Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (2): Muhalefet Mursi’ye karşı nasıl birleşti?

Eski Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi: 30 Haziran Devrimi’nden sonra Suudi Arabistan’ın gösterdiği çaba sayesinde AB yaptırımlarının önüne geçildi.

Nebil Fehmi ve Savunma Bakanı Abdulfettah’ın Moskova ziyaretinden bir kare
Nebil Fehmi ve Savunma Bakanı Abdulfettah’ın Moskova ziyaretinden bir kare
TT

Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (2): Muhalefet Mursi’ye karşı nasıl birleşti?

Nebil Fehmi ve Savunma Bakanı Abdulfettah’ın Moskova ziyaretinden bir kare
Nebil Fehmi ve Savunma Bakanı Abdulfettah’ın Moskova ziyaretinden bir kare

Eski Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi ‘Olayların Merkezinde’ başlıklı hatıratının ikinci bölümünde, Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetimine karşı gerçekleştirilen 25 Ocak Devrimi’ne giden süreci anlatıyor. Fehmi’ye göre, Mübarek iktidarının son evrelerinde yönetimdeki görevlerini ihmal etmeye başlamıştı. Yönetimi, Ulusal Demokrat Parti ve kendisine yakın kadrolara bırakan Mübarek, genelde olayları izlemekle yetiniyordu. Bu durum çözüm bekleyen siyasi toplumsal meselelerin birikmesine ve yönetim zaafına yol açtı.  
Akil Adamlar Heyeti içinde yer alan Fehmi, Mübarek’in düşüşünden sonra yönetimi devralan Yüksek Askeri Konsey üyelerinin asker kökenli olmaları hasebiyle siyaset işleyişini kavramakta güçlük çektiklerini belirtiyor.  
Fehmi ayrıca Müslüman Kardeşler kökenli Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandıktan sonra yaptığı hataları ve ideolojik devlet anlayışına karşı ulusal devleti savunan muhalefetin kendisine karşı nasıl birleştiğini ele alıyor.   
Mursi'nin düşüşü ile Abdulfettah Sisi'nin cumhurbaşkanlığına gelişi arasındaki süreçte Fehmi, Hazım el-Beblavi hükümetinde dışişleri bakanı olarak görev aldı. Bu dönemde Müslüman Kardeşler hareketinin yoğun protestolarına, Rabia ve Nahda olaylarına tanık oldu. Mısır’daki kargaşanın uluslararası arenadaki yansımalarını yakından takip eden  Fehmi, içeride yaşananların Mısır’ın dış ilişkilerine olumsuz yansımaması için yoğun çaba sarf ettiğini ifade ediyor. Dışişleri bakanı olarak Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve ABD ile yaşanan yoğun mesaiye dair aktarımlar yapıyor. Suudi Arabistan’ın bu süreçte Kral Abdullah bin Abdulaziz’in talimatıyla, özellikle Fransa üzerinde, Avrupa Birliği tarafından Mısır’a yaptırım uygulanmaması için ciddi baskı kurduğunu yazıyor. Nebil Fehmi’nin doğrudan aktarımları şöyle:  
Hüsnü Mübarek iktidarının son on yılında, tüm siyasi değişim çağrılarına kulağını tıkamış durumdaydı. Aynı zamanda sanki yönetmekten sıkılmıştı, sahip olan ama yönetmeyen biri gibiydi. Ülkenin idaresini hükümetteki Ulusal Demokrat Parti ve kendisine yakın kadrolara teslim etmiş sadece uzaktan izliyordu. Bu durum siyasi ve sosyal sorunların birikmesine ve askıda kalmasına neden oldu. Nitekim üst yönlendirme olmadığından çözüm yolları tıkanmış ve yönetim zaafı doğmuştu.  
Polis Bayramı'nın kutlandığı 25 Ocak 2011'de Kahire'de ve bazı illerde binlerce kişi "Olağanüstü hale hayır’’, ‘’İşkenceye Hayır" sloganları atarak protesto gösterileri düzenledi. Güvenlik güçlerinin Süveyş’teki gösterilere müdahalesinde can kayıpları oldu. Bu durum büyük bir galeyana yol açtı ve güvenlik politikaları ile genel olarak devleti protesto etmek amacıyla 28 Ocak’ta ‘Öfke Cuma’sı’ çağrısı yapıldı. Tunus’ta birkaç hafta önce  Zeynelabidin bin Ali yönetimini sonlandıran Yasemin Devrimi’nin yaşanmasının, gösterilere katılımın bu kadar yoğun olmasında etkisi olduğu yadsınamaz.  
"Öfke Cuma'sı" gösterilerinde "Halk rejimin düşmesini istiyor" sloganları yükselmekteydi. O günün ciddi olaylarından sonra, 29 Ocak’ta , çoğunluğu herhangi bir siyasi tarafla bağlantısı olmayan bir grup bağımsız şahsiyet, güncel gelişmeleri görüşmek üzere bir araya geldi. Akşam üzeri, Dışişleri Bakanı ve daha sonra Arap Birliği Sekreteri olan arkadaşım Nebil el-Arabi ile yaptığımız sohbet sonrasında bu gruba katılmaya karar verdik. Daha sonra medyada Akil Adamlar Heyeti olarak tanınacak olan grubun 12. üyesi olmuştum. Heyette İbrahim el-Muallim, Ahmed Kemal, Yahya el-Cümel, Nebil el-Arabi, Amr Musa, Mirvet Telavi, Necip Savirs, Amr Şubeki, Vahid Abdulmecid, Muhammed el-Adl, Halid Yusuf gibi isimler yer almaktaydı.    
5 Şubat'ta Akil Adamlar Heyeti, Nebil el-Arabi ile Avukat Ahmed Kemal Ebulmecd'i, Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman’la görüşüp krizin çözümü için bir yol haritası sunmak için görevlendirdi. Nebil el-Arabi'nin anlatımına göre, Ömer Süleyman yapılan önerileri ilgiyle dinledi, ancak Hüsnü Mübarek’e yönetimi bırakmasını teklif edemeyeceğini, diğer önerileri ise inceleyeceklerini söyleyerek görüşmeden ayrıldı. Ebulmecd ve Nebil el-Arabi Başbakan Ahmed Şefik ile de bir görüşme gerçekleştirdi, bu görüşmeden de somut bir şey çıkmadı. Yaklaşık bir hafta geçtikten sonra Hüsnü Mübarek krizin çözümü için yapılan önerileri dikkate alacağını açıkladı ve bir dizi reform taahhüt etti ancak Akil Adamlar Heyeti’ne bir göndermede bulunmadı. Mübarek’in reform taahhüdü zamanlama itibarıyla gecikmeliydi, çünkü kamuoyu göstericilerden yana tavır takınmaya başlamıştı ve göstericiler de Mübarek’in yönetimi bırakmasını şart koşmaktaydı.11 Şubat'ta Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman televizyondan yaptığı açıklamada Hüsnü Mübarek'in istifa ettiğini ve geçiş sürecinde yönetimi Yüksek Askeri Konsey’e bıraktığını duyurdu. Bu karar Mısır genelinde kutlamalarla karşılandı.  
25 Ocak Devrimi, Ortadoğu’da etkin rolü olan Mısır’ı tüm dünyanın ilgi odağı haline getirdi. Tahrir Meydanı, uzun yıllar otoriter merkezi hükümetlerin ardından, halkın katılımıyla bir yönetim modeli imkanına işaret etmesi dolayısıyla sembol haline geldi.  
Yüksek Askeri Konsey, kendini son derece karmaşık ve değişken bir siyasi sürecin içinde buldu. Konsey üyeleri asker kökenli olmaları hasebiyle siyasetten anlamadıkları için bu yeni durum karşısında ne yapacaklarını, nasıl bir denetim sağlayacaklarını bilmiyorlardı ve zaman zaman bunu itiraf etmekten de çekinmiyorlardı. Ulusal güvenlik konularına uzun süredir devam eden ilgim ve Mısır'ın Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisi olarak hizmetim nedeniyle, Askeri Konseyin birçok üyesi, geçmişte çeşitli Mısır delegasyonlarında veya büyükelçilikte emrim altında görev yapmıştı. Bu arkadaşlar ülkedeki durumu tartışmak ve geçiş sürecinin seyri ile ilgili tavsiyelerimi dinlemek için düzenli olarak Garden City’deki dairemde beni ziyaret ettiler. Önerilerimin çoğu kanaatlerine aykırıydı, ancak tartışmalar her zaman samimi, açık sözlü ve yapıcı oldu. 
Askeri konsey, devlet işleyişinin normale dönmesi umuduyla seçim sürecini bir an önce tamamlamayı tercih etti. Konsey üyesi arkadaşlarım bu konuda şüpheliydiler. Fakat konseyin büyük çoğunluğu, ordunun ülkede güvenliği sağlamakla görevli olduğunu, siyasi sistemi ve bu sürece eşlik eden diyalog ve tartışma mekanizmalarını kurmak için eğitilmediğini düşünüyordu. Onlara göre, Askeri Konseyin önceliği güvenlik ve istikrarı sağlamaktı. 
2012'de anayasanın onaylanmasının ardından cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı ve 30 Haziran 2012'de Müslüman Kardeşlerin adayı Muhammed Mursi seçimi kazandı. Hem mensubu olduğu Müslüman Kardeşleri hem de seçilmesinden memnun olmayan Mısır toplumunun geri kalanını temsil etmeliydi ancak bunu başaramadı. Mursi ve kadroları, halkın saygısını ve desteğini alan silahlı kuvvetler başta olmak üzere, devletin çoğu kurumu ile çatışma yoluna gitti. Göreve geldikten kısa süre sonra silahlı kuvvetlerin mali işler başkanını çağırarak, ordunun bütçesine dair hesap sordu. Tabi bu ilkesel olarak anlaşılabilir bir şey, ancak zamanlaması itibariyle, ordunun etkisini kırmaya yönelik bir mesaj olarak görüldü.  
Mısır ordusunun, İsrail'den Sina Yarımadası'ndaki topraklarını geri aldığı 6 Ekim zaferinin yıldönümü kutlamalarında Mursi, bir kritik hata daha yaptı. Kutlamalara aralarında Cumhurbaşkanı Enver Sedat’a düzenlenen suikasta karışmış olanların da olduğu aşırılık yanlısı İslamcıları davet etti. Ordu içinden üst düzey yetkililer daha sonra bana, bu hareketi bir hakaret olarak algıladıklarını aktaracaktı. Mısır kamuoyu bu daveti, şiddet yanlısı aşırı İslamcıları meşrulaştırma niyetinin bir işareti olarak yorumladı.  
Cumhurbaşkanı Mursi, kutlamadan birkaç gün sonra cumhuriyet başsavcısını görevden azletme kararı aldı. Bu karar, cumhurbaşkanının bir bütün olarak yargı kurumuna yönelik müdahalesine şüphelenen yargı çevrelerini öfkelendirdi.  
Kasım 2012'de cumhurbaşkanı, kendisine mutlak yetkiler veren ve yalnızca mevcut anayasanın değil, Mısır'ın daha önce bildiği tüm anayasaların da tam bir ihlalini temsil eden bir anayasa bildirgesi yayınladı. Bu bildirgeye yönelik protestoların artmasıyla birlikte, ülkedeki liberaller, solcular ve insan hakları aktivistleri bir araya gelerek, sivil hakları korumak için Ulusal Kurtuluş Cephesi'ni kurdu.  
Sonuç olarak Mursi'nin siyasi hataları, muhalefeti kendisine karşı birleştirdi ve iktidardan düşmesine neden oldu. Mısır halkı, ideolojik bir yönetimi sakıncalı bulduğu için Müslüman Kardeşlerin yönetime tamamen hâkim olmasına göz yummadı. Tüm ordularda olduğu gibi, Mısır ordusunun da olağan dışı koşullara müdahale etmek, dış tehditlerle başa çıkmak ve iç kargaşa yaşanması durumunda, devletin güvenliğini ve istikrarı sağlamak için acil durum planları vardır. Ordu, 30 Haziran 2013 gösterileri öncesinde kararlı bir şekilde hareket ederek ülkenin çeşitli yerlerinde stratejik noktaları kontrol altına aldı. 
3 Temmuz 2013'te Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi, halkın talebi üzerine Muhammed Mursi’nin görevden azledildiğini, anayasanın askıya alındığını ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur’un geçici başkan olarak atandığını duyurdu. Televizyonlardan canlı yayınlanan duyuruda, Sisi’nin yanında kuvvet komutanları, Ezher şeyhi, Ortodoks kilisesi patriği, liberal ve selefi partilerin liderleri hazır bulunmaktaydı. 3 Temmuz açıklamasının hemen ardından ülkenin birçok yerinde İhvan üyeleri ve destekçileri tarafından şiddetli protestolar düzenlendi. Gösteriler Kahire’deki Rabia Meydanı ve Giza’daki Nahda Meydanı’nda yoğunlaştı.  
Ordunun büyük rol oynadığı yol haritasının açıklanmasına katılan çok sayıda siyasi şahsiyetin yanı sıra Muhammed El Baradey ile yeni hükümetin kurulması için çok sayıda istişare gerçekleştirildi. 30 Haziran olaylarından sonra Mısır'ın ilk hükümetini kurmak için yapılan istişareler, kendisini dünyaya zengin bir mirasa ve sağlam dini geleneklere sahip ılımlı bir sivil devlet olarak sunmaya çalışan Mısır'daki siyasi sahnenin karmaşıklığını yansıtıyordu. Bu süreçte Baradey benimle temasa geçti, başbakan adayı Hazım el-Beblavi'nin teklif etmesi durumunda dışişleri bakanı pozisyonunu kabul edip etmeyeceğimi sordu. Çok gönüllü olmadığımı ama Beblavi ile görüşüp teklifini açık fikirli bir şekilde dinleyeceğimi söyledim. Bunu memnuniyetle karşılayarak, "ikimiz de geçmişte hükümete katılmayı reddettik, şimdiyse birlikte katılacağız gibi görünüyor" dedi. 
14 Temmuz 2013'te Beblavi'den, dışişleri bakanı pozisyonu ile ilgili görüşme yapmak üzere çağrı aldım.  Beblavi ile görüşmemiz gayet dostane geçti. Bir sonraki görüşmede, kendisine dış politika vizyonumu sundum. Bana teşekkür etti ve toplantının ardından medya mensuplarına dışişleri bakanı pozisyonunu kabul ettiğimi duyurmamı istedi. Ramazan ayının ilk günü olan 16 Temmuz'da, çoğunluğu teknokrat olan yeni hükümet Cumhurbaşkanı Adli Mansur'un huzurunda yemin ederek göreve başladı.  Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi üç başbakan yardımcısından biri olarak kabinede yer almaktaydı. Başbakan Hazım el-Beblavi İhvan üyelerine bakanlık teklif ettiğini ancak reddettiklerini söyledi.  
Hükümetin iftar saatine kadar uzayan ilk toplantısına Cumhurbaşkanı Mansur başkanlık etti. Önümüzde zorlu bir sürecin olduğu açıktı, devlet kurumlarının acil bir hızla yeniden harekete geçirilmesi gerekiyordu. Gergin ve değişken bir ortamda hükümet zor şartlar altında çalışmalıydı, tarihsel bir sorumluluk taşıyorduk, değişim özlemlerini göz ardı etmeden istikrar için halk desteğini harekete geçirmek gerekiyordu. İhvan destekçilerinin ve kaosu fırsat olarak görenlerin şiddet olaylarını sınırlandırmalı ve bu arada uluslararası baskılarla uğraşmalıydık. Ülkede güvenlik sorunları yaşanmaktaydı, dışişleri bakanı olarak bu meselelerle doğrudan ilgilenmedim, güvenlik ve istikrarın sağlanması için, savunma ve içişleri bakanlığı ile istihbarat teşkilatı yoğun mesai harcadı.  
Yeni hükümetin göreve başlamasının ardından Muhammed el-Baradey, İhvanla yaşanan gerginlikleri çözüme ulaştırma girişimlerine öncülük etti. Ancak bir süre sonra güvenlik güçleri ile Müslüman Kardeşler arasında çatışmaların yaşanması bu çabalarını sekteye uğrattı. Sonuç olarak ya Mursi geri dönecek ve Müslüman Kardeşler tekrar başa geçecekti ya da 3 Temmuz’da açıklanan yol haritası uygulanacaktı. Bu süreçte iç ve dış arabuluculuk girişimlerinin sonuçsuz kalacağı ortaya çıktı.  
Hükümet toplantısından birkaç gün sonra, Başbakan Hazım El-Beblavi ve İçişleri Bakanı Muhammed İbrahim Milli Güvenlik Kurulu’na, Rabia ve Nahda meydanlarındaki gösterileri dağıtma kararı aldıklarını bildirdi. Milli Güvenlik Kurulu, Adli Mansur başkanlığında düzenleniyordu, kurulun üyeleri; Başkan Yardımcısı Muhammed el- Baradey, Başbakan ve Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi, İçişleri Bakanı Muhammed İbrahim, Genelkurmay Başkanı Sıdkı Subhi ve askeri yetkililerdi. Öneriyi dinledik ve tartıştık, nihayetinde gösterilerin dağıtılması kararı verildi. 14 Ağustos 2013'te polis öncülüğündeki güvenlik güçleri oturma eylemlerini dağıtmak için müdahalede bulundu. Hükümet kaynakları, Rabia ve Nahda meydanlarında silahlı protestocular ile polis güçleri arasında yoğun bir çatışma yaşandığını duyurdu. Müdahale, çok sayıda Müslüman Kardeşler üyesi ve güvenlik gücü mensubunun ölümüyle sonuçlandı. 
Dışişleri bakanı olarak durumun dış yansımalarıyla yüzleşmek için birkaç adım atmaya karar verdim. Attığım ilk adım, iç ve uluslararası kamuoyuna hitap ederken, görüşlerimin ve verdiğim rakamların doğru bilgiler içermesini sağlamaya yönelikti. Biraz zaman kaybedecektim ancak dünya kamuoyunun Mısır'ın açıklamalarına güvenmesi için bu son derece gerekliydi.  
Ardından, Rabia ve Nahda meydanlarındaki olaylar dahil olmak üzere, Mursi yönetiminin devrilmesinden sonraki süreçte yaşanan güvenlik sorunları ve can kayıplarıyla ilgili olayları araştırmak üzere Yargıç Fuad Riad başkanlığında bağımsız bir komisyonun kurulmasını önerdim. Bu öneri bakanlar kurulu tarafından onaylandı. Bu soruşturma komisyonunun olaylarla ilgili verileri, bugüne kadarki en kapsamlı ve nesnel rapor olmaya devam ediyor. 
Birincisinden daha az önemli olmayan ikinci hedefim, bu olayların uluslararası arenada tartışılıp Mısır devleti karşıtı bir tutuma neden olmasını engellemekti. 2013 yazında, Mısır'ın New York'taki Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi, Mısır'daki durumu görüşmek üzere bir BM Güvenlik Konseyi toplantısı düzenlemeye yönelik hamleler olduğunu bana bildirdi. Bu durumu ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'ye sorduğumda, girişimin Fransa’dan geldiğini söyledi. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius ise girişimin arkasında ABD ve İngiltere olduğunu ısrarla vurguladı. Girişimin kim tarafından yapılacağını öğrenmekle ilgili daha fazla vakit kaybetmeden, veto etmelerini garanti altına almak için Rus ve Çinli yetkililerle istişarelerde bulundum.  
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun Eylül 2013'teki toplantıları, dünyanın çeşitli ülkelerinden üst düzey katılım ışığında Mısır diplomatik hareketinin yeni bir aşamasını başlatmak için en uygun yerdi. Savunma yerine hücumu benimseyen bir diplomasi sergilemek niyetindeydik. Mısır’ın bölgesel ve uluslararası düzeyde aktif rolünü yeniden kazandığına dair güçlü bir mesaj vermek istiyorduk. Mısır heyetine Cumhurbaşkanı Adli Mansur’un başkanlık etmesi tartışıldı, ancak heyetin dışişleri bakanı düzeyinde olması kararlaştırıldı.  
21 Eylül 2013'te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) toplantılarına katılmak için New York'a gittim. BM genel merkezinin önünde, yeni rejime muhalif olanlarla destekleyenler gösteri düzenlemekteydi. BM Mısır Daimi Misyonundan, Genel Kurul'un hazırlık görüşmeleri hakkında bilgi aldım. Bu bilgiler arasında, New York'taki Türk heyetinin Mısır'ın katılımı konusunda şu ana kadar herhangi bir açıklama yapılmadığını içeren kısa bir rapor da bulunmaktaydı. Toplantılara katılacak Türk heyeti tam olarak gelene kadar gelişmeleri yakından ve temkinli takip etme kararı aldık.  
BMGK toplantılarına katılan delegasyon başkanları için ABD başkanının ev sahipliğinde düzenlenen geleneksel resepsiyonda, Obama beni bir kenara çekti, Mısırlıların Mursi'nin yönetiminden duyduğu rahatsızlığı anladığını, ancak ABD Başkanı olarak, demokratik bir yönetim sağlanana kadar Mısır’a yapılan askeri yardımları askıya almak zorunda olduğunu söyledi. Bu pozisyonunu ertesi gün BMGK’ya hitaben yapacağı konuşmada açıklayacağını belirtti. Ben de özellikle açıklamanın yapılacağı yere ve zamana itiraz ederek; Mısır’ın ulusal güvenlik ihtiyaçlarının stratejik nitelikte olduğunu hatırlattım ve yardımların Amerika Birleşik Devletleri tarafından sürdürülebilir olması garanti edilmezse başka kaynaklara yönelmek zorunda kalabileceğimizi ifade ettim. Böylesi bir durumda konuşmanın akabinde bunu kabul edilemez bulduğumuzu basına açıklayacağımı belirttim.  
30 Haziran 2013'ten sonra Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz düşmanca olmasa da kırılgandı ve geçiş dönemi boyunca hassas bir şekilde ele alınması gerekiyordu. Başta Fransa, İspanya, İngiltere, Yunanistan, İtalya ve Almanya olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri bizimle tam olarak hemfikir olmasalar da görüşlerimizi duymaya hevesli olduklarını gözlemledim. Mısır Fransa ile ilişkilerinde Suudi Arabistan’dan çok önemli bir destek aldı. 30 Haziran olaylarına müteakip, Kral Abdullah bin Abdülaziz'in talimatı üzerine Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud El Faysal, ülkesinin Mısır'daki yeni rejime tam destek sunduğunu Fransa’ya bildirdi. Mısır’daki yeni rejimin kategorik olarak reddedilmemesi ve Avrupa Birliği tarafından baskı yapılmaması yönünde uyardı. Fransızlarla konuşmadan önce benimle temasa geçen bakana, yaklaşımı ve bireysel çabalarından duyduğum memnuniyeti ifade ettim.  
Suudi temasından sonra, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton birkaç defa Mısır’ı ziyaret etti. Görüş ayrılıklarımız olsa da bir süre sonra Mısır yönetimi ile Müslüman Kardeşlerin uzlaşamayacağını anladı. Nitekim Muhammed Mursi hala cumhurbaşkanlığı görevine dönmekte ısrar ediyordu.  
Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz, bazı çekinceler ve zaman zaman yaşanan gerginliklere rağmen, yavaş yavaş istikrar kazandı. Bazı birlik üyeleri Avrupa Konseyi'nin seçimleri gözlemlemek için delegasyon gönderme kararını tersine çevirmeye çalıştığında, Ashton ile soğuk bir konuşma yapmak zorunda kaldım. AB’nin sürekli demokratik sistem inşasından bahsettiğini, buna rağmen gözlemci göndermemelerinin anlaşılabilir olmayacağını belirttim. Ashton bazı İskandinav ülkelerinden gelen baskılara rağmen, gözlemcilerin katılmasını sağladı.  
Mısır’da Mursi'nin devrilmesinin ardından, seçimlere kadar sürecek geçiş döneminin 12 ay sürmesi planlanıyordu.  
Ocak 2014'te yeni anayasanın onaylanmasının ardından şiddet olayları patlak verince, Cumhurbaşkanı Adli Mansur, anayasada belirtilenin aksine cumhurbaşkanlığı seçimlerinin parlamento seçimlerinden önce yapılmasına karar verdi. Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi geçerli oyların %96,91'ini alarak 8 Haziran 2014'te cumhurbaşkanı olarak yemin etti. 
Sisi seçildikten sonra, Mısır'ın Afrika Birliği'ne dönüşü ve dış politika ile ilgili meseleleri tartışmak için onunla temas halinde oldum. Yeni hükümetin kurulması beklenenden uzun sürmüştü, internet haberlerinden yeni kabinede yer almadığımı öğrendim. Benim için beklenmedik bir haber olsa da çok zor koşullarda başardıklarımla mutlu olduğum için rahatlamıştım.  

Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (1): ABD, Hüsnü Mübarek’in yerine hangi adayları destekledi?



IKBY’nin yeni Irak parlamentosu karşısındaki ikilemi

Irak Başbakanı Sudani’nin destekçileri, Bağdat'ta seçimlerin ön sonuçlarının açıklanmasının ardından sevinç gösterisinde bulunurken, 12 Kasım 2025 (AFP)
Irak Başbakanı Sudani’nin destekçileri, Bağdat'ta seçimlerin ön sonuçlarının açıklanmasının ardından sevinç gösterisinde bulunurken, 12 Kasım 2025 (AFP)
TT

IKBY’nin yeni Irak parlamentosu karşısındaki ikilemi

Irak Başbakanı Sudani’nin destekçileri, Bağdat'ta seçimlerin ön sonuçlarının açıklanmasının ardından sevinç gösterisinde bulunurken, 12 Kasım 2025 (AFP)
Irak Başbakanı Sudani’nin destekçileri, Bağdat'ta seçimlerin ön sonuçlarının açıklanmasının ardından sevinç gösterisinde bulunurken, 12 Kasım 2025 (AFP)

Rustem Mahmud

Irak’taki son parlamento seçimlerinin sonuçlarına göre Irak'ta yeni siyasi harita şekillendi, ancak Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) ‘tedirgin bir hava’ hakim. Genel sonuçlar, IKBY’deki siyasi blokların yeni iktidar kurumlarının oluşturulması mekanizması üzerinde anlaşabilecekleri veya Erbil ile Bağdat hükümeti arasında bekleyen ekonomik, siyasi ve idari konularda uzlaşmaya varabilecekleri ‘baskın’ bir parlamento bloğunun ortaya çıkmasını sağlayamadı.

Sonuçlar ayrıca, IKBY’deki başlıca iki parti arasında (Kürdistan Demokrat Partisi/KDP ve Kürdistan Yurtseveler Birliği/KYB) sıkı bir rekabet olduğunu ve IKBY’nin ana muhalefet kanadının aleyhine güç kazandığını gösterdi. Bu durum, bölgedeki iki ana partinin aylardır beklenen yerel yönetimi kurma becerisi önünde ek bir engel oluşturacak.

Merkezin dağılımı

IKBY, yirmi yılı aşkın bir süredir, yeni Irak'taki siyasi sürecin temelinin ‘konsensüs’ olduğunu vurgulayarak merkezi hükümetle ilişkilerini yönetiyor. Irak’ta daha önceki hükümetlerin kurulması öncesinde yapılan müzakere maratonları sırasında Kürt siyasi güçler, iki düzeyde müzakere ve siyasi konsensüs üzerinde ısrar ettiler. Bunlardan birincisi, yeni Irak'taki uzlaşmacı/dağılımcı siyasi geleneklere uygun olarak, cumhurbaşkanı ve meclis başkanını seçmek ve hükümeti kurmak için en büyük bloğu oluşturmak amacıyla, parlamentodaki çeşitli güçler arasında genel bir uzlaşı sağlanmasıydı. İkincisi ise, yeni hükümeti kuracak parti ile IKBY arasında, yeni hükümetin görev süresi boyunca ele alınması gereken çözülmemiş konular üzerinde ikili bir uzlaşıya varılmasıydı.

Eski Başbakan Nuri el-Maliki’nin hükümeti döneminde (2006-2014), ve ardından Başbakan Hayder el-İbadi, Adil Abdulmehdi, Mustafa el-Kazımi ve Muhammed Şiya es-Sudani hükümetleri döneminde, bu ikili anlaşma, Irak'taki en popüler üç Şii siyasi akımdan oluşan ve Bağdat hükümetini destekleyen dengeli bir parlamento bloğunun varlığı sayesinde oldukça sorunsuz bir şekilde ilerledi. Irak İslam Yüksek Konseyi, Sadr Hareketi ve Davet Partisi, bu çeşitli aşamalarda ‘Şii Evi’ olarak bilinen çatı altında örgütlendi. Bu yıllar boyunca, başlıca Şii partilerinin elde ettiği sonuçlara bakılmaksızın ve içeride yaşanan birçok çelişkiye rağmen, hükümeti destekleyen ve oluşturan bu parlamento şemsiyesi altında birleşmişlerdir. Kürdistan Bölgesi'ndeki siyasi güçler, bölgeyle ilgili çözülmemiş meseleler konusunda onlarla anlaşmaya varmışlardır, ancak bölge, bu anlaşmaların daha sonra uygulanmamasından her zaman şikâyet etti.

IKBY, yirmi yılı aşkın bir süredir, yeni Irak'taki siyasi sürecin temelinin ‘konsensüs’ olduğunu vurgulayarak merkezi hükümetle ilişkilerini yönetiyor.

Şu anda, böylesine sağlam bir blok oluşturmak son derece zor görünüyor. Mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin liderliğindeki (İmar ve Kalkınma İttifakı) bloğun, mevcut parlamentonun şeklini belirlemede etkili olması bekleniyordu, ancak sadece 46 sandalye, yani parlamentodaki toplam sandalyelerin yaklaşık yüzde 15'ini kazanabildi. Böylece İran'a yakın geleneksel Şii bloğa karşı, kazanan Sünni ve Kürt güçlerle ittifak kurarak bir ‘ulusal kutup’ oluşturması imkansız hale geldi. Önceki parlamento seçimlerinde Sadr Hareketi bu sayının neredeyse iki katını kazanmış ve Sünni ve Kürt topluluklarındaki iki ana parti ile ittifak kurmuştu. Sadr Hareketi destekçileri ile rakip Şii güçleri destekleyen Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) arasındaki gerilim doruk noktasına ulaşırken Sadr Hareketi, parlamento çoğunluğunu oluşturmayı başaramadı.

xcdvfg
Irak'ın Musul kentinde parlamento seçimleri için sandıklar kapandıktan sonra bir oy verme merkezinde seçim görevlileri, 11 Kasım 2025 (Reuters)

Ancak Kürt güçleri bu bağlamda birkaç temel ikilemle karşı karşıya kalacak. Koordinasyon Çerçevesi güçleri, parlamento gücü açısından kabaca eşit olan gruplara bölünmüş durumda. Asaib Ehlil Hak’ın siyasi cephesini oluşturan Sadikun ve din adamı Ammar el-Hekim liderliğindeki Ulusal Bilgelik Hareketi'ni temsil eden Devlet Güçleri gibi bloklar eski Başbakan Nuri el-Maliki liderliğindeki Davet Partisi ve Hadi el-Amiri liderliğindeki Bedir Örgütü, 15 ile 25 sandalye arasında değişen, neredeyse eşit parlamento yüzdeleri elde etti. Dolayısıyla aralarında net bir siyasi program ve plan üzerinde anlaşmaya varmaları uzun zaman alacak gibi görünüyor. IKBY ile ilgili çözülmemiş meseleler konusunda tek ve net bir tutum belirlemekte zorlanacaklar ve çoğu hem IKBY’de hem de Sünni çevrelerde rakiplerinin ‘iç siyasi çelişkilerini’ istismar etmeye çalışacak.

Kürt güçleri için bir başka ikilem ise, mevcut parlamentoda “ulusal” bir iç muhalefetin bulunmaması olacak. Sadr Hareketi'nin boykotu ve ülkedeki tüm sivil ve milliyetçi güçlerin, solcu, sivil ve Ekim 2019 ayaklanmasını destekleyen partiler de dahil olmak üzere, uğradığı ağır kayıplar, IKBY’nin taleplerine ‘karşı çıkan’ güçlere ivme kazandıracak.

Koordinasyon Çerçevesi güçleri, parlamento blokları açısından neredeyse eşit olarak bölünmüş durumda.

Müzakere stratejisi

Kürt bir siyasi kaynak, Al Majalla’ya yaptığı uzun açıklamada, net ve kesin anlaşmalar sağlanana kadar ‘engelleyici üçlü’ içindeki konumu çerçevesinde yeni parlamento seçimlerinin ardından ortaya çıkan siyasi dengelerle başa çıkmayı sağlayacak öncelikli vizyonu açıkladı.

Kaynak, şunları söyledi:

“Sadr Hareketi’nin bundan dört yıl önce eski Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi liderliğindeki Tekaddum (İlerleme) Partisi ve KDP ile oluşturduğu üçlü koalisyon, parlamentodaki koltukların yarısından fazlasını elinde bulunduran bir blok oluştururken, İran'a yakın partiler ve Haşdi Şabi’yi destekleyen partiler, Federal Yüksek Mahkeme'yi, cumhurbaşkanının seçiminin ancak parlamento üyelerinin üçte ikisinin hazır bulunması halinde yapılabileceğine dair bir karar vermeye zorladı. Bu karar, onlara, yarıdan bir fazla çoğunluk bile olsa, yeni bir hükümet kurulmasını engelleme imkânı verdi, bu da üçlü ittifakın başarısız olmasına neden oldu. Böylece Sadr Hareketi siyasi süreçten uzaklaştı. Bugün, aynı mekanizma bu geleneği başlatan güçlere karşı kullanılabilir. Bloklar ve ittifaklara ilişkin ön rakamlara göre partilerin çatısı altında birleştiği Koordinasyon Çerçevesi, Tekaddum Partisi ve KYB, parlamentoda basit çoğunluğu oluşturabilecek, ancak bu, üçte iki çoğunluğu oluşturmak ve böylece bir cumhurbaşkanı seçmek ve yeni bir hükümetin kurulmasının önünü açmak için yeterli olmayacak.”

Koordinasyon Çerçevesi, Tekaddum Partisi ve KYB, parlamentoda basit çoğunluğu oluşturabilecek, ancak bu, üçte iki çoğunluğu oluşturmak ve böylece bir cumhurbaşkanı seçmek ve yeni bir hükümetin kurulmasının önünü açmak için yeterli olmayacak.

Kaynak, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu gerçekleşmeyecek, çünkü bu açıkça ilan edilmemiş ittifaka karşı çıkan ve yeni bir başbakan belirlemek için gerekli çoğunluğu oluşturmaya izin vermeyecek olan başka parlamento blokları da var. Bu da ülkede yeni bir hükümetin kurulmasını engelleyecek. Şii kanadında, 46 sandalyeye sahip mevcut Başbakan Sudani’nin lideri olduğu İmar ve Kalkınma İttifakı yer alıyor. KDP 27 sandalyeye sahip ve Halbusi'nin lideri olduğu Tekaddum Partisi’ne karşı çıkan iki Sünni bloktan Hasm İttifakı ve Azm İttifakı’nın da yer aldığı sünni listelerle birlikte yaklaşık sandalyeye sahipler, bu da parlamentodaki toplam sandalye sayısının (329 sandalye) üçte birinden fazlasına denk geliyor.

Bu blok içinde Sudani’nin 46 milletvekili, KDP’nin 27 sandalyesi ve Takaddum karşıtı Sünni listelerle beraber toplamda yaklaşık 120 milletvekili bulunuyor. Bu da üçte birden fazla sandalye anlamına geliyor.

Bu sayede, koalisyonu en küçük ayrıntılara kadar uzun uzun müzakere etmeye zorlayabilirler. Ancak bunun için birincisi, merkezi bloğun, 2010 yılında eski Başbakan İyad Allavi'nin bloğuna yaptığı gibi, siyasi para ve makam vaadiyle Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin bloğunu parçalayamamış olması, diğeri ise, Halbusi'ye muhalif olan Hasm İttifakı ve Azm İttifakı, KDP ve mevcut Başbakan Muhammed Şiya e-Sudani'yi terk etmeleri için büyük baskı uygulamaması olmak üzere iki belirleyici faktöre bağlı. Öte yandan tüm bu senaryolarda seçenekler ya İran'a yakın Koordinasyon Çerçevesi liderliğinde, IKBY ile çözülmemiş konularda çok az iş birliği olan ve dolayısıyla Irak'ın son derece zorlu siyasi, mali ve güvenlik koşullarıyla karşı karşıya kalacağı bir hükümetin kurulması olacak ya da müzakereler birkaç ay sürüp yeni bir seçim yapılması olacak. Bu da Sadr Hareketi’nin siyasi sahneye geri dönmesi ihtimali ortaya çıkabilir.”

İhtilaflı bölgelerdeki değişiklikler

IKBY’deki partiler ile Irak’taki muhatapları arasındaki büyük siyasi rekabet/çekişmenin yanı sıra Irak Anayasası’na göre Kerkük vilayeti ile Salahaddin, Diyala ve Ninova (Musul) vilayetlerinin bazı bölgelerinde yer alan çeşitli ‘ihtilaflı bölgelerde’ Erbil ile Bağdat arasında başka bir rekabet daha yaşanıyor.

frgt
İsrail’in İran'da düzenlediği hava saldırısında öldürülen ve “Ebu Ali” olarak bilinen Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın eski yardımcısı Hüseyin Halil'in Bağdat'taki cenazesine katılan Haşdi Şabi üyeleri, 21 Haziran 2025 (AFP)

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Huvviyetine Evvelen (Önce Kimliğimiz) listesinden kazanan aday Kaldo Ramzi Oghanna, ihtilaflı bölgelerde siyasi olarak neyin değiştiğine dair bir soruya verdiği yanıtta şunları söyledi:

“Seçim sonuçlarına göre birçok açık siyasi değişiklik var. Çeşitli bölgelerde KDP ve Sünni güçler popülerlik kazanırken, Haşdi Şabi'yi destekleyen güçler geriledi. Haşdi Şabi gruplarının sağladığı her türlü mali, propaganda ve hatta güvenlik desteğine dayanan Milli Kimlik gibi bir liste, ihtilaflı bölgelerde yoğun bir şekilde faaliyet göstermiş olmasına rağmen sadece bir sandalye kazandı. Haşdi Şabi gruplarının desteklediği ve bu grupların çeşitli üyeleri ile ailelerinden oy alan Babil Akımı için ayrılan Hristiyan kotalarından yararlanan Milli Kimlik, beş koltuktan sadece ikisini kazanabildi. Ninova Ovası bölgesi, 13’üncü Tugay’ın liderliğindeki değişiklik nedeniyle bu listeden hoşlanmadı.”

Ramzi Oghanna, son olarak şunları söyledi:

“Kerkük'te seçim mücadelesi açıkça milliyetçi bir çatışma halini aldı ve KDP lehine yoğun bir oy kullanımı oldu. Arap milliyetçiliğinden ziyade Sünni milliyetçiliğine dayanan Türkmen bloklarına verilen oylar ise azaldı ve dağıldı. Hristiyan kotası adayı İmad Yohanna, Haşdi Şabi gruplarının desteklediği adaya karşı 17 binden fazla oy almayı başardı. İhtilaflı bölgelerdeki bu seçimler, sosyal tabanların Haşdi Şabi grupları ve iktidar güçleri tarafından desteklenen adaylar yerine, yerel çevrelerinden ve sosyal tabanların çıkarlarına göre adayları seçebileceğini gösterdi. Bu güçler, yeni parlamento döneminde, tamamen adaletsiz olan mevcut seçim yasasını değiştirmek ve nefret söylemine karşı ve tüm bileşenlerin haklarını koruyan bir yasa çıkarmak için çaba gösterecekler, böylece dil, kültür ve din açısından zengin olan bu bölgeler siyasi çatışmaların yuvası haline gelmeyecek.”


Lübnan: İsrail saldırısında hayatını kaybedenleri anmak için Ayn el-Hilve Kampı’nda grev

TT

Lübnan: İsrail saldırısında hayatını kaybedenleri anmak için Ayn el-Hilve Kampı’nda grev

Lübnan: İsrail saldırısında hayatını kaybedenleri anmak için Ayn el-Hilve Kampı’nda grev

Lübnan'ın güneyinde bulunan Sayda şehrinin güneyindeki Ayn el-Hilve Filistin Mülteci Kampı’nda, İsrail'in işlediği ‘katliamı’ kınamak için genel grev düzenlendi.

Sayda'daki devlet okulları ve özel okullar, Ayn el-Hilve Filistin Mülteci Kampı’na düzenlenen İsrail saldırısının kurbanlarını anmak için bugün kapılarını kapattı.

zsxde
Ayn el-Hilve Filistin Mülteci Kampı yakınlarındaki bir okul, dün akşam Sayda kentinde İsrail hava saldırısı sonucu çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi üzerine kapatıldı. (Reuters)

İsrail hava saldırısı, kampın alt caddesindeki Halid bin Velid Camii’nin yakınında bulunan bir spor sahasını hedef aldı. Saldırı sırasında sahada çok sayıda genç erkek ve çocuk bulunuyordu. Saldırıda 14 kişi hayatını kaybetti, 28 kişi yaralandı; yaralılar Sayda kentindeki hastanelere kaldırıldı.

İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamada, “Lübnan'ın güneyindeki bir Hamas eğitim kampında çalışan militanları hedef aldık” denildi.

Açıklamada, “Hamas militanları, Ayn el-Hilve Filistin Mülteci Kampı’nda hedef alınan kampı eğitim ve rehabilitasyon amaçlı kullanıyordu” ifadesi yer aldı.

sdf
Lübnan'ın güneyindeki Sayda'da bulunan Ayn el-Hilve Filistin Mülteci Kampı’nda kapalı dükkanların arasında yürüyen insanlar (Reuters)

Aynı bağlamda, Lübnan’ın doğusundaki Baalbek kentinde bazı okullar ve iş yerleri sabah saatlerinde kapılarını açmadı. Bu adım, dün eş-Şaravne bölgesinde aranan kişilerle yaşanan çatışmada iki askerin hayatını kaybetmesi ve üç askerin yaralanması üzerine Lübnan ordusuyla dayanışma amacıyla atıldı.

scd
Lübnan'ın güneyindeki Sayda'da bulunan Ayn el-Hilve Filistin Mülteci Kampı’nda dükkanlar kapandı. (Reuters)

Lübnan, İsrail'i 27 Kasım'da ABD ve Fransa'nın arabuluculuğunda varılan ateşkes anlaşmasını ihlal etmekle suçluyor. Lübnan, İsrail'in kendi topraklarında hava saldırıları düzenleyerek ve askerlerini bölgede tutarak anlaşmayı ihlal ettiğini iddia ederken, İsrail ise Hizbullah'ı askeri gücünü yeniden inşa etmekle suçluyor.


İsrail’de 7 Ekim saldırısını soruşturan hükümet komisyonunun yetkilerini aşırı sağcı bakanlar belirleyecek

İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Knesset'teki bir oturumda (Reuters - Arşiv)
İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Knesset'teki bir oturumda (Reuters - Arşiv)
TT

İsrail’de 7 Ekim saldırısını soruşturan hükümet komisyonunun yetkilerini aşırı sağcı bakanlar belirleyecek

İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Knesset'teki bir oturumda (Reuters - Arşiv)
İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Knesset'teki bir oturumda (Reuters - Arşiv)

İsrail Kabine Sekreteri Yossi Fuchs dün yaptığı açıklamada, iktidardaki Likud Partisi’nden Adalet Bakanı Yariv Levin’in, Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihindeki saldırısıyla ilgili başarısızlıkları soruşturmakla görevli tartışmalı hükümet komisyonunun yetki alanını belirlemek üzere bir bakanlar komisyonuna başkanlık edeceğini duyurdu. Bu karar, hükümetin muhalifleri tarafından sert şekilde eleştirildi.

Fuchs, hükümet üyelerine gönderdiği mektupta, komisyonda Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in yanı sıra Smotrich’in lideri olduğu Dini Siyonizm Partisi’nden Yerleşim ve Ulusal Görevler Bakanı Orit Strook ve Ben-Gvir liderliğindeki Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) Partisi’nden Miras Bakanı Amihay Eliyahu’nun yer alacağını belirtti.

Komisyon, Adalet Bakanı Levin’in Likud Partisi’nden meslektaşları da dahil olacak. Bunlar arasında Tarım Bakanı Avi Dichter, Bilim ve Teknoloji Bakanı Gila Gamliel, Diaspora İşleri Bakanı Amichai Shikli ve Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar liderliğindeki Yeni Umut partisinden Maliye Bakanı Ze'ev Elkin yer alıyor.

İsrail gazetesi The Times of Israel'e göre bakanlar komisyonuna, 7 Ekim’i soruşturan komisyonun görev tanımı, araştırılacak konular ve zaman çerçevesi dahil olmak üzere tavsiyelerini hükümete sunması için 45 gün süre verilecek.

Elkin dışında komisyondaki tüm bakanlar, Hamas liderliğinde binlerce unsurun Gazze çevresindeki yerleşim yerlerine saldırarak yaklaşık bin 200 kişiyi öldürdüğü ve 251 kişiyi rehin aldığı 7 Ekim saldırısı sırasında görevdeydiler.

Başbakan Binyamin Netanyahu'ye eleştirenler, Hamas saldırısında hayatını kaybedenlerin aileleri de dahil olmak üzere, saldırı öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşanan siyasi ve istihbarat alanlarındaki başarısızlıkları araştırmak üzere resmi bir komisyon kurulmasını talep ediyorlar. Kamuoyu yoklamaları, İsraillilerin büyük çoğunluğunun saldırıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonu kurulmasını desteklediğini gösteriyor, ancak Netanyahu, komisyonun kurulmasının yargı tarafından belirleneceği gerekçesiyle bunu reddediyor. Netanyahu liderliğindeki mevcut hükümeti, yargı reformu yoluyla yargıyı zayıflatmaya çalışıyor.

İsrail hükümeti geçtiğimiz pazar günü ‘mümkün olan en geniş halk desteğiyle2 kendi özel soruşturma komisyonunu kurmak için oylama yaptı.

Fuchs’un açıklamasına yanıt olarak, diğer muhalefet yetkilileriyle birlikte hükümetin soruşturmasını reddeden ana muhalefet lideri Yair Lapid, bakanların ‘soruşturmayı yürütmek için ahlaki veya yasal yetkiye sahip olmadıklarını’ söyledi.

Bazı komisyon üyelerini de eleştiren Lapid, önce komisyon başkanı Levin'e, 7 Ekim'den önce ‘güvenliğin ihmal edilmesinin’ nedeninin onun yargı reformu olduğunu söylediğini hatırlattı, ardından ‘Gazze'ye nükleer bomba atılmasını öneren’ Miras Bakanı Eliyahu'ya eleştirilerde bulunan Lapid, Strook’u “İsrail ordusunu, rehinelerin bulunduğu bölgelerde, bu onların hayatını tehlikeye atsa bile savaşmaya çağırdı” diyerek eleştirdi. Son olarak Smotrich'e değinen Lapid, “(Smotrich) çocukları aç bırakmanın haklı ve etik olduğunu açıkladı” dedi ve Ben Gvir'in, ‘rehinelerin istismara uğramasına neden olduğunu’ söyledi.

Tüm bu kişilerin Netanyahu'nun kendisini aklamak ve 7 Ekim olayının sorumluluğundan kurtulmak için atadığı bakanlar olduğunu söyleyen Lapid, “Bu işe yaramayacak” diye ekledi.