Yemen Genelkurmay Başkanı Şarku’l Avsat’a konuştu: Savaşı sonlandırmaya ve zafere ulaşmaya hazırız

Yemen Genelkurmay Başkanı: Husiler geniş çaplı saldırıya hazırlanmak için ateşkesten yararlanıyor

Yemen Genelkurmay Başkanı ve Ortak Harekât Komutanı Korgeneral Sağir bin Aziz, bir grup ordu lideriyle birlikte Marib’de (SABA)
Yemen Genelkurmay Başkanı ve Ortak Harekât Komutanı Korgeneral Sağir bin Aziz, bir grup ordu lideriyle birlikte Marib’de (SABA)
TT

Yemen Genelkurmay Başkanı Şarku’l Avsat’a konuştu: Savaşı sonlandırmaya ve zafere ulaşmaya hazırız

Yemen Genelkurmay Başkanı ve Ortak Harekât Komutanı Korgeneral Sağir bin Aziz, bir grup ordu lideriyle birlikte Marib’de (SABA)
Yemen Genelkurmay Başkanı ve Ortak Harekât Komutanı Korgeneral Sağir bin Aziz, bir grup ordu lideriyle birlikte Marib’de (SABA)

Yemen Genelkurmay Başkanı ve Ortak Harekât Komutanı Korgeneral Sağir bin Aziz, Ulusal Ordu, direniş ve kabile mensuplarının savaşı askeri olarak sonlandırmaya ve zafere ulaşmaya hazır olduğunu belirtti. Başkanlık Konseyi’nin kurulmasının pratik bir dönüşümü ve çatışmayı sona erdirme, savaşı durdurma ve devleti yeniden kurma yolunda ileri bir adımı temsil ettiğini dile getirdi.
Şarku’l Avsat’a özel bir röportaj veren Bin Aziz, darbeci Husi gruba da ‘silahı bırakma, siyasi bir bileşen olarak Yemenlilerle diyalog kurma ya da ordunun savaşı askeri olarak sonlandırması’ arasında bir seçim yapması uyarısında bulundu.
Genelkurmay Başkanı, “Nisan ayı başlarında ilan edilen uluslararası ateşkesin yürürlüğe girmesinden bu yana ve meşru hükümeti destekleyen koalisyonun uçaklarının yokluğundan açık şekilde faydalanmaları çerçevesinde terörist Husi milisler, Marib cepheleri başta olmak üzere farklı cephelerde ‘tahkimat, hendek kazma ve yol inşa etme ve ağır muharebe birimlerini tanklardan ve zırhlı araçlardan temas hatlarına taşıma’ faaliyetlerini ikiye katladı. Ayrıca savaş cepheleri boyunca yeniden füze rampaları ve insansız hava araçları konuşlandırdı” dedi. Bin Aziz, Husi milisler tarafından işlenen benzeri görülmemiş terör eylemlerine ve uçlarına göz yummaya devam eden ve İran’ın Yemen’deki açık müdahalesini ve gündemini uygulama girişimlerini kabul eden uluslararası toplumu suçladı.
Milisler açısından ateşkesin, ‘safları yeniden düzenlemeleri ve tüm beşeri, maddi ve silah yeteneklerini seferber etmeleri için’ bir fırsattan başka bir şey olmadığı konusunda uyarırken, savaş çabasının da başta Marib olmak üzere ana cephelere odaklanacağını vurguladı.
Aynı şekilde Yemen ordusunun, direnişin ve kabile mensuplarının Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) liderliğindeki koalisyonun desteği ve yardımıyla her türlü saldırganlığı püskürtmeye ve savaşı sonlandırıp zafer kazanmaya hazır olduğunu dile getirdi.

İşte Yemen Genelkurmay Başkanı ve Ortak Harekât Komutanı Korgeneral Sağir bin Aziz’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın ayrıntıları;

-Husi milislerin temsil ettiği ortak düşmana karşı askeri güçlerin meşruiyet bayrağı altında birleştirilmesi konusunda Başkanlık Konseyi’nin kurulmasının yansımasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başkanlık Konseyi, Arapların ‘Mızraklar bir olursa kırılmaz, ayrılırlarsa birer birer kırılır’ perspektifinden doğdu. Yemen siyasi elitlerinin farkında olduğu bir şey bu. Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) dostlardan güçlü destek aldı. Hatta tüm değişiklikleri, siyasi ve sahadaki gelişmeleri, ‘çatışmayı sona erdirme, savaşı durdurma, Yemen devletini yeniden kurma ve Yemen’de ve bölgede güvenlik ve istikrarı sağlama’ yolunda ileri bir adıma taşıyan pratik bir dönüşüm ve gerçeklik haline geldi. Halkımız bu siyasi gelişmeyi büyük bir memnuniyet ve beklentiyle karşıladı. Ayrıca gelişme, geniş bir bölgesel ve uluslararası memnuniyetle de karşılaştı.
Başkan Reşad el-Uleymi ve konsey üyeleri ola kardeşleri tarafından yönetilen Başkanlık Konseyi’nin, halkımızın beklediği birçok başarı ve özlemi elde etmesini sağlayan birçok faktöre sahip olduğu kanaatindeyim. Özellikle de sahadaki tüm aktif siyasi bileşenleri ve büyük tecrübelere ve liderlik tecrübesine sahip siyasi şahsiyetleri içeriyor. Tüm bu özellikler, bu özlemlere ulaşma yeteneğini geliştiriyor. Bunların başında ise devleti yeniden kurmak ve bugün İran destekli terörist Husi milislerin temsil ettiği terörizmi ortadan kaldırmak geliyor.
Milisler seçeneklerini belirlemelidir. Ya silahlarını bırakıp siyasi bir bileşen olarak diyaloğa yönelerek, devlet kurumlarının herkesi çevrelerine toplamasını garanti eden çözümler üretmeli ya da savaşın askeri olarak sonlanması için meseleyi orduya bırakmalıdır.

- Yemen’deki tüm cephelerde ateşkes ilan eden ve komşu ülkeleri de kapsayan Birleşmiş Milletler (BM) ateşkesinden bir ay sonra Husilerin ateşkese olan bağlılığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geçtiğimiz Nisan ayı başında BM tarafından ilan edilen ateşkes sonrasında geçen süre, uluslararası kuruluşlar ve dünyada barışla ilgilenen tüm insani yardım kuruluşlarının takibine konu oldu. İran destekli Husi milislerin, bu ateşkese olan bağlılığının gerçek boyutunun özellikle Yemen, bölgesel ve uluslararası kamuoyu tarafından bilindiğini düşünüyorum. Bu kamuoyunun başında, milislerin Marib, el-Cevf, Saada, Hacca, el-Hudeyde, Taiz ve ed-Dali cephelerindeki sızıntılarının boyutuna dair her gün onlarca haber yayınlayan Şarku’l Avsat gazetesi geliyor.
Husi ihlallerinin başında, taarruz operasyonlarının ve güçlerimizin mevzilerine sızma girişimlerinin yanı sıra bubi tuzaklı eylemler ve keşif operasyonları düzenlenmesi gelmektedir. Nisan ayında bu ihlaller, 2 bin 700’ü aştı ve bayramın ilk günlerinde yaklaşık 341’e ulaştı. Husilerin Taiz’deki Garden City ve çevresini insansız hava aracıyla bombalaması bu ihlallerin en ölümcülü sayılabilir. Saldırı sonucunda 10 vatandaş yaralandı. Panik ve dehşete kapılan birçok kadın ve çocuk yaralandı. Çok sayıda vatandaşın mülkü yıkıldı. Genel olarak bu ihlaller ve beraberlerinde de daha fazla can ve mal kayıpları olmaya devam ediyor.

-Aynı haberler, Husi milislerinin ateşkesten yararlanarak üyelerini, ağır silahları ve teçhizatı cepheye gönderdiğini söylüyor. Bu konuda ne gibi bilgilere sahipsiniz?
Ateşkesin ilk saatlerinden bu yana ve Meşru hükümeti destekleyen koalisyon uçaklarının yokluğundan açık şekilde faydalanmaları çerçevesinde terörist Husi milisler, Marib cepheleri başta olmak üzere farklı cephelerde ‘tahkimat, hendek kazma ve yol inşa etme ve ağır muharebe birimlerini tanklardan ve zırhlı araçlardan temas hatlarına taşıma’ faaliyetlerini ikiye katladı. Yeni savaş mevziileri oluşturdu ve onları keskin nişancılar ve onlarca savaş ekibiyle güçlendirdi. Ayrıca casusluk ve keşif misyonlarını da harekete geçirdi. Bir haftada cephelerdeki askeri istihbaratımız milislere bağlı unsurlarını ve keşif görevlilerini yakalayabildi. Ayrıca milisler, savaş cepheleri boyunca yeniden füze rampaları ve insansız hava araçları konuşlandırdı.

-Ateşkesin devamı ve kalıcı olması yönündeki çabalar karşısında Husilerin ortaya koyduğu tehlike nedir?
İran destekli terörist Husi milislerin siyasi veya askeri olsun, bildiğimiz ve aşina olduğumuz eylem ve taktikleri hakkında yeni bir şey yok. Tehlike, uluslararası toplumun bu milisler tarafından işlenen ve terör örgütleri tarihinde benzeri görülmemiş terör eylemlerine ve suçlarına göz yummaya devam etmesinde yatmaktadır. Daha da tehlikelisi, uluslararası toplumun İran’ın Yemen’e yaptığı açık müdahaleyi ve gündemini hayata geçirme girişimlerini kabul etmesidir.
Hayata, insanlara ve inançlarına saygılı hiçbir taraf veya grupla bir arada olmaya karşı değiliz. Ama bu grup, takipçileri ve arkalarındaki İran, ideoloji ve inançlarından başka hiçbir şeye saygı duymazlar.

-Ortaya koydukları tüm seferberlik faaliyetlerinden sonra Husi milislerin önümüzdeki günlerde Marib’i hedef alma niyetiyle ilgili işaret veya bilgi var mı?
İran destekli terörist Husi milislerinin medyada ateşkese olan bağlılığından uzak bir şekilde, yaşananlar bu tavrın tam tersi. Saldırılar, sızmalar ve keskin nişancılar da dahil olmak üzere saldırganlıkları durmadan devam ediyor. Bu saldırganlıklar, tüm cephelerde iyi düşünülmüş bir plana göre ortaya koyuluyor. Milislerin bakış açısına göre ateşkes, hayal ettikleri hedefe ulaşmalarını sağlamak için bir fırsattan başka bir şey değil. Saflarını yeniden düzenleyerek, tüm beşeri, maddi ve silah kabiliyetlerini seferber ederek, tüm bunları kendileri açısından uygun zamanda uyduracakları bir bahaneyle geniş ve ani bir saldırıya hazırlık olarak taarruz mevzilerine itmek için bir fırsattır. Savaş çabasının Marib başta olmak üzere büyük cephelerde yoğunlaşacağı kesin.

-Husi milislerinin Marib’e yönelik olası bir büyük saldırısına karşı Ulusal Ordu güçlerinin ve halk direnişinin ne gibi hazırlıkları var?
Ulusal ordumuz ve onunla birlikte direniş kahramanları, kabile mensupları ve onu destekleyen herkes, Allah’a ve Yemen’in ve Yemenlilerin onur ve özgürlüğünü savunmanın adaletine, daha sonra da tarihsel olarak kanıtlanmış cesaretlerine ve büyük savaş tecrübelerine inanıyorlar. 8 yıllık savaşlarda kazandıkları büyük tecrübeleri ile milisleri yenilgiye uğratabilirler. Arkalarında kan bağları, ortak bir kader ve bağlı oldukları Suudi Arabistan Krallığı ve BAE liderliğindeki Arap koalisyonu kardeşleri var. Bunlar hazırlık faktörleridir. Hatta bunun da ötesi, Allah’ın izniyle zafer ve kararlılıktır.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.