Cezayir: İslamcı MSP, Fransız sömürgeciliğini suç sayan tasarıyı gündemleştirdi

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, sömürge öncesi ‘Cezayir ulusunun varlığını’ reddeden açıklamaları Cezayir kamuoyunda tepki uyandırmaya devam ediyor

Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun (AFP)
Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun (AFP)
TT

Cezayir: İslamcı MSP, Fransız sömürgeciliğini suç sayan tasarıyı gündemleştirdi

Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun (AFP)
Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun (AFP)

Cezayir'deki en büyük İslamcı parti olan Barış Toplumu Hareketi (MSP) Meclis’te Cezayir’de Fransız sömürgeciliğiyle (1830-1962) ilgili olarak eski bir yasa tasarısını yeniden gündeme taşıdı. MSP’nin girişimi işgalden önce ‘bir Cezayir ulusunun’ varlığını reddeden Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a verilmiş bir yanıt niteliği taşıyor. Macron’un ifadeleri, Cezayir’i ‘Paris’teki büyükelçisini geri çekmeye, hava sahasını Fransa savaş uçaklarına kapatmaya ve Cezayir’de faaliyet gösteren Fransız şirketlerinin sözleşmelerini feshetmeye’ sevk etti.
Şarku’l Avsat’a konuşan bir MSP yetkilisi yaptığı açıklamada, Cezayir Millet Meclisi’nin alt birimi olan Ulusal Halk Meclisi’ndeki MSP milletvekillerinin Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLN) ve Demokratik Ulusal Birlik’ten (RND) iki milletvekiline ‘girişime dahil olma’ çağrısı yaptığını belirtti. İsminin verilmesini istemeyen yetkili, Cumhurbaşkanı’na yakınlığıyla bilinen FLN ve RND liderlerinin ‘konuyla ilgili üst makamlara danışma talebi’ çerçevesinde yanıt vermek üzere iki günlük bir süre talep ettiğini vurguladı.
Ancak MSP yetkilisine göre bu süre, 12 Ekim’de sona erdi ve girişimin sahipleri bir yanıt alamadı. Öyle ki Cumhurbaşkanlığından yeşil ışık alınmadığı taktirde Ulusal Halk Meclisi Başkanlığı’nın yasa tasarısını kabulü pek olası değil. Meclis Başkanı İbrahim Buğali’nin 12 Haziran’da yapılan parlamento seçimlerinin ardından göreve geldiği günden bu yana, Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun’a bağlılığını dile getirdiği belirtildi.
MSP Genel Başkanı Abdurrezzak Makri, geçen hafta yaptığı açıklamada yetkililere ‘dersler çıkarma ve Cezayir halkının sömürge döneminden kopmak için almak istediği gerçek önlemleri uygulama’ çağrısında bulundu. Makri, bu önlemlerin ‘sömürgeciliği suç sayan bir yasanın onaylanmasını, Arap dilinin kullanımını yaygınlaştıran bir yasanın onaylanmasını, resmi belge, mektup ve toplantılarda Fransızcanın kullanılmasını yasaklayan bir yasanın onaylanmasını’ içerdiğine dikkati çekti.
Bu çağrı, Fransa Cumhurbaşkanının geçen ayın 30’unda Cezayir’deki ‘askeri-politik rejimi’ şiddetle eleştirdiği açıklamalarının ardından geldi. Macron, “Tebbun, son derece uzlaşmaz bir rejim tarafından alıkonulmakta” diyerek, 1830 yılındaki işgalden önce bir Cezayir ulusunun olup olmadığını sormuştu.
Paris yönetimi Cezayir’in Fransa’da yasadışı olarak ikamet eden 7 bin vatandaşını kabul etmeyi reddetmesinin bir sonucu olarak geliştiğini iddia ediyor. Cezayir tarafı ise bu sayının terörizme karışan 94 kişiden ibaret olduğunu sadece bu kişilerin iadesini kabul etmediğini açıkladı.
Sömürgeciliği suç sayan bir yasanın onaylanması fikri, 2010 yılında, o dönemde çoğunluk partisi olan FLN mensubu 125 milletvekili tarafından gündeme getirildi. Yasa tasarısı, 19. yüzyılda Kuzey Afrika’daki Fransız kolonyalizminin olumlu yönlerine ilişkin çıkartılan Fransız yasasına bir yanıt olarak gündeme getirildi. Cezayir makamlarına göre söz konusu yasa, ‘sömürgeciliği yüceltmek’ anlamına geliyor. Parlamento ofisi, ‘Fransız sömürgeciliğini suç sayan’ yasayı, sunulduğu vakitte reddetmiş ve hukuken eksik olduğu gerekçesiyle yasa tasarısını geri iade etmişti. Yetkililer, bilinmeyen nedenlerle ve açıklanmayan bir şekilde yasa tasarısını rafa kaldırdı.

Cezayir basını: Bürokrasi Fransa’yı rahatsız etmemek istiyor
Cezayir basını ise “Rejim bürokrasisi, onları güçlü Fransız çevrelerine bağlayan ekonomik çıkarlar nedeniyle Fransızları kızdırmamak için yasanın çıkarılmasının önünde durdular” yorumu yaptı. Yetkililerin çoğu, gazetecilerin bu konuyla ilgili sorularıyla karşı karşıya gelmekten kaçınırken gazeteciler, özellikle Bağımsızlık Günü’nde (1954) ve sömürgeciliğe karşı Zafer Bayramı’nda (1962) sömürgeci Fransa’yı ağır biçimde eleştirdi.
Ahmed Uyahya’ya 2016 yılında Cumhurbaşkanlığı Ofisi’nin Direktörüyken yasanın akıbeti soruldu. Uyahya, “Bu tür bir yasanın Cezayir halkına hizmet edeceğine inanmıyoruz” ifadeleriyle yanıt verdi. Aynı şekilde 2010 yılında Fransa Göç Bakanı Eric Besson, Cezayir yasa önerisine ilişkin yaşadığını ‘üzüntüyü’ dile getirirken, ‘konunun hassasiyetine ve kalıcı yaraların etkilerine’ işaret etti.

Macron, Cezayir ile ilgili ne söyledi?
Şarku’l Avsat’ın AB’nin resmi yayın organı Euronews’ten aktardığına göre Fransa Cumhurbaşkanı, 1962'de sona eren Cezayir Savaşı'nda önemli roller üstlenmiş kişilerin soyundan gelen gençlerle bir araya gelmiş, bu görüşme Le Monde gazetesi tarafından haberleştirilmişti.
Gazeteye göre toplantıda Macron, ülkenin 1962'de bağımsızlığını kazanmasının ardından Cezayir'in "kiralık bir hafıza" üzerine inşa edildiğini ve "siyasi-askeri bir sistem" tarafından idare edildiğini ifade etti.
Le Monde gazetesine göre Macron bu görüşmede Cezayir'in "yeniden yazılmış bir ülke tarihi"ne sahip olduğunu ve bu tarihin "gerçeklere değil, Fransa'ya karşı nefret söylemi" üzerine inşa edildiğini söyledi.
Bu nefret söyleminin halkta karşılığı bulunmadığına inandığını söyleyen Cumhurbaşkanı, bunun "siyasi ve askeri yönetimden" ve "kiralık hafızadan" geldiğini ileri sürdü.
"Türkiye'nin Cezayir'de Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyetini unutturabilme kapasitesi büyüleyici"
Macron'un bu açıklamaları Cezayir basınında tepki ile karşılandı.
Fransızca yayın yapan Cezayir 24, Fransız cumhurbaşkanını Fransız sömürge mirasının eleştirilmesinden, Cezayir ile Afrika'da işlenen sömürgecilik suçlarının kabul edilmesinden rahatsızlık duymakla eleştirdi.
Cezayir basınında Macron'a yöneltilen bir diğer eleştiri de Osmanlı İmparatorluğu konusunda geldi.
Le Monde'a göre Fransa Cumhurbaşkanı gençlerle yaptığı aynı toplantıda "Fransız sömürgesinden önce Cezayir'de bir ulus var mıydı?" sorusunu sormuş ve Osmanlı İmparatorluğu'na atfen daha önce de ülkede "kolonileştirilme" yaşandığını söylemişti.
Haberde Macron, "Türkiye'nin Cezayir'de oynadığı rolü ve sahip olduğu hakimiyeti tamamen unutturabilme kapasitesini görmek beni büyülüyor" dedi.

Cezayir'den Fransa'ya nota
Fransa, geçtiğimiz hafta eski Fransız kolonilerini yasa dışı göçmenlerin geri dönmesine izin vermek için yeterli adımları atmamakla suçlayarak Cezayir, Fas ve Tunus'tan gelenlere verilen vize sayısını keskin bir şekilde azaltacağını duyurdu.
Paris yönetimi, söz konusu ülkeleri, yasa dışı yollardan ülkeye giren vatandaşlarının iadesi sırasında gerekli izin belgelerini sağlamamakla suçluyor.
Cezayir, bunun üzerine, vatandaşlarına vize kısıtlaması getirdiği gerekçesiyle Fransa'nın Cezayir Büyükelçisi'ni, Dışişleri Bakanlığına çağırarak, karara tepki göstermişti.
Macron ise vize sayısındaki düşürmenin "iş insanları ve öğrencileri etkilemeyeceğini" ifade etmişti. Bununla birlikte Cumhurbaşkanı, buradaki "fikrin" "kolayca vize almayı alışkanlık haline getirmiş yönetimdeki kişileri rahatsız etmek" olduğunun altını çizmişti.

Cezayir ve Tunus Cumhurbaşkanları görüşecek
Öte yandan 12 Ekim’de Tunus Cumhurbaşkanlığı, geçen pazartesi günü yeni hükümetin açıklanmasının ardından Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulmecid Tebbun’un Tunus’a ziyarette bulunacağını açıkladı.
Cumhurbaşkanlığı, 12 Ekim’de Tunus Cumhurbaşkanı Kais Said ile Cezayir Cumhurbaşkanı arasında, tarih belirtmeksizin bir ziyaretin düzenlenmesini içeren bir temas gerçekleştiğini belirtti.



Trump Gazze'de yeni aşamayı planlıyor: ABD’li bir general uluslararası gücü yönetecek

Gazze şehrinin Şeyh Rıdvan mahallesinde yıkılmış binaların arasında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (EPA)
Gazze şehrinin Şeyh Rıdvan mahallesinde yıkılmış binaların arasında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (EPA)
TT

Trump Gazze'de yeni aşamayı planlıyor: ABD’li bir general uluslararası gücü yönetecek

Gazze şehrinin Şeyh Rıdvan mahallesinde yıkılmış binaların arasında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (EPA)
Gazze şehrinin Şeyh Rıdvan mahallesinde yıkılmış binaların arasında yürüyen yerlerinden edilmiş Filistinliler (EPA)

ABD Başkanı Donald Trump, iki ay önce imzalanan ateşkes anlaşması kapsamında Gazze’de oluşturulması planlanan uluslararası istikrar gücünün başına bir ABD’li generali atamayı planlıyor.

Buna karşın Beyaz Saray yetkilileri, Gazze Şeridi’nde hiçbir Amerikan askerinin sahada bulunmayacağını vurguladı.

Şarku’l Avsat’ın Axios’tan aktardığına göre Trump yönetimi, savaşa geri dönüşü önlemek ve kırılgan ateşkesi korumak amacıyla Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına geçmeyi hedefliyor. Ekim ayında yürürlüğe giren ateşkesten bu yana İsrail saldırılarında 383 Filistinli hayatını kaybetti. Gazze Şeridi’ndeki Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre açıklanan bu rakamın yanında, Hamas savaşçılarının düzenlediği bazı saldırılarda da İsrail askerleri öldü.

Anlaşmanın ikinci aşaması, İsrail’in Gazze Şeridi’nin bazı bölgelerinden çekilmesini, uluslararası bir istikrar gücünün konuşlandırılmasını ve Trump liderliğinde Barış Konseyi’ni içeren yeni yönetim yapısının hayata geçirilmesini kapsıyor.

Planlanan uluslararası güç, şu anda İsrail ordusunun kontrolünde bulunan bölgede konuşlanacak. ABD’li yetkililer, bu adımın İsrail’in söz konusu bölgelerden geri çekilmesini mümkün kılacağını belirtti.

ABD’li yetkililer pazartesi günü Tel Aviv’de Avrupalı diplomatlara yaptıkları bir bilgilendirmede, ülkelerinin uluslararası istikrar gücüne asker göndermemesi ya da bu güce katılan ülkelere destek vermemesi durumunda İsrail ordusunun Gazze’den çekilmeyeceğini açıkça ifade etti.

Bilgilendirmeye hâkim bir Avrupalı diplomat şu ifadeyi kullandı: “Verilen mesaj şuydu: Eğer Gazze’ye gitmeye hazır değilseniz, İsrail ordusunun orada kalmasından şikâyet etmeyin.”


Heglig petrol sahasının kaybı Sudan devletinin temellerini yeniden şekillendirecek mi?

Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)
Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)
TT

Heglig petrol sahasının kaybı Sudan devletinin temellerini yeniden şekillendirecek mi?

Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)
Sudan ve Güney Sudan'ın paylaştığı stratejik Heglig petrol sahası (Arşiv – Reuters)

Heglig, Babanusa ve tüm Batı Kordofan eyaletinin Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) kontrolüne geçmesiyle birlikte, Sudan’daki savaşın haritası sahadaki askeri ve jeopolitik dengeleri yeniden şekillendirmeye doğru gidiyor. Özellikle Heglig’te yaşananlar, petrol hattının kesilmesine ve bölgedeki ordu savunma hatlarının çökmesine yol açtı. Bu gelişme, nüfuz alanlarının yeniden düzenlendiği yönünde değerlendirmelere neden olurken, Port Sudan’daki hükümetin askeri ve siyasi hesaplarını gözden geçirip durumu geçici bir gelişmeye çevirmekte başarılı olamaması halinde, güç dengesinin HDK lehine kayacağı yorumlarını güçlendiriyor.

Uzmanlar, iki taraf arasındaki çatışmaların daha da genişleme ihtimalinin yüksek olduğunu belirtiyor ve bunun Darfur’un en batısından başlayarak üç stratejik eyaleti kapsayan Kordofan’a kadar uzanan yeni bir askeri tabloyu yansıtabileceğini ifade ediyor. Analizlere göre HDK’nin bir sonraki hamlesi, Güney Kordofan’daki şehirler (başkent Kadugli, Dilling ve Ebu Cubeyhe) yönünde ilerlemek olabilir. Ayrıca Kuzey Kordofan’ın merkezi el-Ubeyd’in, ardından Um Ruvabe ve er-Rahd’ın hedef alınması da muhtemel görülüyor. Bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda, HDK’nin Kordofan ve Darfur bölgelerinin tamamını kontrol altına alması söz konusu olacak ki bu iki bölge Sudan yüzölçümünün yüzde 46’sından fazlasını oluşturuyor.

Petrolün kaybı manzarayı değiştirecek mi?

HDK’nin Babanusa, Heglig petrol sahası ve tüm Batı Kordofan’ı kontrol altına alması, yalnızca ilerleme isteğini değil, devletin temellerini, sınırlarını ve hem merkezi hem de taşra alanlarının geleceğini yeniden şekillendirme arzusunu da ortaya koyuyor. Port Sudan hükümeti için son mali dayanak olarak kalan petrol, bugün Kordofan ve Darfur’daki çatışma hatlarıyla doğrudan kesişiyor.

Emekli Tümgeneral ve askeri uzman Kemal İsmail, mevcut askeri tabloyu ve savaşın Sudan toplumuna etkilerini Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede sert bir şekilde özetledi: “Bu savaşta kazanan yok ve hiçbir tarafı zafer elde edemez. Tek kaybeden, yalnızca Sudan halkıdır.”

İsmail, ordunun el-Faşir, Babanusa ve Heglig’ten geri çekilmesini klasik bir askeri çekilme olarak nitelendirmeyerek şu ifadeleri kullandı: “Olan bir çekilme değil, açık bir kaçış ya da en iyi ihtimalle düzensiz bir geri çekilme… Her bir asker silahını bırakıp kaçıyor; bu bir çekilme değil.”

Garnizonların düşüşü bir felaket

Yaşananları ordunun moralinin zayıflaması olarak değerlendiren İsmail sözlerini şöyle dedi: “Ne bir komuta yapısı ne de kontrol var; sahada bulunanlar arasında operasyonel bir koordinasyon yok.” Bu durumun subay, astsubay ve askerlerin moralini ciddi şekilde düşürdüğünü ve tamamen çöktüğünü belirten İsmail, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bence durum çöküşe doğru gidiyor; her gün yeni garnizonlar düşüyor ve bu çok büyük bir felaket.”

dfgtrh
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı almak için sıraya giren yerinden edilmiş insanlar (AFP)

İsmail’in değerlendirmesi yalnızca askeri çöküşle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda bunun bölünme ve nüfuz alanları üzerindeki risklerle bağlantılı olduğunu ve sivil halka, bölünme sürecini kontrol altına alma sorumluluğu düştüğünü vurguluyor.

Ancak büyükelçi Muaviye et-Tom, ordunun karakollardan ve şehirlerden çekilmesini savunan ordu yanlısı platformlarda yayılan açıklamalara katılmıyor. Et-Tom, “Savaş bağlamında bir mevziyi kaybedebilirsiniz ama bu, savaşı kaybettiğiniz anlamına gelmez; özellikle disiplinli ve profesyonel ordular için. Resmî ve analitik raporlarla gözlemlenen çekilme, büyük kayıplardan kaçınmak veya başka zaman ve yerde karşı saldırıya hazırlanmak için yapılan taktiksel yeniden konumlanma ile uyumludur” ifadelerini kullandı.

Yeni bir siyasi gerçeklik

Siyasi düzeyde ise analist Hatem İlyas, durumun yalnızca bir devlet içi güç dengesinin değişmesinden ibaret olmadığını vurguladı: “Aslında bu bir güç dengesi değişikliği değil; karşımızda Sudan devletinin ayrılma eşiği ya da en azından yeni bir siyasi gerçeklik, hatta yarı devlet niteliğinde bir oluşum var.”

İlyas, “Dünya boşluklardan korkuyor; çünkü bu boşluğu kimin dolduracağını tahmin edemiyor. Özellikle de aşırı cihatçı hareketlerin etkisi devam ettiği sürece, bu gruplar boşluğu doldurmaya en yakın olanlar” dedi. Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte ordunun ve müttefiklerinin tükenmişlik ve zayıflık içinde olduğunu, bunun ‘çöküşe en yakın durum’ olduğunu belirten İlyas, “HDK’nin Güney Kordofan ve şehirlerindeki kontrolü, uzun sürmeyecek bir zaman meselesi. Dünya Sudan’ın merkezi otorite altında birleşik kalmasından söz ediyor, ama gerçekler ve dönüşümler onu yeni oluşan askeri ve siyasi bir gerçeği tanımaya zorlayabilir” şeklinde konuştu.

İstila korkusu

Bu dönüşümlerin merkezinde Güney Kordofan öne çıkıyor. Sudan Halk Kurtuluş Hareketi – Kuzey (SPLM-N), HDK ile birlikte Sudan Kurucu İttifakı içinde yer alan müttefik olarak, “Kadugli ve Dilling’in kurtarılmasının sadece zaman meselesi” olduğunu açıkça ilan etti.

SPLM-N, ‘Kadugli ve Dilling’in kurtarılmasının yalnızca zaman meselesi olduğunu, şehirlerin teslim edilmesinin ise masum sivillerin kanının dökülmesini önlemek ve kentleri yıkımdan korumak için en doğru adım olacağını’ belirtti.

HDK’nin desteklediği SPLM-N, yayımladığı açıklamada, Sudan ordusu ve müttefikleri içindeki ‘onurlu ve sağduyulu’ unsurlara acil geri çekilme ve çatışmasız teslim çağrısı yaptı. Ayrıca sivillerin tahliyesi için güvenli koridorlar açılması isteniyor. Bu açıklamayla SPLM-N, Kadugli ve Dilling’i fiilen doğrudan tehdit altına alıyor; düzenli ordunun çekilmesini ve siviller için çıkış hatlarının açılmasını talep ediyor. Bu tablo, daha önce benzer kaderi yaşamış diğer Sudan kentlerinin tecrübelerini hatırlatıyor.

Heglig'ten sonraki tiyatro

Heglig ve Babanusa’nın kontrol altına alınmasının ardından muhtemel askeri gelişmelere ilişkin saha analizinde bulunan siyaset aktivisti Muhammed Halife, bir sonraki aşamaya dair ayrıntılı bir tablo ortaya koydu. Halife, HDK’nin ikinci hamlesinin Güney Kordofan ve buradaki Kadugli, Dilling ve Ebu Cubeyhe şehirlerine doğru olacağını söyledi.

Halife, beklentilerin aksine bir sonraki hedefin Kuzey Kordofan’ın merkezi olan el-Ubeyd olmayabileceğini belirtti. Halife, “Benim izlenimlerime göre, HDK’nin Heglig’ten sonraki hamlesi, Güney Kordofan’a doğru olacak; burada müttefiki SPLM-N’ye destek vermek için. Bu hareket Kauda kasabasını kontrol ediyor” değerlendirmesinde bulundu.

Halife’ye göre HDK’nin savaş stratejisi, ordunun kontrolündeki bölgeleri ‘izole adalara’ dönüştürmek üzerine kurulu.

yh6u7
Hızlı Destek Kuvvetleri'nin (HDK) Kordofan eyaletindeki el-Ubeyd şehrine düzenlediği saldırının yol açtığı yıkım (Sosyal medya)

Halife, HDK’nin askeri stratejisinin ilk bölümünü tamamladığını ve ikinci aşamayı hayata geçirmek için sahayı hazırladığını belirtti. Bu strateji, Babanusa ve Heglig’in ele geçirilmesi ile Kadugli ve Dilling’in kuşatılmasını kapsıyor.

HDK’nin Heglig’i lojistik bir merkez ve ikmal noktası olarak kullandığını vurgulayan Halife, “Kadugli ve Dilling üzerindeki kuşatmayı yoğunlaştıracaklar, ki bu şehirler zaten insani krizle karşı karşıya” dedi.

Halife, Kadugli sakinleri arasında endişelerin arttığını ve bazı kişilerin şehri terk etmeye çalıştığını, ancak askeri makamların çıkışlarına izin vermediğini belirtti. Halife, “Bu büyük bir suç ve olası bir Kadugli savaşında sivillerin canlı kalkan olarak kullanılmasının altyapısı” diye uyardı.

Halife, yetkililere vatandaşların güvenli bir şekilde şehirden çıkışına izin verme çağrısında bulundu ve sivillerin, muhtemel ihlallerin medya üzerinden uluslararası kamuoyuna yansıtılmasında araç olarak kullanılmaması gerektiğini vurguladı.

Halife’nin değerlendirmesi, Heglig’in lojistik ağırlığı ile Kadugli ve Dilling üzerindeki kuşatmanın sıkılaştırılmasını, şehirlerde yaşanan insani krizleri ve sivillerin dışarı çıkışının engellenmesini, şehrin kapalı bir savaş alanına dönüştürülmesini bir bütün olarak ele alıyor.

Sırada ne var?

Tümgeneral Kemal İsmail’in ‘ordunun tamamen çökmesi’ ve Sudan’ın bölünme tehlikesi uyarıları ile Hatem İlyas’ın ‘yarı devlet’ tanımı arasında, askerî açıdan karanlık bir tablo ortaya çıkıyor. Bu durum, savaşın artık yalnızca iktidar mücadelesi veya hükümet değişikliğiyle sınırlı olmadığını gösteriyor.

Yaşanan gelişmeler, ekonomik, askerî ve siyasi haritaları yeniden çizdi; yerleşim bölgelerini çatışma hatlarının içine yerleştirdi. Ancak hâlâ yanıt bekleyen soru şu: “Savaşın durdurulmasını talep eden sivil ses başarıya ulaşabilecek ve silahların gürültüsü ile çatışan güçlerin hesaplarına karşı etkili olabilecek mi, yoksa Sudan parçalanarak birbirine düşman adacıklara mı bölünecek; bu adacıkları savaş ve ekonomi mi yönetecek, yoksa devletin ve hukukun mantığı galip gelecek mi?”


Hamas yanlısı bir araştırmacının özür tweeti, destekçileri arasında öfkeye yol açtı

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’nda İsrailli rehinelerin cesetlerini arayan İzzeddin el-Kassam Tugayları savaşçılarının yanında duran Filistinli bir çocuk, 1 Aralık 2025 (EPA)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’nda İsrailli rehinelerin cesetlerini arayan İzzeddin el-Kassam Tugayları savaşçılarının yanında duran Filistinli bir çocuk, 1 Aralık 2025 (EPA)
TT

Hamas yanlısı bir araştırmacının özür tweeti, destekçileri arasında öfkeye yol açtı

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’nda İsrailli rehinelerin cesetlerini arayan İzzeddin el-Kassam Tugayları savaşçılarının yanında duran Filistinli bir çocuk, 1 Aralık 2025 (EPA)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’nda İsrailli rehinelerin cesetlerini arayan İzzeddin el-Kassam Tugayları savaşçılarının yanında duran Filistinli bir çocuk, 1 Aralık 2025 (EPA)

Hamas yanlısı Filistinli bir araştırmacının, hareketin siyasi büro üyelerinden birinden kamuoyu önünde özür dilemesi, özellikle bu özrün söz konusu üyenin siyasi bir açıklamasına yöneltilen eleştirinin ardından gelmesi nedeniyle Hamas destekçileri arasında tepkiye yol açtı.

Katar’da yaşayan ve Hamas’a desteğiyle bilinen Filistinli siyasi araştırmacı Mahmud Hamid el-İle, salı akşamı X platformunda, hareketin yine Katar’da bulunan siyasi büro üyesi Muhammed Nazzal’dan özür diledi. El-İle, özrünü bir ay önce aynı platformda Nazzal’ın Hamas’ın silahları ve Gazze Şeridi’ndeki geleceğine ilişkin açıklamalarının ardından paylaştığı bir mesajda yer verdiği ifade nedeniyle yaptı.

Krizin kökeni, geçen yıl ekim ayında Reuters’ın yayımladığı bir habere dayanıyor. Haberde, Nazzal’a Hamas’ın Gazze Şeridi’nde silah bırakıp bırakmayacağı sorulduğunda verdiği yanıt aktarılmıştı. Nazzal, “Evet ya da hayır diyemem” ifadesini kullanmış, ardından “Silah meselesi genel bir ulusal konudur ve yalnızca Hamas’la ilgili değildir. Sahada silahlı gücü olan başka gruplar da var” demişti.

Bu açıklamalar Hamas içinde geniş çapta tepki çekti. Tepki gösterenler arasında, sözlerin muğlaklığı nedeniyle eleştiriler yönelten araştırmacı Mahmud el-İle de vardı. El-İle, açıklamaların hem siyasi büro üyesi tarafından yapılmış olmasına hem de hareketin farklı kademelerindeki, özellikle Gazze’de yaşayan veya aslen Gazze kökenli olan diğer yöneticilerin tutumlarıyla çelişmesine dikkat çekmişti.

Nazzal’ın sözlerine yönelik itirazların büyümesi üzerine Hamas bir açıklama yayımlayarak beyanların ‘bağlamından koparıldığını’ bildirdi.

Paylaşımına gelen tepkilerin ardından birkaç gün sonra eleştirisini silmek zorunda kalan el-İle, krizin bu noktada sona erdiğini düşünüyordu.

Özrün sebebi neydi?

Ancak özrün yayımlanması, bunun nedenine ilişkin yeni soru işaretleri doğurdu. Daha sonra X platformundaki bazı Hamas yanlısı kullanıcıların paylaşımlarına ve Katar’daki hareket kaynaklarının Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalara göre, olayın arka planında Muhammed Nazzal’ın attığı adım bulunuyor. Buna göre Nazzal, uzun yıllardır ikamet ettiği Doha’da Katar resmi makamlarına Mahmud el-İle hakkında şikâyette bulunarak, kendisine hakarette bulunduğu ve manevi zarar verdiği iddiasını gündeme getirdi.

ghy
Katar'ın başkenti Doha'da İsrail’in hava saldırısı düzenlediği bina (Reuters)

Kaynaklardan birine göre, pek çok kişi, aralarında bazı üst düzey yöneticiler de olmak üzere, arabuluculuk yaparak anlaşmazlığı çözmeye çalıştı, ancak Nazzal, kendisine yönelik ifadeler nedeniyle X platformu üzerinden kamuoyuna açık bir özür yayınlanmasında ısrar etti. Bu şart yerine getirilince, Nazzal’ın başka bir talepte bulunmaması ve anlaşmazlığın kapanması üzerinde uzlaşıldı. Buna rağmen Nazzal’ın ‘maddi tazminat talebinde ısrar ettiği’ ifade edildi.

Hareketle ilişkili başka kaynaklar ise ‘Mahmud el-İle’nin özrünün krizi çözmek için yalnızca ilk adım olduğunu, sürece müdahil olan bazı kişilerin Nazzal’ın öfkesini yatıştırmak ve onu şikâyeti geri çekmeye ikna etmek amacıyla el-İle’yi bu yöne yönlendirdiğini’ aktardı.

Aktivistler arasında öfke

Hamas’ın içinden ve dışından birçok isim özür meselesine tepki gösterdi. Tepki verenler arasında Filistinli gazeteci Muna Havva da vardı. Havva, sosyal medya hesabında, “Filistin’deki özgürlük hareketlerinin tarihinde, ne yaşanırsa yaşansın, bir liderin kendi mensuplarından birini üçüncü bir tarafa ya da başka bir otoriteye şikâyet ettiği tek bir örnek dahi yoktur. Bu davranış ne ulusal örgütlerin ahlakıyla ne de kabile geleneklerinde kabul gören en basit sığınma kurallarıyla bağdaşır. Utanç verici, acı verici, üzücü” diye yazdı.

Havva bir başka paylaşımında ise şu ifadeleri kullandı: “İsrail’in bugünkü genişlemesi kadar tehlikeli bir dönem görülmedi; tarih de Gazze’de halkımızın yaşadığı kadar vahim bir katliama tanıklık etmedi. Bu felaketin ortasında, halkımızın önde gelen isimlerinden biri, bir gencin attığı bir tweet yüzünden onu başka bir devlete şikâyet ediyor; geçimini ve güvenliğini riske atıyor. ‘Direniş’in liderleri halkımızdan ateş altında direnmelerini isterken, tek bir eleştiri cümlesine dahi tahammül edemiyor.”

Ayrıca Hamas gibi gruplara verdiği destekle bilinen aktivist Cemil Mikdad da konuya ilişkin paylaşım yaptı. Mikdad, “Hamas’tan bir yönetici, Katar’da yaşayan bir Filistinliyi, hakkında Katar mahkemelerinde dava açtıktan sonra uzun bir özür metni yayımlamaya zorladı; üstelik yalnızca kendisini eleştirdiği bir önceki paylaşım yüzünden!” ifadesini kullandı. Mikdad sözlerini şöyle sürdürdü: “Harika gerçekten… Nereye geldik? Halk olarak eleştirme hakkına sahip olduğumuz ve bizi dinlemekle yükümlü olan liderlerimiz, şimdi Arap mahkemelerini bize karşı bir güç olarak kullanıyor. Bu da ne demek oluyor? Siz ne hale geldiniz böyle, cahiller?!”

Hamas’ın silahlı yapısının geleceği, hareketin üst düzey isimlerinin açıklamalarında uzun süredir farklılık gösteren bir başlık olarak öne çıkıyor. Hamas’ın yurt dışı sorumlusu Halid Meşal, geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul’da düzenlenen bir panelde, “Hamas’ın ancak bir Filistin devleti kurulması hâlinde silah bırakabileceğini” söyledi.

Buna karşın, Meşal’in açıklamasından yalnızca bir gün sonra, Hamas yetkilisi Basim Naim AP’ye yaptığı değerlendirmede, hareketin kapsamlı bir güvenlik ve siyasi düzenlemenin parçası olmak kaydıyla ‘silahların depolanması ya da dondurulması gibi seçeneklerin görüşülmesine açık olduğunu’ belirtti.

Hamas’ın siyasi büro üyelerinden Husam Bedran ise salı günü yaptığı açıklamada, sürecin ikinci aşamaya geçmesinin ‘İsrail’in ihlalleri durdurmasına’ bağlı olduğunu ifade etti. Öte yandan Hamas’ın birçok lideri ve sözcüsü, aralarında Halil el-Hayye ve Hazım Kasım’ın da bulunduğu isimler, hareketin ikinci aşamaya geçmeye ‘hazır olduğunu’ vurgulayan açıklamalarını sürdürdü.