İran: Protestolar rejimi askeri kurumları yeniden yapılandırmaya itti

Kitlesel halk gösterileri sonrası İran Emniyet İstihbarat Birimi tek başına bağımsız bir teşkilata dönüştürüldü

İran’ın geçtiğimiz yılın sonlarında ülkenin çeşitli şehirlerini kasıp kavuran rejim karşıtı protesto gösterilerinden bir kare (Reuters)
İran’ın geçtiğimiz yılın sonlarında ülkenin çeşitli şehirlerini kasıp kavuran rejim karşıtı protesto gösterilerinden bir kare (Reuters)
TT

İran: Protestolar rejimi askeri kurumları yeniden yapılandırmaya itti

İran’ın geçtiğimiz yılın sonlarında ülkenin çeşitli şehirlerini kasıp kavuran rejim karşıtı protesto gösterilerinden bir kare (Reuters)
İran’ın geçtiğimiz yılın sonlarında ülkenin çeşitli şehirlerini kasıp kavuran rejim karşıtı protesto gösterilerinden bir kare (Reuters)

İran yönetimi, geçtiğimiz ay özellikle İsfahan ve Ahvaz (Huzistan) illerinde patlak veren kitlesel protesto gösterilerinin ardından askeri kurumlarda bazı düzenlemelere giderek rejimin güvenlik birimlerinin saç ayaklarından biri olan Emniyet Gücü’nü yeniden yapılandırdığını duyurdu.
Emniyet Gücü, Emniyet Gücü Komutanlığı'na dönüştürüldü. Birimin, komutanlığa dönüşmesi, komutanının artık İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) ve Silahlı Kuvvetler komutanlarıyla aynı yasal statüye sahip olduğu anlamına geliyor. Polis İstihbarat Birimi de tek başına bağımsız bir teşkilata dönüştürüldü.
İran dini lideri Ali Hamaney, Genelkurmay Başkanlığı'na Emniyet Gücü Komutanlığı'nın yeniden yapılandırılması talimatı verdi. İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, bu girişimin hazırlıklarının ‘uzun yıllar boyunca’ yapıldığını belirtti.

“Kolluk Kuvvetleri Komutanlığı”
Eski bir DMO subayı olan İran Emniyet Gücü Genel Müdürü Tuğgeneral Hüseyin Eşteri, katıldığı bir törende, askeri kurumlarda yeniden yapılanmaya gidildiğini açıkladı. İran'ın yarı resmi Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre girişimi planlayanların başında gelenlerden biri de Tuğgeneral Eyüb Süleymani’ydi. Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü (The Washington Institute for Near East Policy - WINEP) Amir Toumaj tarafından kaleme alınan ve enstitünün resmi sayfasında yayımlanan bir makaleye göre yine eski bir DMO subayı olan Süleymani, 2020 yılında Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanlığı'nda Planlama İşlerinden Sorumlu Komutan Yardımcısı olarak atandı.
Mevcut İran hükümetinde İçişleri Bakanı Ahmed Vahidi, şuan Silahlı Kuvvetler Genelkurmay Başkanlığı'nın Emniyet İşlerinden Sorumlu Komutan Yardımcısı olarak görev yapıyor. WINEP’den araştırmacı Said Golkar tarafından belirtildiği üzere Bakan Vahidi’nin bu noktadaki fiili yetkisi ‘lojistik konular’ ile sınırlıdır. Emniyet Gücü Komutanlığı’nın asıl karar mercii, resmi olarak Hamaney tarafından atanıyor. Bu da, cumhurbaşkanlığından herhangi bir dahli olmaksızın Emniyet Gücü’nün tam komutasını Hamaney'e veriyor.
Yeniden yapılanma çerçevesinde atılan önemli adımlardan biri de, Emniyet Gücü’nün istihbarat ve kamu güvenliği birimlerinin iki ayrı bölümlere ayrılması oldu. Bunlar, Emniyet Gücü Komutanlığı’nın İstihbarat Teşkilatı ve Asayiş Polisi olarak isimlendirildi. Bu iki birimin üst düzey makamlarında uzun zamandır DMO subayları görev yapıyorlar. Çoğunlukla her iki birimde de görev alıyorlar.
Halen iki görevde bulunan komutanın DMO Kara Kuvvetleri'ndeki eski Tümgeneral Muhammed Babai olduğu ve bu atamanın henüz açıklanmamasına rağmen yeni istihbarat teşkilatının başına da aday olduğu bildiriliyor. DMO Kara Kuvvetleri eski subayı Tümgeneral Muhammed Babai’nin, henüz atama açıklaması yapılmamasına rağmen yeni istihbarat biriminin başına getirilecek en önde gelen isim olduğu bildirildi. Burada, yeniden yapılanma ile İran’daki ulusal istihbarat teşkilatlarının sayısını 17’ye ulaştığını not edilmeli.
Bu değişiklikler, İran'ın 2017 yılı sonlarından itibaren ülke genelinde düzenlenen iki büyük protesto gösterisi ve bu yılın başlarında biri İsfahan'da ve diğeri Ahvas'ta olmak üzere iki geniş katılımlı protesto gösterisiyle karşı karşıya kalmasından sonra kitlesel protesto gösterilerine yönelik duyulan endişenin devam ettiğini gösteriyor. Tüm bu protesto gösterileri sırasında kolluk kuvvetleri ayaklanmaları bastırmak için ön saflarda yer aldı.

Yeniden yapılanma
Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Tahran rejimi, daha önce olası bir muhalif ayaklanmayı bastırma yeteneğini geliştirmek için iç güvenlik biriminde yeniden yapılanmaya gitmişti. Hamaney, 2009 yılında İstihbarat Bakanlığı'nı tartışmalı cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından başlayan kitlesel protesto gösterilerini etkili bir şekilde bastıramamakla suçladıktan sonra DMO İstihbarat Birimi’ni ayrı bir İstihbarat ve Güvenlik Teşkilatı'na dönüştürme talimatı verdi. O tarihten bu yana DMO, İran'ın ana istihbarat servisi olarak İstihbarat Bakanlığı’nı geride bıraktı.  Bu durum, DMO’nun çevreci eylemcileri casus olarak tutuklaması olayında olduğu gibi iki kurum arasında rekabete ve bir biriyle aynı olan yetkilerin yarattığı sorunlara yol açtı.
Bu durum, İran'ın nükleer programının mimarı olarak görülen nükleer fizikçi Muhsin Fahrizade suikastı ve Natanz Nükleer Tesisi’ni hedef alan sabotaj saldırısı gibi son zamanlarda istihbarat alanında yaşanan büyük başarısızlıklar çerçevesinde özel bir önem kazandı.
Bir biriyle aynı yetkilere sahip olunmasından kaynaklanan bürokratik rekabetin göz ardı edilmemesi gerekse de, yeni yapı ile DMO arasında ve muhtemelen DMO'ya bağlı diğer kurumlar arasında yakın bir işbirliği olması beklenebilir.

İran Devrim Muhafızları Ordusu
Öte yandan yetkililer, DMO için Elburz ili ve Tahran ilinin batı kesimini kapsayan yeni bir komuta bölgesi oluşturmaya çalışıyorlar. Bu değişikliğin, başkent Tahran'dan arabayla bir saatten daha kısa bir mesafede bulunan Elburz ilinin yönetim merkezi olan Kerec kentinde zaman zaman patlak veren protesto gösterileriyle daha iyi başa çıkılabilmesi için yapılabilir.
İsfahan kentinin can damarı olan bir nehrin sularının kuraklık ve suların yön değiştirmesi nedeniyle kuruması, İranlılar arasında öfkeye neden olurken bu öfkelerini protesto gösterileriyle dile getirdiler. İsfahan'da daha önce 2012 ve 2018 yıllarında su sıkıntısı nedeniyle vatandaşlarla güvenlik güçleri arasında çatışmalar yaşanmıştı. Geçtiğimiz Temmuz ayında da Ahvaz’da kanlı protestolar gerçekleşti.
İsfahan’daki protesto gösterileri, çiftçiler tarafından başlatıldı ve daha sonra toplumun çeşitli kesimleri tarafından su politikalarına ve su kıtlığına çözüm bulunamamasına karşı düzenlenen protestolara dönüştü. İran'daki su kıtlığı, bölgeyi etkileyen kuraklık ve yanlış su politikalarından kaynaklanıyor. Su krizi, yağışların azlığı nedeniyle su kaynaklarının tükenmesi ve hidroelektrik barajların inşası ve pirinç, buğday ve şeker kamışı gibi yoğun suya ihtiyaç duran ürünlerin yetiştirilmesi gibi çeşitli nedenlere dayanıyor. Bu durum, tarım arazilerinde su sıkıntısı çeken çiftçilerin, yine su konusunda istikrarsız olan bölgelere göç etmesine ve kitlesel göç krizinin şiddetlenmesine yol açtı.
Eski İçişleri Bakanı Rahmani Fazli, dış mihrakları, İran'ın güneybatısındaki Ahvaz ilinde yaşanan su kıtlığı ve kuraklık krizine karşı düzenlenen protestoları kışkırtmakla suçladı. İran'ın yarı resmi haber ajansı Fars’ın haberine göre Fazli, 25 Temmuz Pazar günü düzenlenen kabine toplantısında yaptığı açıklamada, “Güvenlik birimlerinin ve istihbarat teşkilatlarının yaptıkları araştırmalar sonucunda, dış mihrakların, içerideki ajanların, baş düşmanın ve içerideki bazı akımların, halkın meşru taleplerini suistimal eden müdahalelerde bulundukları ortaya çıktı” ifadelerini kullandı.
Eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani de aynı tarihlerde, ‘olaylarda düşmanın kirli ellerinin olduğuna inandığını’ belirtirken yetkililerin halk protestolarında dile getirilenleri dinlemesi gerektiğini çünkü barışçıl protestoların halkın temel hakları arasında yer aldığını söyledi.
İranlı yetkililer, dış mihrakları ilk kez ülkedeki olaylara karışmakla suçlamıyordu. İran Silahlı Kuvvetleri Sözcüsü Tuğgeneral Ebulfazl Şekarçi de Suudi Arabistan, ABD, İngiltere ve İsrail'in İran'daki protestoları kullanmaya çalışmakla suçlamıştı.
Bu arada Yargı Erki Başkanı Gulam Hüseyin Muhsini Ejei, Ahvaz Cumhuriyet Savcısı ile yaptığı telefon görüşmesinde, protestolar sırasında tutuklananların serbest bırakılmasını talep etti.
Yurtdışındaki aktivistler, Ahvaz’daki Arap şehirlerinde 350'den fazla eylemcinin tutuklandığını belirtirken güvenlik güçlerinin protestoları bastırmak için önleyici bir adımla bazı eski siyasi eylemcileri de tutukladığını vurguladılar.



İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
TT

İran'da iki halef seçimi krizi: Ilımlılık ve aşırılık oyunu

Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)
Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor (Reuters)

Refik Huri

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin helikopter kazasında ölmesi, İran'ı kritik bir dönemde iki halef kriziyle karşı karşıya bıraktı; birincisi zamanından önce gelen cumhurbaşkanının halefi krizi. İkincisi,1979'da İslam Devrimi'nin fitilini ateşleyen İmam Humeyni’den çok daha uzun süre hüküm süren Dini Lider Ali Hamaney'in sağlık durumu sebebiyle zamanı yaklaşan halefini seçme krizi. Hamaney'in halefinin radikal bir din adamı olacağı kesin ve Reisi öne çıkan bir adaydı. Hem Dini Lider hem de Dini Lider’in istediği seçeneğe oy veren Uzmanlar Konseyi çevresinde önemli bir seçenekti. Reisi'nin halefi konusu ise görünürde Reisi, Ahmedinejad ve Hatemi gibi aşırı muhafazakâr veya Rafsancani ve Ruhani gibi reformcu ve ılımlı bir figür olacak din adamı ya da eski Devrim Muhafızları subayı seçeneklerine açık görünüyor.

Sistemin gerçek hesapları arasında hiçbir fark yok. Zira gerçek güç, “ilahi meşruiyete” sahip olan, kayıp ve beklenen “zamanın sahibinin” vekili olan Dini Liderin elinde. Herhangi bir dini rejim gibi, gittikçe daha da aşırılaşma yönünde ilerlemeye mahkûm bir rejimde, Dini Liderin aşırı muhafazakâr olması doğal. Teorik olarak “halk meşruiyetini” temsil eden cumhurbaşkanlığı makamı için muhafazakâr ya da ılımlı adayları seçen de odur. Seçimler, ister iç koşullar isterse dış ilişkilerin görünen yönü olsun, rejimin her aşamadaki ihtiyaçlarına bağlıdır. Dünyada İran’daki “reformcu akımın” başarısı üzerine oynanan bahisler bağlamında yapılan eski ve yeni tartışmalar ise bir nevi kendini kandırmadır. Dini Liderin iradesi olmadan hiçbir reformcu iktidara ulaşamaz. Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi, Hasan Ruhani ve onlardan önce İmam Humeyni'nin ölümünden sonra arkadaşı Ali Hamaney'in Dini Lider konumuna gelmesinde önemli rol oynayan Haşimi Rafsancani'de olduğu gibi, iktidara gelip çizilen kırmızı çizgileri aşmaya çalışan herhangi bir reformcu figür izolasyona mahkumdur.

Hamaney, "bugün ülkenin asıl meselesinin ekonomi ve temel zayıf noktasının da ekonomik mesele" olduğunu düşünüyorsa, Reisi'nin halefi ekonomiye odaklanacak, insanları ekonomik durumdan ve uygulanan sosyal kısıtlamaların sertliğinden kaynaklanan toplumsal memnuniyetsizliklerini azaltmaya ikna edecek ılımlı bir şahsiyet olabilir. Ama bunun aksini düşünenler de var. Bunlara göre Reisi'nin Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, BAE, Katar ve diğerlerine açılma konusunda yaptıkları, ancak ılımlı bir cumhurbaşkanının aksine sorgulanmadan esneklik gösterebilecek katı görüşlü bir cumhurbaşkanı tarafından yapılabilirdi. Pratik olarak Hamaney'in elinde olan anahtar, adayları eleyen ve Reisi'nin aday gösterilmesi sırasında kazanacağı korkusuyla Ali Laricani’nin yarış dışı bırakılmasında olduğu gibi, seçilen adaya tehdit oluşturanların adaylığını önleyen Anayasa Koruma Konseyi'ne ödünç olarak veriliyor. Konsey, eski cumhurbaşkanı Ruhani’nin bile, uzun süredir üyesi olmasına rağmen Uzmanlar Konseyi'ne aday olmaya uygun olmadığına karar vermişti. Bunun nedeni, İmam Humeyni'nin en başından beri İslam Cumhuriyeti'nin en yüksek önceliklerini belirlemiş olmasıdır ve bunlardan en öne çıkanları iki tanedir. Birincisi, "İslam hükümeti velayet ile imanın ikizidir ve düzeni sağlamak bir görev borcudur." İkincisi ise "devrimi ihraç etmek, çünkü rejim kapalı bir ortamda kalırsa kesinlikle yenilgi ile yüzleşecektir." Arap ülkelerindeki Şii milis gruplara “yatırım” yapılması ve Filistin kartına sahip olunmaya çalışılması da bundandır. Bunun hiçbir bölgesel güçte daha önce görülmemiş pratik uygulaması ise Lübnan'da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, özellikle de Hizbullah Tugayları, Seyyid el-Şuhada Tugayı, Kays el-Hazali hareketi, Suriye'de Afganlardan oluşan Fatimiyyun Tugayı ile Pakistanlılardan oluşan Zeynebiyyun Tugayı gibi silahlı mezhepçi ideolojik grupların kurulması, Yemen’de Ensarullah (Husiler), Gazze’de Hamas ve İslami Cihat’ın desteklenmesidir. İran'ın hiçbir şey yapmadan kazanmasını sağlayan da budur. Vekalet ile kazanıyor, vekalet ile savaşıyor ve vekalet ile anlaşıyor. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı ve Dış Politika Programı Direktörü Susan Maloney'nin söylediği gibi, Tahran'ın bölgede bahse girdiği şey bir kaos sistemidir. Maloney İran'ın stratejisini "güçlü düşmanlarına, özellikle de ABD'ye karşı avantaj elde etmenin ekonomik açıdan ucuz bir yolu olarak, asimetrik savaşa yatırım yapmak" olarak tanımlıyor. Sahne çok çelişkili ve Sovyetler Birliği'nde yaşanan ve onun çöküşüne yol açan duruma benziyor; içeride ekonomik zayıflık, dışarıda güçlü nüfuz ve büyük harcamaların yapıldığı askeri güç. Hamaney'in 2003'te İran penceresinden gördüğü kadarıyla bölgedeki sahne şöyleydi; “Washington yeni bir Ortadoğu yaratma konusunda tamamen başarısız oldu. Bölgenin jeopolitik haritasının köklü bir değişim içinde olduğu doğru ama bu ABD'nin değil, direniş cephesinin yararına bir değişim. Evet, Batı Asya'nın jeopolitik haritası değişti ama direnişin lehine olacak şekilde değişti.” Dahili sahneye gelince, zorlu ekonomik durumdan duyulan memnuniyetsizlik nedeniyle halk seçimlere katılma konusunda isteksiz. Kadınlara başörtüsünün dayatılmasına, sosyal davranışlar ve giyim üzerindeki kısıtlamaların sıkılaştırılmasına karşı gösteriler düzenleniyor. Son parlamento seçimlerine seçmenlerin ancak yüzde 41'i katıldı. Başkent Tahran'da bu oran yüzde 19'du.Türk analist Murat Yetkin, "İran rejimi uzun menzilli füzeler üretebiliyor ama Cumhurbaşkanı Reisi'nin uçağının yerini tam olarak belirleyemiyor" derken abartmıyordu. Aslında İran'ın uçağın düşüşüne ilişkin hikayesi hâlâ eksik. Dahası kazanın gerçek nedenleri, teknik neden veya sisten mi kaynaklandığı, yoksa sabotaj sonucu mu olduğu gibi sorular cevapsız kalacak kadar boşluklarla dolu. Resim net değil; cumhurbaşkanının uçağı düşerken kendisine eşlik eden iki uçak Tebriz'e dönüş yolculuğuna nasıl devam edebildi? Reisi'nin dini lider konumuna gelmesini engellemek için biri bir komplo mu kurdu? Cenaze törenlerinde Şiiliğin abartılı tezahürleri, soruları gülünç hale getirmeye yönelik bir çaba mıydı?

Totaliter rejimlerde gerçeği bilmek zordur. Ancak içeride baskı ve disipline, bölgede ise kaosa bel bağlayan İslami rejim, din adamları ve Devrim Muhafızları arasında karma bir rejim haline geldi. Devrim Muhafızları, Reisi'nin halefinin seçiminde önemli, Hamaney'in halefinin seçiminde ise daha büyük bir rol oynuyor.