İsrail’in ‘suikast listesinde’ yer alan İslami Cihad liderleri kimler?

İslami Cihad’ın önde gelen liderlerinden Halid Mansur ve diğer Filistinlilerin cenaze töreni (Reuters)
İslami Cihad’ın önde gelen liderlerinden Halid Mansur ve diğer Filistinlilerin cenaze töreni (Reuters)
TT

İsrail’in ‘suikast listesinde’ yer alan İslami Cihad liderleri kimler?

İslami Cihad’ın önde gelen liderlerinden Halid Mansur ve diğer Filistinlilerin cenaze töreni (Reuters)
İslami Cihad’ın önde gelen liderlerinden Halid Mansur ve diğer Filistinlilerin cenaze töreni (Reuters)

İsrail ordusunun İslami Cihad kuzey bölgesi lideri Teysir el-Caberi’yi öldürülmesinin ardından İslami Cihad liderlerinden Halid Mansur, Ziyad el-Mudallal ve Rifat Şeyh el-Eyd de son iki gün içerisinde öldürüldü.
İsrail’in hazırladığı ve çok sayıda liderin yer aldığı ‘suikast listesinde’ yer alan liderler kimler?

İslami Cihad güney bölgesi komutanı Halid Mansur
İsrail, Mansur’a suikast düzenlemeye kararlıydı ve bunu gerçekleştirmek için çok sayıda füze kullandı ve çok sayıda evi yok etti.
İsrail Başbakanı Yair Lapid, İslami Cihad’ın en çok aranan liderlerinden biri olarak tanımlanan Mansur’un öldürülmesinde elde edilen ‘başarıyla’ övündü.
Harekete 1988 yılında orta öğrenim döneminde katılan Mansur, İsrail tarafından askerler ve yerleşimcilerin ölümüne yol açan operasyonların beyni olarak görülüyordu.
Şu ana kadar, en tehlikelisi 2014’te olan suikast girişimlerinden kıl payı kurtulan Mansur, Ortak Harekat Odası liderlerinden biri olmasının yanı sıra Kudüs Tugayları Askeri Meclisi üyesiydi.

İslami Cihad kuzey bölgesi komutanı Teysir el-Caberi
Caberi, üç yıl önce Baha Ebu el-Atta’nın evine düzenlenen hava saldırıyla öldürülmesinden sonra Kuzey Tugayı’nın liderliğini üstlendi.
1980’lerde gençlik yıllarında harekete katılan Caberi, Gazze İslam Üniversitesi’nde okurken hareketin öğrenci kolu başkanlığı ve operasyon departmanı da dahil olmak üzere çeşitli pozisyonlarda yükseldi.
İsrail, en sonuncusu geçen yıl olmak üzere birkaç kez ona suikast düzenlemeye çalıştı. Cuma günü Gazze merkezindeki evine düzenlenen hava saldırısıyla bu kez öldürmeyi başardı.

İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale 
Şu ​​anda Tahran’da ikamet eden Nehale, İranlı yetkililere ve Lübnan Hizbullah’ına çok yakın bir isim.
1953 tarihinde Gazze’de dünyaya gelen Nehale, 1971’de tutuklandı ve İsrail’e karşı hareket etmekten ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. 1985’te Celile anlaşması olarak bilinen ünlü takas anlaşmasıyla serbest bırakıldı.
İslami Cihad Hareketi’nin ilk askeri kanadının kuruluşuna katılan Nehale, aynı yıl Lübnan’ın güneyine sınır dışı edilmeden önce 1988’de tekrar tutuklandı.
Ekim 1995’te Genel Sekreter Fethi Şikaki’nin öldürülmesinden sonra, Hareketin Şura Konseyi, genel sekreter olarak Ramazan Şallah’ı ve yardımcısı olarak da Nehale’yi seçti.
ABD Dışişleri Bakanlığı, 2014 yılında Ziyad en-Nehale’yi terör listesine aldı ve hakkında bilgi vereceklere veya yakalanmasına yardım edeceklere 5 milyon dolar ödül vadetti.
Nehale, Şallah’ın hastalanmasının ardından 2018’de İslami Cihad’ın liderliğini devraldı.

İslami Cihat Hareketi’nin askeri kanadının komutanı Ekrem Acuri
Nehale’nin yardımcısı olan Acuri şu anda Şam’da yaşıyor ve İran Devrim Muhafızları’na çok yakın bir isim.
Gazze’de dünyaya gelen Acuri, daha sonra Suriye’ye yerleşti.
İsrail, 13 Kasım 2019’da Şam’daki evini hedef alarak suikast düzenlemeye çalıştı.
Şam’ın Mezze bölgesindeki evine düzenlenen hava saldırısında kendisi sağ kalsa da, oğlu hayatını kaybetti.
İsraillilere göre, hakkında fazla bilgi olmayan Acuri biraz gizemli bir figür.
İsrail medyası, Acuri’nin öncelikli olarak İslami Cihad füzelerinin geliştirilmesinden sorumlu olduğunu ve harekete önemli ölçüde İran askeri desteği sağladığını öne sürdü.
İsrail’in hedef alınacaklar listesinde İslami Cihad Siyasi Bölüm Başkanı Muhammed el-Hindi, Ahmed el-Mudallal ve Halil Batş gibi diğer yetkililerinin isimleri de var.

Etkili bir İsrail silahı: Suikastlar
Mansur ve Cebari’nin öldürülmesi, İsrail’in en etkili silahlarından biri olarak gördüğü suikast politikasına ışık tuttu.
İsrail’de yurt dışı operasyonlarının arkasındaki el Mossad ve iç istihbarat teşkilatı Şin Bet bu suikastları gerçekleştirmek için çalışıyor.
İsrail, Filistinlilerle yaşanan çatışma sırasında Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin yanı sıra Arap ve Avrupa ülkelerinde askeri ve siyasi yetkililere, aydınlara, büyükelçilere, aktivistlere ve yazarlara suikast düzenledi.
Bunlardan en öne çıkanı, 1988 yılında Tunus’ta öldürülen Halil el-Vezir idi.
Filistin lideri Yaser Arafat’ın yardımcısı Vezir, Fetih hareketindeki ilk askeri yetkiliydi.
1973’te Fetih hareketinin üst düzey liderleri olan Kemal Advan, Kemal Nasır ve Yusuf El Neccar Lübnan’da düzenlenen suikast ile öldürüldü.
El Fetih’in İsrail’deki özel operasyonlar şefi Ali Hasan Salame 1979’da Beyrut’ta, 2000’de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Genel Sekreterliği’ne seçilen Ebu Ali Mustafa ise 2001’de Ramallah’taki ofisine yönelik saldırıda öldürüldü.
Hamas’ın kurucusu Şeyh Ahmed Yasin, 2004 yılında Cuma namazından sonra camiden çıktığı sırada öldürüldü. Aynı yıl suikast düzenlenen hareketin önde gelen lideri Abdulaziz er-Rantisi de yaşamını yitirdi.
2012’de Kassam Tugayları Başkomutan Yardımcısı Ahmed Caberi, 2019’da ise Kudüs Tugayları komutanı Baha Ebu el-Atta öldürüldü.
İsrail bu silahı sadece Filistinlilere karşı değil, düşman olarak gördüğü diğer örgütlere karşı da kullandı.
1992’de Lübnan’da Hizbullah Genel Sekreteri Abbas Musavi’yi ve 2008’de Suriye’de Hizbullah komutanı İmad Muğniye’yi öldürdü.
Irak, İran ve Sudan’ın çeşitli yerlerinde İsrail’in parmağı olduğuna inanılan başka suikastlar da var.
1987’de ilk intifadanın patlak vermesinden bu yana İsrail bu silahı kullandı, aktivistleri sahada öldürmeye başladı ve ardından ikinci intifadada bunu geliştirdi.
İsrail, savaş zamanlarında veya diğer belirli zamanlarda etkinleştirilen bir suikast listesi hazırlıyor.
İsrail medyası, suikastın bir sonraki hedefi olarak İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale ve hareketin askeri kanadının komutanı Ekrem Acuri’ye odaklandı.
Buna ilişkin ima, İsrail Savunma Bakanı Benny Gantz’ın Demir Kubbe sistemlerinin yer aldığı bir tesise yaptığı ziyaret sırasında dile getirdiği açıklamalarda görüldü.
İslami Cihad Hareketi’nin yurt dışındaki yöneticilerinin bedel ödeyecekleri tehdidinde bulunan Gantz, “Yurtdışında restoranlarda oturan, Tahran, Suriye ve Lübnan’daki otellerde kalan İslami Cihad’ın liderleri halklarından kopuk” dedi.
Bu liderlerin şiddetin artması nedeniyle Gazze sakinlerinin geçim kaynaklarına ciddi şekilde zarar verdiğini söyleyen Gantz, onların da bedel ödeyeceklerini söyledi.
İsrail ordusundan bir sözcü ise bugün yaptığı açıklamada, mevcut çatışmanın sadece Gazze ve Batı Şeria’yı değil, diğer alanları da içerdiğini söyledi ve “Ulaşacağımız hedeflerimiz var” dedi.



İsrail'in Filistin'e yönelik planlarına ciddi şekilde karşı çıkmak

Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)
Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)
TT

İsrail'in Filistin'e yönelik planlarına ciddi şekilde karşı çıkmak

Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)
Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)

Nebil Fehmi

Geçtiğimiz günlerde büyük bir uluslararası toplantıya ilk gününde düzenlenen önemli bir genel oturumun ana konuşmacısı olarak katıldım. Diğer konuşmacı Irak ve Afganistan'da önemli bir rol oynamış, tanınmış ve önemli eski bir Amerikan askeri figürdü. Kendisi İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırma hedefine ulaşmak için sağlam askeri planlar benimsememesi karşısında duyduğu şaşkınlığı ve eleştirisini dile getirdi. Açıkça Philadelphia Koridoru dahil olmak üzere İsrail'in daha fazla bölgeyi kontrol etmesi çağrısında bulundu.

Konuşmacıyla meselenin askeri yönlerini tartışmadım, bunun yerine askeri operasyonun siyasi bir hedefe ulaşmak için bir araç olduğunu, tam tersi yani siyasi hedefin askeri operasyonun bir aracı olmadığını kendisine ilettim. Ayrıca ABD'nin Irak ve Afganistan'daki deneyiminin umulduğu gibi başarılı olmadığını da belirttim. Filistinliler arasındaki büyük can kayıplarını, İsrail hükümetinin aşırılıkçı pozisyonlarını, açıklamalarını ve askeri planlarını göz ardı ederek, Hamas'ın ortadan kaldırılmasına odaklanmasına şaşırdığımı ifade ettim. Zira bu planlar İsrail’in gerçek amacının Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, Filistinlilere baskı yapmak için onları Gazze Şeridi'nin belirli bölgelerinde toplamak, hem orada hem de Batı Şeria'da yerleşim birimlerini genişletmek dahil olmak üzere çeşitli yollarla zorla göç ettirmek olduğunu yansıtıyor.

Nitekim İsrail Dışişleri Bakanı yakın zamanda ülkesinin bir Filistin devleti kurulması fikrini prensip olarak tamamen reddettiğini açıkça beyan etmekten çekinmedi. İsrailli Bakan Ben-Gvir, Gazze'deki durumun çözümünün müzakereler değil kan dökmek olduğunu deklare ederek, ABD Özel Temsilcisi Witkoff'un çabalarını eleştirdi. Fransa Cumhurbaşkanı’na Fransa Filistin devletini tanımak istiyorsa, kendi topraklarında ona bir yer ayırsın dediğinde de ne yazık ki, ABD'nin İsrail büyükelçisi onu desteklemişti.

Filistin davasının tamamen ortadan kaldırılması, aylar önce Mısır, Katar ve Amerikan çabalarıyla ulaşılan ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan İsrail'in geri çekilmesinin ardındaki gerçek ve temel hedeftir. Savaşın bu hedef yönünde devam etmesi, Başbakan Netanyahu için hükümet koalisyonu içindeki aşırı sağcı eğilimin devamını da sağlayacak güvenli limandır.

Uluslararası kamuoyunun İsrail'e karşı derin bir öfke duyduğu ve insanlık dışı politikalarını ve uygulamalarını reddettiği bir sır değil. Filistinlileri yerinden etmeye yönelik Amerikan önerisi ve İsrail'in çabaları geniş çaplı bir küresel öfke uyandırdı. Batı Şeria’da işgal altındaki Filistin topraklarında 750 bin İsrailli olduğu için iki devletli çözüm çağrısının pratiğe geçirilmesinin zor olduğuna işaret edildiği bir zamanda, iki milyon Filistinliyi topraklarından zorla göç ettirmenin mantığı, uygunluğu ve gerçekçiliği yaygın bir şekilde kınanıyor.

Tüm bunların ortasında, Filistinliler arasında açlığın yayıldığını ve derinleştiğini, Filistinli kurbanların sayısının arttığını ve çoğaldığını, İsrail'in ise buna tamamen kayıtsız kaldığını görüyoruz. Acil soru şu; uluslararası toplumun güvenlik ve emniyet için çabalayan, hakka bağlı kalan, haksızlığı reddeden devletler olarak hepimizin insanlığımızı ve güvenilirliğimizi kaybetmemize neden olan bu acı gerçekle başa çıkıp değiştirmesi için ne gerekiyor? Bu soru ısrarla soruluyor ve tekrarlanıyor, işleri ilerletecek, acıları hafifletecek, tüm halklar, bölge ve dünya için güvenlik ve istikrar sağlayacak şekilde çatışmayı çözüm ve uzlaşı yoluna sokacak önlemlere ulaşılmaya çalışılıyor. Savaşı ve dökülen kanı durduracak belirli ve somut önlemlere ulaşılmak isteniyor, zira koşullar artık sadece kınama ve suçlama ile yetinmeye olanak tanımıyor.

İki paralel süreçte net ve belirli önlemler almazsak durumun değişmeyeceğini, aksine daha da kötüleşeceğini söylemek abartı olmaz. Birincisi, Filistin halkının hayallerinin anlaşıldığını ve desteklendiğini hissetmesi için 1967 sınırlarına dayanan, işgal altındaki topraklarda bir Filistin devletinin daha geniş bir şekilde tanınması. Böylelikle İsrail arenası kibirle diretmesinin ve şiddete başvurmasının ters bir etki ve iki devletli çözüm için daha geniş bir siyasi destek yarattığını hissedebilir.

 Eşit derecede önemli, hatta daha önemli olan diğer süreç, hem kişisel hem de kurumsal olarak genel uluslararası ve insani hukuku ihlal edenlerden hesap sormak için bir dizi önlem üzerinde anlaşmaktır. Yani insanlığa karşı suçlar için cezalandırıcı önlemler uygulanmalı, lider ve kurumlar bu önlemleri almanın sorumluluğunu yüklenmeli. Buna, ateşkesi reddetmeye ve zorla göç ettirmede diretmeye, soykırım uygulamaya devam ettiği sürece İsrail’e silah ihracatını ve onunla iş birliği anlaşmalarını durdurmak da dahil. Bunun için uygun mekanizmalar sunan birçok ulusal ve uluslararası yasa bulunuyor. Buradaki amaç, İsrail toplumunun bir bütün olarak uluslararası toplum tarafından kabul edilemez ve yasak olan politikalara ve uygulamalara devam etmenin sonuçları olduğunu hissetmesini sağlamaktır. Aynı durum, Batı Şeria veya Golan Tepeleri'ni ilhak etme gibi İsrail ihlalleri için de geçerli olmalıdır.

İçinde bulunduğumuz Haziran ayı içinde New York'ta iki devletli çözüm hedefini uygulama yolları ile ilgili Suudi Arabistan ve Fransa tarafından koordine edilen bir konferans düzenlenecek. Konferans için kapsamlı hazırlıklar devam ediyor ve çeşitli alanlarda uzman komiteler, hazırlıkları tamamlamak, prosedürler ve düzenlemeler üzerinde anlaşmak için toplanıyor. Bu, kendi başına, Gazze'deki suçlara ve iki devletli çözüme yönelik çabalara daha fazla siyasi ivme kazandırma fırsatı sunan iyi bir adım.

Konferansın öncesinde ve sonrasında Filistin devletinin daha fazla tanınmasına yönelik bir dizi adım atılması gerektiğine inanıyorum, çünkü çatışmanın barışçıl çözümüne destek, yalnızca ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeylerde meşru Filistin haklarına yönelik açık bir desteğin toplanmasıyla elde edilebilir.

Konferans ayrıca, İsraillileri ihlallerinden sorumlu tutmak için bir dizi önlem ve tavsiye yayınlamalı ki eylemlerinin hesapsız kalmayacağı, uluslararası toplumun uluslararası normlara aykırı ihlaller karşısında eli kolu bağlı kalmayacağı yönünde net ve kararlı bir mesaj verilsin.

Ülkeler uygun pozisyonlar alır ve konferansta destekleyici kararlar, hesap sormaya dönük icraatlar açıklanırsa, İsrail'in Filistin davasını ortadan kaldırmaya yönelik mevcut politikalarının başarısızlıkla sonuçlanacağının, insanlık dışı güvenlik uygulamalarının kendisi için sonuçlarının kötü olacağının farkına varacağına inanıyorum. Bu görüş kanıtlanırsa, üç yıl içinde uygulanacak Mısır-Arap önerisine uygun olarak Gazze'deki durumu içeren kapsamlı bir plan önerilebilir. Buna ek olarak, beş ila sekiz yıl içinde 1967 sınırlarına dayalı bir Filistin devleti kurulması için bir yol haritası belirlenebilir. O zaman ve işgalin sona ermesi, başkalarının topraklarını işgal etmeyen devletler arasında bölgesel bir güvenlik kurumu ve sistemi kurulmasıyla İsrail ile Arap devletleri arasında normal ilişkiler kurulabileceği vurgulanabilir. Bu, anlaşmanın bölgesel ve BM Güvenlik Konseyi de dahil olmak üzere uluslararası olarak onaylanması, böylece hedefler konusunda önceden ve kapsamlı bir taahhütte bulunulması, ayrıntıların ve prosedürlerin müzakereye bırakılmaması anlamına geliyor

Mazlum halka destek olmadan, uluslararası ve insani hukukun bütün kurallarını ihlal eden  insanlık dışı işgalci devletten hesap sormadan, siyaset arenasını etkileme ve değiştirme fırsatı olmadığını bir kez daha vurguluyorum.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.