100 yaşınıza kadar yaşamanın formülü

Az yağlı ve az tuzlu yemenin önemi vurgulanıyor. (Shutterstock)
Az yağlı ve az tuzlu yemenin önemi vurgulanıyor. (Shutterstock)
TT

100 yaşınıza kadar yaşamanın formülü

Az yağlı ve az tuzlu yemenin önemi vurgulanıyor. (Shutterstock)
Az yağlı ve az tuzlu yemenin önemi vurgulanıyor. (Shutterstock)

Yaşlanma hızınızı yavaşlatmak, ortalama yaşam ömrünüzü 80li yaşlarınız kadar uzatmak ve oldukça sağlıklı bir biçimde, 100 yaşına kadar yaşamak ister miydiniz?
İngiliz Daily Mail gazetesinin haberine göre, yaşlanma ile ilgili araştırmalardaki son bulgular bunu nasıl başarabileceğimizi gösteriyor. Londra’daki Royal College of Medicine'den kıdemli bir araştırmacı, 50 yıllık kariyerinin çoğunu bu araştırmalara adadığını vurguladığı açıklamasında yaşlanmanın hızını etkileyebileceğimizi ve yaşamımızda değişiklikler yapmak için asla geç olmadığını keşfettiğini söyledi.
Öyleyse, yaşlanma hakkında en değerli dersleri kimden alabiliriz? Bu sorunun cevabı, Japonya'nın Okinawa Adası'nda yaşayanlarda saklı!
Söz konusu bölgede yaşayan insanlar 90 hatta 100 yaşına kadar sağlıklı bir yaşam sürdürebiliyorlar.
Peki, Okinawalıların bu kadar uzun yaşamalarına yardımcı olan şey ne?
Öncelikle beslenme düzenleri meyve, sebze, tofu (soya peyniri) ve deniz yosunundan oluşan az yağlı ve az tuzlu bir diyetten oluşuyor. Sağlıklı olarak uzun bir hayat sürmelerinin formülü, aynı uzunlukta yaşam süren İngilizlerden en az yüzde 10 daha fazla oranda ne yedikleriyle ilgili.
Okinawa dilinde “Hara hachi bun me”, sofradan tam doymadan kalkmak demek. Bu, yüzde 80 doyduğunuzda yemeyi bırakın, yemeğinizin beşte birini tabağınızda kalsın ya da doydum demek yerine artık aç değilim diyebildiğiniz zaman yemeye son vermeniz anlamına geliyor.
Bu, yeni diyete başlayanlara kıyasla kalorileri azaltmanın daha az katı bir yolu. Ancak oldukça önemli faydaları var.
ABD’de yürütülen ve kalorilerin iki yıl boyunca yüzde 12 oranında kısıtlandığı ‘Hara hachi bun me’ uygulanan bir çalışmada katılımcılar daha az iltihap (aşırı kilonun neden olduğu inflamasyon) belirtisi ve uzun ömürlü olmakla ilişkili yüksek hormonal gelişim sergilediler. Bununla birlikte katılımcılar bu süreçte vücut ağırlığının yüzde 10'u kadar kilo kaybettiler. Araştırmada öz konusu beslenme düzeniyle ilgili şu noktaların önemine yer verildi:
- Yavaş yiyin ve yemeğinize odaklanın. Sindirim sırasında salgılanan hormonların tokluk hissini beyne iletmesi on dakika sürer.
-Televizyon izlerken ya da kitap okurken yemek yemeyin. Çünkü artık aç olmadığınızı bildiren 'tokluk sinyali' sofra başındaki süre uzadıkça daha geç devreye girecektir.
-Aralıklarla çatal ve bıçağı bırakın ve ne kadar doyduğunuzu hissedin.
-Proteine ve yüksek lifli gıdalara öncelik verin.
- Bir kişi ortalama olarak günlük enerjisinin yaklaşık yüzde 10'unu yiyecekleri sindirmek için kullanır. Ancak bu yüzde, yediğiniz yemeğin türüne bağlı olarak değişir.



Bilinç, beynin neresinde? Öne çıkan iki teori de sınavı geçemedi

Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)
Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)
TT

Bilinç, beynin neresinde? Öne çıkan iki teori de sınavı geçemedi

Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)
Araştırmacılar bilincin, beynin zekadan ziyade duyularla ilişkili bölümünde oluştuğunu düşünüyor (Pixabay)

Bilincin beynin hangi bölümünde olduğunu araştıran bilim insanları ilginç sonuçlara ulaştı. 

Kişinin kendisini, etrafını, deneyimlerini, duygularını anlamasını sağlayan bilinç, insan varlığının temel bileşenlerinden biri. 

Bilim insanları uzun zamandır bilincin beynin hangi bölümünde, nasıl meydana geldiğini anlamaya çalışıyor. Pek çok fikir ortaya atılırken halihazırda 30'a yakın teori olduğu tahmin ediliyor. 

Bunlar arasında en çok öne çıkan ikisiyse Küresel Çalışma Alanı Teorisi (GWT) ve Bütünleşik Bilgi Teorisi (IIT). Bunlardan ilki bilincin, beynin ön kısmında olduğunu ve buradaki kilit bölgeler duyusal bilgileri tüm beyne yaydığında bilinçli deneyimin ortaya çıktığını savunuyor. 

IIT ise beyindeki bilginin son derece entegre ve bütünleşik olduğunu ve bu şekilde bilinçli bir deneyimin mümkün olduğunu öne sürüyor.

Önde gelen hakemli dergi Nature'da 1 Mayıs Perşembe günü yayımlanan çalışmada bilim insanları, bu iki teoriyi test ederek hangisinin geçerli olduğunu bulmaya çalıştı. Bulgular, ikisinin de yetersiz olduğuna işaret ediyor. 

Max Planck Enstitüsü'nden Dr. Lucia Melloni ve ekip arkadaşları, ABD, Avrupa ve Çin'deki 12 laboratuvarda 256 kişiye çeşitli görüntüleri izleterek beyinlerindeki elektrik ve manyetik aktiviteyi ve kan akışını ölçtü. 

Katılımcıların bilinçli farkındalığını ölçmek için onlara çeşitli yüzler, nesneler ve semboller gösterildi. Katılımcılar ekranda belirli görüntüler belirdiğinde bir düğmeye bastı. Ekip katılımcıların beynini üç farklı yöntem kullanarak izledi.

Bulgular bilincin, beynin düşünmeyle ilişkili ön kısmından ziyade, görme ve işitmeyle bağlantılı duyusal bölgeleri içeren arka kortekste ortaya çıktığına işaret ediyor. 

Çalışma, beynin arka kısmındaki nöronlarla öndeki bölgeler arasındaki önemli bağlantılar saptasa da bilincin ana merkezinin arka kortekste olduğu fikrini destekliyor.

Araştırmada ayrıca IIT'nin öne sürdüğü gibi bilincin, beynin çeşitli bölümlerinin etkileşimi ve işbirliğiyle oluştuğunu destekleyen güçlü kanıtlar da bulunmadı. 

Makalenin başyazarlarından Christof Koch, "Burada kanıtlar kesinlikle arka korteks lehine. Bilinçli deneyimle ilgili bilgiler ön loblarda ya yoktu ya da arka kortekse kıyasla çok daha zayıftı" diyerek ekliyor: 

Bu durum, ön lobların zeka, yargılama, muhakemede kritik önem taşımasına karşın görme, bilinçli görsel algılama gibi konularda kritik bir rol oynamadığı fikrini destekliyor.

Araştırmacılar yeni çalışmanın komadaki veya bitkisel hayattaki hastalar açısından da önem taşıdığını ifade ediyor.  

Bu durumdaki hastalar birkaç gün boyunca yanıt vermediği zaman genellikle bilinçlerini kaybettikleri varsayılarak yaşam destek ünitesiyle bağları kesiliyor. Ancak geçen yıl yayımlanan bir çalışmada tepkisiz hastaların yaklaşık 4'te birinin bilinci olabileceği tespit edilmişti.

Bu araştırmaya gönderme yapan Koch "Bilincin beyindeki temelini bilmek, sinyal vermeden 'orada olmanın' bu gizli biçimini daha iyi saptamamızı sağlar" diyor. 

Independent Türkçe, Reuters, New York Times, SciTechDaily, Nature