Tarihteki en büyük deprem keşfedildi

Yeni araştırma, 20 metrelik dev dalgaların insan yerleşimlerini vurduğunu gösteriyor

Tsunamilerin yüzde 80'inin Pasifik Okyanusu'nda meydana geldiği biliniyor (Pixabay)
Tsunamilerin yüzde 80'inin Pasifik Okyanusu'nda meydana geldiği biliniyor (Pixabay)
TT

Tarihteki en büyük deprem keşfedildi

Tsunamilerin yüzde 80'inin Pasifik Okyanusu'nda meydana geldiği biliniyor (Pixabay)
Tsunamilerin yüzde 80'inin Pasifik Okyanusu'nda meydana geldiği biliniyor (Pixabay)

Arkeologlar, insanlık tarihinin bilinen en büyük depreminin kanıtlarını buldu.
Yeni araştırma, 8 bin kilometrelik bir tsunamiye neden olan ve insanların yaklaşık bin yıl boyunca yakındaki kıyı şeritlerinden uzak durmasına sebebiyet veren 9,5 şiddetinde bir mega depremi açığa çıkardı.
Bulgulara göre deprem, yaklaşık 3 bin 800 yıl önce tektonik bir plaka kırılması nedeniyle, bugünkü Şili’nin kuzeyinde meydana gelmişti.
Depremin ardından meydana gelen tsunaminin 20 metre yüksekliğinde dalgalar yaratmıştı. Bu dalgaların Yeni Zelanda'ya kadar ulaştığı ve burada yüzlerce kilometre içeriye otomobil büyüklüğünde kayalar fırlattığı düşünülüyor.
Şimdiye kadar tespit edilmiş en büyük deprem, yine Şili'nin güneyinde 9,4 ila 9,6 şiddetindeki Valdivia depremiydi. 1960’ta meydana gelen ve 6 bin kişinin ölümüne sebep olan bu depremdeki kırılma 800 kilometreye kadar uzanıyordu.
Ancak 6 Nisan'da hakemli bilimsel dergi Science Advances’ta yayımlanan araştırma, yeni keşfedilen kadim mega depremin daha da büyük olduğunu ortaya koydu. Bulgulara göre bu depremde kırılma yaklaşık bin kilometreydi.
Valdivia depremi gibi, bu kadim deprem de dünyadaki en güçlü deprem türü olan "mega bindirme" sarsıntısıydı. Bu depremler, Dünya'nın tektonik plakalarından birinin diğerinin altına girmeye zorlandığında meydana geliyor.
Söz konusu dev depremin kanıtları, Şili'nin Atacama Çölü'nde iç kısımlarda normalde kıyı bölgelerine özgü kayaçlar, deniz kabukları ve fosillerin bulunmasıyla ortaya çıktı.
Birleşik Krallık’taki Southampton Üniversitesi'nden jeolog ve araştırmanın ortak yazarı James Goff, "Denizde ve çökeltilerde sessizce yaşayan çok sayıda canlının kanıtlarını bulduk" diye konuştu:
"Ve bunların hepsini çok yükseklerde tespit ettik. İç kısımda uzun bir yol kat etmişlerdi. Bu yüzden bir fırtınayla savrulmuş olamayacaklarını anladık."
Söz konusu kalıntıları denizden bu kadar uzaklaştıranın ne olduğunu daha iyi anlamak için radyokarbon tarihleme yöntemi kullanıldı.
Şili'nin kuzey kıyısının 600 kilometre üzerindeki 7 ayrı kazı alanında 17 tortuyu inceleyen araştırmacılar, iç kısma savrulan malzemelerin yaklaşık 3 bin 800 yıl önce bu noktaya taşındığını belirledi.
Kazı alanında eski insanlara ait taş yapılar da diğer türden kanıtları oluşturdu. Taş duvarlar, tsunami nedeniyle eğrilmişti. Bazıları geriye doğru uzanmış, denize dönmüştü. Bu da tsunaminin geri çekilme sürecine işaret ediyordu.
Goff, "Orada yerel nüfusa dair hiçbir şey kalmadı" ifadelerini kullandı:
"Arkeolojik çalışmamız, toplulukların tsunamilerin erişemeyeceği iç kesimlere doğru hareket etmesiyle birlikte büyük bir sosyal kargaşanın çıktığını gösterdi."
 
Independent Türkçe, Livescience



Sadece 300 ışık yılı uzakta devasa gaz bulutu keşfedildi

Bilim insanları Orion gibi bulutsularda yıldız oluşumunu incelese de sürecin öncesi hakkında daha az gözlem yapılabiliyor (NASA)
Bilim insanları Orion gibi bulutsularda yıldız oluşumunu incelese de sürecin öncesi hakkında daha az gözlem yapılabiliyor (NASA)
TT

Sadece 300 ışık yılı uzakta devasa gaz bulutu keşfedildi

Bilim insanları Orion gibi bulutsularda yıldız oluşumunu incelese de sürecin öncesi hakkında daha az gözlem yapılabiliyor (NASA)
Bilim insanları Orion gibi bulutsularda yıldız oluşumunu incelese de sürecin öncesi hakkında daha az gözlem yapılabiliyor (NASA)

Dünya'ya beklenmedik kadar yakın bir mesafede devasa bir gaz bulutu keşfedildi. Moleküler gaz bulutu, bilim insanlarına yıldız oluşum sürecini incelemeleri için eşsiz bir fırsat sunuyor.

Moleküler bulutlar içindeki toz ve gaz kümeleri çökerek yıldızları meydana getiriyor. Hidrojen ve karbonmonoksit molekülleri içeren bu bulutları, yıldız oluşturmalarından önce görmek zorlu bir iş.

Bilim insanları moleküler hidrojen gazı neredeyse görünmez olduğu için bu bulutları ararken karbonmonoksite odaklanıyor. Ancak karbonmonoksit miktarı azsa bulut kolayca gözden kaçabiliyor.

Araştırmacılar yeni keşfedilen moleküler gaz bulutunun bugüne kadar saptanmamasını da buna bağlıyor.

Bulguları hakemli dergi Nature Astronomy'de dün (28 Nisan) yayımlanan çalışmayı yürüten ekip, bulutu daha önce hiç kullanılmamış bir yöntemle tespit etti. Araştırmacılar, buluttaki hidrojenin yaydığı ultraviyole ışık sayesinde keşfi yaptı.

Güney Kore'nin STSAT-1 uydusunun verilerini inceleyen araştırmacılar, hidrojenin doğal olarak yaydığı uzak ultraviyole ışığı fark etti. Normalde bu spektrumdaki ışığı yakalamak epey zor ancak uydunun spektrografı, bunu analiz edilebilecek dalga boylarına ayırmayı başardı. 

Rutgers Üniversitesi'nden çalışmaya liderlik eden Blakesley Burkhart, "Bu, moleküler hidrojenin uzak ultraviyole emisyonunu doğrudan bularak keşfedilen ilk moleküler bulut. Bu bulut, kelimenin tam anlamıyla karanlıkta parıldıyor" diyor.

Yunan mitolojisindeki şafak tanrıçası Eos'un adı verilen gaz bulutu Dünya'dan sadece 300 ışık yılı uzakta. Yaklaşık 3 katrilyon kilometrelik bu mesafe insan ölçeğinde muazzam bir büyüklüğe denk düşse de galaktik ölçekte çok yakın kabul ediliyor. Dünya'ya en yakın yıldız oluşum bölgesi olan Orion Bulutsusu yaklaşık 1300 ışık yılı uzakta. 

Hilale benzeyen bulutun kütlesi Güneş'in kütlesinin yaklaşık 3 bin 400 katı ve yaklaşık 40 Ay çapına (140 bin kilometre) sahip. 

Makalenin yazarlarından Thomas Haworth "Bu şey adeta kozmik arka bahçemizde ve biz onu kaçırdık" diyor.

Güneş Sistemi'nin yakın çevresini ifade eden Yerel Kabarcık'ta yer alan Eos, bugüne kadar bulunan en yakın moleküler bulut. 

Bilim insanları bu sayede yıldız ve yıldız sistemlerinin nasıl oluştuğunu çok daha iyi anlayabilecekleri bir imkana sahip. 

Burkhart, "Teleskoplarımızla baktığımızda, oluşum aşamasındaki tüm yıldız sistemlerini görebiliyoruz ancak bunun nasıl gerçekleştiğini ayrıntılı olarak bilmiyoruz" diyerek ekliyor: 

Eos'u keşfetmemiz heyecan verici çünkü artık moleküler bulutların nasıl oluştuğunu ve ayrıştığını, bir galaksinin yıldızlararası gaz ve tozu yıldızlara ve gezegenlere nasıl dönüştürdüğünü doğrudan ölçebiliyoruz.

Araştırmacılar ayrıca yeni yöntemi kullanarak yakınlarda gizlenen başka moleküler bulutları da keşfetmeyi umuyor.

Çalışmanın bir diğer yazarı Thavisha Dharmawardena "Bu teknik yıldızlararası ortam hakkında bildiklerimizi baştan yazabilir, galaksideki gizli bulutları ortaya çıkarabilir ve hatta kozmik şafağın algılanabilen en uzak sınırlarına kadar ulaşabilir" ifadelerini kullanıyor.

Independent Türkçe, Space.com, CNN, Nature Astronomy