Dünyanın en kötü gıda krizi ile boğuşan 3 Arap ülkesi

Kötü yönetim, çatışmalar ve iklim değişikliği nedeniyle dünya açlık çeken insan sayısı artıyor

Gıda yardımları almak için bekleyen, yerlerinden edilmiş Yemenliler (AFP)
Gıda yardımları almak için bekleyen, yerlerinden edilmiş Yemenliler (AFP)
TT

Dünyanın en kötü gıda krizi ile boğuşan 3 Arap ülkesi

Gıda yardımları almak için bekleyen, yerlerinden edilmiş Yemenliler (AFP)
Gıda yardımları almak için bekleyen, yerlerinden edilmiş Yemenliler (AFP)

İki yıl önce yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinin ortaya çıkmasından bu yana, dünya açlık çeken insan sayısında büyük bir artışa tanık oldu. Pandeminin etkilerinin tam durumu henüz belli olmamışken, gıda krizinin şiddeti, kötü yönetim, aşırı hava koşulları, uzun süreli çatışmalar ve ekonomik krizler sebebiyle daha da artıyor. Bu koşullar, 2030 yılına kadar açlığı sona erdirmeye yönelik küresel hedefleri, ulaşılmaz konuma getiriyor.
Tüm insanlık için gıda sağlama umutlarını yeşerten oranların kaydedilmesinin ardından 2010 yılının ortalarından bu yana açlık endeksi yeniden yükselmeye başladı. En çok endişe yaratan yükselme, geçen yıl kaydedilen nüfus artış hızını aşan mutlak ve göreli açlık oranlarındaki keskin artış oldu.
Birleşmiş Milletler ajansları tahminleri, 2020 yılında dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 9,9’unun (yani 720 ila 811 milyon kadar insanın) kronik açlık ve yetersiz beslenme yaşandığını gösteriyor. Söz konusu oran bir önceki yılda yüzde 8,4 olarak kaydedilmişti. Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) gıda konusundaki endişelerini bu hafta Glasgow’daki iklim zirvesine taşıdı. Zirve kapsamında düzenlenen bir sempozyumda yenilikçi, esnek tarım ve gıda sistemlerinin, giderek artan iklim değişikliği koşulları karşısında dünyayı nasıl besleyebileceği ele alındı.
Dünya bu noktaya nasıl geldi?
FAO ve diğer BM kuruluşları tarafından hazırlanan ve zirvede ele alınan “Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu 2021” başlıklı rapor, dünya çapında gıda güvenliğindeki düşüşün ve yetersiz beslenmenin temel itici güçlerini ele alıyordu. Üretim, imalat, depolama ve dağıtım aşamalarındaki verimliliğin düşük olması durumu çatışmalar, dalgalanmalar ve aşırı hava koşulları, ekonomik yavaşlamalar ve gerilemelerden kaynaklanıyor. Raporda gıda krizinin, yoksulluğun yanı sıra gelir, üretim kapasitesi, teknoloji, eğitim, sağlık ve diğer alanlardaki eşitsizliklerin artmasıyla daha da kötüleştiği vurgulanıyor.
Silahlı çatışmalar gıda güvenliği konusunda son derece büyük bir tehdit temsil ediyor. Son 10 yılda çatışmaların sayısındaki önemli artış, gıda güvenliğindeki kazanımların kaybedilmesine neden olarak, birçok ülkeyi açlık durumunun eşiğine gelmesine neden oldu. Uluslararası bir hal alan iç çatışmalardaki artışla birlikte, söz konusu iç çatışmalar, farklı ülkeler arasındaki çatışmaların sayısını aştı. Bu nedenle yetersiz beslenmeyle karşı karşıya kalan toplumların yarısından fazlasını, bir tür çatışma veya şiddetin mevcut olduğu ülkelerde yaşayan insanlar oluşturuyor.
Hava koşullarındaki değişikliklerin ve aşırı hava koşullarının artması, dünyadaki açlık seviyesindeki son artışın temel itici gücü ve şiddetli gıda krizlerinin ortaya çıkmasının önemli nedenlerini oluşturuyor. Zira söz konusu faktör, son yıllarda gözlemlenen yetersiz beslenmenin korkutucu seviyeleri açısından önemli görülen bir faktör halinde geldi. Gıda ve tarım sistemlerinin yağış ve sıcaklık dalgalanmalarına karşı oldukça hassas olduğu ülkelerde yaşanan açlık çok daha dert oldu. Aynı zamanda ekonomik yavaşlamalar ve gerilemeler (piyasa hareketliliği, ticaret savaşları, siyasi kargaşa veya küresel salgınlardan kaynaklanmalarına bakılmaksızın) açlık ve gıda güvensizliğinin artmasına neden oluyor. Aynı zamanda, yetersiz beslenmenin tüm biçimlerinin ortadan kaldırılmasına yönelik gelişmelere de engel oluşturuyır. Açlık oranlarının arttığı ülkelerin çoğu, insanları daha ucuz, besin değeri düşük gıdalar almak durumunda bırakan ekonomik yavaşlama ve durgunluk durumlarına tanık olan ülkeler oluyor.
Yoksulluk ve eşitsizlik de gıda krizini derinleştirmesi sebebiyle, sağlıklı beslenme düzenlerinin yoksulların veya marjinal toplum gruplarından uzakta olması şaşırtıcı bir durum değil. Cinsiyet, gençlik, etnisite, yerli halklar ve engellilerle ilgili eşitsizlikler dahil olmak üzere toplumdaki yapısal zayıflıklar, ekonomik yavaşlama ve gerileme dönemlerinde veya çatışma, iklimle ilgili afetler veya salgın hastalıklar sonrasında vatandaşların yoksulluk, gıda güvensizliği ve yetersiz beslenme düzeylerinin artmasına neden oluyor.
Gıda güvensizliği ve yetersiz beslenmeye neden olan başka faktörler de bulunuyor, bunlar çoğunlukla yerel koşullardan oluşuyor ve belirli bölgeleri ve ülkeleri etkiliyor. Yerel koşullar, düzensiz olarak görünüyor veya açlık ve yetersiz beslenme konusunda sınırlı ancak uzun vadeli etkilere sahip oluyor. Yerel faktörler arasında yüksek gıda fiyatları, çekirge baskınları, yerel hastalık salgınları, yetersiz sağlık tesisleri veya hizmetleri ve çocuklarda yetersiz beslenme gibi durumlarını kapsıyor.
Yemen, Suriye ve Sudan’daki gıda krizi daha derinleşiyor
“Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenme Durumu 2021” raporundaki rakamlar kalıcı ve endişe verici bölgesel eşitsizlikleri gözler önüne seriyor. 2020 yılında Afrika kıtasındaki her 5 kişiden 1’i (nüfusun yüzde 21’i) kronik açlık yaşadı. Bu oran bir önceki yılı kıyasla yüzde 3’lük bir artışı kaydederken, diğer herhangi bir bölgedeki açlık oranının iki katından fazlasına denk geliyor. En yüksek açlık oranlarında Afrika’yı, Latin Amerika ve Karayipler (yüzde 9,1) ve Asya (yüzde 9) takip ediyor. 2019-2020 yıllarında Latin Amerika ve Karayipler yüzde yüzde 2 oranında, Asya ise yüzde 1,1 oranında artışa tanık oldu. Kronik açlık ve yetersiz beslenmeden muzdarip toplam nüfusun yarısından fazlası Asya’da yer alırken, üçte birinden fazlası Afrika’da yüzde 8 ise Latin Amerika ve Karayipler’de yaşıyor.
Rapor, orta veya şiddetli derecedeki gıda güvensizliği oranını ele alıyor. Bu oran, bireyler ve aileler ile doğrudan röportajlara ve gıda yeterliliğine yönelik değerlendirilmesine dayanan tamamlayıcı bir istatistiksel endeksi oluşturuyor. Aynı zamanda, uzun bir süre boyunca normal, aktif bir yaşam tarzını sürdürmeye yetecek miktarda yiyecek tüketememe durumunu ifade eden kronik açlık rakamlarından ayrılıyor.
Orta veya şiddetli gıda güvensizliği oranı küresel olarak yavaş yavaş yükseliyor. 2014 yılında dünya nüfusunun yüzde 22,6’sını kapsarken, 2019 yılında yüzde 26,6’ya yükseldi. Kovid-19 pandemisinin dünya genelinde yayıldığı 2020 yılında, orta veya şiddetli gıda güvensizliği oranı, daha önceki 5 yılın artışlarının toplamı oranında artarak, yüzde 30,4’e yükseldi. Sonuç olarak, dünyada her 3 kişiden 1’i yeterli gıdaya erişemiyor.
Gıda Krizleri Küresel Ağı tarafından Mayıs ayı başında yayınlanan rapor, uluslararası toplumdan acil seferberlik çağrısı yapılmasını gerektiren, yerel mücadele kapasitesinin olmadığı en önemli gıda krizlerini ele alıyordu.
Şarku’l Avsat’ın aktardığı söz konusu raporda, 2020 yılında 55 ülkede 155 milyon insan, gıda yetersizliği ve ciddi yetersiz beslenmeye maruz kalan ya da gelirlerinin hızla tükenmesinin sonucunda bu koşullara karşı savunmasız olmaları itibariyle gıda krizi veya açlıkta acil durum aşamasında sınıflandırıldı.
Rapor, insan sayısı açısından dünyadaki en kötü 10 gıda krizini belirledi. Bu krizlerin 6’sı Afrika ülkelerinde (Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Sudan, kuzey Nijerya, Etiyopya, Güney Sudan ve Zimbabwe), ikisi Orta Doğu’da (Suriye ve Yemen), biri Amerika’da (Haiti), diğeri Güney Asya’da (Afganistan) yaşanıyordu.
Dünya genelinde en çok çeken en çok insanlık açlık çektiği ülkeler, üst üste 3. yılında da, çatışmaların yaşandığı 3 ülke olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti (21,8 milyon insan), Yemen (13,5 milyon) ve Afganistan (13,2 milyon) oldu. Söz konusu 3 ülke, Suriye (12,4 milyon) ve Sudan (9,6 milyon) ile birlikte, gıda krizi veya açlık aşamasında yer aldıkları sınıflandırılmış insanların yüzde 45’inden fazlasını oluşturuyor.
Karşılaştırma için, 2016 Küresel Gıda Krizleri Raporu, Yemen’de 14,1 milyon, Suriye’de 9,4 milyon ve Sudan’da 3,5 milyon insanı gıda krizi veya açlık aşamasında sınıflandırmıştı. Bu rakamlar, iç çatışmalar ve ortaya çıkan ekonomik krizlerin, söz konusu ülkelerdeki açlık çeken insan sayısına etkilerinin endişe verici durumunu yansıtıyor.
2020 yılına ait rapor Suriye nüfusunun yüzde 60’ını gıda krizi veya açlık aşamasında sınıflandırıyor. Güney Sudan yüzde 55 ile ikinci sırada yer alırken, onu yüzde 45 ile Yemen ve Zimbabve izliyor. Raporda küresel gıda krizinin, çatışmalar, Kovid-19 pandemisi ve büyük ölçekli ekonomik krizler sebebiyle 2021 yılında daha artması öngörülüyor. Dolayısı ile bu durum, geniş kapsamda insani yardımların sağlanmasına devam edilmesini gerektiriyor.
10 Eylül’e kadar mevcut olan verilerin analizine dayanan güncel rapor, 2020’de 55 ülkeden 42’sinin gıda kriziyle karşı karşıya olduğunu göz önüne alındığında, bu yıl 161 milyon insanın gıda kriziyle karşı karşıya olacağını belirtiyor.
Kötüleşen durum, en geniş çaplı 10 gıda krizinin, özellikle de Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde (27,3 milyon), Etiyopya’da (2020’de 8,6 milyondan 16,8 milyona yükseldi) ve Nijerya’da (2020’de 9,2 milyondan 12,8 milyona yükseldi) ve keskin bir artışa tanık olan Yemen’de (16,1 milyon) yaşanan krizlerin kötüye giden insani acil durumları da yansıtıyor.
Raporun son güncellemesinde Suriye’ye ilişkin veriler bulunmuyor ancak insani yardımlara yönelik veriler, 2021’in ilk yarısında aç insan sayısında 400 bin kişilik bir artış olduğunu gösteriyor. Suriye’de kuraklık ve fiyatlardaki ciddi artış yaşanırken, çiftçilerin likidite eksikliği, tarımsal maliyet ve yakıt fiyatlarının yükselmesi nedeniyle gelecek tarım sezonuna hazırlanırken zorluklarla karşı karşıya kalıyor olması gıda krizinin artmasına yönelik endişeleri artırıyor.
2021 yılında yaklaşık 200 milyon insanın gıda güvensizliği ve yetersiz beslenme sıkıntısı yaşaması son derece muhtemel olarak görülüyor. Ayrıca dünyadaki her üç kişiden birinin yeterli gıda alamayacak veya düzenli bir şekilde günlük besin alamayacağı öngörülüyor. Bu gerçekler, küresel gıda krizinin temel nedenlerine karşı mücadele kapsamında, anlaşmazlıkların adil bir şekilde çözümlenmesi, iklim değişikliğinin etkilerine uyumun sağlanması, ekonomik krizin etkisinin hafifletilmesi, yoksulluk ve eşitsizlik faktörlerinin düzeltilmesi için küresel ve bölgesel çabaların artırılmasını gerektiriyor.



ABD'nin Suriye'deki askeri varlığı konusunda tarihi anlaşma

Anlaşma sonuçlandığı takdirde, Suriye-ABD ilişkilerinde yeni bir değişimin habercisi olarak onlarca yılın ardından türünün ilk örneği olacak (AFP)
Anlaşma sonuçlandığı takdirde, Suriye-ABD ilişkilerinde yeni bir değişimin habercisi olarak onlarca yılın ardından türünün ilk örneği olacak (AFP)
TT

ABD'nin Suriye'deki askeri varlığı konusunda tarihi anlaşma

Anlaşma sonuçlandığı takdirde, Suriye-ABD ilişkilerinde yeni bir değişimin habercisi olarak onlarca yılın ardından türünün ilk örneği olacak (AFP)
Anlaşma sonuçlandığı takdirde, Suriye-ABD ilişkilerinde yeni bir değişimin habercisi olarak onlarca yılın ardından türünün ilk örneği olacak (AFP)

İsmail Derviş

ABD'nin Suriye politikası, Suriye yasaları açısından yasadışı bir askeri konuşlanma olmaktan çıkıp Şam'daki yeni hükümetle yeni bir siyasi-askeri anlayışa dönüşen radikal bir değişikliğe gidiyor. Independent Arabia'nın Suriyeli ve ABD’li kaynaklardan edindiği çapraz bilgiler, yakın gelecekte ABD'nin Suriye'deki askeri varlığının iki taraf arasındaki resmi bir anlaşmaya dayanan yeni bir sınırlandırmaya tanık olacağını doğruladı. ABD, coğrafi olarak sınırlandırılmış, siyasi ve ekonomik olarak genişletilmiş bir stratejik ortaklık karşılığında kuzeydoğudaki eski nüfuz alanlarından kademeli olarak çekilecek.

Şam ve Washington arasında kısa süre önce varılan anlaşma

Independent Arabia’ya konuşan Suriyeli bir güvenlik kaynağı, ABD’den askeri bir heyetin önümüzdeki birkaç gün içinde Şam'ı ziyaret edeceğini söyledi. Kaynağa göre heyet, Suriye yönetimi ile ABD’nin ülkedeki askeri üslerine ilişkin bir anlaşma imzalayacak ve böylece ABD'nin Suriye'deki varlığı Şam yönetiminin onayıyla meşrulaşacak.

Kaynağa göre ABD güçleri Suriye'nin kuzeydoğusundaki tüm üslerini boşaltacak. Deyrizor, Rakka ya da Haseke'de yakında asker bulundurmayacak. Ancak Suriye, Ürdün ve Irak arasındaki sınır üçgeninde yer alan et-Tanf Askeri Üssü’nde ABD askerleri konuşlandırılmaya devam edecek.

Kaynağa göre anlaşma tamamlandığı takdirde bu gelişme, son on yıllarda bir ilk olacak ve ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara'nın Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da yaptıkları görüşmenin ardından Suriye-ABD ilişkilerinde yeni bir dönüşüme işaret edecek.

Independent Arabia’nın edindiği bilgilere, Fox News televizyon kanalının ABD’nin son haftalarda askerlerini Suriye’den çektiğini duyurduğu haberi eşlik etti. Fox News, haberinde ABD'li yetkililere dayandırdığı haberinde, yaklaşık 500 ABD askerinin birkaç hafta içinde Suriye'den çekildiğini, Deyrizor vilayetindeki iki askeri üssün kapatıldığını ve üçüncü bir üssün Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) teslim edildiğini aktardı.

ABD Kongresi: Suriye potansiyel bir ortak

ABD Kongresi’nin Cumhuriyetçi Üyesi Marlin Stutzman Independent Arabia'ya yaptığı açıklamada, ABD'nin Suriye'deki asker sayısını azaltmaya başladığını söyledi. Stutzman, DEAŞ’la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’nun (DMUK) misyonunda başarıya ulaştığına göre ABD askerlerinin önemli bir kısmının artık Suriye'den çekilebileceğini belirtti. Şam’daki yeni yönetimin, ABD yönetimine dostça yaklaşacağına inandıklarını ifade eden Cumhuriyetçi Kongre Üyesi, “Birkaç hafta önce Suriye'yi ziyaret ettim. Suriye'de gördüklerimi ABD vatandaşlarına aktarmak benim görevim” ifadelerini kullandı.

Stutzman, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Başkan Trump, Cumhurbaşkanı Şara ile bir araya gelerek Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırıldığını duyurdu. Bu, onlarca yıl süren diktatörlüğün ardından ülkeyi yeniden inşa etmek için gerçek bir fırsat. Biz de Suriye’nin yeni yönetimine ve Suriyelilere tam destek veriyoruz. Şu anda Kongre'de Caesar (Sezar) Yasası'nın resmen yürürlükten kaldırılması için çalışıyoruz.

ABD Dışişleri Bakanlığı: Geniş çaplı bir çekişme söz konusu değil

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre  ABD Dışişleri Bakanlığı Bölge Sözcüsü Michael Mitchell yaptığı açıklamada ABD’nin Suriye ile ilişkilerde iki ülke arasında iş birliği ve ortaklığa dayalı yeni bir dönem başlatmak istediğini belirtti. Suriye'den çekilme konusunda kısmi çekilmenin çoktan başladığını ifade eden Mitchell, “Ancak halen Suriye'nin kaosa ve mezhepçiliğe sürüklenmesini isteyenler var ve Washington, DEAŞ terör örgütünün geri dönme ihtimalinden endişe duyuyor. Bu yüzden şimdilik tam bir çekilme olmayacak” dedi.

Washington ve Şam ilk kez ABD'nin Suriye topraklarındaki askeri varlığını düzenleyen resmi bir anlaşma imzalamaya hazırlanırken analistler, ABD askerlerinin et-Tanf Askeri Üssü’nde kalmasının iki temel nedeni olduğunu düşünüyor. Bunlardan birincisi terör örgütü DEAŞ’la mücadele misyonunu sürdürmek, ikincisi ise İran yanlısı milislerin hareketlerini izlemek ve Tahran'ın kendisine bağlı ya da İsrail'i tehdit edebilecek gruplara kaçak yollarla silah sağlamak için kullanabileceği kara ikmal hattını kesmek. Yeni Suriye hükümetine yasal meşruiyet kazandıracak olan bu anlaşma -eğer gerçekten tamamlanırsa- sadece askeri bir düzenlemenin ötesinde ABD'nin Suriye'deki varlığının felsefesinde askeri caydırıcılıktan güvenlik, siyasi ve ekonomik ortaklığa doğru radikal bir dönüşüm olacak.

Analistler Washington'ın Suriye'deki güçlerini azaltma kararının üç ana faktöre bağlı olduğunu düşünüyor. Analistlere göre bunların başında ABD askerlerinin ana misyonlarının başarısı geliyor. Cumhuriyetçi Kongre üyesi Marlin Stutzman'a göre DEAŞ’la mücadele misyonu sonuca ulaştığı için artık Suriye’de aynı düzeyde asker bulundurmak gerekmiyor. İkinci faktörse Trump yönetiminin askeri maliyetleri azaltmayı ve kaynakları yeniden dağıtmayı amaçlayan politikası nedeniyle ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) önceliklerindeki stratejik değişim. Üçüncü ve son faktör, Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Batı ile uzlaşan, ABD'ye açık olan ve İran ile müttefik olmayan yeni bir hükümetin kurulması. Böyle bir hükümetle doğrudan diyalog kurulabilir ve terörle mücadele de dahil olmak üzere birçok dosyada iş birliği yapılabilir. Böylece Suriye ve ABD arasındaki ilişki kalıcı bir ortaklığa dönüşebilir. Bu da ABD'nin Suriye'de enerji sektörü gibi hayati sektörlere doğrudan yatırım yapmasının önünü açabilir. Ancak ABD'nin Suriye'den çekilmesi ve Şam ile Washington arasındaki yakınlaşmanın sahadaki en büyük etkisi doğrudan Suriye’nin kuzeydoğusu dosyasına yansıyor. Bu hızlı gelişmeler, SDG ile olan ilişkiyi yeniden tanımlayacak ve ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın daha önce yaptığı açıklamalarda belirttiği gibi SDG ayrı bir güç olmaktan çıkıp Suriye'nin ulusal askeri yapısına dahil olacak.

Suriye on yıllardır uluslararası nüfuz mücadelelerinin yaşandığı bir arena ve ABD-Suriye husumetini yansıtan bir ayna oldu. Mevcut durum, iki tarafın ilişkilerinin tarihinde yeni bir aşama olurken daha önce eşi ya da benzeri görülmemiş dönüşümlerle dolu gibi görünüyor. Washington ve Şam arasında imzalanacak anlaşma sadece ABD'nin askeri konuşlanma haritasını yeniden çizmekle kalmıyor, aynı zamanda iki tarafın birbirini algılayışında, karşıt taraflardaki iki düşmandan istikrar, terörle mücadele ve yeniden yapılanmada potansiyel ortaklara doğru derin bir değişim yaşadıklarını da yansıtıyor. Her ne kadar ABD'nin Suriye'nin kuzeydoğusundan çekilmesi bir dönemin sona erdiğine işaret etse de et-Tanf Askeri Üssü’nün varlığını sürdürmesi, ABD'nin yeni araçlar ve farklı hedeflerle varlığını sürdüreceğinin sinyalini veriyor.