücadele Ulusal Komitesi eski başkanı Emekli Tuğgeneral Muhtar bin Nasr, başbakan, çok sayıda üst düzey hükümet yetkilisi, güvenlik ve askeri liderin görevden alınması da dahil Cumhurbaşkanı tarafından 25 Temmuz ve sonrasında alınan tüm kararlara övgüde bulundu. Bin Nasr, söz konusu tedbirlerin ‘cumhurbaşkanının seçimsel ve siyasi meşruiyeti’ ile açıklanabileceğini ifade etti. General bin Nasr, Cumhurbaşkanı Said tarafından ortaya koyulan ve halkta memnuniyet oluşturan kararların ‘aktifleştirmesini’ bekliyor. Çünkü seçildiği günden bu yana ordunun üst düzey yöneticileri, güvenlik ve askeri kurumları ile istişareleri ve koordinasyon toplantılarını sürdürüyor. Emekli General Kemal el-Akrut, halkın, seçkinlerin, askeri ve güvenlik liderlerinin çoğunluğunun 25 Temmuz kararlarından mutluluk duyduğunu dile getirdi. Zira parlamento ve hükümet içerisindeki siyasi çekişmelerden memnun değillerdi.

‘Yol haritası’
Güvenlik birliklerindeki generaller ve kadrolar da dahil olmak üzere askeri ve güvenlik kurumlarının bazı sembol isimleri bir dizi öneride bulundu. Bazıları, Cumhurbaşkanına ‘ülkeyi dini ve siyasi aşırılıkların tehlikesinden kurtarmaya’ yönelik kararlarının uygulanmasını içeren bir ‘yol haritası’ ilan etme çağrısı yaptı. Cumhurbaşkanının öncelikleri arasında, güçler ayrılığını sağlamak ve özellikle özgürlüklerin, hakların ve demokratik sürecin güvence altına alınması konusunda içeride ve dışarıda güvence mesajları göndermek de yer alıyor.
Söz konusu açıklamaların tümü, uluslararası ekonomist, finans uzmanı ve Parlamento Finans Komitesi eski başkanı Muhammed el-Munsif Şeyh Ruha da dahil olmak üzere bir dizi üst düzey sivil uzman tarafından yapılan benzer önerilerle de ortak yönlere sahip. Şeyh Ruha, bir sonraki hükümetin kapsamlı sosyo-ekonomik kalkınmayı sağlamak için akademisyenlerin, uzmanların, iş ve finans camiasının tavsiyelerinden faydalanması gerektiğini vurguladı. Yetkili, bunların ulusal güvenliğin korunması ve iş ortamının iyileştirilmesinde ülkenin kaynaklarını, tasarruf ve yatırım fırsatlarını, sivil ve askeri kurumlar arasındaki ortaklığı iyileştirmeye olanak tanıyacağını dile getirdi. Aynı şekilde Askeri Güvenlik ve Gümrük Çıkarları Genel Müdürü Tuğgeneral Muhammed el-Mueddib de 25 Temmuz kararlarını etkinleştirme hususunda ‘erteleyeme ve isteksizliğe’ karşı uyarıda bulundu.

Marjinalleşmeden sahnenin ön saflarında olmaya
Diğer yandan insan hakları örgütleri, sendikalar, sol ve liberal partilerin 25 Temmuz kararları sonrasında yaptığı açıklamaların çoğunun, 1959 yılında Birinci Cumhuriyet Anayasası’nda ve ardından 2014’te İkinci Cumhuriyet Anayasası’nda belirtilen ilkelerin yerine getirilmesinde ‘devletin sivil yapısına saygı ve kuvvetler ayrılığı’ çağrısında bulunması dikkat çekici. Öyle ki sivil adalet örgütleri, avukatlar, gazeteciler, işçiler ve köylüler, Kays Said’in yeni adımlarını öven bildiriler yayınladılar. Buna paralel olarak ‘demokratik kurumların’ rollerine bir an önce devam etmeleri gerektiğini vurguladılar. Bu, parlamento ve seçilmiş belediye meclisleri üzerindeki dondurmanın kaldırılması anlamına geliyor. Said, Cumhurbaşkanlığı resmi internet sitesinde ve Tunus televizyonunda yayınlanan, sivil toplum temsilcileriyle yaptığı görüşmedeki konuşmasında ‘devletin sivil yapısına, kamusal ve bireysel özgürlüklere ve dışlama olmaksızın muhaliflerle siyasi diyalogun seyrine saygı duyacağını’ belirterek söz konusu taleplere yanıt verdi. Cumhurbaşkanı, 25 Temmuz’da yaşananların darbe olduğunu ise kabul etmedi.
Ancak bu değişiklikler ve ‘ordu için daha büyük bir rol’ konuşmaları iki yıl sonra, cumhurbaşkanı ve silahlı kuvvetlerin başkomutanı sıfatıyla Kays Said’in cumhurbaşkanlığı sarayında, kışlada, içişleri ve savunma bakanlıklarında, ordu ve güvenlik liderleriyle yaptığı toplantılarda geldi.
Said’in popülaritesi, Kovid- 19 pandemisinin patlak vermesinden bu yana, askeri kuruluşla olan ilişkisi doğrultusunda kırsal ve yoksul bölgelerdeki vatandaşları aşılamasından sonra arttı. Ayrıca birçok Arap ve Batı ülkesinden hava, kara ve deniz köprüleri aracılığıyla büyük yardımlar sağladı ve çoğu şehirde de ‘askeri sahra hastaneleri’ kurdurdu. Böylece Cumhurbaşkanı, Habib Burgiba’nın ‘Ordu kışladadır’ sözü doğrultusunda ordu liderlerinin 60 yıldır şikâyet ettiği marjinalleşmeye son vermeyi başardı.

Ancak…
Tunus ordusu, Bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de devrilmesinden bu yana kitlesel olarak sokaklara döküldü. Daha sonra rolü, Cezayir ve Libya ile sınır vilayetlerinde ve ardından başkent Tunus’ta ardı ardına terör operasyonlarından sonra son on yılda arttı. Bu operasyonlar, Savunma ve İçişleri Bakanlıkları bütçesinin Ocak 2011 devriminden öncekilere göre üç katına çıkmasına neden oldu.
Ordunun yüksek komuta kademesi son on yılda defalarca değişse de ordu liderleri, Kays Said’in 2019 seçimlerinden sonra Kartaca Sarayı’na gelmesinden bu yana rolü iki katına çıkan Ulusal Güvenlik Konseyi ve Ordular Yüksek Konseyi kurumları aracılığıyla merkezi bir siyasi rol oynamayı başardı. Burgiba (1956- 1987) ve Bin Ali (1987 sonu- Ocak 2011) döneminde siyasi rolü marjinalleşen Tunus Ulusal Ordusu’nun son birkaç yılda Tunus dış politikasına yeniden güçlü bir şekilde dahil olması ise dikkat çekici.

Siyaset dünyasında askerler
Bu tablo göz önüne alındığında, Tunus silahlı kuvvetlerinin kamu işlerine katılımı, yetmişli ve seksenli yıllardan bu yana görülüyor. Tunus, Ocak 1978’deki genel grev nedeniyle ve ardından da Ocak 1980’de Tunus rejimini devirmek için güneydeki komşu ülkeler tarafından desteklenen bir grup ‘komandonun’ saldırısından sonra kanlı olaylara tanık olmuştu.
Aynı şekilde Burgiba da orduya, özellikle de 1983 sonlarında ve 1984’ün başlarında, ‘ekmek devrimi’ olarak adlandırılan kanlı gösterilerin ardından kendisini Ulusal Güvenlik Genel Müdürü, ardından İçişleri Bakanı olarak atayan General Zeynel Abidin bin Ali'ye başvurmuştu.
Söz konusu olaylardan bu yana askeri harcamalar dört katına çıktı. General bin Ali ve kendisine yakın isimler 1987’nin sonlarında Habib Burgiba’nın yönetimini devirmeye karar verdiğinde anayasayı feshetmeyi, hem askeri hem de sivilleri içeren bir ‘kurtarma komitesi’ kurmayı düşündüler. Ancak kısa sürede bundan vazgeçerek ‘devletin sivil yapısını’ ve ‘cumhuriyetçi sistemi’ korudular.
Daha sonra Bin Ali görevdeki ilk döneminde yüksek siyasi pozisyonlara Habib Ammar da dahil olmak üzere generaller yerleştirdi. General Abdülhamid eş-Şeyh’i Dışişleri Bakanı ve ardından Paris Büyükelçisi, General Mustafa Buaziz’i Adalet Bakanı ve ardından Devlet Mülkleri Bakanı olarak atadı.
Bin Ali daha sonra Genelkurmay Başkanlığı’ndan generalleri büyükelçi olarak tayin etti ve bazılarını, hükümet hava ve demiryolu şirketleri de dahil olmak üzere yüksek devlet kurumlarının liderliğine atadı.
Diğer yandan 1992’de Nahda Hareketi’ne bağlı bir grup askeri ve güvenlik gücünün, kendisine karşı düzenledikleri ‘darbe girişimi’ sonrasında ordu liderlerinin çoğunu siyasi görevlerden uzaklaştırdı. Ancak her halükarda Bin Ali, yönetimi boyunca, General Ali el-Siryati'’nin 23 yıldır üstlendiği Ulusal Güvenlik Genel Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı Güvenlik Genel Müdürlüğü gibi bazı stratejik pozisyonlardaki üst düzey askerlere güvendi.
Bununla birlikte kader, Siryati’nin 2011 başlarında genel olarak yönetim kurumlarında patlak veren çatışmalar da dahil olmak üzere birçok nedenden dolayı Bin Ali yönetimini devirmede önemli bir rol oynamakla suçlanmasına yol açtı.

Uluslararası kağıt
Bununla birlikte Tunus siyasi sahnesindeki değişiklikler ve askeri kurumun rolü, birçok faktör nedeniyle “süreçte rehin kalacak” konular arasında yer alıyor. Bunların arasında Cezayir, Fransa, ABD, Almanya, İngiltere ve İtalya başta olmak üzere Tunus’taki siyasi ve askeri kararı etkileyen ülkelerin pozisyonlarındaki gelişmeler de bulunuyor.
Ayıca yeni hükümetin yapısından, cumhurbaşkanının kişiliğinden ve savunma, içişleri, adalet ve dışişleri bakanlıklarının denetçilerinden de kaçınılmaz olarak etkilenecek.
Her halükarda bir sonraki hükümeti kurmak için yapılacak istişareler ve ordunun rolüne ilişkin alınacak tavır, bir ya da iki ay içerisinde netleşecek (parlamentonun, belediye meclislerinin ve tüm seçilmiş kurumların görevlerinin yeniden başlamasını garanti eden) siyasi anlaşma arayışında, ‘sahne arkası’ istişarelerinin sonucundan etkilenecek. Bu, Libya krizine barışçıl çözüm yollarının ‘bölgesel ve uluslararası eksenler oyunu’ da dahil birçok nedenden ötürü sekteye uğradığı bir dönemde, güvenlik durumunun bozulmaması için hayati bir önem taşıyor.

Tunus ordusundan askeri alanda sanayileşme adımı
2011 devriminden sonra Tunus ordusu başta ABD, Fransa, Almanya ve Türkiye olmak üzere bir dizi NATO ülkesinin ordularıyla ortaklaşa bilimsel ve lojistik yeteneklerini, üretim ve savaş deneyimini geliştirdi. Cumhurbaşkanı Kays Said, Savunma Bakanı ve askeri kadroları eşliğinde, milli yeteneklere sahip orta boy askeri araçlar üretmeyi başaran bir kurumu ziyaret etti. Tunus Milli Savunma Bakanlığı’ndan kaynaklar, parlamentoda Silah Taşıma Kuvvetleri Yönetim ve İşleri Düzenleme Komitesi’nde eski bir oturumda, “Tunus askeri kuvvetleri, çeşitli deneyimlerin ötesine geçen bir askeri araç yapmayı başardı” açıklaması yaptı.
Aynı şekilde Savunma Bakanı da kısa süre önce şu açıklamada bulundu:
“Tunus kuvvetleri, denizcilik üretimi alanına da girdi ve üç deniz gemisi üretti. Savunma Bakanlığı ve özel sektör ortaklığı çerçevesinde artık silah, keşif ve bilgi araçlarıyla donatılabilecek. Savunma Bakanlığı, diğer deniz birimlerinde de bu alanda, üretim yoluyla ilerlemeyi planlıyor.”
Bu durum ordunun ‘maliyetleri baskı altına almak’ için askeri sanayileşme serüvenine girmesiyle oluştu. Savunma Bakanı’na göre istatistikler, büyük meblağlarda para sağlandığını, çeşitli uzmanlıklarda daha yüksek derecelere sahip olanlar da dahil olmak üzere gençler için iş fırsatlarının oluşturulduğunu, subayların yurtiçinde ve yurt dışında aldıkları askeri eğitimin değerlendirildiğini ve çeşitli ordu birliklerinde askeri sanayileşme alanında deneyim kazanıldığını gösteriyor.
Mayıs 2015’te, ilk kez 2013 yılında test edilen bir insansız hava aracı da dahil olmak üzere Tunuslu yetenekler tarafından yapılan ekipmanların sergilendiği ulusal bir gösteri düzenlendi. Sergilenen araç üç metre uzunluğunda, 45 kilo ağırlığında ve 2 bin 500 metre yüksekliğe ulaşabiliyordu. Uçuş süresi de üç saate kadar çıkabiliyordu.
Aynı şekilde mayınları aktifleştirmek veya imha etmek için de başka araçlar sergilendi. Operasyonel görevlerde sahadaki askeri oluşumları takip edecek bir sistem, hareketleri tespit eden bir radar ve kablosuz cihazların yanı sıra savaş, tarama, keşif ve mayın tespitinde uzmanlaşmış silahlı bir robot da gösterildi. Tüm bunlar, Tunus ordusunun çeşitli iç ve bölgesel zorluklarla yüzleşme yeteneklerini artıracak öncü projeler olarak nitelendi.



Abiy Ahmed'in Eritre'ye yönelik Ukrayna atıflı tehdidi ne kadar ciddi?

xcfv
xcfv
TT

Abiy Ahmed'in Eritre'ye yönelik Ukrayna atıflı tehdidi ne kadar ciddi?

xcfv
xcfv

Mahmud Ebubekir

Etiyopya Başbakanı Abiy Ahmed'in Eritre ile ilgili yaptığı son açıklamalar, özellikle 2018 yılından bu yana iki ülke arasındaki ilişkilerde eşi benzeri görülmemiş bir gerginliğin devam etmesinden dolayı hem Eritre'de hem de Etiyopya'da tartışmalara neden oldu. Başbakan Ahmed, ülkesinin komşusu olan Eritre'yi ülkesiyle savaşa girmemesi konusunda uyardı ve Rusya-Ukrayna savaşına atıfta bulunarak Ukrayna'dan ders alınması gerektiğini vurguladı. Milletvekillerinin sorularını yanıtlayan Ahmed, “Biz barış istiyoruz. Eğer Eritre de barış ve iş birliği istiyorsa buna hazırız, ancak iki ülke arasındaki ilişkilerin gelecekteki gidişatı, barış ve iş birliği ya da ağır sonuçlar arasında bir seçim yapmalarına bağlı” ifadelerini kullandı.

Etiyopya'nın Kızıldeniz'e erişim ve bir deniz limanı talebinin sakin ve ihtiyatlı bir şekilde ele alınması gereken yasal, tarihi, coğrafi ve ekonomik bir konu olduğunu vurgulayan Abiy Ahmed, ülkesinin Kızıldeniz stratejilerinden izole bir şekilde yaşayamayacağının altını çizdi. Etiyopya Başbakanı, 1993 yılında ülkesinin denize erişiminin reddedilme kararının haksız bir karar olduğunu ve o dönemde seçilmiş bir parlamentonun bulunmaması nedeniyle meşru Etiyopya kurumları tarafından alınmadığını belirtti. Ahmed’e göre ayrıca Etiyopya halkına bu konuda danışılmamış olması, bu tür kader belirleyici kararların alınma sürecinde yasal bir kusur olduğunu ortaya koyuyor.

Milletvekillerinden Eritre'nin bağımsızlığıyla ilgili yerleşik yasal anlatılardan uzaklaşmalarını ve Etiyopya'nın Kızıldeniz'e erişim taleplerine yasal ağırlık kazandıracak yeni anlatılar ortaya koymalarını isteyen Ahmed, hükümetinin, ülkesi ile Eritre hükümeti arasında arabuluculuk yapmak üzere ABD, Rusya, Çin ve Avrupa ve Afrika'daki birçok ülkenin hükümetleriyle defalarca kez temasa geçtiğini, ancak Asmara'nın egemen limanları ile ilgili herhangi bir müzakereye girmeyi reddetmesi nedeniyle tüm bu girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığını açıkladı.

İç durumdan kaçış

Şarku’l Avsat Al Majalla’dan aktardığı analize göre Afrika Boynuzu bölgesi meseleleriyle ilgilenen gözlemciler, Abiy Ahmed'in milletvekillerinin sorularına verdiği yanıtların Eritre'ye yönelik benzeri görülmemiş bir gerginliğe işaret etmesine rağmen, Asmara'nın bu konuda resmi bir açıklama yapmamasını özellikle de bu açıklamaların Eritre'nin egemenliğini ve bağımsızlığını açıkça sorgulaması açısından şaşırtıcı buldular. Zira Ahmed’in Ukrayna’ya atıfta bulunması Eritre'yi yeniden işgal etme tehdidini içeriyordu.

Afrika Boynuzu meseleleri uzmanı Süleyman Hüseyin, Etiyopya Başbakanı Ahmed’in son açıklamalarının farklı şekillerde yorumlanabileceğini ve daha da önemlisi kötüleşen iç durumdan kaçış için bazı açıklamalarda bulunarak gerilimi tırmandırmayı amaçladığını söyledi. Etiyopya'da güvenlik durumunun her geçen gün kötüleştiğini belirten Hüseyin “Çatışmalar, yüzölçümü ve nüfus yoğunluğu açısından en büyük bölgeler olan Amhara ve Oromia'da yayılıyor. Bu bölgeler Etiyopya nüfusunun yaklaşık yüzde 60'ını oluştururken ülkenin siyasi ve ekonomik merkezleri olarak kabul ediliyor. Ayrıca gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYH) yüzde 61'inden fazlasını karşılıyor. İki bölgenin, kontrolünü kaybetmek üzere olan merkezi hükümete karşı silahlı isyan halinde olduğu göz önüne alındığında, iç krizlerinden komşu ülkeleri, özellikle Eritre'yi sorumlu tutmaya çalışan Etiyopya Başbakanı’nın yaşadığı hayal kırıklığı ve içinde bulunduğu çaresizlik anlaşılabilir” şeklinde konuştu.

Abiy Ahmed'in açıklamalarında açıkça çelişkiler olduğunu ve Etiyopya geçiş hükümetinin Eritre'nin bağımsızlığını onaylama yetkisi olmadığı gerekçesiyle Eritre'nin bağımsızlığının meşruiyetini sorguladığını ifade eden Hüseyin, “Bu, ya tarihten habersiz olmaktır ya da konuyu kasten karıştırma girişimidir. Eritre’nin Etiyopya'dan ayrılması için daha önce onun parçası olmalıydı, fakat değildi. Ancak Etiyopya, Birleşmiş Milletlerin (BM) iki ülke arasında federal bir birlik kurulmasına ilişkin kararlarını açıkça ihlal ederek Eritre’yi işgal etti. Bu birlik 1962 yılında eski Etiyopya İmparatoru Haile Selassie'nin tek taraflı kararıyla kaldırılmıştı” yorumunda bulundu.

Afrika Boynuzu meseleleri uzmanu Hüseyin, sözlerini şöyle sürdürdü:

“İkinci nokta, Eritre'nin bağımsızlığının, BM gözetiminde yapılan özgür bir referandumla sonuçlanan otuz yıllık bir kurtuluş savaşının ardından elde edilmiş olması. Bu durum, referandumun BM Şartı'nda yer alan dekolonizasyon ilkesi ve kendi kaderini tayin hakkı uyarınca uluslararası gözetim altında düzenlendiği için Etiyopya'nın onayı gerekmediği anlamına gelir.”

Hüseyin, 2018 yılında Asmara ve Cidde'de imzalanan iki barış anlaşmasının, Abiy Ahmed'in ülkesinin haksız bir şekilde kaybettiğini iddia ettiği Assab Limanı da dahil olmak üzere Eritre'nin egemenliğini ve tam bağımsızlığını açıkça tanıdığını da ekledi.

Müzakereler ne hakkında?

Abiy Ahmed’in milletvekillerinin sorularına verdiği yanıtta, müzakereye sıcak baktığını, ancak Asmara'nın bu seçeneği reddettiğini vurguladığını düşünen Hüseyin, “Ancak, asıl soruyu yanıtlamadı: Ne hakkında müzakere? Dünyada, yoksulluk ve yüksek nüfus yoğunluğundan kurtulmak için egemenliğini müzakere edebilecek veya topraklarının bir kısmını başka bir ülkeye devredecek bir ülke var mı? Elbette yok. Etiyopya Başbakanı bunu gayet iyi biliyor, ancak eski yayılmacı zihniyetiyle konuşuyor ve bu zihniyetle bir tarafın müzakere etmek istediğini, diğer tarafın ise reddettiğini ima ederek bir gerçeği dayatmaya çalışıyor. Bu da Etiyopya Büyük Rönesans Barajı ile ilgili aldığı kararlarla çelişiyor. Çünkü aşağı havza ülkeleriyle müzakerelere dönmeyi reddetmeye devam ediyor” dedi.

Ülkesinin ne Etiyopya ne de başka bir ülkeyle egemenliği konusunda müzakere yapmayacağını, buna karşın uluslararası hukuk ve karşılıklı çıkarlar ilkesine uygun meşru ekonomik iş birliğine açık olduğunu ve bunu defalarca kez vurguladığını ifade eden Eritreli analist, “Etiyopya liman hizmetlerinden yararlanmak istiyorsa, önce Eritre'nin egemenliğine saygı göstermeli, ardından diğer ülkeler gibi limanı kullanmayı talep etmeli” ifadelerini kullandı.

hy
Abiy Ahmed'in açıklamaları açıkça Eritre'nin egemenliğini ve bağımsızlığını sorguladı (AFP)

Eritre için Ukrayna’ya atıfta bulunulması karşısında şaşırdığını belirten Hüseyin, “Ukrayna'nın NATO liderliğindeki Batı ile Rusya arasındaki uluslararası çatışmanın arenası haline geldiğini, Eritre'nin ise komşusunun hırslarına karşı egemenliğini savunan bağımsız bir devlet olduğunu vurgulayarak, bu karşılaştırmanın yanıltıcı olduğunu ifade etti.

Hüseyin, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ayrıca, süper güç olan Rusya ile Etiyopya arasındaki karşılaştırma, hem bağlam hem de içerik açısından mantıksız. Fakat, askeri gücüyle övünmek ve Eritre'yi yeni bir Ukrayna'ya dönüştürmekle tehdit etmek, Amhara'daki Fano milisleri ve Oromo Kurtuluş Cephesi'nin elinde yenilgiler alan Etiyopya ordusunun gerçek gücüne aykırı agresif bir eğilim olduğunu gösteriyor.”

Hüseyin, Addis Ababa'nın tekrar tekrar yaptığı açıklamalara Eritre hükümetinin sessiz kalmasının nedenleri hakkındaki bir soruya, “Eritre'nin sessiz kaldığını düşünmüyorum, aksine medya savaşlarına çekilmemek ve bölgeyi istikrarsızlaştırmak isteyen dış güçler tarafından kışkırtılabilecek gerginliğin tırmanmasını önlemek şeklindeki iki hedefe ulaşmak için sakin ve rasyonel bir diplomasi izlediğini düşünüyorum. Asmara'nın, olası saldırgan girişimleri caydıracak güçlü bölgesel ortaklıklar kurmak için paralel bir şekilde çalıştığını ve böylece Afrika Boynuzu'nun güvenliği ve istikrarına hizmet ettiğini düşünüyor” yanıtını verdi.

Eritreli analist, Asmara ile Addis Ababa arasında doğrudan bir savaş çıkma olasılığı konusunda yaptığı değerlendirmede ise savaşın mümkün olduğunu, ancak olası olmadığını söyledi. Bunun nedeninin Etiyopya tarafının isteksizliği değil, istikrarsız iç durumun uzun süreli bir dış savaşa izin vermemesi olduğunu vurgulayan Hüseyin, “Eritre'nin silahlı muhalefeti desteklediği yönündeki suçlamalar doğrulanamazken Etiyopya'nın kendisi ‘Eritre muhalefeti’ olarak adlandırdığı gruba destek verdiğini açıklayarak siyasi retoriğinin ikiyüzlülüğünü ortaya koydu” dedi.

Vekalet savaşları

Öte yandan Etiyopya işleri uzmanı Behan Gideon, Etiyopya Başbakanı Ahmed’in Asmara'ya sert bir uyarıda bulunduğu son dönemdeki söylemlerinin tırmanışının temel olarak iki faktöre bağlı olduğunu düşünüyor. Gideon’a göre bunlardan birincisi, Asmara'nın Addis Ababa'ya karşı çıkan isyancı hareketlere verdiği sürekli destek, ikincisi ise, Etiyopya'nın Kızıldeniz'e güvenli erişim talebine ilişkin tüm yapıcı diyalog çağrılarını göz ardı etmesi.

Abiy Ahmed'in Eritre Devlet Başkanı Isaias Afwerki yüzünden derin bir hayal kırıklığı yaşadığını söyleyen Gideon, “Abiy Ahmed özellikle de, Afwerki ile kurduğu ittifakın, Massawa ve Assab limanlarının kullanımı da dahil olmak üzere yüksek düzeyde iş birliği ve entegrasyona yol açacağını ummuştu” diye ekledi.

2018 anlaşmalarının imzalanması için her iki tarafı da zorlayan ve destekleyen bölgesel güçlerin, Abiy Ahmed'i Eritre limanlarını yüksek ücretler ödemeden kullanabileceğine inandırdığını belirten Gideon, “Ancak Asmara'nın Abu Dabi ile ilişkilerinin bozulması, federal hükümet ile Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) arasındaki savaşın sonucu ve Asmara'nın Pretoria Anlaşması'ndan duyduğu memnuniyetsizlik, eski müttefikler arasındaki taahhütleri zayıflattı” değerlendirmesinde bulundu.

Etiyopya hükümetinin taleplerinde ciddi olduğu düşünülüyor. Bu taleplerin kısa vadede karşılanmayacağının da farkında, ancak bunları tekrar tekrar gündeme getirmek ona siyasi ve halk nezdinde bir koruma sağlıyor. Bu da özellikle Etiyopya'nın birden fazla bölgesinde tekrarlanan savaşların patlak vermesi, Amhara bölgesinde isyancı hareketlerin önemli ilerlemeler kaydetmesi ve özellikle 2026 seçimlerinin yaklaşmasıyla birlikte, meşruiyet krizinin aşılmasına yardımcı olabilir. Bu yüzden Gideon, denize erişim elde etme çabalarının önümüzdeki aylarda daha geniş ölçekte devam edeceğini düşünüyor.

Asmara ile Addis Ababa arasında doğrudan bir savaş olasılığı olmadığını, çünkü Addis Ababa'nın halen siyasi ve diplomatik çözümleri tercih ettiğini belirten Gideon, “İki ülkenin de yönetimleri vekalet savaşlarına başvurabilir. Asmara, Tigray ve Afar bölgelerinin sınırlarında güçlerini seferber ederken ve Etiyopyalı muhalif hareketleri rejime karşı savaşmaya hazırlarken Addis Ababa, Etiyopya'nın Afar bölgesindeki Eritreli muhalif grupları silahlandırmaya çalışabilir. Bunun sonucunda bölge, her iki tarafın da birbirlerinin muhaliflerini destekleyerek ya da doğrudan savaş ilan etmeden belirli operasyonlar düzenleyerek vekalet savaşlarına sürüklenebilir” yorumunda bulundu.


Fetih'in Filistinli grupların Kahire'de yapılacak toplantısına katılma ihtimali düşük

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’nın doğusunda bulunan Cuhr ed-Dik köyünde, yakıt sıkıntısı nedeniyle yemek pişirmek için odun toplayan Filistinli çocuklar (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’nın doğusunda bulunan Cuhr ed-Dik köyünde, yakıt sıkıntısı nedeniyle yemek pişirmek için odun toplayan Filistinli çocuklar (AFP)
TT

Fetih'in Filistinli grupların Kahire'de yapılacak toplantısına katılma ihtimali düşük

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’nın doğusunda bulunan Cuhr ed-Dik köyünde, yakıt sıkıntısı nedeniyle yemek pişirmek için odun toplayan Filistinli çocuklar (AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc Mülteci Kampı’nın doğusunda bulunan Cuhr ed-Dik köyünde, yakıt sıkıntısı nedeniyle yemek pişirmek için odun toplayan Filistinli çocuklar (AFP)

Filistin Kurtuluş Örgütü'nden (FKÖ) iki kaynak dün Şarku’l Avsat'a, bu hafta Kahire'de bazı Filistinli grupların katılacağı bir toplantı düzenlenmesi için görüşmelerin sürdüğünü, ancak El Fetih'in bu toplantıya katılmayacağını açıkladı. Söz konusu toplantıda, son zamanlarda bu konuyla ilgili yaşanan anlaşmazlıkların ardından Gazze yönetim komitesinin oluşturulması ele alınacak.

Kaynaklardan biri, “İslami Cihad Hareketi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), Demokratik Reform Akımı ve Demokratik Kurtuluş Cephesi gibi bazı gruplar zaten Kahire'de. Hamas henüz gelmedi” dedi. Kaynak, ‘Kahire'nin toplantıyı organize ettiğini, ancak El Fetih'in katılmak istememesi nedeniyle halen özel istişareler sürdüğü için resmi davetiyelerin gönderilmediğini’ belirtti.

El Fetih'e yakın bir kaynak, herhangi bir diyalogun, daha önce Mısır ve Çin'de olduğu gibi, kapsamlı bir ulusal diyalogun parçası olması gerektiğini söyledi. Kaynak, bazı grupların bir araya gelmesinin ‘ulusal düzeyde bir uzlaşma sağlandığı, bölünmenin sona erdirilebileceği ya da bütüncül bir ulusal strateji hakkında konuşulabileceği anlamına gelmediğini; özellikle de bazı tarafların Gazze Şeridi’ni ayırma girişimleri karşısında bunun mümkün olmadığını’ ifade etti.

Kaynak, tüm tarafların katılacağı kapsamlı bir ulusal toplantının ‘Filistinliler için önemli meseleleri koruyan bir stratejinin uygulanması için önemli’ olduğunu belirtti ve bu toplantının yakın gelecekte yapılmasını beklediğini söyledi.

fvgyh
Mısır Kızılayı, Filistinlilere 300 binden fazla gıda paketi taşıyan 64. Zadu’l İzze konvoyunu yola çıkardı. (Mısır Kızılayı)

Filistinli gruplar, 24 Ekim’de Kahire’de düzenlenen (ve El Fetih’in katılmadığı) bir toplantıda, ateşkes anlaşmasının uygulanmasını destekleme ve sürdürme, Gazze Şeridi’nin yönetimini, bölgeden bağımsız kişilerden oluşacak geçici bir Filistinli komiteye devretme, bölgenin yeniden inşasının finansmanı ve uygulanmasını denetleyecek uluslararası bir komite kurulması ve Filistin siyasi sisteminin birliği ile ulusal bağımsız kararın korunması konularında mutabakata vardılar.

Fraksiyonlar, ‘ulusal bir strateji üzerinde anlaşmak için tüm Filistinli güçlerin ve fraksiyonların acil bir toplantı yapmasını’ talep etti.

Toplantının ardından Gazze Şeridi'ni yönetmesi gereken komitenin başkanlığı konusunda anlaşmazlıklar ortaya çıktı. İsrail medyası, grupların idari komitenin başkanlığına Emced eş-Şava'yı atama konusunda anlaştığını sızdırdı.

El Fetih Sözcüsü Abdulfettah Duvla, birkaç gün önce Şarku’l Avsat'a yaptığı açıklamada, hareketinin ‘Gazze Şeridi'nden profesyonel isimlerden oluşacak Gazze İdari Komitesi için önerilen hiçbir ismin önünde engel oluşturmayacağını’ söyledi.

Duvla, bu isimlerle ilgili ayrıntı vermekten kaçındı. Ancak hareket içinde yetkili bir kaynak, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: “Filistin Sağlık Bakanı Dr. Macid Ebu Ramazan, hâlâ Gazze İdari Komitesi başkanlığı için aday gösterilen isimler arasında yer alıyor. Kendisi, Filistin hükümetinde bakan olmasının yanı sıra Gazze Şeridi’nden gelen, yüksek yetkinliğe ve sahada geniş deneyime sahip ulusal bir şahsiyet olarak bu sorumluluğu üstlenmeye liyakatlidir.”

dcfrgt
Gazze şehrinde İsrailli rehine cesetlerinin arandığı bir bölgenin yakınında yürüyen Filistinliler, 3 Kasım 2025 (AFP)

Hamas liderlerinden Tahir en-Nunu, geçtiğimiz hafta Doha'da verdiği bir röportajda, hareketin Gazze İdari Komitesi’ne katılmak üzere 45 bağımsız teknokratın ismini önerdiğini doğruladı. En-Nunu, önerilen isimlerin hiçbir siyasi bağlantısı olmadığını ve 24 Ekim'de Kahire'de yapılan toplantıda tüm Filistinli gruplar tarafından kabul edildiğini belirtti.

En-Nunu, Hamas'ın, El Fetih'in ‘Gazze İdari Komitesi başkanlığının Filistin Yönetimi'nden bir bakan tarafından üstlenilmesi’ yönündeki önerisini kabul ettiğini açıkladı. En-Nunu, isimlerin Mısır liderliği ile görüşüldüğünü ve Kahire'nin komite üyelerini seçeceğini, komitenin Hamas veya başka herhangi bir tarafın müdahalesi olmadan Gazze Şeridi'nin güvenlik dahil tüm idaresine ilişkin çalışmalarına derhal başlayacağını ifade etti.

Washington Post gazetesi pazar günü, Arap ve Filistinli yetkililerin, Hamas liderliğindeki sekiz Filistinli grubun bu hafta Kahire'de yapılacak toplantıda Gazze Şeridi'nin geçiş yönetiminin temel unsurları üzerinde anlaşmaya varmak için çalışacaklarını söylediğini bildirdi.

Görüşmelere aşina olan yetkililere göre, grupların Gazze Şeridi'ni yönetmek üzere önerilen teknokratik komitenin başına kimin geçeceği ve mevcut ateşkesin devam etmesi halinde bu fiili hükümetin Filistin Yönetimi çatısı altında çalışıp çalışmayacağı konularını tartışması bekleniyor.

Washington Post, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati'nin, hedefin tamamen Gazze'den teknokratlardan oluşan bir idari komite kurmak olduğunu söylediğini aktardı.


Washington, Gazze'ye iki yıl süreyle uluslararası güç konuşlandırılması için BM Güvenlik Konseyi'ne karar taslağı sundu

Arama kurtarma ekipleri Gazze Şeridi'nin doğusundaki enkaz yığınları arasında İsrailli rehinelerin cesetlerini ararken yakınlarında nöbet tutan bir Kassam Tugayları üyesi (EPA)
Arama kurtarma ekipleri Gazze Şeridi'nin doğusundaki enkaz yığınları arasında İsrailli rehinelerin cesetlerini ararken yakınlarında nöbet tutan bir Kassam Tugayları üyesi (EPA)
TT

Washington, Gazze'ye iki yıl süreyle uluslararası güç konuşlandırılması için BM Güvenlik Konseyi'ne karar taslağı sundu

Arama kurtarma ekipleri Gazze Şeridi'nin doğusundaki enkaz yığınları arasında İsrailli rehinelerin cesetlerini ararken yakınlarında nöbet tutan bir Kassam Tugayları üyesi (EPA)
Arama kurtarma ekipleri Gazze Şeridi'nin doğusundaki enkaz yığınları arasında İsrailli rehinelerin cesetlerini ararken yakınlarında nöbet tutan bir Kassam Tugayları üyesi (EPA)

ABD dün, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin bir dizi üyesine, Gazze Şeridi'nde en az iki yıl süreyle uluslararası güç oluşturulmasına yönelik bir karar taslağı gönderdi.

Şarku’l Avsat’ın Axios internet sitesinden aktardığına göre karar taslağı, ABD ve diğer katılımcı ülkelere 2027 sonuna kadar Gazze Şeridi'ni yönetme ve güvenliği sağlama konusunda geniş yetkiler verecek ve bu sürenin daha sonra uzatılması da mümkün olacak.

Axios'a konuşan bir ABD yetkilisine göre karar taslağı, ocak ayına kadar Gazze Şeridi'ne ilk birliklerin konuşlandırılması amacıyla önümüzdeki günlerde BM Güvenlik Konseyi üyeleri arasında yapılacak müzakerelerin temelini oluşturacak.

ABD yetkilisi, uluslararası güvenlik gücünün ‘barış gücü değil, yaptırım gücü’ olacağını doğruladı.

Güç, katılımcı ülkelerden askerleri içerecek ve ABD Başkanı Donald Trump'ın başkanlık edeceğini açıkladığı barış konseyi ile istişare edilerek oluşturulacak.

Karar taslağı ayrıca, barış konseyinin en azından 2027 sonuna kadar görevde kalmasını öngörüyor.

Taslağa göre, uluslararası güvenlik gücü Gazze'nin İsrail ve Mısır sınırlarının güvenliğini sağlamak, sivilleri ve insani yardım koridorlarını korumak ve bu göreve katılacak yeni bir Filistin polis gücünü eğitmekle görevlendirilecek.

Taslakta ayrıca uluslararası gücün, Gazze’de güvenlik ortamının istikrarına katkıda bulunacağı; Gazze Şeridi’nde silahsızlandırma sürecini garanti altına alarak, askeri, terörist ve taarruz amaçlı altyapıların tahrip edilmesi ve bunların yeniden inşasının engellenmesi ile birlikte devlet dışı silahlı grupların silahlarının kalıcı olarak toplanması da dâhil olmak üzere rol oynayacağı belirtiliyor.

Karar taslağı ayrıca, uluslararası gücün ‘İsrail'in Gazze'nin diğer bölgelerinden kademeli olarak çekileceği ve Filistin Yönetimi'nin Gazze Şeridi'ni uzun vadede kontrol etmesini sağlayacak reformları gerçekleştireceği bir geçiş döneminde Gazze Şeridi'nde güvenliği sağlamayı amaçladığını’ belirtiyor.

Karar taslağı, gücün kurulması ve faaliyetlerinin ‘Mısır ve İsrail ile yakın istişare ve iş birliği içinde’ yürütüleceğini ve gücün ‘uluslararası hukuk, uluslararası insani hukuk dahil olmak üzere, görevlerini yerine getirmek için gerekli tüm önlemleri alma’ yetkisine sahip olacağını vurguluyor.

Taslak, ‘geçici yönetim organı’ sıfatıyla barış konseyinin, Gazze Şeridi’nin yeniden inşası için öncelikleri belirlemesine ve finansman toplamasına imkân tanınmasını da öngörüyor. Bu düzenleme, Filistin Yönetimi’nin reform programını başarıyla tamamlamasının ardından, barış konseyinin onayına tabi olacak şekilde planlanıyor.

Buna ek olarak barış konseyi, Gazze Şeridi'ndeki kamu hizmetleri ve idarenin günlük faaliyetlerini yönetmekten sorumlu olacak, yetkin Filistinlilerden oluşan, siyasi olmayan bir Filistin teknokratik komitesini denetleyecek ve destekleyecek.

ABD yetkilisi, barış konseyinin teknokratik komite kurulmadan önce çalışmalarına başlamasını beklediğini söyledi.

Taslakta ayrıca, BM, Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) ve Kızılay dahil olmak üzere barış konseyi ile çalışan kuruluşların yardımların ulaştırılmasından sorumlu olacağı belirtiliyor. Yardımları kötüye kullanan kuruluşlar ise yasaklanacak.