Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (3) : Etiyopya’nın Nahda Barajı Mısır’ın ulusal güvenliğine tehdit oluşturuyor

Mısır’ın Afrika Birliği üyeliğinin askıya alınması ve geri dönüş girişimleri

Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi’nin Sudan’daki basın toplantısı
Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi’nin Sudan’daki basın toplantısı
TT

Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (3) : Etiyopya’nın Nahda Barajı Mısır’ın ulusal güvenliğine tehdit oluşturuyor

Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi’nin Sudan’daki basın toplantısı
Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi’nin Sudan’daki basın toplantısı

Eski Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi’nin, ‘Olayların Merkezinde’ başlıklı hatıratına dair hazırladığımız yazı dizisinin üçüncü ve son bölümünde, Etiyopya’nın Nil Nehri üzerinde Nahda Barajı’nı inşa etme kararı almasının Mısır’daki yansımaları ele alınıyor. Mursi’nin azledilmesinin ardından Mısır’ın Afrika Birliği üyeliğinin askıya alınması ve birliğe geri dönüş süreci aktarılıyor.   
Mısır için Mavi ve Beyaz Nil nehirleri antik çağlardan beri son derece önemli olmuştur. Etiyopya’nın bu nehirler üzerine Nahda Barajı’nı kurma kararı, Mısır tarafından, Nil sularındaki tarihi haklarının tehdit edilmesi olarak değerlendirilmiştir.  
Etiyopya Nahda (Rönesans) Barajı’nı inşa etmeyi 2010 yılında kararlaştırdı. Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Afrika'ya olan ilgisi, yönetiminin son yıllarında keskin bir düşüş yaşamaktaydı. 25 Ocak 2011 devriminden sonra ülkenin içinde bulunduğu kaotik durum, baraj meselesinin ülke gündeminde yer almasını geciktirdi.  
Fehmi, nehir sularının paylaşımı konusunda Nil Havzası ülkeleriyle iş birliğinin, dışişleri bakanı olduğu bir yıl boyunca Mısır'ın dış politikasının öncelikli konularından olduğunu belirtiyor. Baraj sorununun Mısırlılar arasında giderek artan bir endişe kaynağı haline geldiğini ve bunun siyasi duyarlılığı artırdığını söylüyor.  
 Fehmi ayrıca, Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin devrilmesinden sonra Mısır’ın Afrika Birliği üyeliğinin askıya alınması sürecini ve bu süreçte Afrika ile ilişkileri yeniden tesis etmek için atılan adımları ve gösterilen çabaları şöyle değerlendiriyor:   
 Dışişleri bakanı olduğum bir yıl boyunca, Nil Havzası ülkeleriyle nehir sularının paylaşımı konusundaki müzakereler, Mısır'ın dış politikası için en önemli öncelikti. Geçici Cumhurbaşkanı Adli Mansur başkanlığındaki Milli Güvenlik Kurulu, bölgesel konulara odaklanmaya büyük önem vermekteydi. Nil nehri deltası, geniş Mısır topraklarının yüzde 4’üne tekabül etmektedir. Mısır Nil Nehri’nin bir armağanıdır, zira Mısır hem içme suyu hem de tarımsal kullanımda, su ihtiyacının yaklaşık yüzde 97'sini Nil Nehri’nden karşılamaktadır. Bu nedenle 1929 ve 1959’da, Nil suları üzerindeki haklarını düzenleyen birçok uluslararası anlaşmaya imza atmıştır. 
Yıllar içinde, Afrika ülkeleri Avrupa işgalinden kurtularak bağımsızlıklarını kazanmaya başladı. Bu ülkelerde büyük demografik değişikliklere tanık olundu. Artan nüfus ve kalkınma hamleleri, tatlı suya olan ihtiyacın artmasına neden oldu.  Bu değişiklikler, Mısır'ın tarihi hakları ve Nil sularına olan varoluşsal ihtiyacı ile Nil kıyısındaki ülkelerin kalkınma ihtiyaçlarının nasıl uzlaştırılacağı konusunda zorluklar yarattı. 
Bu nedenle, Nil Havzası ülkelerinin, diğer havza ülkelerine danışmadan nehir üzerinde su projeleri kurmayı düşünmesi tekrar eden bir sorun haline gelmiştir. En büyük sorun, Nil'in suyunun yaklaşık yüzde 80'inin kaynağı olan Mavi Nil'in çıkış noktası olan Etiyopya ile ilgiliydi. Nil Havzası ülkelerinde tarihsel hassasiyetler ve stratejik iş birliği düşüncesinin yokluğu, aşağı havza ülkelerinin tarihsel haklarına ve yukarı havza ülkelerinin kalkınma ihtiyaçlarına saygılı çözümlere ulaşılması için birçok fırsatın kaçırılmasına neden oldu. 
Mayıs 2010'da Addis Ababa yönetimi, Mavi Nil üzerinde depolama kapasitesi 74 milyar metreküp, yüksekliği 155 metre ve uzunluğu yaklaşık iki kilometre olacak Büyük Etiyopya Rönesans Barajı'nı inşa etme niyetini açıkladı. Bu depolama kapasitesi, Etiyopya'nın baraj projesi ilk ortaya çıktığında açıkladığı orijinal kapasitenin beş katıydı. Bu proje, zaten su kıtlığı çeken ve başka büyük su kaynaklarına sahip olmayan Mısır için büyük bir sorun teşkil etmekteydi.  
Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'in Afrika'ya ilgisi, yönetiminin son yıllarında keskin bir düşüş yaşadı. 25 Ocak 2011 devriminden sonra ülkenin içinde bulunduğu durum, bir süreliğine bu dosyayla ilgilenilmesine olanak tanımıyordu.  

Etiyopya'da iç karışıklık çıkarma önerisi
2012'de eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Etiyopya'daki baraj krizini tartışmak için ülkedeki siyasi yelpazenin çoğunun katılımıyla bir konferans düzenlediğinde durum daha da kötüleşti. Zira konferans canlı olarak yayınlanmaktaydı ve bazı katılımcılar, sorunun çözümü için Etiyopya'nın uçaklarla bombalanmasını veya ülkede iç karışıklık çıkarmasını önerme gafletinde bulundu. Hatta bazı katılımcılar Etiyopyalılar hakkında ırkçı ifadeler kullandı. Bu konferans hem Etiyopya hem de doğu Afrika ülkelerinde büyük bir öfkeye neden oldu. Şahsen bu söylemlerden utanmıştım, hükümette ya da konferansta yer almamama rağmen sade bir vatandaş olarak birçok Afrikalı arkadaşımdan özür diledim.  
Dönemin Dışişleri Bakanı Muhammed Kamil Amr, çeşitli Afrika ülkelerindeki Mısır büyükelçiliklerine, yanlış anlaşılmaların giderilmesi için acil bir şekilde halkla ilişkiler kampanyası başlatarak, kapsamlı temaslar kurmaları yönünde talimat verdi. Ayrıca Doğu Afrika ülkelerine özel temsilciler göndererek gerginliği azaltma yönünde çaba sarf etti.  
Bu dönemde Mısır yönetimi, Etiyopya ve Sudanlı yetkililerle üçlü bir anlaşma sağlamak için bir dizi teknik ve siyasi görüşme gerçekleştirdi. Ancak görüşmelerden bir sonuç alınamadı. Etiyopya Mısır'a güvenmiyordu, aynı zamanda Afrika tarafından desteklenmeyen ve kendi içinde bölünmüş olan Mısır’ın olası tepkilerinden de çekinmemekteydi. Mısır’ın kaotik politik ortamından cesaret alan Etiyopya yönetimi, ciddi bir korku duymadan iddialı ulusal projesini hayata geçirmek için güçlü bir fırsata sahip olduğunu gördü.  
Müslüman Kardeşler hükümetinin Temmuz 2013’te devrilmesinin ardından yeni kurulan hükümetin ana gündemlerinden biri, Mısır'ın stratejik su ihtiyacına odaklanılmasıydı. Etiyopya’nın baraj inşasındaki kararlılığı karşısında, Mısır Milli Güvenlik Kurulu’nda konuyla ilgili teknik ve siyasi boyutları ele alan çok sayıda toplantı yapıldı. Mısır'da israfın önlenmesi ve su tasarrufunun sağlanması için yeni politikalar geliştirmek zorunlu olsa da Nil Nehri'ne büyük ölçüde bağımlı olmaya devam edeceğimiz açıktı. Dolayısıyla nehir suyunun akışında geçici de olsa herhangi bir azalma Mısır için felaket anlamına geliyordu. Ayrıca Etiyopya’nın inşa edeceği barajın, nehrin su kalitesini olumsuz etkileyebileceği ve çevresel felaketlere neden olabileceği öngörülmekteydi.  
Süreç içinde ‘baraj konusu’ halkın gündeminde daha fazla yer edinmeye başladı ve Mısır kamuoyunda artan bir endişe haline geldi. Bu durum siyasi duyarlılığın artmasına neden oldu. Etiyopya, Sudan ve Mısır arasında, barajın büyüklüğü, depolama süresi ve neden olacağı çevresel faktörlere dair acilen ciddi bir müzakere süreci başlatılmalıydı.  

Sudan, Etiyopya’nın tezlerine daha yakındı
Sudanlı mevkidaşım Ali Ahmed Karti ile yaptığımız ilk görüşmenin ana gündem maddesi Nahda Barajı idi. Karti ülkesi Sudan’ın, Mısır ve Etiyopya arasındaki görüş ayrılıklarını gidermek için elinden geleni yapacağını taahhüt etti. Bana, ‘’Sudan, Mısır ve Etiyopya arasında bir kriz yaşanmasını asla temenni etmez’’ dedi. Buna karşılık, ‘’Konuyla ilgili ilk yurt dışı ziyaretimin Hartum’a olmasının bir tesadüf olmadığını, iyi niyetlerine güvendiğimi’’ söyledim. Bununla birlikte, o dönem Sudan yönetiminin, Nahda Barajı konusunda Etiyopya’nın tezlerine daha yakın olduğu yönünde bir kanaatimiz olduğunu söylemeliyim. Zira barajın inşası Sudan’ı olumsuz etkilemeyecekti, çünkü su sıkıntısı yaşamıyordular, en büyük sorunları; Nil Nehri’nin zaman zaman taşmasıydı. Bu durumda barajın yapılmasını kendi lehlerine bir durum olarak görmeleri gayet anlaşılabilirdi. Tabi bu benim kişisel kanaatimdir, barajın yapılması kararının ardından Sudan’ın pek şikayetçi görünmemesi, yönetiminde İslamcı bir hükümet olmasına rağmen, Müslüman Kardeşler yönetimini bu konuda desteklememeleri, bu çıkarımımı doğrular niteliktedir.  
Sorun ve çözümleri üç yönlüydü: Mısır daha fazla su istiyor, Sudan su akışının üzerinde daha fazla kontrole ihtiyaç duyuyor, Etiyopya'nın ise kalkınmak için su kaynaklarını daha aktif kullanmaya gereksinimi var. Öte yandan ciddi boyutlarda bir su israfı söz konusuydu ve üç taraf da mevcut koşulların süregelmesinden hoşnut değildi. Bu durumda ya herkesin yararına bir çözüm bulunmalıydı ya da herkes zarar etmeye devam edecekti. Kısacası bir an önce ciddi müzakerelerin yapılması ve tarafların özveriyle bir uzlaşıya varması gerekiyordu. Herhangi bir tarafın kendi ihtiyaçlarını abartması ve öteki tarafları suçlayarak tehdit etmesi çözümsüzlük anlamına geleceği için akıl karı değildi. Aynı zamanda olmayan anlaşmalar varmış gibi, ya da meselede ilerleme kaydedilmiş gibi yanlış bir intiba bırakmaya yönelik açıklamalar da sakıncalı olacaktı. Zira bu tür gerçekçi olmayan açıklamalar, üç tarafta da, ılımlıların muhafazakarlara yönelik pozisyonunu zayıflatacaktı. Her ne kadar kolay olmasa da tüm tarafları ikna edecek bir çözüm üzerinde uzlaşmak zorunluydu. Etiyopyalı mevkidaşım Tedros Adhanom ve Sudan Dışişleri Bakanı Ali Karti ile yaptığım birçok görüşmede bu hususları vurguladım. Onlara Mısır'ın Sudan ve Etiyopya'nın aksine Nil Nehri’nden başka büyük bir su kaynağına sahip olmadığını, bu nedenle Nil sularının bizim için ulusal güvenlik sorunu olduğunu ve bu konuda taviz verme noktasında fazla bir hareket alanımız olmadığını açıkladım. Etiyopya'nın daha fazla gelişmeye ve kalkınmaya ihtiyacı olduğunu, Sudan’ın da su akışı üzerinde daha fazla kontrole ihtiyacı olduğunu yadsımadığımızı, bununla birlikte Nil suları üzerindeki tarihi haklarımızdan daha fazlasına ihtiyacımız olduğunu belirttim.  
Mısır'ın tüm tarafları tatmin eden ve çıkarlarını sağlayan bir çözüme ulaşma konusundaki istekliliğini vurguladım. Mısır'ın endişelerinin karşılanması durumunda hem Sudan'a hem de Etiyopya'ya hedeflerine ulaşmaları için mali kaynak sağlamaya hazır olduğunu teyit ettim. Ayrıca, ülkemdeki kamuoyunun duyarlılığı veya iç siyasi baskılarla hareket etmediğimi açıkça belirttim. Bununla birlikte, hassasiyetlerimizin gözetilmemesi durumunda, Etiyopya ve Sudan'ın Nil' Nehri’ndeki su projelerine herhangi bir uluslararası desteğin engellenmesi için baskı yapacağımızı ifade ettim. Nitekim görüşmeler tıkanır gibi olduğunda, Dünya Bankası ve bazı Arap ülkeleri yetkilileriyle gerçekleştirdiğim toplantılarda, Mısır’ın Nahda Barajı’nın inşasına yönelik kaygıları giderilmeden, Etiyopya’daki su projelerinin doğrudan veya dolaylı olarak finanse edilmemesi yönünde uyarılarda bulundum. Bu girişimlerimi Etiyopyalı yetkililerden gizlemedim, bir anlaşmaya varana kadar, su projelerine yönelik herhangi bir uluslararası finansmanı engelleme çabamızın devam edeceğini de doğruladım. Bu hamlelerim, kamuoyunu yatıştırmakla ilgilenen politikacıların baskılarından etkilenmiyor olmama saygı duymalarına rağmen, Etiyopyalıları kızdırdı. 

Sisi’den işbirliği vurgusu
Yeni seçilen Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, 9 Haziran 2014'te, Etiyopya Dışişleri Bakanı Tedros Adhanom’u kabul etti. Sisi bir gün önce yemin töreninde yaptığı konuşmada, Mısır'ın dış politikası da dahil olmak üzere geleceği hakkında konuşmuş ve Nil Nehri dosyasının çözümü için Afrika ülkeleriyle iş birliğine duyulan ihtiyacı vurgulamıştı. Adhanom, Cumhurbaşkanı Sisi'yi seçilmesinden ötürü tebrik etti ve konuşmasının yansıttığı Nil Havzası dosyasına ilişkin vizyonunu övdü. Sonra beni işaret ederek, Nahda Barajı ile ilgili hamasete kapılmadan yaptığım ölçülü açıklamalarım dolayısıyla teşekkür etti. Ancak barajın inşasına yönelik uluslararası desteğin sekteye uğratılması yönündeki başarından ötürü şikayetçiyim diye ekledi, bu sözlerini Cumhurbaşkanı Sisi ve ben gülerek karşıladık. Bunu yaptığımı kabul ediyorum dedim. Mısır, Sudan ve Etiyopya arasında anlaşma sağlanırsa, projelerinin finanse edilmesi için çaba sarf edeceğimizi, hatta Mısır’ın Etiyopya’ya mali destek sağlayacağını söyledim. Cumhurbaşkanı Sisi, Etiyopyalı bakana "Gördüğünüz gibi iş birliğine hazırız, birlikte çalışmak istiyoruz" dedi. Adhanom görüşmenin sonunda Sisi'yi Etiyopya'ya davet etti ve parlamentoya hitap etmesini teklif etti.  
Sudan, Mısır ve Etiyopya dışişleri bakanları, Nahda Barajı ile ilgili Sudan'ın başkenti Hartum'da gerçekleştirilen müzakereler sonucunda İlkeler Anlaşması imzaladı. Yapılan müzakereler daha çok teknik konularda olup, barajın doluluk oranları ve su akışının yönetilmesine dairdi. Ancak takip eden üç yıllık teknik müzakereler sırasında somut bir ilerleme kaydedilemedi.  İlkeler Anlaşmasının ardındaki iyi niyet belirtilerine rağmen, bağlayıcı olmaması, çelişkili yorumlara ve yanlış anlamalara kapı açtı. Mısır açısından daha fenası, müzakerelerde ilerleme kaydedildiği intibaı uyandıran bu ‘anlaşmaya’ istinaden uluslararası toplumun projeye finansman sağlamasıydı. Muğlak bir dille veya diğer tarafların iyi niyetini varsayarak ele alınmaması gereken varoluşsal meseleler vardır. Savaş ve barış böyledir, başta su olmak üzere doğal kaynakların asgari düzeyde sağlanması da bu çerçevede değerlendirilebilir.  

Fehmi: Afrika ülkeleriyle kurulacak ilişkiler önceliklerim arasındaydı
Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Temmuz 2013’te devrilmesinin ardından Mısır'ın Afrika Birliği üyeliği donduruldu. Dışişleri bakanı olarak, Afrika ülkeleriyle kurulacak ilişkiler önceliklerim arasındaydı. Göreve başladıktan hemen sonra, Mısır'ın Afrika Birliği üyeliğini yeniden canlandırmak amacıyla kıtadaki çeşitli ülkelerinin dışişleri bakanları ve Afrika Birliği sekretaryasıyla bir dizi telefon görüşmesi yaptım. Doğu, Batı, Orta ve Kuzey Afrika'daki ülkelere kapsamlı ziyaretler gerçekleştirdim. Konuşmalarımda Mısır’ın kıtanın kalkınması için önemli rolüne vurgu yapıyor ve üyeliğimizin birliğin çıkarına olacağını ifade ediyordum. Görüşmelerde Etiyopya’nın Nahda Barajı da temel gündem maddeleri arasında yer alıyordu.  
Tanıştığım çoğu Afrikalı yetkili, geçmişe değil geleceğe odaklanıyor oluşumu takdir ettiğini gözlemliyordum. Uganda Devlet  Başkanı Yoweri Museveni ile kır evinde bir görüşme gerçekleştirdim. Uzun yıllar bu görevde bulunan başkan, eski Mısır liderleriyle hatıralarından bahsetti. Nil Nehri hakkında konuşmak isteyip istemediğimi sordu ve sulama bakanının niçin bana eşlik etmediğini merak etti. Ben de tarım ve iskân bakanlarının başbakanla görüştüklerini söyledim ve Mısır’ın Nil Nehri vizyonuna dair bilgi verdim.

Senegal'deki ilk toplantılarda bir soğukluk sezinledim
2014 yılında Senegal'i ziyaret ettim. Devlet başkanı ve parlamento başkanı dahil olmak üzere önemli görüşmeler yaptım.  
Her ne kadar Senegalli yetkililer, önde gelen yetkilileri kabul ederken adet olduğu üzere ana caddelere Mısır bayrakları asmış olsa da ilk toplantılarda bir soğukluk sezinledim. Senegal Meclis Başkanı Mustafa Niass ile görüşmemiz ise oldukça dostane geçti. Yetmişli yıllarda genç bir diplomat olarak Kahire’yi ziyaret ettiğinde babam İsmail Fehmi’yi evinde ziyaret etmişti. Senegal Cumhurbaşkanı Macky Sall ile de verimli bir görüşme yaptık. Mısır’daki hatıralarından bahsetti, bana Afrika ziyaretimde hangi ülkelere gittiğimi, Senegal’den sonra nerelere gideceğimi sordu. Kahire’den direkt Dakar’a geldiğimi, buradan da tekrar Kahire’ye döneceğimi belirttim.  Kendisine Mısır’ın Senegal’i Batı Afrika ülkeleriyle ilişkilerinde kritik önemde gördüğünü söyledim. Mısırlı iş adamı Semih Savirs’in Senagal’de ciddi bir turizm yatırımı yapmak istediğini de aktardım, Başkan Sall bunu memnuniyetle karşıladı.
Benzer şekilde Tanzanya Cumhurbaşkanı Jakaya Kikwete  ve Dışişleri Bakanı Bernard Membe ile görüşmem de sıcak bir ortamda geçti. Tanzanya’da yatırım yapmak üzere bana eşlik eden iş adamlarının olması onları son derece mutlu etmişti.
Uganda, Tanzanya ve Senegal cumhurbaşkanları ile yaptığım görüşmelerin ortak paydası, hepsinin ülkelerini tekrar ziyaret edip etmeyeceğimi sorarak toplantıyı bitirmeleriydi. Dışişleri bakanı olarak özellikle Afrika'ya odaklandım, ziyaretlerimin büyük çoğunluğunu kıta ülkelerine yönelik gerçekleştirdim. Daha öncede ifade ettiğim üzere, öncelikli gündemlerimden biri Mısır’ın tekrar Afrika Birliği’ne dönmesiydi. Afrika Birliği Cumhurbaşkanı Mursi’nin azledilmesinin ardından Mısır’a Alpha Oumar Konare başkanlığındaki bir heyet gönderdi. Heyet, 3 Temmuz 2013'te açıklanan yol haritasını uygulanması ve bir an önce seçimlerin yapılması çağrısında bulundu. Daha sonraları, Mısır’ın üyeliğinin tekrar canlandırılmasının özellikle Güney Afrika tarafından engellendiğini öğrenecektik. Bazı siyasal İslamcı çevrelerin bu ülke hükümeti üzerinde önemli etkilerinin olduğu anlaşıldı.

Mısır'ın Afrika Birliği üyeliğinin askıya alınmasını hem birlik hem de Mısır için kayıp
Afrika ülkelerine yaptığım gezilerde, Afrikalı liderlerin çoğunun, Mısır'ın Afrika Birliği üyeliğinin askıya alınmasını doğru bulmadığını, bu durumun hem birlik hem de Mısır için kayıp anlamına geleceğini düşündüklerini gözlemledim.  
Bu meseleye bir an önce çözüm bulunması gerektiği konusunda hemfikirdiler ancak Afrika Birliği'nin seçilmiş bir başkanı deviren herhangi bir Afrika ülkesinin üyeliğini askıya alma kararına uymak zorundaydılar. Çok sayıda Afrikalı lider, Mısır'ın üyeliğinin askıya alınması kararının kaldırılmasında aktif rol oynayacağını teyit etti.
Nijerya'nın bağımsızlığı kutlamalarına katıldım. Devlet Başkanı Goodluck Jonathan’la otelindeki süitinde bir özel görüşme gerçekleştirdik. Mısır’da yapılacak seçimlerden sonra tekrar birliğe üye olması için girişimde bulunacağını vurguladı. Uganda cumhurbaşkanı da bu yönde bir söz vermişti. Özellikle Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika, Ocak 2014’teki Cezayir ziyaretimde, Mısır’ın Afrika Birliği için önemini teyit ederek, bu konuda özel bir çalışma yapılması talimatı verdi. Artık Mısır'ın birliğe dönüşü için her şey hazırdı. Bu nedenle cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra yapılacak olan Afrika Birliği zirvesinde yeni başkanın yapacağı konuşma taslağını hazırladım. 17 Haziran 2014'te, bakanlık görevimden ayrıldıktan iki gün sonra, Mısır'ın Afrika Birliği üyeliğinin dondurulması kararı iptal edildi. Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi Gana’daki Afrika Birliği Zirvesine katıldı ve ardından teşekkürlerini iletmek üzere kendisine önerdiğim üzere Cezayir’i ziyaret etti.  

Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (1): ABD, Hüsnü Mübarek’in yerine hangi adayları destekledi?

Nebil Fehmi anılarını kaleme aldı (2): Muhalefet Mursi’ye karşı nasıl birleşti?



İsrail’de 7 Ekim saldırısını soruşturan hükümet komisyonunun yetkilerini aşırı sağcı bakanlar belirleyecek

İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Knesset'teki bir oturumda (Reuters - Arşiv)
İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Knesset'teki bir oturumda (Reuters - Arşiv)
TT

İsrail’de 7 Ekim saldırısını soruşturan hükümet komisyonunun yetkilerini aşırı sağcı bakanlar belirleyecek

İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Knesset'teki bir oturumda (Reuters - Arşiv)
İsrail’in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Knesset'teki bir oturumda (Reuters - Arşiv)

İsrail Kabine Sekreteri Yossi Fuchs dün yaptığı açıklamada, iktidardaki Likud Partisi’nden Adalet Bakanı Yariv Levin’in, Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihindeki saldırısıyla ilgili başarısızlıkları soruşturmakla görevli tartışmalı hükümet komisyonunun yetki alanını belirlemek üzere bir bakanlar komisyonuna başkanlık edeceğini duyurdu. Bu karar, hükümetin muhalifleri tarafından sert şekilde eleştirildi.

Fuchs, hükümet üyelerine gönderdiği mektupta, komisyonda Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in yanı sıra Smotrich’in lideri olduğu Dini Siyonizm Partisi’nden Yerleşim ve Ulusal Görevler Bakanı Orit Strook ve Ben-Gvir liderliğindeki Otzma Yehudit (Yahudi Gücü) Partisi’nden Miras Bakanı Amihay Eliyahu’nun yer alacağını belirtti.

Komisyon, Adalet Bakanı Levin’in Likud Partisi’nden meslektaşları da dahil olacak. Bunlar arasında Tarım Bakanı Avi Dichter, Bilim ve Teknoloji Bakanı Gila Gamliel, Diaspora İşleri Bakanı Amichai Shikli ve Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar liderliğindeki Yeni Umut partisinden Maliye Bakanı Ze'ev Elkin yer alıyor.

İsrail gazetesi The Times of Israel'e göre bakanlar komisyonuna, 7 Ekim’i soruşturan komisyonun görev tanımı, araştırılacak konular ve zaman çerçevesi dahil olmak üzere tavsiyelerini hükümete sunması için 45 gün süre verilecek.

Elkin dışında komisyondaki tüm bakanlar, Hamas liderliğinde binlerce unsurun Gazze çevresindeki yerleşim yerlerine saldırarak yaklaşık bin 200 kişiyi öldürdüğü ve 251 kişiyi rehin aldığı 7 Ekim saldırısı sırasında görevdeydiler.

Başbakan Binyamin Netanyahu'ye eleştirenler, Hamas saldırısında hayatını kaybedenlerin aileleri de dahil olmak üzere, saldırı öncesinde, sırasında ve sonrasında yaşanan siyasi ve istihbarat alanlarındaki başarısızlıkları araştırmak üzere resmi bir komisyon kurulmasını talep ediyorlar. Kamuoyu yoklamaları, İsraillilerin büyük çoğunluğunun saldırıyla ilgili resmi bir soruşturma komisyonu kurulmasını desteklediğini gösteriyor, ancak Netanyahu, komisyonun kurulmasının yargı tarafından belirleneceği gerekçesiyle bunu reddediyor. Netanyahu liderliğindeki mevcut hükümeti, yargı reformu yoluyla yargıyı zayıflatmaya çalışıyor.

İsrail hükümeti geçtiğimiz pazar günü ‘mümkün olan en geniş halk desteğiyle2 kendi özel soruşturma komisyonunu kurmak için oylama yaptı.

Fuchs’un açıklamasına yanıt olarak, diğer muhalefet yetkilileriyle birlikte hükümetin soruşturmasını reddeden ana muhalefet lideri Yair Lapid, bakanların ‘soruşturmayı yürütmek için ahlaki veya yasal yetkiye sahip olmadıklarını’ söyledi.

Bazı komisyon üyelerini de eleştiren Lapid, önce komisyon başkanı Levin'e, 7 Ekim'den önce ‘güvenliğin ihmal edilmesinin’ nedeninin onun yargı reformu olduğunu söylediğini hatırlattı, ardından ‘Gazze'ye nükleer bomba atılmasını öneren’ Miras Bakanı Eliyahu'ya eleştirilerde bulunan Lapid, Strook’u “İsrail ordusunu, rehinelerin bulunduğu bölgelerde, bu onların hayatını tehlikeye atsa bile savaşmaya çağırdı” diyerek eleştirdi. Son olarak Smotrich'e değinen Lapid, “(Smotrich) çocukları aç bırakmanın haklı ve etik olduğunu açıkladı” dedi ve Ben Gvir'in, ‘rehinelerin istismara uğramasına neden olduğunu’ söyledi.

Tüm bu kişilerin Netanyahu'nun kendisini aklamak ve 7 Ekim olayının sorumluluğundan kurtulmak için atadığı bakanlar olduğunu söyleyen Lapid, “Bu işe yaramayacak” diye ekledi.


Gazze İstikrar Gücü... Görevi belirsiz ve uygulanabilirliği koşullara bağlı

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi üyeleri, Gazze Şeridi'nde istikrarı korumak için uluslararası güce yetki veren ABD tasarısını oyladı. (DPA)
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi üyeleri, Gazze Şeridi'nde istikrarı korumak için uluslararası güce yetki veren ABD tasarısını oyladı. (DPA)
TT

Gazze İstikrar Gücü... Görevi belirsiz ve uygulanabilirliği koşullara bağlı

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi üyeleri, Gazze Şeridi'nde istikrarı korumak için uluslararası güce yetki veren ABD tasarısını oyladı. (DPA)
Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi üyeleri, Gazze Şeridi'nde istikrarı korumak için uluslararası güce yetki veren ABD tasarısını oyladı. (DPA)

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi’nin, ABD Başkanı Donald Trump’ın Gazze Şeridi’ne yönelik barış planını onaylaması, bölgeye uluslararası istikrar güçlerinin gönderilmesinin önünü açtı. Karar, Arap ve resmi Filistin makamları tarafından desteklenirken, Hamas başta olmak üzere bazı Filistinli gruplar çekincelerini korudu.

Hamas ve diğer Filistinli grupların çekinceleri, söz konusu güçlerin rolü ve özellikle Gazze Şeridi’nde silahsızlandırma görevini üstlenme olasılığıyla ilgili. İsrail ise bu sürecin hızla uygulanmasını talep ediyor. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, güçlerin rolünün, ABD Başkanı Donald Trump’ın başkanlığında kurulacak Barış Konseyi ile netleşeceğini, bu süreçte BM’nin herhangi bir denetiminin bulunmayacağını belirtti. Uzmanlar, “Silahsızlandırma krizi öncelikle siyasi uzlaşı ve bölgesel katılım gerektiriyor; böylece güçlerin gelecekteki rolüne dair herhangi bir kararın güvenilirliği ve uygulanabilirliği sağlanabilir” ifadelerini kullandı.

Güçlerin rolü

BM Güvenlik Konseyi, 13 üyenin onayı ve Rusya ile Çin’in çekimser kalmasıyla, ABD tarafından sunulan ve Gazze Şeridi’ne ‘geçici bir uluslararası istikrar gücü’ gönderilmesine izin veren karar tasarısını kabul etti.

gt
Gazze şehrine düzenlenen İsrail hava saldırısında yıkılan bir evin enkazından ceset çıkaran Filistinliler (Arşiv – AFP)

BM Güvenlik Konseyi, Barış Konseyi’nin kurulmasını da memnuniyetle karşıladı. Konsey, ‘uluslararası hukuki kişiliğe sahip geçici bir idari organ’ olarak tanımlandı ve Gazze Şeridi’nin yeniden inşasına yönelik kapsamlı plan çerçevesinde çalışma yapacak, finansmanı koordine edecek bir yapı olarak öngörüldü. Konseyin, Filistin Yönetimi reform programını tatmin edici biçimde tamamlamasının ardından Gazze Şeridi’nde kontrolü yeniden sağlayabilmesi hedefleniyor.

Karar, Barış Konseyi ile iş birliği yapan üye devletlere ve Barış Konseyi’ne, Gazze Şeridi’nde istikrarı sağlamak üzere ‘Barış Konseyi tarafından kabul edilen geçici uluslararası bir güç oluşturma’ yetkisi veriyor. Bu güç, katılımcı ülkeler tarafından sağlanan askerlerden oluşacak, Mısır ve İsrail ile yakın iş birliği ve danışma içinde faaliyet gösterecek. Ayrıca, uluslararası hukuk ve insani hukuk çerçevesinde gerekli tüm tedbirleri alma yetkisine sahip olacak.

Karara göre uluslararası güç, Barış Konseyi’ne ateşkesin uygulanmasını izleme ve kapsamlı planın hedeflerini gerçekleştirmek için gerekli düzenlemeleri yapmada destek sağlayacak.

Şarku’l Avsat’ın AFP ve Reuters’tan aktardığı son karar tasarısı, istikrar gücünün İsrail, Mısır ve yeni eğitilmiş Filistin polisi ile iş birliği içinde sınır bölgelerini güvence altına almak ve Gazze’de silahsızlandırmayı sağlamakla görevlendirileceğini; bunun içinde silahların imha edilmesi ve askeri altyapının yok edilmesi gibi görevlerin de bulunduğunu ortaya koyuyor.

xscdfgt
Gazze Şeridi'nin orta kesiminde bulunan Deyr el-Balah'ın batısındaki yerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Mısırlı askeri uzman Semir Ragıb, BM kararının onaylandığını ancak güçlerin rolünü detaylı biçimde açıklamadığını söyledi. Ragıb, bunun, gücün BM tarafından doğrudan denetlenmeyeceği anlamına geldiğini belirterek, ilerleyen dönemde bu önemli detayların açıklanmasının tüm endişeleri netleştireceğini ifade etti.

Amerikalı strateji uzmanı Irina Tsukerman ise Gazze’de görevlendirilen istikrar güçlerinin, geçici bir güvenlik mekanizması olarak tasarlandığını söyledi. Tsukerman’a göre bu güçlerin rolü sadece devriye gezmek veya düzeni sağlamakla sınırlı değil; aynı zamanda insani yardım, yeniden inşa ve yönetim reformlarının uygulanabilmesi için gerekli koşulları hazırlamak.

Tsukerman, bu gücün amacının ‘silahlı grupların hemen müdahale edemeyeceği bir ortamda teknokrat bir yönetimin çalışabilmesi için zaman ve alan sağlamak’ olduğunu vurguladı.

Çelişkiler

Güçlerin silahsızlandırma konusundaki rolüne ilişkin tartışmalar devam ederken, Hamas, karar tasarısının kabul edilmesinin ardından yaptığı açıklamada, “Karar, Gazze Şeridi üzerinde uluslararası vesayet mekanizması dayatmaktadır; bu, halkımız ve güçlerimiz ile gruplarımız tarafından reddedilmektedir” ifadelerini kullandı.

Hamas tarafından yapılan açıklamada, “Uluslararası gücün Gazze’deki görevleri, özellikle direnişin silahsızlandırılması, gücün tarafsızlığını ortadan kaldırmakta ve onu işgal lehine çatışmanın bir tarafı haline getirmektedir” denildi.

Aynı şekilde, İslami Cihad Hareketi de dün ABD kararını reddettiğini duyurdu. Hareket, uluslararası bir gücün Filistinli grupları silahsızlandırma görevini üstlenmesinin, onu tarafsızlıktan çıkarıp İsrail’in gündemini uygulayan bir ortak haline getireceğini belirtti. Ayrıca, Filistinlilerin ‘işgale karşı her türlü meşru direniş hakkının’ uluslararası hukuk tarafından garanti edildiğini ve grupların silahlarının bu hakkı güvence altına aldığını vurguladı.

Buna karşılık İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun ofisi, Trump’ın Gazze planını memnuniyetle karşıladı ve planın bölgeye ‘barış ve refah’ getireceğini belirtti. Ofis, sosyal medya platformu X’te yaptığı açıklamada, “Başkan Trump’ın planının barış ve refah getireceğine inanıyoruz; çünkü plan, silahsızlandırmayı, Gazze’nin askeri kapasitesinin ortadan kaldırılmasını ve bölgede aşırılıkların kökünün kazınmasını öngörüyor” ifadelerini kullandı.

Semir Ragıb, İsrail’in karara karşı çıkmasına rağmen özellikle istikrar güçleri maddesine odaklandığını belirterek, bunun temel yükümlülüklerden kaçış niteliği taşıdığını ve en başta Gazze’den tam çekilmenin ertelendiğini ifade etti. Ragıb, Hamas ve İslami Cihad’ın itirazının ise anlaşmayı tamamen reddetmekten değil, silahsızlandırma konusuna karşı durmaktan kaynaklandığını ve silahsızlandırmanın önceden sağlanacak uzlaşılarla yürütülmesi gerektiğini vurguladı; aksi takdirde güçlerin rolü Filistinlilerle çatışmaya dönüşebilir.

Tsukerman ise gücün rolünü iki yönlü olarak değerlendiriyor: “Güç, güvenilir, kapsayıcı ve bölgesel destekle birlikte çalışırsa yeniden inşa ve siyasi normalleşme için bir nefes alanı sağlayabilir.”

Çözümün bölgesel katılımda yattığını belirten Tsukerman, “Bölgesel katılım yoksa, gücün meşruiyeti çöker, uygulanması aksar ve Hamas’ın etkisi güçlenir. Böylece görev, Filistin egemenliğine köprü olmak yerine dış kontrolün simgesi haline gelir. Bölgesel katılım bir lüks değil, zorunluluktur. Yoksa görev hedeflerine ulaşmakta zorlanır ve anlaşmanın özü zayıflar” dedi.


Lübnan ordu komutanı Washington ziyaretini erteledi

Lübnan askerleri, Güney Lübnan'daki Abbasiye kasabasında İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir bölgede toplanıyor (Reuters)
Lübnan askerleri, Güney Lübnan'daki Abbasiye kasabasında İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir bölgede toplanıyor (Reuters)
TT

Lübnan ordu komutanı Washington ziyaretini erteledi

Lübnan askerleri, Güney Lübnan'daki Abbasiye kasabasında İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir bölgede toplanıyor (Reuters)
Lübnan askerleri, Güney Lübnan'daki Abbasiye kasabasında İsrail hava saldırısının hedef aldığı bir bölgede toplanıyor (Reuters)

Lübnan Kara Kuvvetleri Komutanı General Rudolf Heykel, İsrail ve ABD Kongresi'ndeki yetkililerin orduya karşı iki operasyon başlatması ve programındaki birçok toplantının iptal edilmesinin ardından dün planlanan ABD ziyaretini erteledi.

Lübnan askeri kaynakları Şarku'l Avsat'a yaptığı açıklamada, "Ordu komutanlığı son iki haftada İsrail'in orduya ve Lübnan ordusunun ulusal rolüne yönelik saldırısını gözlemledi. Bu saldırı önyargısız ve Lübnan ordusunu hedef alıyordu" dedi. Harekatın ABD Senatörleri Lindsey Graham ve Joni Ernst tarafından başlatılan "bir başka sürpriz harekatla" eş zamanlı olarak geldiği de ifade edildi.

Heykel, Beyaz Saray, Kongre ve Savunma Bakanlığı yetkilileriyle görüşmek üzere yola çıkmadan önce, Lübnan Kara Kuvvetleri Komutanlığı, Washington ziyareti için planlanan birkaç toplantının iptal edildiğini doğruladı. Kaynaklar, "Bu nedenle Kara Kuvvetleri Komutanı, ziyaretin başarısını güvence altına almak için durum netleşene kadar ziyareti ertelemeye karar verdi" dedi.