Irak, Meclis’i feshetme seçeneğinin çıkmaza girmesinin ardından son fırsatı bekliyor

Koordinasyon Çerçevesi Sadr’ın bir sonraki adımını bekliyor.

Önceki gün Meclis binası önünde zafer işareti yapan Sadr destekçileri (EPA)
Önceki gün Meclis binası önünde zafer işareti yapan Sadr destekçileri (EPA)
TT

Irak, Meclis’i feshetme seçeneğinin çıkmaza girmesinin ardından son fırsatı bekliyor

Önceki gün Meclis binası önünde zafer işareti yapan Sadr destekçileri (EPA)
Önceki gün Meclis binası önünde zafer işareti yapan Sadr destekçileri (EPA)

Irak Yüksek Yargı Konseyi’nin dün (pazar) yasama ve yürütme otoritelerinin işlerine müdahale etmenin görevleri arasında yer almadığını belirterek, Meclis’i feshetme yetkisi olmadığını ilan etmesinin ardından Iraklı siyasi çevreler, Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr’ın ‘son fırsat’ diye nitelediği milyonluk gösteri çağrısı sonrasında Sadr’ın atacağı adımı bekliyor. Sadr’ın milyonluk gösteri çağrısının üzerinden çok geçmeden Fetih Hareketi lideri Hadi el-Amiri, Kürt ve Sünni liderlerle istişare görüşmeleri gerçekleştirdi. Gözlemciler bu görüşmeleri ‘son fırsat görüşmeleri’ şeklinde tanımladı.
Amiri, önceki gün Sünni Egemenlik İttifakı’nın liderleriyle görüştükten sonra Erbil’de Kürt lider Mesut Barzani ve diğer bazı Kürt liderlerle bir araya gelerek ülkedeki siyasi krizi ele aldı. Twitter'dan Sadr Hareketi adına açıklamalar yapan ve 'Liderin Bakanı' sıfatını kullanan Salih Muhammed el-Iraki isimli hesaptan dün (pazar) yapılan paylaşımda, Kanun Devleti Koalisyonu lideri Nuri el-Maliki başta olmak üzere Koordinasyon Çerçevesi çatısı altındaki Sadikun Grubu’nun bağlı olduğu Asaib Ehlil Hak lideri Kays el-Hazeli ve Ulusal Hikmet Akımı lideri Ammar el-Hekim sert bir dille eleştirildi. Koordinasyon Çerçevesi çatısı altında bulunan Bedir Örgütü ve Fetih Koalisyonu lideri Hadi el-Amiri, Ata Hareketi lideri Falih el-Feyyad ve Sened İttifakı lideri Ahmed el-Esedi ise bu eleştirilerin dışında tutuldu.
Sadr adına, Salih Muhammed el-Iraki isimli hesaptan söz konusu liderlere yöneltilen eleştiriler, Koordinasyon Çerçevesi içinde bölünmelerin yaşandığı şeklindeki teyit edilmemiş bilgilerin dolaşıma girdiği bir süreçte geldi. Sadr Hareketi yetkilileri özellikle Bağdat’taki Yeşil Bölge’deki süresiz oturma eyleminin ardından pozisyonlarını güçlendirmek için iddia edilen bu bölünmeye bel bağlıyor.
Ancak Şarku’l Avsat’a konuşan Koordinasyon Çerçevesi’ne yakın bir kaynak, “Koordinasyon Çerçevesi grupları arasında anayasal kazanımların kendi rotasında ilerlemesi için özellikle hükümetin kurulması ve cumhurbaşkanının seçilmesi başta olmak üzere, inandıkları genel ilkelerde bölünme yok. Ancak Sayın Mukteda es-Sadr’a karşı muamelenin biçimiyle ilgili Koordinasyon Çerçevesi grupları içinde iki eğilim bulunuyor” dedi.
Kaynak, “Sadr ile yüzleşmeye çalışanlar var. Bu eğilimi benimseyenlerin başında Kanun Devleti Koalisyonu lideri Nuri el-Maliki geliyor. İkinci eğilim ise, Sadr ile gerginliğin azaltılması yönünde. Bu eğilimin en önde gelen temsilcisi ise Hadi el-Amiri” diye konuştu.
Amiri, gerginliği azaltma çabalarında, Şii çevrede yalnız kalmamak amacıyla Sünni ve Kürt liderlerle yaptığı görüşmeler yoluyla bu liderlerin krizle ilgili tutumlarını netleştirmeleri için üzerlerinde baskı kurmak istiyor. Sünni siyasi cepheye gelince, Meclis’teki Şii gruplardan bazı isimler Sadr Hareketi destekçilerinin Meclis binası çevresindeki oturma eylemi nedeniyle meclis oturumlarının aksaması halinde Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi’den Meclis binası dışında oturum düzenlemesini talep etmeye başladı
Kürt siyasi cephede ise Hadi el-Amiri, hükümetin kurulmasının önünde büyük bir sorun olarak kabul edilen cumhurbaşkanı adayı belirsizliği konusunda, Kürt liderlerden adayla ilgili son kararlarını almaya çalışıyor.
Şarku’l Avsat’a konuşan hukuk uzmanı Cemal el-Esedi, “Meclis’in feshedilmesiyle ilgili yasal mekanizma sadece Anayasa’nın 64’üncü maddesine göre harekete geçirilebilir. Bu maddeye göre Meclis, milletvekillerinin üçte birinin (110 milletvekili) talebi ve nitelikli çoğunluğun onayı ya da başbakanın talebi ve cumhurbaşkanın onayıyla feshedilebilir. Meclis’in feshedilmesi halinde cumhurbaşkanı üst sınırı 60 gün olmak üzere ülkede genel seçim çağrısında bulunur. Bu süreç içerisinde Bakanlar Kurulu, günlük işleri yürütme hükümeti şeklinde tanımlanır. Tüm bunların olabilmesi için siyasi grupların cumhurbaşkanını seçmesinden ve başbakanı hükümeti kurması için görevlendirmesinden önce Meclis feshedilmelidir. Geçiş hükümetinin görevi, erken seçimleri düzenlemek ve Seçim Kanunu’nda değişiklik yapmak olabilir. Bunun ardından Meclis yeni seçimlere gitmek için kendisini feshedeceği tarihi belirler. Zira Anayasa metni, erken parlamento seçimlerini düzenlemesi konusunda cumhurbaşkanı ve başbakana tam yetki veriyor” ifadelerini kullandı.
Irak merkezli Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı Dr. İhsan eş-Şammari, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede şunları kaydetti:
“Mevcut siyasi sistem, koruyucu bir şemsiye ve siyasi parti ve blokların içinde hareket edebileceği bir çerçeve olamadığını kanıtladı. Mevcut sistemdeki bozukluk ganimet sitemine dayandığı için yapısaldır. Bu sistemin değiştirilmesi veya yeniden yapılandırılması yönünde ciddi bir halk baskısı var. Bu sistemden çıkış, krizli zihinlerde reform sürecini başlatacak yeni zihinler yoluyla yeni bir siyasi sözleşme yapmak anlamına gelir. Cumhurbaşkanı Dr. Berhem Salih’in yeni bir siyasi sözleşmeye gitme işareti, meydana gelen siyasi tıkanıklıkları açamayan mevcut sistemin ulaştığı noktanın dışavurumudur. Şu anki çatışmalar karşı tarafı saf dışı bırakma aşamasına ulaştı. Bu aşama, demokratik sürecin ilerletilmesi ve gerçekçi reformların yapılmaya başlanması için bir yol haritası üzerinde anlaşmaya varma aşaması değildir. Şu an içinde bulunduğumuz aşama, meseleyi kişileştirme, intikam, siyasi rakiplerinin nüfuzunu yok etme aşamasıdır. Bu yapı başarılı olamaz veya kazanımları gerçekleştiremez.”



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.