Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (2): Muhalefet Mursi’ye karşı nasıl birleşti?

Eski Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi: 30 Haziran Devrimi’nden sonra Suudi Arabistan’ın gösterdiği çaba sayesinde AB yaptırımlarının önüne geçildi.

Nebil Fehmi ve Savunma Bakanı Abdulfettah’ın Moskova ziyaretinden bir kare
Nebil Fehmi ve Savunma Bakanı Abdulfettah’ın Moskova ziyaretinden bir kare
TT

Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (2): Muhalefet Mursi’ye karşı nasıl birleşti?

Nebil Fehmi ve Savunma Bakanı Abdulfettah’ın Moskova ziyaretinden bir kare
Nebil Fehmi ve Savunma Bakanı Abdulfettah’ın Moskova ziyaretinden bir kare

Eski Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi ‘Olayların Merkezinde’ başlıklı hatıratının ikinci bölümünde, Mısır’da Hüsnü Mübarek yönetimine karşı gerçekleştirilen 25 Ocak Devrimi’ne giden süreci anlatıyor. Fehmi’ye göre, Mübarek iktidarının son evrelerinde yönetimdeki görevlerini ihmal etmeye başlamıştı. Yönetimi, Ulusal Demokrat Parti ve kendisine yakın kadrolara bırakan Mübarek, genelde olayları izlemekle yetiniyordu. Bu durum çözüm bekleyen siyasi toplumsal meselelerin birikmesine ve yönetim zaafına yol açtı.  
Akil Adamlar Heyeti içinde yer alan Fehmi, Mübarek’in düşüşünden sonra yönetimi devralan Yüksek Askeri Konsey üyelerinin asker kökenli olmaları hasebiyle siyaset işleyişini kavramakta güçlük çektiklerini belirtiyor.  
Fehmi ayrıca Müslüman Kardeşler kökenli Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandıktan sonra yaptığı hataları ve ideolojik devlet anlayışına karşı ulusal devleti savunan muhalefetin kendisine karşı nasıl birleştiğini ele alıyor.   
Mursi'nin düşüşü ile Abdulfettah Sisi'nin cumhurbaşkanlığına gelişi arasındaki süreçte Fehmi, Hazım el-Beblavi hükümetinde dışişleri bakanı olarak görev aldı. Bu dönemde Müslüman Kardeşler hareketinin yoğun protestolarına, Rabia ve Nahda olaylarına tanık oldu. Mısır’daki kargaşanın uluslararası arenadaki yansımalarını yakından takip eden  Fehmi, içeride yaşananların Mısır’ın dış ilişkilerine olumsuz yansımaması için yoğun çaba sarf ettiğini ifade ediyor. Dışişleri bakanı olarak Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve ABD ile yaşanan yoğun mesaiye dair aktarımlar yapıyor. Suudi Arabistan’ın bu süreçte Kral Abdullah bin Abdulaziz’in talimatıyla, özellikle Fransa üzerinde, Avrupa Birliği tarafından Mısır’a yaptırım uygulanmaması için ciddi baskı kurduğunu yazıyor. Nebil Fehmi’nin doğrudan aktarımları şöyle:  
Hüsnü Mübarek iktidarının son on yılında, tüm siyasi değişim çağrılarına kulağını tıkamış durumdaydı. Aynı zamanda sanki yönetmekten sıkılmıştı, sahip olan ama yönetmeyen biri gibiydi. Ülkenin idaresini hükümetteki Ulusal Demokrat Parti ve kendisine yakın kadrolara teslim etmiş sadece uzaktan izliyordu. Bu durum siyasi ve sosyal sorunların birikmesine ve askıda kalmasına neden oldu. Nitekim üst yönlendirme olmadığından çözüm yolları tıkanmış ve yönetim zaafı doğmuştu.  
Polis Bayramı'nın kutlandığı 25 Ocak 2011'de Kahire'de ve bazı illerde binlerce kişi "Olağanüstü hale hayır’’, ‘’İşkenceye Hayır" sloganları atarak protesto gösterileri düzenledi. Güvenlik güçlerinin Süveyş’teki gösterilere müdahalesinde can kayıpları oldu. Bu durum büyük bir galeyana yol açtı ve güvenlik politikaları ile genel olarak devleti protesto etmek amacıyla 28 Ocak’ta ‘Öfke Cuma’sı’ çağrısı yapıldı. Tunus’ta birkaç hafta önce  Zeynelabidin bin Ali yönetimini sonlandıran Yasemin Devrimi’nin yaşanmasının, gösterilere katılımın bu kadar yoğun olmasında etkisi olduğu yadsınamaz.  
"Öfke Cuma'sı" gösterilerinde "Halk rejimin düşmesini istiyor" sloganları yükselmekteydi. O günün ciddi olaylarından sonra, 29 Ocak’ta , çoğunluğu herhangi bir siyasi tarafla bağlantısı olmayan bir grup bağımsız şahsiyet, güncel gelişmeleri görüşmek üzere bir araya geldi. Akşam üzeri, Dışişleri Bakanı ve daha sonra Arap Birliği Sekreteri olan arkadaşım Nebil el-Arabi ile yaptığımız sohbet sonrasında bu gruba katılmaya karar verdik. Daha sonra medyada Akil Adamlar Heyeti olarak tanınacak olan grubun 12. üyesi olmuştum. Heyette İbrahim el-Muallim, Ahmed Kemal, Yahya el-Cümel, Nebil el-Arabi, Amr Musa, Mirvet Telavi, Necip Savirs, Amr Şubeki, Vahid Abdulmecid, Muhammed el-Adl, Halid Yusuf gibi isimler yer almaktaydı.    
5 Şubat'ta Akil Adamlar Heyeti, Nebil el-Arabi ile Avukat Ahmed Kemal Ebulmecd'i, Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman’la görüşüp krizin çözümü için bir yol haritası sunmak için görevlendirdi. Nebil el-Arabi'nin anlatımına göre, Ömer Süleyman yapılan önerileri ilgiyle dinledi, ancak Hüsnü Mübarek’e yönetimi bırakmasını teklif edemeyeceğini, diğer önerileri ise inceleyeceklerini söyleyerek görüşmeden ayrıldı. Ebulmecd ve Nebil el-Arabi Başbakan Ahmed Şefik ile de bir görüşme gerçekleştirdi, bu görüşmeden de somut bir şey çıkmadı. Yaklaşık bir hafta geçtikten sonra Hüsnü Mübarek krizin çözümü için yapılan önerileri dikkate alacağını açıkladı ve bir dizi reform taahhüt etti ancak Akil Adamlar Heyeti’ne bir göndermede bulunmadı. Mübarek’in reform taahhüdü zamanlama itibarıyla gecikmeliydi, çünkü kamuoyu göstericilerden yana tavır takınmaya başlamıştı ve göstericiler de Mübarek’in yönetimi bırakmasını şart koşmaktaydı.11 Şubat'ta Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman televizyondan yaptığı açıklamada Hüsnü Mübarek'in istifa ettiğini ve geçiş sürecinde yönetimi Yüksek Askeri Konsey’e bıraktığını duyurdu. Bu karar Mısır genelinde kutlamalarla karşılandı.  
25 Ocak Devrimi, Ortadoğu’da etkin rolü olan Mısır’ı tüm dünyanın ilgi odağı haline getirdi. Tahrir Meydanı, uzun yıllar otoriter merkezi hükümetlerin ardından, halkın katılımıyla bir yönetim modeli imkanına işaret etmesi dolayısıyla sembol haline geldi.  
Yüksek Askeri Konsey, kendini son derece karmaşık ve değişken bir siyasi sürecin içinde buldu. Konsey üyeleri asker kökenli olmaları hasebiyle siyasetten anlamadıkları için bu yeni durum karşısında ne yapacaklarını, nasıl bir denetim sağlayacaklarını bilmiyorlardı ve zaman zaman bunu itiraf etmekten de çekinmiyorlardı. Ulusal güvenlik konularına uzun süredir devam eden ilgim ve Mısır'ın Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisi olarak hizmetim nedeniyle, Askeri Konseyin birçok üyesi, geçmişte çeşitli Mısır delegasyonlarında veya büyükelçilikte emrim altında görev yapmıştı. Bu arkadaşlar ülkedeki durumu tartışmak ve geçiş sürecinin seyri ile ilgili tavsiyelerimi dinlemek için düzenli olarak Garden City’deki dairemde beni ziyaret ettiler. Önerilerimin çoğu kanaatlerine aykırıydı, ancak tartışmalar her zaman samimi, açık sözlü ve yapıcı oldu. 
Askeri konsey, devlet işleyişinin normale dönmesi umuduyla seçim sürecini bir an önce tamamlamayı tercih etti. Konsey üyesi arkadaşlarım bu konuda şüpheliydiler. Fakat konseyin büyük çoğunluğu, ordunun ülkede güvenliği sağlamakla görevli olduğunu, siyasi sistemi ve bu sürece eşlik eden diyalog ve tartışma mekanizmalarını kurmak için eğitilmediğini düşünüyordu. Onlara göre, Askeri Konseyin önceliği güvenlik ve istikrarı sağlamaktı. 
2012'de anayasanın onaylanmasının ardından cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı ve 30 Haziran 2012'de Müslüman Kardeşlerin adayı Muhammed Mursi seçimi kazandı. Hem mensubu olduğu Müslüman Kardeşleri hem de seçilmesinden memnun olmayan Mısır toplumunun geri kalanını temsil etmeliydi ancak bunu başaramadı. Mursi ve kadroları, halkın saygısını ve desteğini alan silahlı kuvvetler başta olmak üzere, devletin çoğu kurumu ile çatışma yoluna gitti. Göreve geldikten kısa süre sonra silahlı kuvvetlerin mali işler başkanını çağırarak, ordunun bütçesine dair hesap sordu. Tabi bu ilkesel olarak anlaşılabilir bir şey, ancak zamanlaması itibariyle, ordunun etkisini kırmaya yönelik bir mesaj olarak görüldü.  
Mısır ordusunun, İsrail'den Sina Yarımadası'ndaki topraklarını geri aldığı 6 Ekim zaferinin yıldönümü kutlamalarında Mursi, bir kritik hata daha yaptı. Kutlamalara aralarında Cumhurbaşkanı Enver Sedat’a düzenlenen suikasta karışmış olanların da olduğu aşırılık yanlısı İslamcıları davet etti. Ordu içinden üst düzey yetkililer daha sonra bana, bu hareketi bir hakaret olarak algıladıklarını aktaracaktı. Mısır kamuoyu bu daveti, şiddet yanlısı aşırı İslamcıları meşrulaştırma niyetinin bir işareti olarak yorumladı.  
Cumhurbaşkanı Mursi, kutlamadan birkaç gün sonra cumhuriyet başsavcısını görevden azletme kararı aldı. Bu karar, cumhurbaşkanının bir bütün olarak yargı kurumuna yönelik müdahalesine şüphelenen yargı çevrelerini öfkelendirdi.  
Kasım 2012'de cumhurbaşkanı, kendisine mutlak yetkiler veren ve yalnızca mevcut anayasanın değil, Mısır'ın daha önce bildiği tüm anayasaların da tam bir ihlalini temsil eden bir anayasa bildirgesi yayınladı. Bu bildirgeye yönelik protestoların artmasıyla birlikte, ülkedeki liberaller, solcular ve insan hakları aktivistleri bir araya gelerek, sivil hakları korumak için Ulusal Kurtuluş Cephesi'ni kurdu.  
Sonuç olarak Mursi'nin siyasi hataları, muhalefeti kendisine karşı birleştirdi ve iktidardan düşmesine neden oldu. Mısır halkı, ideolojik bir yönetimi sakıncalı bulduğu için Müslüman Kardeşlerin yönetime tamamen hâkim olmasına göz yummadı. Tüm ordularda olduğu gibi, Mısır ordusunun da olağan dışı koşullara müdahale etmek, dış tehditlerle başa çıkmak ve iç kargaşa yaşanması durumunda, devletin güvenliğini ve istikrarı sağlamak için acil durum planları vardır. Ordu, 30 Haziran 2013 gösterileri öncesinde kararlı bir şekilde hareket ederek ülkenin çeşitli yerlerinde stratejik noktaları kontrol altına aldı. 
3 Temmuz 2013'te Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi, halkın talebi üzerine Muhammed Mursi’nin görevden azledildiğini, anayasanın askıya alındığını ve Anayasa Mahkemesi Başkanı Adli Mansur’un geçici başkan olarak atandığını duyurdu. Televizyonlardan canlı yayınlanan duyuruda, Sisi’nin yanında kuvvet komutanları, Ezher şeyhi, Ortodoks kilisesi patriği, liberal ve selefi partilerin liderleri hazır bulunmaktaydı. 3 Temmuz açıklamasının hemen ardından ülkenin birçok yerinde İhvan üyeleri ve destekçileri tarafından şiddetli protestolar düzenlendi. Gösteriler Kahire’deki Rabia Meydanı ve Giza’daki Nahda Meydanı’nda yoğunlaştı.  
Ordunun büyük rol oynadığı yol haritasının açıklanmasına katılan çok sayıda siyasi şahsiyetin yanı sıra Muhammed El Baradey ile yeni hükümetin kurulması için çok sayıda istişare gerçekleştirildi. 30 Haziran olaylarından sonra Mısır'ın ilk hükümetini kurmak için yapılan istişareler, kendisini dünyaya zengin bir mirasa ve sağlam dini geleneklere sahip ılımlı bir sivil devlet olarak sunmaya çalışan Mısır'daki siyasi sahnenin karmaşıklığını yansıtıyordu. Bu süreçte Baradey benimle temasa geçti, başbakan adayı Hazım el-Beblavi'nin teklif etmesi durumunda dışişleri bakanı pozisyonunu kabul edip etmeyeceğimi sordu. Çok gönüllü olmadığımı ama Beblavi ile görüşüp teklifini açık fikirli bir şekilde dinleyeceğimi söyledim. Bunu memnuniyetle karşılayarak, "ikimiz de geçmişte hükümete katılmayı reddettik, şimdiyse birlikte katılacağız gibi görünüyor" dedi. 
14 Temmuz 2013'te Beblavi'den, dışişleri bakanı pozisyonu ile ilgili görüşme yapmak üzere çağrı aldım.  Beblavi ile görüşmemiz gayet dostane geçti. Bir sonraki görüşmede, kendisine dış politika vizyonumu sundum. Bana teşekkür etti ve toplantının ardından medya mensuplarına dışişleri bakanı pozisyonunu kabul ettiğimi duyurmamı istedi. Ramazan ayının ilk günü olan 16 Temmuz'da, çoğunluğu teknokrat olan yeni hükümet Cumhurbaşkanı Adli Mansur'un huzurunda yemin ederek göreve başladı.  Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi üç başbakan yardımcısından biri olarak kabinede yer almaktaydı. Başbakan Hazım el-Beblavi İhvan üyelerine bakanlık teklif ettiğini ancak reddettiklerini söyledi.  
Hükümetin iftar saatine kadar uzayan ilk toplantısına Cumhurbaşkanı Mansur başkanlık etti. Önümüzde zorlu bir sürecin olduğu açıktı, devlet kurumlarının acil bir hızla yeniden harekete geçirilmesi gerekiyordu. Gergin ve değişken bir ortamda hükümet zor şartlar altında çalışmalıydı, tarihsel bir sorumluluk taşıyorduk, değişim özlemlerini göz ardı etmeden istikrar için halk desteğini harekete geçirmek gerekiyordu. İhvan destekçilerinin ve kaosu fırsat olarak görenlerin şiddet olaylarını sınırlandırmalı ve bu arada uluslararası baskılarla uğraşmalıydık. Ülkede güvenlik sorunları yaşanmaktaydı, dışişleri bakanı olarak bu meselelerle doğrudan ilgilenmedim, güvenlik ve istikrarın sağlanması için, savunma ve içişleri bakanlığı ile istihbarat teşkilatı yoğun mesai harcadı.  
Yeni hükümetin göreve başlamasının ardından Muhammed el-Baradey, İhvanla yaşanan gerginlikleri çözüme ulaştırma girişimlerine öncülük etti. Ancak bir süre sonra güvenlik güçleri ile Müslüman Kardeşler arasında çatışmaların yaşanması bu çabalarını sekteye uğrattı. Sonuç olarak ya Mursi geri dönecek ve Müslüman Kardeşler tekrar başa geçecekti ya da 3 Temmuz’da açıklanan yol haritası uygulanacaktı. Bu süreçte iç ve dış arabuluculuk girişimlerinin sonuçsuz kalacağı ortaya çıktı.  
Hükümet toplantısından birkaç gün sonra, Başbakan Hazım El-Beblavi ve İçişleri Bakanı Muhammed İbrahim Milli Güvenlik Kurulu’na, Rabia ve Nahda meydanlarındaki gösterileri dağıtma kararı aldıklarını bildirdi. Milli Güvenlik Kurulu, Adli Mansur başkanlığında düzenleniyordu, kurulun üyeleri; Başkan Yardımcısı Muhammed el- Baradey, Başbakan ve Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi, İçişleri Bakanı Muhammed İbrahim, Genelkurmay Başkanı Sıdkı Subhi ve askeri yetkililerdi. Öneriyi dinledik ve tartıştık, nihayetinde gösterilerin dağıtılması kararı verildi. 14 Ağustos 2013'te polis öncülüğündeki güvenlik güçleri oturma eylemlerini dağıtmak için müdahalede bulundu. Hükümet kaynakları, Rabia ve Nahda meydanlarında silahlı protestocular ile polis güçleri arasında yoğun bir çatışma yaşandığını duyurdu. Müdahale, çok sayıda Müslüman Kardeşler üyesi ve güvenlik gücü mensubunun ölümüyle sonuçlandı. 
Dışişleri bakanı olarak durumun dış yansımalarıyla yüzleşmek için birkaç adım atmaya karar verdim. Attığım ilk adım, iç ve uluslararası kamuoyuna hitap ederken, görüşlerimin ve verdiğim rakamların doğru bilgiler içermesini sağlamaya yönelikti. Biraz zaman kaybedecektim ancak dünya kamuoyunun Mısır'ın açıklamalarına güvenmesi için bu son derece gerekliydi.  
Ardından, Rabia ve Nahda meydanlarındaki olaylar dahil olmak üzere, Mursi yönetiminin devrilmesinden sonraki süreçte yaşanan güvenlik sorunları ve can kayıplarıyla ilgili olayları araştırmak üzere Yargıç Fuad Riad başkanlığında bağımsız bir komisyonun kurulmasını önerdim. Bu öneri bakanlar kurulu tarafından onaylandı. Bu soruşturma komisyonunun olaylarla ilgili verileri, bugüne kadarki en kapsamlı ve nesnel rapor olmaya devam ediyor. 
Birincisinden daha az önemli olmayan ikinci hedefim, bu olayların uluslararası arenada tartışılıp Mısır devleti karşıtı bir tutuma neden olmasını engellemekti. 2013 yazında, Mısır'ın New York'taki Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi, Mısır'daki durumu görüşmek üzere bir BM Güvenlik Konseyi toplantısı düzenlemeye yönelik hamleler olduğunu bana bildirdi. Bu durumu ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'ye sorduğumda, girişimin Fransa’dan geldiğini söyledi. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius ise girişimin arkasında ABD ve İngiltere olduğunu ısrarla vurguladı. Girişimin kim tarafından yapılacağını öğrenmekle ilgili daha fazla vakit kaybetmeden, veto etmelerini garanti altına almak için Rus ve Çinli yetkililerle istişarelerde bulundum.  
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun Eylül 2013'teki toplantıları, dünyanın çeşitli ülkelerinden üst düzey katılım ışığında Mısır diplomatik hareketinin yeni bir aşamasını başlatmak için en uygun yerdi. Savunma yerine hücumu benimseyen bir diplomasi sergilemek niyetindeydik. Mısır’ın bölgesel ve uluslararası düzeyde aktif rolünü yeniden kazandığına dair güçlü bir mesaj vermek istiyorduk. Mısır heyetine Cumhurbaşkanı Adli Mansur’un başkanlık etmesi tartışıldı, ancak heyetin dışişleri bakanı düzeyinde olması kararlaştırıldı.  
21 Eylül 2013'te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) toplantılarına katılmak için New York'a gittim. BM genel merkezinin önünde, yeni rejime muhalif olanlarla destekleyenler gösteri düzenlemekteydi. BM Mısır Daimi Misyonundan, Genel Kurul'un hazırlık görüşmeleri hakkında bilgi aldım. Bu bilgiler arasında, New York'taki Türk heyetinin Mısır'ın katılımı konusunda şu ana kadar herhangi bir açıklama yapılmadığını içeren kısa bir rapor da bulunmaktaydı. Toplantılara katılacak Türk heyeti tam olarak gelene kadar gelişmeleri yakından ve temkinli takip etme kararı aldık.  
BMGK toplantılarına katılan delegasyon başkanları için ABD başkanının ev sahipliğinde düzenlenen geleneksel resepsiyonda, Obama beni bir kenara çekti, Mısırlıların Mursi'nin yönetiminden duyduğu rahatsızlığı anladığını, ancak ABD Başkanı olarak, demokratik bir yönetim sağlanana kadar Mısır’a yapılan askeri yardımları askıya almak zorunda olduğunu söyledi. Bu pozisyonunu ertesi gün BMGK’ya hitaben yapacağı konuşmada açıklayacağını belirtti. Ben de özellikle açıklamanın yapılacağı yere ve zamana itiraz ederek; Mısır’ın ulusal güvenlik ihtiyaçlarının stratejik nitelikte olduğunu hatırlattım ve yardımların Amerika Birleşik Devletleri tarafından sürdürülebilir olması garanti edilmezse başka kaynaklara yönelmek zorunda kalabileceğimizi ifade ettim. Böylesi bir durumda konuşmanın akabinde bunu kabul edilemez bulduğumuzu basına açıklayacağımı belirttim.  
30 Haziran 2013'ten sonra Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz düşmanca olmasa da kırılgandı ve geçiş dönemi boyunca hassas bir şekilde ele alınması gerekiyordu. Başta Fransa, İspanya, İngiltere, Yunanistan, İtalya ve Almanya olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri bizimle tam olarak hemfikir olmasalar da görüşlerimizi duymaya hevesli olduklarını gözlemledim. Mısır Fransa ile ilişkilerinde Suudi Arabistan’dan çok önemli bir destek aldı. 30 Haziran olaylarına müteakip, Kral Abdullah bin Abdülaziz'in talimatı üzerine Suudi Dışişleri Bakanı Prens Suud El Faysal, ülkesinin Mısır'daki yeni rejime tam destek sunduğunu Fransa’ya bildirdi. Mısır’daki yeni rejimin kategorik olarak reddedilmemesi ve Avrupa Birliği tarafından baskı yapılmaması yönünde uyardı. Fransızlarla konuşmadan önce benimle temasa geçen bakana, yaklaşımı ve bireysel çabalarından duyduğum memnuniyeti ifade ettim.  
Suudi temasından sonra, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton birkaç defa Mısır’ı ziyaret etti. Görüş ayrılıklarımız olsa da bir süre sonra Mısır yönetimi ile Müslüman Kardeşlerin uzlaşamayacağını anladı. Nitekim Muhammed Mursi hala cumhurbaşkanlığı görevine dönmekte ısrar ediyordu.  
Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz, bazı çekinceler ve zaman zaman yaşanan gerginliklere rağmen, yavaş yavaş istikrar kazandı. Bazı birlik üyeleri Avrupa Konseyi'nin seçimleri gözlemlemek için delegasyon gönderme kararını tersine çevirmeye çalıştığında, Ashton ile soğuk bir konuşma yapmak zorunda kaldım. AB’nin sürekli demokratik sistem inşasından bahsettiğini, buna rağmen gözlemci göndermemelerinin anlaşılabilir olmayacağını belirttim. Ashton bazı İskandinav ülkelerinden gelen baskılara rağmen, gözlemcilerin katılmasını sağladı.  
Mısır’da Mursi'nin devrilmesinin ardından, seçimlere kadar sürecek geçiş döneminin 12 ay sürmesi planlanıyordu.  
Ocak 2014'te yeni anayasanın onaylanmasının ardından şiddet olayları patlak verince, Cumhurbaşkanı Adli Mansur, anayasada belirtilenin aksine cumhurbaşkanlığı seçimlerinin parlamento seçimlerinden önce yapılmasına karar verdi. Savunma Bakanı Abdulfettah Sisi geçerli oyların %96,91'ini alarak 8 Haziran 2014'te cumhurbaşkanı olarak yemin etti. 
Sisi seçildikten sonra, Mısır'ın Afrika Birliği'ne dönüşü ve dış politika ile ilgili meseleleri tartışmak için onunla temas halinde oldum. Yeni hükümetin kurulması beklenenden uzun sürmüştü, internet haberlerinden yeni kabinede yer almadığımı öğrendim. Benim için beklenmedik bir haber olsa da çok zor koşullarda başardıklarımla mutlu olduğum için rahatlamıştım.  

Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (1): ABD, Hüsnü Mübarek’in yerine hangi adayları destekledi?



Barzani: Irak'ın baş ağrısı seçimlerden sonra başlayacak

 Irak Bağımsız Seçim Komisyonu çalışanları, oy kullanma hazırlıkları kapsamında sandıkları taşıyor. (Reuters)
Irak Bağımsız Seçim Komisyonu çalışanları, oy kullanma hazırlıkları kapsamında sandıkları taşıyor. (Reuters)
TT

Barzani: Irak'ın baş ağrısı seçimlerden sonra başlayacak

 Irak Bağımsız Seçim Komisyonu çalışanları, oy kullanma hazırlıkları kapsamında sandıkları taşıyor. (Reuters)
Irak Bağımsız Seçim Komisyonu çalışanları, oy kullanma hazırlıkları kapsamında sandıkları taşıyor. (Reuters)

Önümüzdeki salı günü yapılacak olan parlamento seçimlerinden birkaç gün önce Irak’ta bekleyiş ve temkin havası hâkim. Ülkede giderek artan şekilde, seçimler sonrasındaki dönemde üst düzey makamlar üzerinde şiddetli bir çekişme yaşanabileceği ve önceki dönemlerde olduğu gibi hükümetin kurulmasının yeniden aksayabileceği yönünde konuşmalar yapılıyor.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani, önümüzdeki dönemi Irak için ‘siyasi bir baş ağrısı’ olarak nitelendirerek, Bağdat'taki federal hükümet ile Erbil'deki bölgesel hükümet arasında devam eden anlaşmazlıkların ‘tüm Irak için baş ağrısına yol açacağı’ uyarısında bulundu.

Barzani, mevcut seçimleri yeni bir dönemin başlangıcı olarak değerlendirdi, ancak uzun süreli bir krizin önlenmesi için merkezi hükümet ile IKBY arasında, özellikle petrol, bütçe ve yetkiler konusunda süregelen anlaşmazlıkların çözülmesi gerektiğini vurguladı.

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani (AP)Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani (AP)

Üç pozisyon için yarış

2003 yılından bu yana Iraklılar, yazılı olmayan bir uzlaşma temelinde iktidarı paylaşıyorlar: Başbakanlık Şiilere, Cumhurbaşkanlığı Kürtlere ve Meclis Başkanlığı Sünnilere veriliyor. Ancak bu formül şu anda yeniden gözden geçirilmeye çalışılıyor.

Eski Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi, bu kez Sünni Araplara cumhurbaşkanlığı makamının verilmesi, karşılığında Kürtlerin meclis başkanlığını üstlenmesi, başbakanlığın ise Şiilerin elinde kalması önerisinde bulundu.

Bu arada Şii kampı, mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani ile göreve geri dönmek isteyen selefi Nuri el-Maliki arasında açıkça bölünmüş durumda.

Maliki, ‘engelleyici üçte bir’ (yani hükümetin kurulmasını engelleme yetkisine sahip büyük bir azınlık) yönteminin kullanılma olasılığına işaret etti. Bu durum, uzun sürecek bir siyasi boşluk yaşanabileceği endişelerini artırdı.

Sudani ile Maliki arasındaki ilişkiler oldukça gergin. Sudani, Sünni ve Kürt güçlerle ittifaklar kurarak parlamento çoğunluğunu elde etmeye çalışırken, Maliki, Tahran’a yakın Koordinasyon Çerçevesi’nin kendi arkasında saf tutmasına güveniyor. Ancak, ‘engelleyici üçte bir’ taktiğinin kullanılması olasılığı, Sudani'yi geçici başbakan konumunda tutabilir ve bu da yeni hükümetin kurulması gecikirse ona ek bir avantaj sağlayabilir.

Öte yandan, silahlı Şii gruplar ‘Şii çoğunluğun iktidarda olması gerektiğini’ vurguluyor. Onlara göre, 2003 yılında önceki rejimin devrilmesinden bu yana Şiiler ‘sadece birkaç yıl’ iktidarda bulunabildi; bu da onların gözünde güç dengesinde bir bozulmaya işaret ediyor.

Musul’daki aday afişlerinin önünden elektrikli bisikletiyle geçen bir genç (AFP)Musul’daki aday afişlerinin önünden elektrikli bisikletiyle geçen bir genç (AFP)

Dış etkiler

Dış güçler, yeni hükümetin şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor. ABD'nin Irak Büyükelçisi Mark Savaya'nın adı, Bağdat'taki siyasi çevrelerde öne çıkıyor. Savaya, Bağdat'ta bir dizi önde gelen adayla görüşmelerde bulundu.

Buna karşılık İran'ın etkisi, 2020 yılında Bağdat'ta ABD'nin düzenlediği saldırıda öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani dönemine kıyasla azalmış görünüyor. Süleymani'nin halefi İsmail Kaani, Irak sahnesinde daha az etkili olarak görülüyor ve bu da Washington'a daha fazla manevra alanı sağlıyor.

Gözlemciler, bu bölünmelerin 2021 senaryosunun tekrarlanmasına yol açabileceğinden endişe ediyor. 2021'de, büyük siyasi bloklar arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle hükümetin kurulması süreci bir yıldan fazla sürmüştü.

Irak anayasası, başbakanın atanması ve hükümetin kurulması için net süreler belirlemiş olsa da, gecikmeler için herhangi bir ceza öngörülmemesi, bu sürelerin önceki deneyimlerde büyük ölçüde sembolik kalmasına neden oldu.

Şii, Sünni ve Kürt güçler arasındaki bölünmenin devam etmesi ve ABD ile İran arasındaki rekabetin yeniden alevlenmesi ile birlikte, Barzani'nin bahsettiği ‘seçim sonrası baş ağrısı’ sadece siyasi bir metafor değil, hem Iraklılar hem de komşuları için beklenen bir gerçeklik gibi görünüyor.


Tunus: Muhalefet, tutuklu bir politikacı ile dayanışma amacıyla açlık grevine başladı

İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)
İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)
TT

Tunus: Muhalefet, tutuklu bir politikacı ile dayanışma amacıyla açlık grevine başladı

İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)
İnsan hakları aktivistleri, Tunus'un güneydoğusundaki Bli sivil hapishanesinin dışında, tutuklu aktivist Cevher Bin Mübarek'in serbest bırakılması için toplandı, (AFP)

Nahda Hareketi Lideri Raşid el-Gannuşi'nin de aralarında bulunduğu Tunuslu önde gelen muhalif isimler, dokuz gündür açlık grevinde olan ve sağlık durumunun ciddi şekilde kötüleştiğini söyledikleri tutuklu siyasetçiyle dayanışma amacıyla açlık grevine başlayacaklarını duyurdu.

Gözaltına alınan siyasi aktivist Cevher Bin Mübarek (Şarku'l Avsat)Tutuklu siyasi aktivist Cevher Bin Mübarek (Şarku'l Avsat)

Tunus'un ana muhalefet koalisyonu olan Ulusal Kurtuluş Cephesi'nin kurucu ortaklarından Cevher Bin Mübarek, Şubat 2023'ten beri tutukluluğunu protesto etmek için geçen hafta yiyecek, su ve ilaç talebini reddederek açlık grevine başladı. Nisan ayında, insan hakları örgütleri tarafından eleştirilen toplu bir davada "devlet güvenliğine karşı komplo kurmak" ve "terör örgütüne üye olmak" suçlamalarıyla 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Şarku'l Avsat'ın AFP'den aktardığı habere göre Bin Mübarek'in ailesi ve muhalefetteki Nahda ve Cumhuriyetçi partilerin liderleri greve katılacaklarını açıkladı. Bin Mübarek'in babası, deneyimli aktivist İzzeddin Hazgui, Tunus'ta düzenlediği basın toplantısında, "Cevher'in durumu endişe verici ve sağlığı kötüleşiyor" diyerek, "Ailesi olarak yarın dayanışma açlık grevine başlayacağız" ifadelerini kullandı. Ancak hangi akrabalarının eyleme katılacağını belirtmedi. Hazgui, "Aktivistler olarak (Cumhurbaşkanı) Kays Said'i affetmeyeceğiz" dedi. İnsan hakları grupları daha önce, Cumhurbaşkanı Said'in Temmuz 2021'de iktidara gelmesinden bu yana Tunus'ta sivil özgürlüklerde keskin bir düşüş yaşandığı konusunda uyarıda bulunmuş ve eleştiride bulunanların çoğu hapse atılmıştı.

Raşid Gannuşi, Bin Mübarek'le dayanışma amacıyla açlık grevine başladığını duyurdu (EPA)Raşid Gannuşi, Bin Mübarek'le dayanışma amacıyla açlık grevine başladığını duyurdu (EPA)

Uzun bir hapis cezasına çarptırılan 84 yaşındaki Gannuşi, resmi Facebook sayfasından yaptığı paylaşımda açlık grevine katıldığını duyurdu. Gannuşi, açlık grevinin Bin Mübarek’i desteklemeyi ve "yargı bağımsızlığını ve özgürlükleri savunmayı" amaçladığını belirtti. 2023'ten beri hapiste olan Gannuşi, "yasadışı yabancı fonlama" ve "devlet güvenliğine karşı komplo" da dahil olmak üzere çeşitli suçlamalarla 37 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Gannuşi, bağımsızlığı olmayan ve yalnızca Said'in emirlerini yerine getiren yargıçlarla karşı karşıya gelmeyeceğini söyleyerek, tüm davalarda mahkemeye çıkmayı reddetti. Merkez Cumhuriyetçi Parti'nin tutuklu genel sekreteri Issam Chebbi de dün açlık grevine başladığını duyurdu. Parti lideri Wissam Sghaier, bazı parti üyelerinin greve katılacağını belirterek, parti genel merkezinin "oturma eylemi için açık olduğunu ve yarın sabah saat 8:00'de greve başlayacağımızı" vurguladı.

Cevher Bin Mübarek'in birkaç yakını ve Tunus İnsan Hakları Birliği'nden bir heyet, Bin Mübarek'in tutulduğu Tunus'un güneydoğusunda Bli'deki sivil cezaevini ziyaret ederek "sağlığında ciddi bir bozulma" olduğunu bildirdi. Serbest bırakılmasını talep etmek için cezaevi yakınında büyük bir kalabalık toplandı. Tunus İnsan Hakları Birliği, Bin Mübarek'i açlık grevini sonlandırmaya ikna etmek için "çok sayıda girişimde" bulunulduğunu, ancak kendisinin "reddettiğini ve kendisine yönelik adaletsizlik düzeltilene kadar greve devam etme kararlılığını" dile getirdiğini bildirdi. Çarşamba günü cezaevi yetkilileri, Bin Mübarek'in adını vermeden, açlık grevi sonucunda herhangi bir tutuklunun sağlık durumunun kötüleştiğini yalanlayan bir açıklama yayınladı.

Hapishanelerdeki açlık grevleri, Tunus'taki muhalefet liderlerinin çoğunun hapiste olduğu ve muhalefet partilerinin Cumhurbaşkanı Said'i Tunus'u "açık hava hapishanesine" çevirmekle ve yargıyı "otoriter yönetimi" pekiştirmek için kullanmakla suçladığı bir dönemde gerçekleşiyor. Said ise iddiaları kesin bir dille reddediyor.


Lübnan: İsrail'in angajman kurallarında değişiklik ve ‘sivil tarafsızlık’ ilkesinden vazgeçilmesi

Raşaya el-Vadi'de hedef alınan araçtaki iki kişi hayatını kaybetti. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı – NNA)
Raşaya el-Vadi'de hedef alınan araçtaki iki kişi hayatını kaybetti. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı – NNA)
TT

Lübnan: İsrail'in angajman kurallarında değişiklik ve ‘sivil tarafsızlık’ ilkesinden vazgeçilmesi

Raşaya el-Vadi'de hedef alınan araçtaki iki kişi hayatını kaybetti. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı – NNA)
Raşaya el-Vadi'de hedef alınan araçtaki iki kişi hayatını kaybetti. (Lübnan Ulusal Haber Ajansı – NNA)

İsrail saldırıları, güneydeki köy ve kasabalar içinde eşi görülmemiş bir hızla artarak yeniden savaşın sahadaki yüzünü şekillendiriyor. Daha önce hava saldırıları açık alanlarla sınırlıyken, şimdi yerleşim bölgelerinin derinliklerine kadar ulaşıyor; bu da erken uyarılar ve kitlesel göç sahnelerini yeniden gündeme getiriyor. Nitekim perşembe günü, tahliye çağrılarının ardından gelen bombardımanlar sonucu binlerce güneyli yerinden edildi. Artık ne araçlar ne de yerleşim mahalleleri hedef olmaktan uzak kalabiliyor.

Lübnan'ın güneyindeki Taybe kasabasında İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir bölgeden enkaz kaldıran vatandaşlar (AFP)Lübnan'ın güneyindeki Taybe kasabasında İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir bölgeden enkaz kaldıran vatandaşlar (AFP)

Dün güneyde, eşi benzeri görülmemiş bir gerilimin ardından temkinli bir sükûnet hâkimken, bugün saldırılar yeniden başladı. Öğle saatlerinde Raşaya el-Vadi’de bir aracın hedef alınması sonucu, Şebaa kasabasından iki kardeş hayatını kaybetti. Ayrıca, Bint Cubeyl’deki Salah Gandur Hastanesi yakınında bir araca iki güdümlü füze isabet etmesiyle yedi kişi yaralandı. Ardından Nebatiye bölgesine bağlı Braachit kasabasında bir araca yönelik üçüncü bir hava saldırısı düzenlendi.

Bu gelişmeler, son aylarda İsrail’in saldırı biçiminde gözlenen yoğunlaşma eğiliminin bir devamı niteliğinde. Saldırılar, Nebatiye’deki el-Bayad Mahallesi’nden başlayarak Zibdin ve eş-Şarkiye – ed-Duveyr kavşağına kadar uzandı; son olarak geçtiğimiz eylül ayı sonunda Bint Cubeyl’de meydana gelen ve aralarında üç çocuğun da bulunduğu sivillerin hayatını kaybettiği katliamla doruk noktasına ulaştı.

Çatışma kurallarındaki değişiklik

Geçmişte İsrail, yan hasarı en aza indirmek için sivil bölgelerden ayrı askeri hedefleri vurmayı tercih ediyordu. Bugün ise bu kuralın bozulduğu görülüyor; mahallelerde arabalar hedef alınıyor, şafak vakti evler havaya uçuruluyor ve sivil toplantılar saldırıya uğruyor. Bu değişim sadece taktiksel nitelikte değil, aynı zamanda Tel Aviv'in Hizbullah'a verilen halk desteğinin maliyetini artırma ve temas bölgelerindeki sosyal uyumu zayıflatma girişimleriyle bağlantılı stratejik bir tercihi de yansıtıyor.

Lübnan'ın güneyindeki Taybe kasabasında İsrail hava saldırısının olduğu yerde bir Lübnanlı asker ve vatandaş (AFP)Lübnan'ın güneyindeki Taybe kasabasında İsrail hava saldırısının olduğu yerde bir Lübnanlı asker ve vatandaş (AFP)

Gerilimin hedefleri

Bu bağlamda, emekli Tuğgeneral Said Kazah, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, İsrail'in stratejisini hiç değiştirmediğini söyledi. İsrail'in değişmez hedefinin ‘Hizbullah'ı ve İran'dan Irak, Yemen, Filistin ve Lübnan'a kadar uzanan direniş eksenini kendi iradesine boyun eğdirmek’ olduğunu belirtti. İsrail'in ‘her şeyden önce kuzey İsrail'deki yerleşimcilerin güvenliğini sağlamaya çalıştığını’ ifade eden Kazah, bunu başarmak için, savaşçılar, savaş ekipmanları, silah ve mühimmat depoları gibi askeri hedef olarak gördüğü yerleri yoğun bir şekilde hedef alma taktiğine başvurduğunu açıkladı. Kazah, “Bu davranış yeni değil. İsrail'in sivil hayatlara hiçbir gerçek saygı göstermedi, Gazze Şeridi'nde bunu açıkça gördük” ifadelerini kullandı.

Güney Lübnan'da İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir alandaki molozların kaldırılmasını izleyen UNIFIL personeli (AFP)Güney Lübnan'da İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir alandaki molozların kaldırılmasını izleyen UNIFIL personeli (AFP)

Kazah, İsrail’in şu anda ve önümüzdeki iki ay içinde saldırılarını yoğunlaştırmaya çalıştığını belirterek, ‘Hizbullah’a bağlı kişi ve merkezlere yönelik suikast ve saldırıların, sivil yerleşim alanlarında bile artmasının beklendiğini’ ifade etti. Bu durumu ‘askeri baskı ve psikolojik savaş temelli ikili bir yaklaşım’ olarak nitelendiren Kazah, amacın ‘Hizbullah’ın toplumsal tabanını zayıflatmak ve kitlesinin bir kısmını, özellikle sürekli tekrarlanan can ve mal kayıpları karşısında Hizbullah’ın doğrudan dengeyi değiştirecek bir tepki vermemesinin yararlılığını sorgulamaya sevk etmek’ olduğunu söyledi.

Ayrıca Kazah, İsrail’in ‘sivil kayıplar konusuna aldırış etmediğini ve bu konuda kimsenin onu hesap vermeye zorlamadığını’ vurguladı. Ona göre İsrail, ‘Hizbullah devletin silahların toplanması kararına açıkça bağlılığını ilan etmediği, devlet projesine tamamen entegre olmadığı ve geçtiğimiz ağustos ayında hükümet tarafından alınan kararı uygulamadığı sürece’, Lübnan’ın herhangi bir bölgesinde askeri hedef olarak gördüğü her yeri vurmaya devam edecek.

Kazah, ‘İsrail’in askeri ve psikolojik baskıyı birlikte kullandığını ve kendi denklemine dayalı koşulları dayatmak için elindeki tüm araçlardan yararlandığını’ belirterek, “Bu sürecin durması, silahların yalnızca devletin elinde olmasına dair net bir Lübnan taahhüdü ve devlet düzeyinde alınan kararların uygulanmasıyla mümkündür” dedi.

İsrail'in sertleşen söylemleri ve istihbarat uyarıları

Bu askeri gerilime İsrail'de sert söylemler eşlik etti. İbranice yayın yapan medya kuruluşları, Hizbullah’ın Lübnan’ın kuzeyinde artan kapasitesinden duyulan endişenin büyüdüğünü aktardı ve ‘İsrail ordusunun şu ana kadar Beyrut’u vurmaktan kaçınmasının, takviye faaliyetleri sürerse uzun sürmeyebileceğini’ belirtti. Haaretz gazetesi ise istihbarat raporlarından aktardığı uyarılarda, ‘Hizbullah’ın yeniden güç kazanmaya çalıştığını, bunun da İsrail ordusunu gelecekteki tehditleri önlemek için operasyonlarını genişletmeye sevk edebileceğini’ yazdı. Ayrıca bazı raporlarda, ‘Batılı değerlendirmelere göre, Hizbullah’ın Suriye ve Irak üzerinden tedarik ağlarının kısmen yeniden işler hâle geldiği, buna karşın Lübnan ordusunun Hizbullah’ın askeri altyapısını yeniden yapılandırmasını engelleme konusunda ciddi zorluklarla karşı karşıya olduğu’ ifade edildi.