Batı’dan Güney Çin Denizi ittifakı: AUKUS, yeni bir dünya savaşının fitilini ateşler mi?

Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. (Reuters)
Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. (Reuters)
TT

Batı’dan Güney Çin Denizi ittifakı: AUKUS, yeni bir dünya savaşının fitilini ateşler mi?

Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. (Reuters)
Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. (Reuters)

Muhammed Garavi
Doğu ve Güneydoğu Asya'da, uluslararası düzeyde yankıları olan bölgesel çatışmaların uzun bir bölümünü Güney Çin Denizi'ndeki anlaşmazlıklar oluşturuyor. Güney Çin Denizi'nin küresel ekonomi üzerindeki doğrudan etkisi onu uluslararası arenada son derece önemli kılıyor. Dünya petrol ve deniz ticaretinin üçte biri Güney Çin Denizi'nden yapılıyor. ABD ve Çin arasında son dönemde şiddetlenen siyasi tartışmalar, bölgede artan askeri varlıkla birlikte sahaya aktarıldı. ABD, İngiltere ve Avustralya, Çin’in bölgede giderek artan nüfuzunu durdurmak için İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük üçlü güvenlik oluşumu olan ‘AUKUS’ adlı askeri bir ittifak kurduklarını ilan ettiler. Çin ise bunu ‘sorumsuzluk’ olarak nitelendirerek kınadı. Batı ülkeleri tarafından Güney Çin Denizi’ne yönelik kurulan bu ittifakın, bölgede barışı ve güvenliği zedelediğini ve silahlanma yarışını artırdığını öne süren Pekin yönetimi, AUKUS’a katılan Batı ülkelerini Soğuk Savaş zihniyetine geri dönmekle suçladı.
ASEAN ülkelerinin (Brunei, Kamboçya, Endonezya, Laos, Malezya, Myanmar, Filipinler, Singapur, Tayland, Vietnam), özellikle de Çin ile Güney Çin Denizi konusunda anlaşmazlığı olan ülkelerin AUKUS’a verdikleri tepkiler ise farklıydı. Batı ülkeleri arasındaki bu yeni ittifak, bölgedeki deniz anlaşmazlığının çözümünde işe yararlılığı hakkında karmaşık ve farklı görüşlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Jeopolitik çatışma yeniden ortaya çıktı
Brunei, Kamboçya, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur, Tayvan, Tayland ve Vietnam ile çevrili olan Güney Çin Denizi, çok sayıda ticaret gemisinin geçmesi nedeniyle Hint-Pasifik Okyanusu bölgesinde önemli bir jeopolitik rol oynuyor. Aynı zamanda Güney Kore ve Japonya gibi sanayileşmiş büyük ülkelere enerji tedariki için bir çıkış noktası görevi de gören Güney Çin Denizi balıkçılık, doğalgaz ve petrol açısından da zengin bir bölge olarak ön plana çıkıyor. Bu da bölgeyi tartışmalar için verimli bir hale getiriyor.
Oldukça büyük olması nedeniyle ciddi ekonomik öneme sahip olan Güney Çin Denizi’nden her yıl toplam dünya deniz ticaretinin yaklaşık dört trilyon dolar değerindeki kısmı geçiyor. Dünya petrolünün yaklaşık yüzde 30’unu taşıyan petrol tankerleri de bu tartışmalı denizden geçiyor. Güney Çin Denizi’nden ayrıca 190 trilyon metre küpten fazla doğalgaz ve 11 milyar varil petrol rezervi bulunuyor.
Denizcilik alanındaki anlaşmazlıklar arasında Güney Çin Denizi’ndeki adaların toprak egemenliğiyle ilgili sorunlar da yer alıyor. Bu anlaşmazlıklar uzun yıllar bölgede gerilime ve kargaşaya neden olurken Birleşmiş Milletler (BM), 1994 yılında Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni kabul ederek bu anlaşmazlıkları hafifletmeye çalıştı. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi, BM tarafından denize kıyısı olan ülkelerin ekonomik ve güvenlik çıkarlarını dengelemek için yasal bir çerçeve oluşturuyor.
BM Deniz Hukuku Sözleşmesi aynı zamanda denize kıyısı olan ülkelerin ‘münhasır ekonomik bölge’ olarak bilinen bölgeye sahip olmasını öngörüyor. Buna göre bir ülkenin kıyılarından itibaren 200 deniz mili boyunca uzanan alana münhasır ekonomik bölge deniyor. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre bu ülkelere münhasır ekonomik bölge özel haklarının verilmesi, bölgelerinde araştırma ve keşif çalışmaları yapmalarını ve deniz kaynaklarından yararlanmaları konusundaki özel imtiyazlar sağlarken uluslararası ticaret yapan gemilerin geçişlerine de izin veriyor.

Çin’in askeri kolları
Güneydoğu Asya ülkelerinin yetkilileri, Çin’in münhasır ekonomik bölge ihlallerinden şikayetçiler. Sık sık münhasır ekonomik bölge haklarını düzenleyen BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne saygı gösterilmesi çağrıları yapılıyor. Bu konudaki gerilim, Çin ile ASEAN arasında geçtiğimiz kasım ayında yapılan son zirvede de kendini hissettirdi. Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte, Çin'in müdahalesiyle ilgili ciddi endişeleri olduğunu bir kez daha dile getirirken Çin Ulusal Sahil Güvenlik gemilerinin, Güney Çin Denizi'ndeki tartışmalı resifte, Filipinli denizcilere malzeme taşıyan teknelere tazyikli su kullanarak müdahale etmesini kınadı.
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Çin’in son dönemde bölgede yeni askeri üsler kurup geliştirerek ve yapay adalar inşa ederek deniz üzerindeki etkisini genişletmeye çalışması, ASEAN ülkeleri tarafından itirazlarla karşılanırken komşularını korkuttu.
ABD Çin’i tartışmalı bölgelerdeki yapay adalarda, aralarında anti-gemi füzeleri, uçaksavarlar, karadan havaya füzeler ve dijital sinyalleri bozan ekipmanların yer aldığı gelişmiş askeri teçhizatla Güney Çin Denizi'ni askeri bir bölgeye dönüştürmeye çalışmakla suçladı.
Çin'in Güney Çin Denizi'ndeki tartışmalı bölgeler üzerindeki egemenlik iddiasına dair dikkate değer bir başka gelişme de geçtiğimiz eylül ayında yaşandı. Çin basını, Çin Ulusal Sahil Güvenlik Güçleri’nin Pekin’in egemenlik iddiasında bulunduğu sulardan geçen yabancı gemilerin yükünü açıklamalarını talep etme hakkına sahip olduğunu duyurdu. Zira Çin’in çıkardığı yeni yasa, ülkenin ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğu düşünülen herhangi bir gemi veya teknenin söz konusu sulardan geçmesini engellemeye izin veriyor.
Buna rağmen Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, ülkesinin Güney Çin Denizi bölgesini ele geçirme ve bölgede bir deniz imparatorluğu kurma arayışında olduğu iddialarını reddetti. Çin hükümeti, komşularına eşit davrandığını ve deniz alanındaki egemenliğini ve haklarını korumaya çalıştığını öne sürüyor.

Karşı adım
ABD ve diğer güçlü ülkeler, Pekin’in küresel ticaret hareketinde önemli bir arter ve stratejik bir öneme sahip olan Güney Çin Denizi üzerindeki hegemonyasından çekiniyorlar. Bu nedenle Washington bölge ülkeleriyle yakınlaşmaya çalışıyor. Çin’in son yıllarda tartışmalı alanda empoze etmeye çalıştığı hegemonyasını kırmak için bölge ülkeleriyle askeri iş birliğini artırıyor. Bu yıl içinde bölgede çeşitli iş birlikleri yapıldı. Endonezya ve ABD geçtiğimiz temmuz ayında, Güney Çin Denizi'nin en güneyinde bir sahil güvenlik eğitim merkezi kurulduğunu duyurdular. ABD, bu iş birliğini Endonezya’nın tartışmalı bölgedeki varlığının temellerini oluşturmak için bir adım olarak görülüyor. Ayrıca bu yıl bölgede birçok ülke ortak askeri tatbikatlar düzenledi. Bunlar arasında Endonezya ve ABD arasında gerçekleşen ‘Garuda Kalkanı’ ve Hindistan ile Vietnam arasında Güney Çin Denizi'nde yapılan deniz tatbikatı da yer alıyor.
Washington, bölgeyle ilgilendiğini göstermek amacıyla bu yıl Manila ile de bir askeri tatbikat düzenledi. İngiltere, Almanya ve Fransa gibi birçok ülkenin ‘seyrüsefer özgürlüğünü korumak için’ zaman zaman bölgeye savaşa gemisi ve donanma güçlerini göndermeleriyle Batı’nın bölgedeki varlığı giderek görünür hale geldi.
Söz konusu güç gösterisi uluslararası sulardaki seyrüsefer hakkını korumak amacıyla yapılıyor. Bu, aynı zamanda Çin’in neden bazen agresif olarak tanımlanan eylemlerde bulunduğunu da açıklıyor.

Avustralya da tartışma hattına girdi
Avustralya, Güney Çin Denizi’yle ilgili anlaşmazlıklara taraf olmamasına rağmen coğrafi konumu nedeniyle bölgede rahatsız edici herhangi bir durumun orta çıkmasından çekiniyor. Bu da Güney Çin Denizi'nde ekonomik, ticari ve seyrüsefer özgürlüğü açısından güçlü çıkarları olan Avustralya’nın bölgede hegemonya kurulmasına ilişkin endişelerini artırıyor.
Yayınlanan bazı raporlar, Avustralya'nın şu an çıkarlarını korumak için bölgeye daha fazla savaş gemisi göndermesi yönünde siyasi bir baskı altında olduğuna işaret ediyor. Bu bağlamda Avustralya'nın çatışmaya dahil olan ASEAN ülkeleriyle ikili deniz tatbikatlarına katılması bekleniyor. Avustralya, eylül ayı ortalarında ABD ve İngiltere ile birlikte Asya-Pasifik bölgesinde ‘tarihi’ olarak tanımlanan yeni bir güvenlik ittifakı kurduklarının duyurulmasıyla bölgedeki tartışma hattına girme yolunda ilk adımını attı. Bu adım, bölgede giderek artan Çin nüfuzunu engelleme girişimi olarak yorumlanırken gözlemciler AUKUS adlı ittifakın İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana üç ülke arasındaki en önemli güvenlik anlaşması olduğunu öne sürüyorlar.
AUKUS anlaşması, Avustralya’nın ilk kez ABD yapımı nükleer enerjiyle çalışan denizaltılara sahip olmasına izin veriyor. Bazı analistler, anlaşmayı ülkeler arasındaki en büyük savunma ortaklıklarından biri olarak nitelendiriyorlar. Askeri imkanlara odaklı olan anlaşma, taraflar arasında dijital yeteneklerin ve derin deniz teknolojilerinin paylaşımını da öngörüyor. ABD, İngiltere ve Avustralya, anlaşmanın Hint-Pasifik bölgesindeki ortak çıkarlarını korumanın yanında güvenlik ve refahı teşvik etmek için tarihi bir fırsat olduğunda hemfikirler. Avustralya yeni ittifak sayesinde ABD, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan ve Rusya'dan sonra nükleer denizaltılara sahip yedinci ülke olacak.
Avustralya ayrıca Endonezya hükümetiyle iki tarafın ortak askeri tatbikatlar yapmasına ve Endonezyalı öğrencilerin Avustralya’daki askeri okullarda eğitim görmesine olanak sağlayan bir anlaşma imzaladı.

Farklı tutumlar
Buna karşın Çin, AUKUS’u ‘sorumsuzluk’ olarak nitelendirerek kınadı. Yeni anlaşmanın bölgede barış ve güvenliği zedelediğini ve silahlanma yarışını artırdığını vurguladı. Çin’in Washington Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamada ise AUKUS’a taraf olan ülkeler, Soğuk Savaş zihniyetine ve ideolojik önyargıya sahip olmakla suçlandı.
Çinli gözlemciler, AUKUS’u ABD’nin Hint-Pasifik bölgesindeki stratejisini daha güçlü askeri hedeflere yönlendirerek uygulamak için oluşturduğu bir ittifak olarak görürken Asyalı analistler, AUKUS’un Soğuk Savaş zihniyetiyle ya da Asya'daki bir NATO ittifakı kurulmasıyla ilişkilendirmeyi reddediyorlar. Asyalı analistler, AUKUS’u Soğuk Savaş'taki iki taraf arasındaki bölünme ve çatışmadan büyük ölçüde farklı olan, küresel ekonomik bütünleşmeye dayalı hakim bir genel eğilim olarak görüyor ve savunuyorlar. Aynı zamanda ABD’nin küresel gücünün zayıflaması ve müttefikleri arasındaki güven kaybı nedeniyle daha fazla bu Batı ülkesini ittifaka çekmesinin güç olduğunu düşünüyorlar.
ASEAN ülkeleri arasında ise AUKUS’a yönelik tepkiler farklılık gösterdi. Bölge ülkelerinin Güney Çin Denizi anlaşmazlığına Batı’nın müdahalesi görüşüyle ilgili farklı tutumları söz konusuydu. Filipinler, AUKUS’u Çin'den gelecek olası herhangi bir saldırgan davranışı önlemek için destekleyici bir ittifak olarak görürken Endonezya, AUKUS’un bölgedeki silahlanma yarışını körükleyebileceğine ve nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmalarına zarar verebileceğine işaret etti. Diğer yandan AUKUS, ABD, İngiltere ve Avustralya tarafından Çin'in Hint-Pasifik bölgesindeki saldırgan eylemlerine karşı koymak için pratik bir adım olarak görülüyor.



İran'daki reformistler ve radikaller Pezeşkiyan'ı kuşatıyor ve rejimi zor durumda bırakıyor

Mesud Pezeşkiyan hükümeti şu anda çoğunluk olan “reformistler” ile karar alma mekanizmasındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda (AFP)
Mesud Pezeşkiyan hükümeti şu anda çoğunluk olan “reformistler” ile karar alma mekanizmasındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda (AFP)
TT

İran'daki reformistler ve radikaller Pezeşkiyan'ı kuşatıyor ve rejimi zor durumda bırakıyor

Mesud Pezeşkiyan hükümeti şu anda çoğunluk olan “reformistler” ile karar alma mekanizmasındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda (AFP)
Mesud Pezeşkiyan hükümeti şu anda çoğunluk olan “reformistler” ile karar alma mekanizmasındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda (AFP)

Hasan Fahs

İran'daki durumu takip eden Arap ve uluslararası çevrelerin yanı sıra İran siyasi çevrelerinin önemli bir kısmı, birkaç gün önce “Reformist Partiler Cephesi” tarafından yayınlanan bildiriyle meşguldü. Bildiride, kendisini imzalayanların bakış açısına göre İran'ın iç ve dış krizlerden çıkışı için bir yol haritası yer alıyordu. Konuyu takip edenler için bu yol haritasının belki de en önemli noktası, “ABD ile kapsamlı ve doğrudan müzakerelerin başlatılması ve ilişkilerin onur, bilgelik ve karşılıklı çıkar temelinde normalleştirilmesi amacıyla, yaptırımların kaldırılması karşılığında uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin gönüllü olarak askıya alınması ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) denetiminin kabul edilmesi” çağrısını içeren maddeydi.

Bu tutumu, İran'ın tutumu içinde veya reformist güçler ile rejimin karar alma hiyerarşisinde bu partilerin büyük ölçüde temsilcisi olarak kabul edilen Mesud Pezeşkiyan liderliğindeki devlet arasında ya da “reformistler” ile rejim arasında bir ayrışma olarak yorumlamadan önce, bu açıklamanın, iç boyutlarıyla nükleer faaliyetler ve Washington ile diyalogla ilgili taleplerden ziyade rejimin yapısına yönelik daha fazla meydan okuma oluşturan talepler içerdiğini belirtmek gerekir.

Bu noktada, çeşitli yönelimleri ile İran siyasi güçleri arasında, otorite ve yönetim mekanizmalarında köklü bir değişiklik yapılması gerekliliği konusunda geniş çaplı bir tartışmanın döndüğüne işaret edilmeli. Bu tartışma, son haftalarda İran'ın yeni bir saldırıya maruz kalma olasılığı hakkındaki konuşmaların artmasıyla yoğunlaştı. Saldırının bu sefer Tel Aviv’le sınırlı kalmayacağı, ABD ve NATO ülkelerinin de katılacağı öngörülüyor. Keza rejimin devrilmesinin neden olacağı çöküş ve sonuçları ister bir iç savaş ister İran coğrafyasının güç mücadelesi veren zayıf devletlere bölünmesi olsun, yeni saldırının amacının, rejimi ortadan kaldırmaktan başka bir şey olmayacağı da tahmin ediliyor.

Reformist Cephe’nin bildirisi, İran'ı yakın tehlike çemberinden çıkarmak için çalışma yönündeki açık arzu ve niyetini dile getirdi ki, karar alma çevreleri ve hatta Devrim Muhafızları eski komutanı Hamaney'in askeri danışmanı Yahya Rahim Safevi gibi Dini Lider'e yakın çevreler bile, bu yakın tehlikenin gerçekleşebileceğini inkar etmiyorlar. Buna rağmen, muhafazakâr ve radikal güçler, daha sert önlemlerle kendi vizyonları doğrultusunda değişim çağrısında bulunuyorlar. Ancak, devlet ve hükümetin, önceki dönemlerden miras kalan kronik ve birikmiş krizlere ilave olarak, ABD ile artan çatışmanın yol açtığı krizlere hızlı bir çözüm üretme konusundaki açık yetersizliğinin eşlik ettiği sert, boğucu günlük ekonomik baskılar altında ezilen sokakta bir patlama yaşanması ihtimalini hesaba katmıyorlar.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analizde Reformist Cephe bildirisinde nükleer programdan vazgeçmeye veya sona erdirmeye dair herhangi bir atıf yer almıyor, yalnızca İran müzakere heyetinin Amerikan tarafıyla müzakere masasına geri dönmek için bir giriş noktası olarak önerdiği “zenginleştirme faaliyetlerini askıya alma” ilkesine başvurma olasılığına değiniliyor. Bu atıf, Dışişleri Bakanı'nın siyasi danışmanı ve müzakere heyeti üyesi Mecid Taht Revançi'nin birkaç gün önce İran'ın yaptırımların kaldırılması karşılığında faaliyetlerini askıya alabileceğine yönelik açıklamasında da yer aldı.

Ancak bu, Mesud Pezeşkiyan hükümetine yönelik kuşatmayı tamamlıyordu. Zira hükümet, özellikle İran üzerindeki olası yıkıcı etkileriyle birlikte yeni bir savaşın patlak vermesi durumunda, önümüzdeki dönemde yaşanabilecek olumsuz gelişmelerin sonuçlarından kaçınmaya çalışan reformist çoğunluk ile karar alma yapısındaki son kalelerini korumaya çalışan radikal güçler arasında bölünmüş durumda. Dahası radikaller aşırılık ve fanatizmlerinde öyle ileriye gittiler ki, Cumhurbaşkanının yeterliliğini sorgulamaya başladılar, onu bu yeterlilikten mahrum bırakıp cumhurbaşkanlığından uzaklaştırmak amacıyla, bunları bir parlamenter mekanizmaya dönüştürmek için harekete geçtiler. Bu, ilk Cumhurbaşkanı Ebu'l-Hasan Beni Sadr'ın yaşadığı deneyimin yeniden canlandırılmasıydı.

Bildirideki özellikle nükleer kriz ve uluslararası toplumla ilişkilerle ilgili olan önemli başlıklar göz önüne alındığında, UAEA ile ilişkilerle ilgili hükümet tarafından meclis ve Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi aracılığıyla onaylanan mekanizmaların reddedilmesine dair hiçbir atıf yer almıyordu. Bildiriye imza atanların UAEA ile ilişkilerin yeniden kurulması ve denetim sürecinin yeniden başlatılması çağrısı, özellikle ABD-İsrail'in İran tesislerine yönelik saldırısı sonucunda iki taraf arasındaki güvenin sarsılmasının ardından, Ulusal Güvenlik Konseyi'nin değerlendirmesi ile bağlantılı resmi tutumla da uyumlu.

Radikaller, hükümeti ve diplomatik mekanizmalarını İran'ın hak ve kabiliyetlerinden feragat etmekle suçluyor. Batılı ülkelerin, özellikle de “troyka”nın, tetikleyici mekanizmayı harekete geçirip Güvenlik Konseyi yaptırımlarını yeniden yürürlüğe koyamayacaklarına, çünkü bunun kendi çıkarları pahasına olacağına inanıyorlar. Bu arada, reformcular, bu “troyka” ile ilişkilerin sürdürülmesinin ekonomik krizi daha da kötüleştirebileceğini, İran'ı “yaptırımlar cehennemine” sürükleyebileceğini ve BM Şartı'nın 7. Bölümü kapsamına geri alınmasına yol açabileceğini savunuyor.

ABD ile müzakerelerle ilgili temel hususa gelince, bildiri yeni bir şey sunmuyor. Tahran, mevcut çalkantılı dönemin, ciddi çözümlere ulaşmak için bir seçenek olarak dışlamadığı veya göz ardı etmediği doğrudan müzakerelere girmesini gerektirdiğinin farkında. Ayrıca, İranlı ve Amerikalı müzakereciler, bu müzakerelerin kapsamlı ve sonuç odaklı olmasını, normalleşme sürecinin önünü açmasını şart koşuyor. Bu ciddiyet, İran müzakere heyetinin, dolaylı müzakerelerin dördüncü turundaki önerisiyle belirginleşmişti. İran heyeti, Amerikan yatırımlarının İran pazarına giriş yapabileceğinden ve İran ekonomisinin çeşitli alanlarda Amerikan şirketlerine 1 trilyon dolardan fazla teklifler sunma kapasitesinden bahsetmişti.

Tahran'ın jeopolitik boyutta karşı karşıya kaldığı muazzam baskılar ki bunların sonuncusu ABD’nin himayesinde imzalanan Azerbaycan-Ermenistan anlaşmasıydı, keza genel olarak Ortadoğu'da, özellikle de Irak ve Lübnan'da stratejik düzeyde güç ve nüfuzunu yeniden tesis etme girişimleri, her türlü yeni saldırıya karşı tam hazırlıklı olma çabaları karşısında, liderlik, otorite ve karar alma sistemi, bir yandan rejim ile halk arasındaki ilişkiyi onarmaya çalışıyor. Reformist Cephe’nin bildirisinde siyasi özgürlükler ve ekonomik krizlerle ilgili olarak değinilen sorunlu konularda, halk ile rejim arasında sarsılan ve önemli ölçüde azalan güveni yeniden tesis etmeye çabalıyor. Diğer yandan da iç çekişmeleri büyük bir temkin ve ihtiyatla, bunlardan kaynaklanabilecek tehlikelerin farkında olarak ele alıyor. Zira değişim, on yıllar içinde birikmiş ideolojik söylemden acelesiz ve telaşsız bir şekilde vazgeçmeyi gerektiriyor. Kaldı ki hızlı tepki, işlerin kontrolden çıkmasına yol açabilir ve maruz kalınan iç ve dış baskılar karşısında geri çekilme ve zayıflık olarak yorumlanabilir.