İran, UAEA’nın Kerec’deki tesise erişim talebini reddetti

İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi. (Reuters)
İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi. (Reuters)
TT

İran, UAEA’nın Kerec’deki tesise erişim talebini reddetti

İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi. (Reuters)
İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi. (Reuters)

İran, nükleer anlaşmanın yeniden hayata geçirilmesi için önümüzdeki pazartesi günü Viyana'da yeniden başlaması planlanan müzakereler öncesinde, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA) santrifüj montaj tesisindeki faaliyetleri inceleme talebini reddetti.
İran Atom Enerjisi Kurumu Sözcüsü Behruz Kemalvendi, perşembe akşamı devlet televizyonuna yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“İran, Kerec’deki tesiste nükleer (radyoaktif) madde bulundurmuyor. Sadece santrifüj üretiyor. Bu nedenle burası UAEA’nın denetimi kapsamında değildir. Korkmuyoruz. Yüksek kapasiteli santrifüjler üretebiliyoruz ve bunun için kimseden izin istemeyeceğiz. Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'nın (NPT) 4. maddesine göre bu bizim hakkımız. Bu yönde herhangi bir kısıtlama yok.”
AFP’nin haberine göre Kemalvendi, Genel Müdürü Rafael Grossi’nin Tahran ziyaretinin ardından UAEA’yı ayrımcılıkla ve etki altına girmekle suçladı:
“Gerçek bu. UAEA, İran'a olması gerektiği gibi davranmıyor. Bunu daha önce de birkaç kez dile getirdik. İran'a bu şekilde davranılmasının nedeni ajansın küresel güçlerin etkisine maruz kalmasından kaynaklanıyor. Güçlü ülkeler bu örgütleri finanse ediyor ve baskı yapıyor. Uluslararası toplumun davranışları karşısında haklarımızı savunmaya, bize karşı oluşturmaya çalıştıkları olumsuz imajla yüzleşmeye çalışıyoruz. Batı, nükleer silah peşinde olduğumuzu, ne pahasına olursa olsun bunu yapmamızı engellemeleri gerektiğini savunuyor.”
Grossi, Tahran'a gerçekleştirdiği ziyaretin ardından çarşamba günü yaptığı açıklamada, İran'ın izin vereceğine söz vermesinin iki ay ardından başta Kerec’deki Tesa kompleksinde yer alan bir tesise erişim olmak üzere bir dizi konuda halen ilerleme kaydedilmediğini söyledi.
Uranyum zenginleştirmede kullanılan santrifüjün üretiminin gerçekleştirildiği söz konusu merkezde UAEA’ya ait dört kameradan biri, haziran ayında sabotaja maruz kaldı. İran söz konusu olayın ardından üm kameraları kaldırdı. Tahrip edilen kamera kayıtlarına ise ulaşılmıyor.
Reuters’ın haberine göre Grossi, “Burada neler olup bittiğine dair bilgi sürekliliğini garanti edemeyeceğim bir noktaya yaklaşıyoruz” açıklamasında bulundu.  
Tahran ve anlaşmaya taraf olan ülkelerin katılacağı Viyana müzakerelerine ABD'nin katılımı ise dolaylı olacak. Washington ve Tahran pazartesi günü başlayacak müzakerelerde dolaylı görüşmeler gerçekleştirecekler. Müzakerelerin hedefinde2015 nükleer anlaşmasına tam olarak uyum amaçlanıyor. Washington 2018'de anlaşmadan çekilmesinin ardından İran ekonomisini felç eden yaptırımları yeniden uygulamaya başlamıştı.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Avrupalı mevkidaşı Josep Borrell ile yaptığı telefon görüşmesinde “Diğer taraflar taahhütlerine tam olarak dönmeye ve yaptırımları kaldırmaya hazır olduğu takdirde olumlu bir anlaşmaya derhal varılması mümkün olacak. Viyana görüşmelerine iyi niyetle ve ciddiyetle katılacağız” dedi.
Abdullahiyan aynı zamanda ABD'nin artık anlaşmadan çekilmeyeceğine dair ‘ciddi ve yeterli düzeyde bir güvence’ talep etti.
İran Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre Borrell de “Yaptırımları kaldırmanın tek yolu, nükleer anlaşmayı rayına oturtmaktır” ifadesini kullandı.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.