Yemen Savunma Bakanı Makdişi, Şarku'l Avsat'a konuştu: Güney Amâlika Tugayları ile mükemmel koordinasyona sahibiz. Husiler, Marib ve el-Cevf üzerine 15 tugay seferber ettiler

Savunma Bakanı Korgeneral Muhammed Ali el-Makdişi, el-Yemen es-Saîd’den (Mutlu Yemen) gelen güçlerin yakında çatışmalara gireceğini söyledi

Yemen Savunma Bakanı Korgeneral Muhammed Ali el-Makdişi
Yemen Savunma Bakanı Korgeneral Muhammed Ali el-Makdişi
TT

Yemen Savunma Bakanı Makdişi, Şarku'l Avsat'a konuştu: Güney Amâlika Tugayları ile mükemmel koordinasyona sahibiz. Husiler, Marib ve el-Cevf üzerine 15 tugay seferber ettiler

Yemen Savunma Bakanı Korgeneral Muhammed Ali el-Makdişi
Yemen Savunma Bakanı Korgeneral Muhammed Ali el-Makdişi

Şarku’l Avsat ekibi, Yemen Savunma Bakanı Korgeneral Muhammed el-Makdişi ile görüşmek üzere sabah saat 9.30 gibi Marib'e ulaştı. Görüşme, Savunma Bakanı’nın çeşitli cephelerde askeri operasyonları yönettiği müstahkem yerlerden birinde gerçekleşecekti ve ekibi taşıyan araç, buraya yarım saat erken ulaştı.
Ekip, Savunma Bakanı Makdişi’yi farklı cephelerde çatışmaların yoğunlaşması nedeniyle komutanlarla yaptığı birkaç önemli toplantıyı bitirene kadar yaklaşık üç saat bekledi. Makdişi’nin toplantılar gerçekleştirdiği komutanların başında ekibimizi Savunma Bakanı'nın ofisine gitmeden önce kabul eden Yemen Genelkurmay Başkanı Korgeneral Sağir bin Aziz geliyordu.
Bakan Makdişi, Yemen Ulusal Ordusu'nun Suudi Arabistan’ın liderliğindeki Arap
Koalisyonu’nun da desteğiyle Şebve ve Marib'de Husileri bozguna uğrattığını vurgulayarak soruları yanıtlamaya başladı.
Güney Amâlika (Devleri) Tugayları ile koordinasyonu ‘mükemmel’ olarak niteleyen Yemenli Bakan, Yemen Ulusal Ordusu'nun Marib’in ilçelerinin geri kalanını özgürleştirmeye devam ettiğini ve Safer tankeri yönündeki uluslararası hatta 30 kilometreden fazla uzunlukta ve 27 kilometre derinlikte ilerleme kaydettiğini belirtti.
Harad'da devam eden operasyonlarla ilgili olarak ise Yemen güçlerinin Harad'dan yaklaşık 56 kilometre uzaklıktaki Abs ilçesinin eteklerine ve Ahim Kavşağı’na ulaştığını açıklayan Savunma Bakanı, önümüzdeki günlerin özellikle Güney Amâlika Tugayları’nın kıyı şeridinde ve Taiz'de tüm cephelerin açılmasıyla birlikte pek çok zafere tanıklık edeceğini söyledi.
Bakan Makdişi, çatışmaları çözmeye yönelik planlarla ilgili olarak da Yemen'in Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon güçlerinin bir parçası olduğunu belirtti ve koalisyonun, özellikle de Suudi Hava Kuvvetleri’nin Husileri püskürtüp yok etmede önemli bir rol oynadığına dikkat çekti.
El-Yemen es-Saîd Tugayları hakkında da konuşan Bakan ayrıca, Birinci Askeri Bölge güçlerinin muharebelere katılımından Hudeyde’den ve Yemen Ulusal Ordusu’nun karşılaştığı zorluklardan söz etti. İşte röportajın detayları:
-Öncelikle, çeşitli cephelerdeki askeri gelişmelerden bahseder misiniz?
Biliyorsunuz, cephelerin durdurulması ile düşman Marib ve Şebve’ye yöneldi. Fakat önce Allah sonra Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu sayesinde düşmanı Şebve’nin tamamında, Marib'in ise bazı ilçelerinde yenmeyi başardık. Geçtiğimiz günlerde Safer tankeri yönündeki uluslararası hatta 30 kilometreden fazla uzunlukta ve 27 kilometre derinlikte ilerleme elde ettik. Askeri güçler, Ummu er-Riş ve Mel’a’ya çok yaklaştı, el-Belak eş-Şarki bölgesini aştı. Bunun yanı sıra her yerde savunma savaşları veriyoruz. Ancak Güney Amâlika Tugayları ile cephelerdeki çatışmaları durdurduktan sonra Harad ve Taiz'de çatışmalar başladı. Çok büyük zaferler elde ettiler ve düşman gerilemeye başladı.
-Şebve ilçelerinin kurtarılması ve El-Yemen es-Saîd’i özgürleştirme operasyonunun duyurulmasının ardından büyük bir hareketlenme oldu. Güney Amâlika Tugayları Harib'e ulaştı. Ulusal Ordu güçleri Marib istikametinden ilerleme kaydetti. Herkes Güney Amâlika Tugayları ile Ulusal Ordu’nun birleşmesini bekliyordu. Neden bu hareketlilik azaldı ve cephe sakinleşti?
Ulusal Ordu durmadı. Güney Amâlika Tugayları durmuş olabilir, belki de ileriye dönük bir takım planları vardır. Ancak, Ulusal Ordu güçleri, ister Marib, ister Taiz, ister el-Cevf isterse Harad olsun, tüm cephelerde savaşmaya devam ediyor.
-Güney Amâlika Tugayları ile koordinasyonunu nasıl görüyorsunuz?
Çok mükemmel.
-Ulusal Ordunun Harad’daki mevcut operasyonları ne durumda?
Ulusal Ordu Harad’da oldukça etkileyici bir operasyon gerçekleştirdi. Harad'a girip kuşatmayı başardı. Bugün kıyı şeridindeki Abs ilçesi sınırlarına ulaştı. Husiler saldırılarını yoğunlaştırdılar. 1990 yılında tek devlet haline gelen ve çok güçlü silahlara sahip olan Yemen Cumhuriyeti'nin bu imkanlarını ele geçirdiklerini unutmuyoruz. Yemen, 1990 yılından sonra eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih döneminde, şu an İran'ın büyük desteğiyle Husiler tarafından ele geçirilen gelişmiş silahları, tankları ve çok sayıda mühimmatı satın aldı. Husi heyetleri Tahran'a gittiğinde İran Cumhurbaşkanı ve Dini Lideri ile buluşuyorlar. Her şeyi birlikte yapıyorlar.
Bu silahlar ve mühimmat, onlara hareket kabiliyeti ve imkanları kazandırdı. Sahip oldukları kalabalık insan gücü de unutulmamalı. Daha önce veya daha sonra bulunduğumuz bölgeler çok fazla askerin buralarda konuşlandırılmasını istemiyor. Aşiretler bölgelerini savunmak için bizimle savaşıyorlar. Ne Marib’de, Şebve'de, Hadramut'ta ne de el-Cevf ya da el-Mahra’da aşiretler zorunlu askerliği sevmezler. Dolayısıyla Husiler kalabalık bir insan gücüne sahipler. Onları mali durumlarını sömürerek ya da ABD ve İsrail ile savaşmak gibi birçok bahaneyle silah altına alıyorlar.
-Harad’taki son durum nasıl?
Ulusal Ordu, Harad’dan yaklaşık 56 kilometre uzaklıktaki Abs'in eteklerine ve Ahim Kavşağı’na ulaştı. El-Muhsam Askeri Kampı ise Husiler tarafından geri alındı, ama güçlerimiz halen Abs yakınlarındaki Harad ve Midi'de konuşlu. Allah'ın izniyle gelecek günlerle birlikte özellikle Güney Amâlika Tugayları ile olduğu gibi tüm cepheler açılırsa, kıyı bölgesi ve Taiz'de zafer bekliyoruz.
-Ordunun yeni cepheler açıp Sana'ya doğru ilerlemek ve kurtarmak için hazırlık yaptığına dair bir takım haberler var. Bu konudaki planlarınız neler? Bugün Marib’in güvenli olduğunu söyleyebilir miyiz?
Ne Sana’yı, ne de Marib’i güvenli diye adlandıramayız. Bazen bir veya iki gün içinde bir kopma yaşanabiliyor. Ama ülkemizi özgürleştireceğimize inancımız tam.  Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu’nun bir parçasıyız.
-Hudeyde, Husiler için bir kaçakçılık merkezi haline geldi. Hudeyde cephesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ordu güçleri Hudeyde'nin büyük bölümünü kontrol altına almış ve Hudeyde'yi çevreleyen 7 Temmuz bölgesine ulaşmışlar, geriye ise çok az yer kalmıştı.  Ancak, uluslararası müdahale, Hudeyde’deki ilerlemenin durmasına yol açtı. Son olarak yeniden konumlandırma süreci yaşandı. Elbette Hudeyde, Yemen'in atar damarıdır. 1960’larda, 70’lerde ve 80’lerde Aden'den daha güçlüydü. Yemen'in en önemli limanıdır. Husiler, şimdi Hudeyde Limanı’ndan silah kaçakçılığı yapıyor. Kaçakçılık Husilerin dinidir. Stockholm Anlaşması, limanın gelirlerinin devlet çalışanlarının maaşlarını ödemek için merkez bankasında olacağını şart koşuyordu ancak Husiler bu gelirleri savaş için kullandılar.
-Yemen Ulusal Ordusu şu an ne gibi zorluklarla karşı karşıya?
Karşılaştığımız en büyük zorluk, Husilerin tüm bölgelerde sahip oldukları imkanlar. Husiler, her şeyi kontrol ediyor. Devleti yeniden inşa etmeye başladık ve Suudi Arabistan’ın bu konuda büyük yardımları oldu.
-Koalisyon güçleriyle aranızdaki koordinasyon şu an ne durumda? Koalisyonun son zamanlardaki askeri operasyonlarda Yemen ordusunu havadan destekleyen rolünü nasıl görüyorsunuz?
Koalisyonun büyük bir rolü var. Düşmanın püskürtülmesinde ve yok edilmesinde her şeyden önce koalisyonun hava desteği büyük rol oynuyor. Bunun için başta Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri olmak üzere kendilerine teşekkür ediyoruz.
-El-Yemen es-Saîd Tugayları nasıl bir rol oynuyorlar? Şu an askeri operasyonlara katılıyorlar mı?
El-Yemen es-Saîd Tugayları, Ulusal Ordu’nun bir parçasıdır. Bu tugayların güçlerinden sadece bir kısmı operasyonlara katıldı. Geriye kalanlar da önümüzdeki günlerde katılacaklar.
-Ulusal Ordusu son dönemde geri çekilirken Nehim ve Beyhan'da yaşananların tekrarlanmasından korkuluyor mu?
Esasen, Sana'nın eteklerine kadar gelmiştik. Husiler, Marib ve el-Cevf üzerine yaklaşık 15 tugay seferber etti.
-Birinci Askeri Bölge güçlerine ne olacak? Çatışmalara katılacaklar mı?
Birinci Askeri Bölge bir tugaydır. Aslında 23. Mekanize Tugayı olarak gerek El-Cevf'teki çatışmalarda olsun gerekse yolların güvenliğinin sağlanmasında olsun bizimle birlikte hareket ediyorlar. Birinci Askeri Bölge’nin silahlarının çoğunu geri çektik. Karargahı lağvedildi. Buranın rehabilite edilmesi ve yeniden donatılması gerekiyor. Çünkü 2010 yılından bu yana elden geçirilmeye ihtiyaç duyan ve şu an kullandığımız silah ve mühimmatın dışında hiçbir silah veya yeni araç buraya girmedi.
-Sizce bu kadar insanı, onları krematoryumlara süren Husilerin saflarında yer almaya iten ne?
Bunun nedeni, Husilerin kontrolü altındaki bölgelerdeki nüfus yoğunluğudur. Aynı zamanda bu bölgelerde yaşayanların çektikleri maddi zorluklar da etkili bir faktörü. Ayrıca bu insanlar, kendilerine rehberlik edecek uzmanlar aracılığıyla harekete geçme yeteneğine de sahiptirler.
Ayrıca ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) karşı mücadele ettiklerini ve paralı askerlerle savaştıklarını iddia ediyorlar. Ne yazık ki bazı bölgelerde yaşayanlar, Marib, Taiz, Aden ve tüm bölgelerde Ulusal Ordu'nun kurulduğunu bilmiyorlar.
Husiler, bu insanların yoksulluklarını kullanıyor. Sayıları 200 bine varan ortaokula gidecek yaştaki çocuklar yaz kamplarına giriyor. Bunlardan 10-15 bin kadarı eğitim alarak bu kamplardan çıkıyor.
-Savunma Bakanı olarak Yemenlilere gelecek günlerle ilgili ne söylemek istersiniz? Onlara hangi sözleri verebilirsiniz?
Kardeşlerimizin desteğiyle inşallah zaferin geleceğini söylemek istiyorum. Husiler, bölge ve uluslararası toplum da dahil olmak üzere herkes tarafından iyi bilinen kanlı bir projedir. Tek yaptığı yeni mezarlar kazmak. Yemenliler için hayata geçirdiği projeler mezarlıklardan ibaret. Bu yüzden Yemen'deki kardeşlerimizi, evlatlarını Husilerin onları gönderdiği krematoryumlardan kurtarmaya çağırıyoruz. Ayrıca Ulusal Ordu sabırlı olsun, Allah'ın izniyle zafere yakındır.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.