Libya Temsilciler Meclisi’nin onayladığı seçim yasasına Yüksek Devlet Konseyi’nden tepki

Almanya, Trablus’taki büyükelçiliğini yeniden açtı.

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas (solda)  dün Trablus'taki Almanya Büyükelçiliği’nin açılışına katıldı. (DPA)
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas (solda) dün Trablus'taki Almanya Büyükelçiliği’nin açılışına katıldı. (DPA)
TT

Libya Temsilciler Meclisi’nin onayladığı seçim yasasına Yüksek Devlet Konseyi’nden tepki

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas (solda)  dün Trablus'taki Almanya Büyükelçiliği’nin açılışına katıldı. (DPA)
Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas (solda) dün Trablus'taki Almanya Büyükelçiliği’nin açılışına katıldı. (DPA)

Libya Temsilciler Meclisi, ülke tarihinde ilk kez bir sonraki başkanın doğrudan seçilmesine ve görev şartlarının tanımlanmasına izin veren bir yasa çıkardı. Libya Yüksek Devlet Konseyi ise bu adımı kabul etmeyerek bu yıl sonu öncesinde beklenen başkanlık ve parlamento seçimlerini düzenleyen yasaları onaylama konusunda parlamentonun ‘haddini aştığı’ eleştirisinde bulundu.
Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’in onayladığı ve çarşamba günü meclis tarafından Birleşmiş Milletler (BM) Misyonuna teslim edilen yeni yasa, devlet başkanının doğrudan, genel kapalı oylama ile seçilmesini öngörüyor. Aynı zamanda adayın ebeveynlerinin ve kendisinin Libyalı Müslüman ve evliyse eşinin Libyalı olmasını, başka bir ülke vatandaşlığı taşımamasını, 40 yaşından küçük de olmamasını şart koşuyor.
Yasaya göre bir adayın en az 5 bin seçmenin desteğine sahip olması ve seçimden üç ay önce sivil ya da askeri olsun çalıştığı kurumda ayrılması gerekiyor. Aday seçilememesi halinde ise eski görevine geri dönebiliyor.
Temsilciler Meclisi seçimlerin zamanında, yani 24 Aralık'ta yapılması için gerekli her şeyin hazır olması için yasanın bir kopyasını Ulusal Yüksek Seçim Komisyonu'na, Danıştay'a ve Ulusal Birlik Hükümeti'ne (UBH) iletecek.
Yüksek Devlet Konseyi, kendi deyimiyle Meclis Başkanı Akile Salih’in aldığı ‘tek taraflı adımları’, ‘sahip olmadığı yetkilere ulaşmak amacıyla Anayasa Bildirgesi, Siyasi Anlaşma ve Güvenlik Konseyi kararlarını ihlal etmedeki ısrarını’ kabul etmediğini duyurdu. Parlamentoyu ‘kabul edilemez olduğunu bildiği kusurlu bir seçim yasasını kasten geçirerek yaklaşan seçimleri engellemekle suçlayan Konsey, seçim süreciyle ilgili Temsilciler Meclisi ile fikir birliğine varmak amacıyla hazırladığı yasa tasarıları hakkında BM Misyonu Başkanı’na bilgi verdiğini bildirdi. Yüksek Mahkeme’yi görevini yerine getirmek ve anayasa ihlalinin oluşmasını önlemek için anayasa dairesini yeniden harekete geçirmeye çağıran Yüksek Devlet Konseyi, Yüksek Seçim Komisyonu’na Anayasa Bildirgesi ve Siyasi Anlaşma ile çelişen, tek taraflı yasanın ele alınmaması uyarısında bulundu.
Ülkenin içerisinde bulunduğu aşamanın ‘alınacak siyasi kararda hiçbir tarafın dışlanmasına tolerans göstermediğini’ vurgulayan Yüksek Devlet Konseyi, ulusal ortaklığın bu zorlu süreci aşarak istikrar aşamasına geçmeyi sağlayacak doğru yaklaşım olduğunu vurguladı.
Ulusal Yüksek Seçim Komisyonu üyesi Abdulhakim Bilhayr ise dün Temsilciler Meclisi Başkanı tarafından onaylanan söz konusu yasanın komisyona ulaşmadığını bildirdi. Bilhayr açıklamasında “Başkanlık seçim yasası henüz elimize ulaşmadı. Ulaşır ulaşmaz yargı yetkisi gereğince okuyup teknik açıdan değerlendireceğiz” dedi.
Libya Başkanlık Konseyi Başkanı Muhammed el-Menfi dün akşam başkent Trablus'ta bir araya geldiği Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’e, Libyalıların arzularına uygun bir şekilde, yetkileri dahilinde bir başkanlık kararnamesinin çıkarılması da dahil olmak üzere seçimlerin düzenlenmesi yönündeki çabaları her şekilde desteklemeye hazır olduğunu bildirdi.
Almanya da 2014’ten bu yana kapalı olan Trablus Büyükelçiliği’ni yeniden açtı. Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas dün UBH Başbakanı Abdulhamid Dibeybe ile gerçekleştirdiği görüşmede ‘Libyalıların daha iyi bir gelecek inşa etmesine yardımcı olma çabalarını destekleme kapsamında büyükelçiliğin çalışmalarına yeniden başladığını’ söyledi. Maas açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Büyükelçilik 2014'ten bu yana kapalı. Trablus'a sadece komşu Tunus aracılığıyla hizmet verebildik. Büyükelçiliği yeniden açarak Almanya'nın Libya için bir ortak olduğunu göstermek istiyoruz.”
Başkanlık Konseyi'nin seçimlerin zamanında yapılması çabaları kapsamında yürüttüğü uzlaşma sürecinde gösterdiği çabalara övgüde bulunan Maas, Almanya’nın bu adımları desteklemek için uluslararası toplumla birlikte, siyasi çabaları sonuçlandırmaya hazır bildirdi.
Menfi de birinci ve ikinci Berlin konferanslarında siyasi sürecin ilerletilmesinde ve Libyalı taraflar arasındaki siyasi diyalogun desteklenmesinde elde edilen başarıda Alman diplomasisinin önemli rolü olduğunu vurguladı.

 


İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu

İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu
TT

İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu

İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'ndeki Hamas hedeflerine saldırı düzenlediğini duyurdu ve saldırının "Gazze Şeridi'ndeki Hamas Deniz Kuvvetleri Komutanı Abdullah Ebu Şemela'yı" hedef aldığını belirtti.

İsrail ordusunun Arap medyası sözcüsü Avichay Adraee, "X" platformu aracılığıyla yaptığı açıklamada, Ebu Şamala'nın "hareketin en önde gelen üyelerinden biri olduğunu, yıllar boyunca deniz kuvvetlerinde çeşitli görevlerde bulunduğunu, Zikim üssündeki deniz kuvvetlerine baskın girişiminde yer aldığını ve 7 Ekim'deki deniz saldırısı için sistemin eğitimini ve planlamasını denetlediğini" belirtti. Şamala ayrıca savaş sırasında deniz hedeflerine odaklanarak, orduya karşı birçok terör operasyonu düzenledi.

ser4
İsrail askerleri, Hamas'ın Gazze Şeridi'nin kuzeyinde tasarladığı demir tünelden geçiyor... 15 Aralık 2023 (Reuters) 

Adraee açıklamasında, "Hamas hareketine ait Han Yunus bölgesindeki taburlardan birinin tünel sorumlusu olan ve rehine alma olayına katılan Fadi Ebu Mustafa hedef alındı" ifadelerine yer verildi.


Meclis başkanlığını kaybeden Halbusi’nin kazanma stratejisi

El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)
El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)
TT

Meclis başkanlığını kaybeden Halbusi’nin kazanma stratejisi

El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)
El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)

Bağdat'ta 10, ülke genelinde ise 329 sandalyenin 35'ini kazanan Muhammed el-Halbusi'nin son parlamento seçimlerindeki zaferi, iki yıl önce Parlamento Başkanlığı görevinden ve parlamento üyeliği elinden alınan bir isim için önemli bir dönüm noktasıdır.

Bu zafer, Irak'ta, Hukuk Devleti Koalisyonu lideri ve eski Başbakan Nuri el-Maliki gibi zorlu bir rakip karşısında elde edildiği için daha da önem kazanıyor.

El-Halbusi, Anbar vilayetinin Karma kasabasından kırklı yaşlarının ortalarında bir inşaat mühendisidir. Felluce'deki bir inşaat şirketinden, Şii ve Sünni grupların İran etkisi altında rekabet ettiği siyasete adım atmıştır. Ancak hırslı genç adam maskesini yavaş yavaş düşürmüş ve güçlülerin masasında kendine bir yer edinmiştir.

"Halbusi olgusu"nun yorumlanması konusunda şu anda görüş ayrılığı olsa da Bağdat'taki birçok Sünni, yıllarca süren şiddet ve bölünmenin ardından, onda liderlik ihtiyaçlarını karşılayan birini buldu. Onun şu gibi kampanya sloganlarını dile getirdiğini duydular: "Biz Sünniler ne istediğimize karar veririz. Başkalarının (Şiiler ve Kürtler) bizim adımıza karar vermesine izin vermeyeceğiz."


PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.