Ahmedinejad: Suudi Arabistan'ı dörde, Türkiye'yi üçe, İran'ı da altı bölgeye bölmek istiyorlar

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Ahmedinejad: Suudi Arabistan'ı dörde, Türkiye'yi üçe, İran'ı da altı bölgeye bölmek istiyorlar

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Eski İran Cumhurbaşkanı Dr. Mahmud Ahmedinejad, Independent Türkçe Genel Koordinatörü Muhammed Zahid Gül'ün sorularını yanıtladı.
Bize bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederiz. Bölgedeki son durumla ilgili sorularla başlamak ve sonra - eğer zaman yeterse - İran'daki gerçekliği ve İran sahnesi hakkındaki soruya geçmek istiyorum. Röportaja Türkiye ve İran'ın değerli komşuları Irak'tan başlayalım.

-İran İslam Cumhuriyeti'nin 1979 yılında kurulmasından bu yana İran, Irak dosyasıyla ilgilendi. ABD'nin Irak'ı işgalinden sonra İran'ın Irak topraklarında hem nüfuzu hem de varlığı vardı. Irak'ın siyaset sahnesine de müdahaleleri oldu. Bugün İran'ın Irak'ın siyaset sahnesindeki başarılarını ya da başarısızlıklarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle sizi ve bu programdan sorumlu meslektaşlarınızı selamlıyor ve röportajın faydalı olmasını umuyorum. Toplum, bölge ve dünya meselelerini analiz ederken her zaman bazı ilkeleri dikkate almalıyız.
Birinci ilke, halkların kendi kaderini tayin hakkı ve halkların bağımsızlığıdır. Bunu kabul etmeliyiz. Taraflardan hiçbiri diğerinin iç işlerine karışmamalı. Bu yüzden ikinci ilke, diğerlerinin iç işlerine karışmamaktır.
Üçüncü ilke, otoriter devletlerin politikasıdır. Bu devletler, kendi çıkarları uğruna başka ülkelerin ve halkların dağılmasını isterler. Bu noktanın dikkate alınması gerekir.
Ahmedinejad (2).jpg
Eski İran Cumhurbaşkanı Dr. Mahmud Ahmedinejad, Independent Türkçe'ye önemli açıklamalarda bulundu
Dördüncü ilke ise, bölgenin bölge halklarıyla ilgili olmasıdır. Güvenlik ve barışın tesisi, bölge halkları arasında kapsamlı bir iş birliğinin olmasını gerektirir ve güvenliği sarsan her şey tüm halklara zarar verir. Böyle bir olayın yaşanmaması için de herkesin dikkatli olması gerekir.

- İran'ın Irak'a müdahale politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu politika başarılı mı yoksa başarısız mı?
Bu değerleri göz önünde bulundurduğumuzda tüm bölgesel sorunları, tek bir bakış açısına ve tek bir görüşe ulaşıncaya kadar değerlendirebiliriz. Bugün bölgenin dayanılmaz koşullar altında olduğu bir gerçek.

- Necef ve Kum'daki iki köklü ekol arasında bir rekabetten yahut çatışmadan söz ediliyor. Bu iki köklü ekol arasında -eğer varsa- farkı nasıl görüyorsunuz?  
Tarih boyunca alimler arasında birtakım anlaşmazlıklar olmuştur. Nasıl insanlar arasında çeşitli anlaşmazlıklar oluyorsa alimler arasında da anlaşmazlık çıkabilir, her halükârda birçok fikir ve görüş vardır. Bunun meseleleri ve diğer tarafı da etkilediğine inanıyorum.
Tüm dinlerin alimlerinin ortak bir noktaya ulaşmasını, Hristiyanların, Müslümanların, Necef, Kum ve El-Ezher'in, hepsinin insanlık yararına birleşmesini umuyoruz. 

- Efendim, burada iki tarihi, ideolojik ve teolojik ekol arasındaki bir rekabetten ya da anlaşmazlıktan bahsetmiyorum. Velayet-i Fakih ve diğerleri ile ilgili siyasi yönelimlerden bahsediyorum. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Evet, alimler arasında bakış açılarında, sonsuza kadar devam eden pek çok fikir ayrılığı söz konusu. 

"İran ve Suudi Arabistan yan yana gelseler Yemen meselesini çabucak çözebileceklerine inanıyorum"

- Yine çetrefilli olan başka bir dosyaya geçiyoruz. Yemen dosyası. İran, Yemen'e açıkça müdahale ediyor. İran'ın Yemen politikasını nasıl görüyorsunuz ve sizce bu meseleyi çözmenin yolu nedir?
Yemen meselesinden daha önce birçok kez bahsettim. Yukarıda söylediğim gibi otoriter devletlerin, yani Suudi Arabistan, İran, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), ABD ve İngiltere'nin varlığı söz konusu. Hiçbiri Yemen meselesine karışmamalı. Bırakın Yemen halkı kendi kaderini kendisi tayin etsin. Bundan başka çözüm yolu yok.
Muhammed Zahid Gül (1).jpeg
Eski İran Cumhurbaşkanı Dr. Mahmud Ahmedinejad, Independent Türkçe Genel Koordinatörü Muhammed Zahid Gül'ün sorularını yanıtladı
Bölgedeki tüm ülkeler; Suudi Arabistan, İran ve BAE, Yemen krizinden ve Yemen'deki savaşından uzaklaşmak zorundalar. Daha da önemlisi Yemen halkının bu krizden kurtulması gerekiyor. İran ve Suudi Arabistan yan yana gelseler Yemen meselesini çabucak çözebileceklerine inanıyorum. 

"Birbirimizden uzaklaşıp rekabet edersek bu, bize zarar verir; bekamız birliğimize bağlı"

- Cumhurbaşkanlığınız döneminde İran ve Suudi Arabistan arasında iyi ilişkiler vardı. Kral Abdullah ile tarihi bir zirve gerçekleştirdiniz. Sonra ne oldu, ne değişti? Bu görüşmeler neden başarısız oldu ya da meyve vermedi?
Suudi Arabistan ile kardeşçe ilişkilerimiz vardı. Diğer Arap ülkeleriyle de ilişkilerimiz kardeşçeydi. Suudi Arabistan ile özel ilişkilere sahip olmamız doğal. Çünkü biz aynı dinin mensuplarıyız ve aynı bölgede yaşıyoruz. Aynı şekilde düşmanımız da bir.
Eğer birbirimizden uzaklaşıp rekabet edersek bu, bize zarar verir. Bekamız birliğimize bağlıdır. Kardeşler olarak bu anlaşmazlığa bir yere kadar yabancıların müdahalesinin yol açtığını düşünüyoruz. Bu durumda hiç kimsenin galip gelmeyeceğini, her iki tarafın ve tüm bölgenin bundan olumsuz etkileneceğini bir kez daha vurguluyorum. 

- Peki, mevcut durumu nasıl görüyorsunuz? Şu sıralar İran'ın Suudi Arabistan ile görüşmelerinden söz ediliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Her iki tarafın da birtakım hatalar yaptığını düşünüyorum. Söz konusu görüşmelerden memnuniyet duyuyorum. Umarım her iki taraf da aralarında bir anlaşmaya varır.
Tarafların Yemen krizini çözmeye yönelmelerini tavsiye ediyorum. Bu, tüm bölgede güvenlik ve istikrarın sağlanmasına ve en önemlisi Yemen hükümetinin ve Yemen halkının kendisini bu krizden kurtarmasına katkıda bulunacaktır.
Yemen halkı şu an korkunç krizler yaşıyor. Kurbanlar veriyor. Onlar bizim kardeşlerimiz. Suudi Arabistan, Yemen, İran, Kuveyt, hepimiz kardeşiz. Bunlardan hangisi zarar görse düşmanlar buna sevinir. Aynı şekilde, şehirlerimiz yok edildiğinde ve aramızda çıkan anlaşmazlıklarda askerlerimiz öldüğünde bu ancak düşmanları sevindirir.
Konuşmamızın başında bahsettiğim dört ilkeyi dikkate alırsak, Yemen krizinin hızla çözüleceğine inanıyorum. Bu meseleler Suudi Arabistan tarafından biliniyor.
Ayrıca, bölge meseleleriyle ilgili her şeyi birbirimizle konuşabiliriz. Bundan 20 yıl önce bölgenin şartları çok kötüydü. Suriye, Irak, Yemen, Afganistan ve Lübnan'daki şartlar da iyi değildi. İran ve Suudi Arabistan anlaşırlarsa bu, bölgenin şartlarının iyileşmesine, bu ülkelerdeki anlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasına katkı sağlayacak ve koşullarını yumuşatacaktır. 

- Bizim için çok güzel bir tablo çizdiniz, fakat şimdi Suriye'den bahsetmek istiyorum. İran'ın Suriye'deki askeri varlığına karşı duruşunuz biliniyor. Burada şunu açıkça sormak istiyorum: Suriye krizinden çıkış yolu nedir? Suriye'de son 10 yıl içinde yaşanan halk protestolarına yönelik tutumunuz nedir?
Size bahsettiğim dört ilkeyi bir kez daha yineleyerek İran olarak biz, Suudi Arabistan ve Türkiye, Suriye'nin iç işlerine karışmak yerine Suriye halkının birlik olmasına yardım etmeliyiz. Suriye halkının iradesine saygı göstermek zorundayız. Çünkü bu onların; yani halkın hakkıdır.
Suriye, büyük fedakarlıklar yaptı ve büyük zarar gördü. İran, Suudi Arabistan ve Türkiye, Suriye'de savaşı önlemek için çalışmalı ve Suriyeli taraflardan birine diğeri pahasına para, silah ve lojistik yardım sağlamamalı.
İki taraf da ne İngiliz ne Amerikan ne de Irak'ı işgal edenler değil, Suriye'nin kendi öz evlatları. Orada öldürülenler Ruslar değil, Suriyeliler. Suriye meselesine nereden bakarsanız bakın, onlar bizim kardeşlerimiz. İran, Suudi Arabistan ve Türkiye, oturup konuşurlarsa, konuşmamızın başında bahsettiğim ve aralarında 'kendi kaderini tayin hakkı halkın hakkıdır' ilkesinin de yer aldığı dört ilkeye dayanarak krizin çözülmesine yardımcı olabilirler. 

- Türkiye'ye özel bir ilginiz var. Yakından takip ediyorsunuz. Son olarak yaklaşık iki hafta önce Türkiye'nin çeşitli şehirlerine siyasi çerçeve dışında ziyaretler gerçekleştirdiniz. Türk halkı hakkında ne düşünüyorsunuz? Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) 20 yıl sonrasını nasıl görüyorsunuz? Bugün örneğin anayasa değişikliği ve parlamenter sisteme dönüş talebiyle bir araya gelen Türkiye muhalefetinin performansını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, Türk halkının tercihidir. Türk halkının talep ettiği her şey sahada yerine getirilmelidir. İran'ın Türkiye ile iyi ilişkileri var. Bölge ülkelerinin ilişkileri köklü ve adildir. Bölge ülkelerinin dünya güçlerinin müdahalelerini dikkate alması gerektiğini düşünüyorum.
Her ülkenin gücü, halkın desteğiyle ilişkilidir. Halk, kendi sisteminden memnun olmalı ve sonra halkın iradesi kaderini tayin etmelidir. Bazıları kendi görüşlerini diğerlerine empoze ederse, sorunlarla karşılaşmak kaçınılmaz olur.

- Türkiye ve İran, bölgedeki iki önemli ülkedir. Büyük rol oynayan ve tarihi ilişkileri olan iki büyük ülke… Anlaşmazlık ve anlaşmanın ana noktalarından bahsetmek istersek neler söylersiniz?
Bölge halkları, köklü ilişkilere sahiplerdi. Hala da öyleler. Birbirleriyle hiçbir sorunları yoktu. Halklar ticaret, evlilik ve iş birliği gibi birbirine bağlı ilişkilere sahip olmak isterler. Kendi aralarında safları sıkılaştırmayı isterler ve bundan memnuniyet duyarlar.
Hükümetler halkın iradesini takip etmeliler. Ancak o zaman sorunlar ortadan kalkar. Mevcut sorunlar hükümetlerin ve rejimlerin yanlış analizlerinin sonucudur. Bölgesel hükümetler ve rejimler kendilerini bölgeden ayrı görmemeliler.
Hepimiz bölgeyi birlikte yönetmeliyiz, birlik olmalıyız. Birlik olmak herkese fayda sağlar. Böylece otoriter devletler hiçbirimize baskı yapamaz.
Öte yandan, dünyada yeni bir güç, bir insan gücü oluruz. Otoriter devletlerin tüm bölge ülkelerine karşı bir yol haritası ve komplosu olduğuna sizi temin ederim. Hiçbir ülkenin güçlü ya da kendi kendine yeter durumda olmasını istemiyorlar. Hiçbir şekilde ilerlememizi ve gelişmemizi istemiyorlar.
Birbirimizle sürekli bir çatışma ve anlaşmazlık içinde olmamızı, geri kalmamızı, böylece bize hükmedebilmeyi istiyorlar. Silahlarını satabilmek için kendilerine bir pazar bulmak istiyorlar.

"Rusya'nın Ukrayna'ya askeri saldırısı çerçevesinde, Çin Tayvan'a, ABD de İran'a saldırmak istiyor"

- İlgili bağlamda ABD ve Rusya'yı "İran'a ve Ukrayna'ya karşı kirli anlaşma yapmakla" suçladınız. Neden?
Bunu, bölgenin koşullarını ve küresel sorunları bilen herkesin yapması gerekir. ABD, Rusya ve Çin dünya için yeni bir plan oluşturmak istiyor. Rusya'nın Ukrayna'ya askeri saldırısı çerçevesinde Çin, Tayvan'a, ABD de İran'a saldırmak istiyor.
Tüm bunlar, dünyanın bir değişim sürecinde olduğunu teyit ediyor. Tüm dünyada yeni bir proje olacak. Ukrayna'ya yapılan bu saldırıda, dünyanın dönüştüğü koşulların değişmekte olduğu ortaya çıktı. Bu benim görüşüm. Sonuçlarını siz de göreceksiniz.
Planın ilk bölümünü uygulamaya koyuyorlar. Biz bu planın uygulanmasını engellemeye çalışıyoruz.  Çünkü birçok masumun hayatına mal olacak. 

- Ukrayna sahnesini takip ediyorsunuz. Mevcut İran hükümetinin Ukrayna krizi ve Ukrayna'daki savaş konusundaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu soru İran hükümetinin resmi sözcüsüne yöneltilmeli.

- İran hükümetinin tutumunu sormuyorum. Sorum şu: İran hükümetinin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim nasıl bir tutumum olduğu iyi bilinir. Her zaman halkın yanında olmaya çağırırım. Otoriter güçlerin yanında olmamalıyız, yozlaşmış güçlerin tuzağına düşmemeliyiz.

- Son dönemde İran ve Rusya arasındaki ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Rusya, İran'ın güvenebileceği bir ortak olabilir mi?
Bunun için geçmişteki gerçekliğe ve bugün yaşadığımız gerçekliğe bakalım. Geçmişe bakarsak Rusya'nın İran'ın kendisini desteklemediğine dair bahaneler bulması zor olur.
Ama bugün bazı bahaneleri var. Bugün bir savaş halinde olduğunu söyleyebilir ve perde arkasında ABD ile ele ele verirken, İran'ı bu savaşta kendisine destek vermediği için mazur görebilir.

- Çin'in, tıpkı Rusya'nın Ukrayna'ya yaptığı gibi Tayvan'a saldırmak niyetinde olduğunu ve onu işgal etmek istediğini söylediniz. Sizce gelişmelerin ne gibi sonuçları olacak? 
Umarım bu planların hiç biri gerçekleşmez. Ukrayna'daki savaş bir an önce biter ve Rus askerleri kışlarına geri döner. Ukrayna halkı da meşru haklarını geri alır.
Rusya önünde sonunda kontrolünü dayatacak gibi görünüyor. Yani Sayın (ABD Başkanı Joe) Biden'ın tutumlarına bakılırsa, Rusya'nın bu savaşa dahil olmasına ve her türlü silahı kullanmasına izin verilmiş.

- İran, birkaç gün önce Umman Denizi (Arap Denizi) ve Umman Körfezi'nde Rusya ve Çin ile ortak askeri tatbikatlara katıldı. Bu askeri tatbikatları siyasi olarak değerlendirirsek, hedef kim ve Rusya ile Çin arasında bu bölgeyle ilgili gerçek bir ittifak var mı?
Bölgenin güvenliğinin bölge halkları tarafından güçlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. Bölge hükümetleri, yabancı unsurların bölgesel işlere karışmasını engellemelidir.

- İran'ın nükleer programı dosyasına gelirsek, İran ile ABD arasında İran'ın nükleer programı ve üretmeyi planladığı nükleer enerji konulu müzakerelerde Biden yönetimini değerlendiriyorsunuz?  Sizce Biden yönetiminin Trump yönetiminden farkı nedir?
ABD hükümetinin küresel ve uluslararası politikalarının bizi desteklemediğini, Cumhuriyetçi başkanlarının bu küresel politikaların bir parçası olduğunu ve ABD başkanlarının genellikle yürütme işlerini yaptığını düşünüyorum.
İkinci Dünya Savaşı sonrası savaşın galibi beş ülke, kendisinden başka hiçbir ülkenin nükleer güç ve güçlü bir ülke olmayacağı konusunda anlaştılar ve bu doğrultuda bir karar aldılar. Bu görüşte hemfikir oldular. İran'ın bunu başarabilmesine karşı çıkıyorlar.  
Aynı şekilde Suudi Arabistan, Türkiye, Pakistan ve Irak'ın da güçlü ülkeler olmalarına karşılar. Ülkelerimizin güçlü ve saygın ülkeler olmalarını istemiyorlar. Zenginleştirmenin İran'ın güçlendireceğini düşünüyorlar. Bu onların değişmez politikasıdır.
Yani Biden'ın, Donald Trump'ın ve Barack Obama'nın uyguladığı politika arasında hiçbir fark yok. Biden'ın İran'a uygulayacağı baskılar, Trump'ın uyguladığından daha büyük olacak. Çünkü tek bir amaca hizmet ediyorlar.
Ancak sahada kullandıkları dil ve planlama yöntemleri farklı. Bu konuda size bir örnek vereyim. ABD merkezli Uluslararası İlişkiler Konseyi (CFR) ile New York'ta bir toplantı yaptık. 28 kişiydiler. 90 dakikadan uzun bir süre boyunca sordukları tüm sorular İran'ın nükleer dosyasıyla ilgiliydi.
Soruları bittiğinde, bize karşı iddialarının hiçbirini kanıtlayamadılar. Aralarından terbiyeli, yaşını almış bir kimse ayağa kalkıp bana; "Ahmedinejad Bey, Zenginleştirme ve barışçıl faaliyetler yürütme hakkınız olduğunu kabul ediyoruz, ama bunu resmen ilan etmek istersek yarın Suudi Arabistan, aynı şekilde Mısır da bu enerjiye sahip olacak. Bu durumda onlara nasıl başa çıkabiliriz?" dedi.
Ona, "Eğer bu bizim hakkımızsa onların da hakkı olması akla yatkın. Bu hakkın kullanılmasından kaçınılıyorsa hiç kimseye verilmemeli" dedim.
Bu konuda bir başka örnek de İran, ilk kez endüstriyel düzeyde uranyum zenginleştirdiğinde arayıp bunu söylediğim kişi Kral Abdullah oldu.
Ona telefonda, "Bu haberi duymaktan memnun olacağınıza inanıyorum. Bu alan da artık hizmetinizdedir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (UAEA)  denetimi altındayız. Elde ettiğimiz tüm enerjiyi size gönderiyoruz. Siz de uzmanlarınızı ve bilim insanlarınızı bize gönderin. Onlara da öğretelim ve tüm deneyimlerimizi onlara aktaralım" dedim.
Bölgedeki tüm ülkelerin sanayi ve bilim açısından gelişmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak nükleer bombaya sahip olmamalılar.
Nükleer bomba insanlara refah getirmez, aksine nükleer bomba vahşetin bir simgesidir. Biz bilim, sanayi ve teknoloji peşindeyiz.
Herkesin bu imkanlara sahip olması gerekir. Ancak koşullar, bu deneyimlerin Suudi Arabistan'daki kardeşlerimize aktarılmasına izin vermedi ama bu konudaki görüş ve yönelimlerimiz aynı kalmaya devam ediyor. Fakat Batılıların bakış açısı, başkalarının bu imkanlara sahip olmasını engellemek üzerine kuruludur.

"Suudi Arabistan'ı dörde, Türkiye'yi üçe, İran'ı da altı bölgeye bölmek istiyorlar"

- Bu güzel anılarınız ve mevcut atmosfer çerçevesinde bu konudaki görüşmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bir sonuca ulaşılacak mı, ulaşılmayacak mı? Ukrayna krizi, İran ile ABD arasındaki nükleer anlaşma konulu müzakerelere gölge düşürecek mi?
Bunun yakın bir gelecekte olmasını beklemiyorum ama dünya güçlerinin bölge ülkeleriyle ilgili uğursuz bir yol haritası olduğunu biliyorum.
Suudi Arabistan'ı dörde, Türkiye'yi üçe, İran'ı da altı bölgeye bölmek istiyorlar. Bölgedeki ülkeleri bölüp küçük ve zayıf devletlere dönüştürmek istiyorlar. Bu onların yol haritası. Bu haritadan kurtulmanın tek yolu bölge ülkelerinin birlik olmasıdır. 

"Eğer ABD, Rusya'ya sert tepki vermiş olsaydı, Rusya, Ukrayna'ya saldırmaya cesaret edemezdi"

- ABD Başkanı Biden, geçtiğimiz Ekim ayında Demokrasi Zirvesi düzenledi. Genel olarak dünyadaki ve özelde halkının çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu ülkelerdeki demokratik ortamı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sayın Biden'ın dünyada demokrasinin güçlendirilmesi yönündeki çabalarını nasıl görüyorsunuz?
Dikkate alınması gereken bazı noktalar var. Bunlardan birincisi demokrasi iyi bir insani deneyimdir. Fakat buradaki temel sorun, demokrasinin kapitalizmin tutsağı haline gelmesi ve dünya genelinde demokrasinin iyi bir uygulamasını görmemiş olmamızdır.
Diğer bir nokta ise, bugün antikapitalist bir duruş sergileyen bir uyanış akımı var. Bunlar bu konuda endişeli olan insanlar. Demokrasi yüzünden değil, diğer ülkeler üzerindeki hâkimiyetler ve kontroller yüzünden endişeliler.
Dünya haritasını değiştirip, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan iki kutupluluğa döndürmeyi umuyorlar. Dünyayı üç kutuplu hale getirmek isteyenler ise, dünyaya diz çöktürmek için insan gücünü kontrol etmek istiyorlar.
Birleşmiş Milletler (BM) kuruluşundan bu yana, dünyada yaklaşık üç milyar insanın yoksulluk sınırının altında yaşadığını ve çok sayıda savaş, tehdit ve silahlanma yarışı olduğundan dünyanın içinde bulunduğu koşulların hiç iyileşmediğini belgeledi.  
ABD, son zamanlarda Japonya'da Hiroşima'ya atılanlardan daha yıkıcı etkilere sahip nükleer silahlar üretti. Rusya ise füze sistemlerini sergiliyor. Halkların ve onlara ait imkanların üzerinde kontrol sahibi olmak için füzeli silahlarının dünya üzerinde hegemonya kurmasını istiyor.
Kapitalistlerin nihai hedefinin New York olduğunu ve New York'un da mevcut ekonomik sistem aracılığıyla dünyadaki tüm sermayelerin nihai varış noktası olduğunu biliyorsunuz.
Suudi Arabistan'da, Irak'ta, Kuveyt'te ve İran'da var olan imkanlara bir bakın. Bu imkanlardan tüm dünyada kendi kontrol ve hegemonyasını sürdürmek için yaralananlar Amerikalılardır. Bu ülkeler, demokrasi sloganı altında dünyanın koşullarını değiştirmeyi planladıkları yerler.
Sayın Biden'a bakın, Ukrayna halkını savunmuyor, iki ucu açık konuşuyor. Aslında Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasının önünü de o açtı. Eğer ABD, Rusya'ya sert tepki vermiş olsaydı, Rusya, Ukrayna'ya saldırmaya cesaret edemezdi.  
Sayın Biden, Ukrayna halkının haklarından bahsetmedi. Aynı şekilde, Rus halkının haklarından da bahsetmiyor. Sayın Putin görev süresini 2036'ya kadar yani 14 yıl daha uzattı.
Sayın Biden bunu demokrasiye aykırı bir durum olarak görmedi. Biden'ın başkanlığında yapılan Demokrasi Zirvesi de kendi hegemonyalarını dünyaya dayatmanın bir başka şekliydi. 

"ABD, DEAŞ kartını Afganistan ve bölgedeki diğer ülkelerin hükümetlerine karşı bir baskı kartı olarak kullanıyor"

- Başkan Biden, kısa bir süre önce DEAŞ lideri Ebu İbrahim el-Haşimi el-Kureyşi'nin ABD'nin operasyonuyla öldürüldüğünü duyurdu. Bir önceki DEAŞ lideri Ebubekir el-Bağdadi de aynı şekilde öldürüldü ve ilan edildi. DEAŞ'ın geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bununla birlikte ABD'yi terörü desteklemekle ve DEAŞ'a destek sağlamakla suçladınız. Bu suçlamalarla ilgili bir açıklamanız var mı?
ABD'nin bölgemize yönelik muamelesinde çifte standart söz konusu. Bir yandan terörist grupları desteklerken, diğer yandan onlarla savaştığını iddia ediyor. DEAŞ, ABD'nin bölgeye müdahalesinin bir sonucudur.
Bölge halkları bunun (ABD'nin müdahalesi) öncesinde barış içinde bir arada yaşıyordu. Umarım DEAŞ liderleri bu durumu anlarlar. ABD, DEAŞ kartını Afganistan ve bölgedeki diğer ülkelerin hükümetlerine karşı bir baskı kartı olarak kullanıyor. Bir kez daha DEAŞ'ın bu oyunu anlaması gerektiğini söylüyorum.

- Sizinle yaptığımız bu ilginç sohbeti bitirmeden önce İran'la ilgili olarak bir soru sormak istiyorum. 1979'dan bu yana İran rejiminin doğasını nasıl değerlendiriyorsunuz?  İran'da daha önce yaşanan sıkıntıların ve adaletsizliğin, İran halkının rejimini terk etmesine izin vermediğine dair açıklamalarınız oldu. İran sahnesini ve İran rejiminin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İnsanlara söz hakkı vermeliyiz. Halk bir şey talep ettiğinde bu talep yerine getirilmelidir. Bu ilke, İran için de geçerlidir. Çünkü halkın taleplerinin sahada yerine getirilmesi gerekir. 

- İran rejimini nasıl tanımlarsınız, dini bir rejim mi yoksa demokratik bir rejim mi? İran rejiminin dini ve milliyetçi bir üslubu var. İran, kendini Yahudi devleti olarak tanımlayan İsrail Devleti gibi bir din devleti mi? 
Din, siyasi meselelerden daha önemlidir. Din, insanoğlunu birleştirmek için gönderilmiştir. Din, insanı özgürleştirmek ve desteklemek içindir. Bunun dışındakilerin din ile hiçbir bağlantısı yoktur. Hep bu görüşü dile getirdim, hala da getirmeye devam ediyorum.

- Sözlerinizden laikliği desteklediğinizi anlıyorum. Doğru anlamış mıyım? 
Bu ifadelerin dikkate alınması ve üzerinde düşünülmesi gerektiğini belirttim. Demokrasi nedir, aristokrasi nedir ve laiklik nedir? Bunlar üzerinde düşünülmelidir.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.