Fransa’nın Mali’den çekilişi, stratejik boşluk yarattı

Paris'te, Rusya’nın Sahel bölgesinde nüfuzunu arttırmasından endişe ediliyor

Fransız Barkhane Gücüne bağlı askerler Mali'den ayrıldı. (AP)
Fransız Barkhane Gücüne bağlı askerler Mali'den ayrıldı. (AP)
TT

Fransa’nın Mali’den çekilişi, stratejik boşluk yarattı

Fransız Barkhane Gücüne bağlı askerler Mali'den ayrıldı. (AP)
Fransız Barkhane Gücüne bağlı askerler Mali'den ayrıldı. (AP)

Fransa, Barkhane Operasyonu kapsamında Mali'de bulunan askeri güçlerinden son birimin de ülkeyi terk ettiğini duyurdu. Elysee Sarayı'ndan yapılan açıklamada, Barkhane Operasyonu'nda yer alan son Fransız askerinin Mali’yi terk ettiği, bununla birlikte Fransa'nın, Sahel, Gine Körfezi ve Çad Gölü bölgesinde teröre karşı mücadele hedefine bağlı kalacağı ifade edildi. Fransız Genelkurmay Başkanlığı'nın, dokuz yıl boyunca Mali’de konuşlanan Barkhane güçlerinin geri çekilmesini tamamlamak için 15 Austos tarihini seçmiş olması, tesadüf eseri olmayabilir. Paris'teki kaynaklar, Fransız kuvvetlerinin düzenli olarak ayrılmasının, bir yıl önce Amerikan kuvvetlerinin Afganistan'dan ‘aşağılayıcı ve kaotik çıkışından’ farklı olduğunu gösterme amacı taşıdığını bildirdi. Ancak bu ‘düzenli çekilmenin’ Fransa’nın Mali’den ayrılmak zorunda kalmasının ‘ağır etkilerini’ ortadan kaldırmadığını da ifade ettiler. Her ne kadar Fransız hükümeti, Paris’in Gine Körfezi ve Sahel bölgesinde ‘terörle mücadele etmeyi sürdüreceğini’ teyit etse de yılların emeği ve yüksek maliyetli bu operasyonun Mali tarafından sonlandırılması bir felaket olarak addediliyor.  
2013 yılının başında Mali'de Serval Harekâtı ile başlayan Fransız askeri varlığı, bir sonraki yılın temmuz ayında Barkhane Operasyonu adını almış ve geçen yıl 5 bin 500 asker ile doruk noktasına ulaşmıştı. Fransa bundan dokuz yıl önce Mali’nin başkentinin ‘terörist örgütler’ tarafından ele geçirilmesini engellemişti. Barkhane Operasyonu, istihbarat ve casusluk için özel askeri araçları ve Amerikan istihbarat desteği sayesinde, bölgede faaliyet gösteren birçok kıdemli örgüt liderini ortadan kaldırmayı başardı ve Mağrip El Kaidesi ile DEAŞ başta olmak üzere ‘cihatçı gruplara’ büyük bir darbe indirdi. Bununla birlikte, Fransız kuvvetleri tarafından Afrika'da gerçekleştirilen en büyük operasyon olmasına rağmen, sonuçları itibariyle en az başarılı olan operasyon olarak değerlendirildi. 
Barkhane Operasyonu’nun terörle mücadeledeki başarıları, ülkenin kuzeyinde ve civar bölgelerde ‘terör örgütlerinin’ yeniden güç kazanmasına engel teşkil edemedi.  
Fransız resmi tutumu, doğal olarak Barkhane Operasyonu’nun başarı ve kazanımlarına odaklanıyor. Elysee Sarayı'ndan yapılan açıklamada, Barkhane Operasyonu'nda yer alan 59 Fransız askerinin, terörle mücadele ve istikrar hedefleri uğruna hayatını kaybettiği vurgulandı. Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Twitter üzerinden yaptığı açıklamada, hayatını kaybeden Fransız askerilerine atıfla, "Onların fedakarlıkları bizi birbirimize bağladı ve askerlerimizin Mali’nin birliğini korumak, bir hilafet devleti oluşmasını engellemek ve yerel topluluklara saldırarak, Avrupa'yı tehdit eden terörist gruplara karşı savaştığını hatırlattı. Sahel bölgesindeki terörist grupların üst düzey kadrolarının çoğunluğunu etkisiz hale getirmeyi başardılar” ifadesini kullandı.
Sahel bölgesinin Paris için birinci derecede stratejik, ekonomik, ticari, siyasi ve askeri öneme sahip olduğu biliniyor. Fransız sivil ve askeri nükleer endüstrisinin ihtiyaç duyduğu uranyumun çoğunun Nijer'den geldiğini belirtmekte fayda var. Mali'deki başarısızlık, Nijer, Burkina Faso, Çad ve Moritanya'yı da içeren Sahel bölgesindeki Fransa'nın konumunu zayıflatmakta, ayrıca Paris'in Gine Körfezi ve Çad Gölü kıyısındaki ülkelerdeki varlığı ve güvenilirliği üzerinde de olumsuz yansımaları bulunmaktadır. Mali fiyaskosunun, Fransa’nın Kuzey Afrika ülkeleri üzerindeki nüfuzunu da olumsuz etkilediği değerlendirilmektedir. Barkhane Operasyonu’nun son bulması ve dokuz Avrupa ülkesinden gelen komandolardan oluşan Takuba Gücünün feshedilmesi, rakip güçlerin kendi çıkarları için sömürmekte gecikmeyecekleri stratejik bir boşluk yaratmış durumdadır.  
Günümüzde Afrika'daki Fransız varlığına rakip olduğu değerlendirilen beş güç bulunmaktadır, bunlar; ABD, Türkiye, İsrail, Çin ve Rusya olarak gösteriliyor. Ancak Paris'i en fazla endişelendiren husus; eski Fransız sömürgeleri olarak geleneksel olarak kendisine bağlılığını ve bağımlılığını sürdüren ülkeler üzerindeki etkisinin gün geçtikçe azalıyor olmasıdır. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Benin, Kamerun ve Gine-Bissau'ya yaptığı üçlü gezi, ülkesinin müttefiklerine, askeri ve siyasi desteğinin devam ettiğini vurgulamayı ve bu desteği arzulayan ülkelere yardım eli uzatmaya hazır olduğuna dair güvence vermeyi amaçlıyordu. Nitekim Elysee'den yapılan açıklamada, Fransa'nın Batı Afrika'da "terörle mücadele ve istikrarı tercih eden tüm ülkelerle birlikte hareket etme taahhüdüne’’ vurgu yapıldı. Görünen o ki Barkhane Gücü gibi büyük çaplı doğrudan askeri oluşumların süresi doldu. Paris artık daha küçük ve daha etkili birimlerle Afrika’da askeri varlık göstermek istiyor. Bunun başlıca gayesi de eski sömürgelerinde kamuoyunun muhtemel tepkilerinden kaçınmaktır. Paris, bazı güçlerin ‘kara kıta’ ülkelerinde, Fransız karşıtı duyguları beslemeye ve kışkırtmaya çalıştığına inanıyor. Bu bağlamda en önemli rakiplerinden Rusya ile bağlantılı çevreleri, söz konusu kışkırtmaların arkasında olmakla suçluyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Afrika gezisinin, Rusya'nın Afrika kıtasında askeri üsler kurma arzusundan bağımsız olmadığı biliniyor. Ayrıca Paris, Wagner Grubu’nun Rusya’nın Afrika’daki ‘vurucu gücünü’ temsil ettiğini kabul ediyor. Mali’deki cunta yönetiminin Wagner güçlerini ülkeye davet etmesi, Fransa’nın bu ülkeden ayrılmasını hızlandırmasının nedenlerinden biriydi, çünkü Fransızlar Wagner’in var olduğu bir ülkede varlık göstermelerinin uygun olmadığını değerlendiriyor.  
Bugün, Barkhane Gücü Mali'den ayrılmışken iki soru öne çıkıyor: Birincisi, Malili güçler, Rus paralı askerleri Wagner'in de desteğiyle, özellikle kuzey bölgelerinde yayılmayı başaran ‘Kaide ve DEAŞ bağlantılı örgütler’ üzerinde, karmaşık operasyonlarla kontrol sağlayabilecekler mi? İkincisi ise Mali ordusunu eğiten Avrupa askeri misyonu ve Mali’de konuşlu olan uluslararası güç MINUSMA’nın kaderi ile ilgili. Bu ciddi soruların Mali’deki karmaşıklık nedeniyle yanıtı henüz bilinmiyor. Dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Mali’deki durum tüm olasılıklara açık görünüyor. 



Hizbullah'tan silahlarını İsrail’e değil Lübnan devletine teslim etmesi isteniyor

Mercuyun bölgesinde kimlik kontrolü yapan Lübnan askerleri (Reuters)
Mercuyun bölgesinde kimlik kontrolü yapan Lübnan askerleri (Reuters)
TT

Hizbullah'tan silahlarını İsrail’e değil Lübnan devletine teslim etmesi isteniyor

Mercuyun bölgesinde kimlik kontrolü yapan Lübnan askerleri (Reuters)
Mercuyun bölgesinde kimlik kontrolü yapan Lübnan askerleri (Reuters)

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım’ın silah bırakmayı reddetmesi ve Lübnan yönetimini, silahların ABD ve İsrail lehine toplanmak istendiği suçlamasıyla hedef alması, bir dizi soruyu gündeme getirdi. Bu soruların başında, Kasım’ın açıklamalarını ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında yapılması beklenen zirvenin arifesinde yapmasının nedeni geliyor. Netanyahu’nun, Hizbullah’ın askeri kapasitesini yeniden kazandığı gerekçesiyle Trump’ı savaşı genişletmeye ikna etmeye çalıştığı bir dönemde gelen bu çıkışın, İran’a siyasi destek sağlamak amacıyla Beyaz Saray’a mesaj iletmeyi hedefleyip hedeflemediği de tartışılıyor. Bu değerlendirmeler, Washington’un Tahran’la müzakerelere yeniden dönülebileceğine dair imalarına paralel olarak yapılıyor. Kasım’ın tutumunun iç siyasete yansımaları da dikkat çekiyor. Açıklamalar, Litani Nehri’nin güneyinde ordunun ilk aşamadaki konuşlanmasını değerlendirecek ‘mekanizma’ komitesinin (Ateşkesi Denetleme Komitesi) toplantısı yaklaşırken geldi. İsrail’in sınır hattındaki bazı tepeleri işgal etmeyi sürdürmesi nedeniyle bu konuşlanma henüz uluslararası sınıra kadar tamamlanabilmiş değil.

Öte yandan Bakanlar Kurulu’nun, yeni yılın ilk haftasının sonunda, Genelkurmay Başkanı Rudolf Heykel’in Litani’nin güneyinde birinci aşama kapsamında yapılanlara ilişkin raporunu ele almak üzere toplanmaya hazırlandığı bildiriliyor. Bu çerçevede, bakanlık kaynakları Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, ordunun ikinci aşamada Litani’nin kuzeyinden el-Evveli hattına kadar yayılmasının, Bakanlar Kurulu’nun Heykel’in raporuna vereceği değerlendirmeye bağlı olduğunu belirtti. Kaynaklar, Lübnan’ın, ateşkes anlaşmasının Fransa ile birlikte garantörü olan ABD’den, eş zamanlı adımların uygulanmasına ilişkin verdiği taahhütleri yerine getirmesini talep etmeyi sürdürdüğünü, ancak Netanyahu’nun iş birliği yapmayı reddetmesi üzerine Washington’un tutumunda geri adım attığını ifade etti. Kaynaklar, Başbakan Nevvaf Selam’ın ikinci aşamaya geçiş hazırlıklarının yapıldığını açıklamasına rağmen, uygulamaya ilişkin net bir takvim vermemesinin, kararın Heykel’in raporu ışığında Bakanlar Kurulu’na ait olmasından kaynaklandığını vurguladı. Bu yaklaşımın, Trump’ın Netanyahu ile yapacağı görüşme öncesinde Beyaz Saray’a iletilmek istenen bir mesaj taşıdığı; mesajda Lübnan’ın silahların tek elde toplanmasına yönelik aşamalı plana bağlılığının teyit edildiği kaydedildi. Kaynaklar ayrıca, Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın Lübnan’ı savaş ihtimalinden uzak tutmayı başarmasının tesadüf olmadığını, bunun başta ABD yönetimiyle yürüttüğü temasların bir sonucu olduğunu belirtti. Bu durumun, Trump’ın Netanyahu üzerinde baskı kurarak savaşı genişletme yönündeki eğilimlerini frenleyebileceğine dair bir beklentiye işaret ettiği ifade edildi.

yu
İsrail’e ait bir insansız hava aracı (İHA) tarafından hedef alınan bir otomobilin yakınında bulunan Lübnan askerleri (EPA)

Ancak kaynaklar şu soruları da gündeme getirdi: “Kasım, ABD-İsrail zirvesinin sonuçlanmasını bekleyip ortaya çıkacak tabloya göre pozisyon almak yerine neden acele etti? Neden siyasi söylemin dozunu yükselterek, silahların tek elde toplanmasını talep ettiği için devleti ABD ve İsrail adına hareket etmekle suçlayarak süreci erkenden tüketti? Bu tutumunu açıklamadan önce, Cumhurbaşkanı Avn’a sahip olduğu endişe ve kaygıları, doğrudan iletişim olmadığı için, aralıklı diyalog yürüttüğü Direnişe Vefa Bloğu Başkanı Milletvekili Muhammed Raad aracılığıyla iletti mi?” Kaynaklar ayrıca Kasım’a, “Artık hiçbir şey vermeyeceğim” sözleriyle neyi kastettiğini de sordu. “Daha fazla taviz için siyasi bir bedel mi istiyor? Oysa özellikle Litani’nin güneyinde atılan adımlar, en azından Lübnan tarafı açısından ateşkesin sağlanmasına yol açtı. Bu düzenlemeler Hizbullah’ın ısrarı üzerine kabul edildi ve Hizbullah, müttefiki Meclis Başkanı Nebih Berri’ye yetki vererek, o dönemde ABD’li arabulucu Amos Hochstein ile varılan mutabakata onay verdi; herhangi bir hoşnutsuzluk da dile getirmedi. Peki şimdi devleti, İsrail ve ABD lehine çalışmakla suçlayarak niyetler üzerinden yargılamak mı istiyor? Oysa kendisinden istenen, Lübnan’a ilişkin uluslararası kararları ve Taif Anlaşması’nı desteklemesiyle uyumlu biçimde silahlarını devlete devretmesidir; kimse ondan bunu İsrail ya da ABD’nin yararına yapmasını talep etmemiştir.”

Diğer yandan siyasi kaynaklar, Kasım’ın suçlamalarına yanıt olarak, eldeki bilgilere göre devletin ‘Hizbullah’tan silahlarını İsrail ve ABD’ye teslim etmesini istemediğini, aksine Hizbullah’tan elinde kalan silahları devlete bırakmasının talep edildiğini’ vurguladı. Bunun amacının, yalnızca Ateşkesi Denetleme Komitesi ile sınırlı kalmayan ve Washington’a uzanan müzakerelerde Lübnan’ın elini güçlendirmek olduğu belirtildi. Zira ABD’nin, Tel Aviv’i ateşkesin uygulanmasına zorlamayı taahhüt ettiği, bunun da Hizbullah’ın askerî kapasitesini yeniden kazandığı iddiasıyla savaşın genişletilmesine gerekçe oluşturulmasının önüne geçmeyi hedeflediği ifade edildi. Kaynaklar, Hizbullah’ın silahlarını devlete teslim etmesi halinde, İsrail’in Mayıs 2000’de Güney Lübnan’dan çekilmesinin ardından uygulanması gereken ve yasa dışı silahların toplanmasını öngören 1701 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) kararına verdiği desteği de fiilen yerine getirmiş olacağını kaydetti. Siyasi kaynaklar şu soruyu yöneltti: “Hizbullah, silahlarını elinde tutarken, devletin tüm topraklarda egemenliğini tesis etmesini öngören 1701 sayılı kararı; silahlı grupların silahsızlandırılmasını içeren 1559 sayılı kararı ve Lübnan-Suriye sınırının kara ve denizden denetlenmesi ile kaçakçılığın önlenmesini hedefleyen 1680 sayılı kararı desteklediğini nasıl iddia edebilir?”

dfvgh
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Reuters)

Kaynaklar, Kasım’ı eleştirirken, “Kasım’ın devleti suçlamak yerine hükümetteki iki bakanını geri çekmesi gerekirdi; zira zıt çıkarların tek çatı altında bir arada bulunması uygun değil. Oysa Kasım’ın suçlamaları, kabine açıklamasına ve özellikle devletin silah tekelini öngören maddelere onay vermesiyle çelişiyor. Daha sonra ise hükümete karşı tavır aldı” değerlendirmesinde bulundu. Kasım’ın gerilimi artırıcı tutumuyla devleti zor durumda bıraktığını vurgulayan kaynaklar şu ifadeleri kullandı: “Önceki bir açıklamasında Kuzey Filistin’deki yerleşimcilere silahlarının sadece kendini savunma amacı taşıdığını ve saldırı amacı gütmediğini güvence olarak vermişti. Peki bu durumda askerî kapasitesini yeniden kazanmasının yönü nereye olacak? Netanyahu’ya bahane sağlamak zorunda mıydı?” Ayrıca, Lübnan’ın Kasım’ın bu tutumları nedeniyle ‘maddi ve insani maliyeti ölçülemez bir bedel ödediği’ belirtildi. Bunun, Hizbullah’ın Gazze’ye tek başına destek vermesinden kaynaklandığı ve hükümetin, saldırının Lübnan’da yarattığı etkileri gidermeye çalıştığı kaydedildi. Öte yandan hükümetin, yıkılan köylerin yeniden inşasının, silahların devlete teslim edilmesi koşuluna bağlandığı ifade edildi. Bu durum, ordunun desteklenmesi amacıyla uluslararası konferansın hızlandırılmasının önünde bir engel olarak gösterildi. Kaynaklar, Paris’te yapılan hazırlık toplantısında konferansın önümüzdeki şubat ayında yapılmasının planlandığını, ancak zaman ve yerin silahların tek elde toplanması koşuluna bağlı olduğunu belirtti. Kasım’ın, devlete destek vermek yerine fırsatı kaçırarak, Washington ile müzakerelerde Lübnan’ın elini güçlendirecek desteği sağlamadığı ifade edildi. Popülist tavrının, siyasi bir bedel arayarak hem yerel hem de uluslararası alanda herhangi bir fayda sağlamayacağı; istikrarın sağlanması için silahların devlete tesliminin zorunlu olduğu vurgulandı. Kaynaklar ayrıca, Kasım’ın hükümet ve muhaliflerle çatışmaya girmesinin siyasi bir macera olabileceğini ve vaat edilen yardımlar sağlanmadığı sürece Şii kamuoyunu tatmin edemeyeceğini kaydetti.


İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?

İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?
TT

İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?

İsrail’in Somaliland’da askeri üs kurma girişiminin ardından Mısır’ın muhtemel seçenekleri neler?

Binyamin Netanyahu hükümeti, iç siyasi krizlerden kaçmak amacıyla bölgesel cephelerde gerilimi tırmandırma yarışına girerken, son dönemde Afrika Boynuzu’nda, özellikle de Somaliland’da İsrail kaynaklı “tehlikeli” olarak nitelendirilen hamleler dikkat çekiyor.

Somaliland’da bir İsrail askeri üssü kurulması ihtimali, Mısır ve Arap dünyasının ulusal güvenliğini yeni bir stratejik sınavla karşı karşıya bırakıyor. Kızıldeniz’in girişine yönelik herhangi bir müdahalenin “kırmızı çizgi” olduğu yönündeki resmî ve hukuki uyarılar, bu tür bir adımın bölgeyi daha önce gündeme gelmemiş askerî seçeneklere sürükleyebileceğine işaret ediyor.

Şarku’l Avsat Al Arabiya’dan aktardığı habere göre Askerî tabloyu ayrıntılı biçimde analiz eden Harp Akademileri Yüksek Askerî Çalışmalar Akademisi’nden öğretim üyesi Tümgeneral Usame Mahmud Kebir, yaptığı açıklamalarda, Netanyahu’nun hükümetinin dağılmasını önlemek için siyasi ve askerî gerilimi canlı tutmaya çalıştığını belirtti.

Kebir’e göre İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ederek Somaliland’ı bağımsız bir devlet olarak tanıması, üç temel jeostratejik hedefe dayanıyor:

  • Birincisi, Husileri yakın mesafeden tehdit edebilecek bir askerî üs kurmak;
  • İkincisi, Somali’deki Türk çıkarlarını hedef almak;
  • Üçüncüsü ve en tehlikelisi ise Kızıldeniz’in girişindeki deniz trafiğini kontrol ederek Mısır’a baskı uygulamak. Bu durumun Süveyş Kanalı gelirlerini olumsuz etkileyeceğini ve Etiyopya’nın Nahda Barajı dosyasında Kahire’ye karşı siyasi koz kazanmasına hizmet edeceğini vurguladı.

Mısırlı askerî uzman, Kahire’nin bu girişimleri diplomatik olarak derhal kınadığını, ancak İsrail’in fiilen askerî üs inşasına başlaması halinde sürecin “daha etkili bir aşamaya” evrilebileceğini ifade etti. Kebir, Mısır’ın ulusal güvenliğini ve stratejik kazanımlarını koruyacak yeterli araç ve düzenlemelere sahip olduğunun altını çizdi.

Hukuki ve uluslararası boyuta ilişkin değerlendirmede bulunan uluslararası hukuk profesörü Dr. Muhammed Mahmud Mehran ise, İsrail’in bu adımda ısrar etmesinin “stratejik kırmızı çizginin aşılması” anlamına geleceğini söyledi. Mehran, Al Arabiya.net ve Al Hadath.net’e yaptığı açıklamada, Mısır’ın yalnızca diplomatik seçeneklerle yetinme lüksüne sahip olmadığını; Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesi uyarınca önleyici savunma tedbirleri alma yükümlülüğü doğacağını dile getirdi.

Mehran ayrıca, Somali’nin meşru hükümetiyle Mogadişu’da imzalanan ortak savunma anlaşmaları çerçevesinde Mısır’ın halihazırda bölgede askerî varlık bulundurmasının, Kahire’ye “hukuki ve sahadaki araçlar” sağladığını ve bu sayede gayrimeşru üs kurma girişimlerinin engellenebileceğini belirtti.

Coğrafi mesafenin Mısır Silahlı Kuvvetleri için caydırıcı bir unsur olmayacağını vurgulayan Mehran, Babülmendep’teki hayati çıkarların korunmasının mümkün olduğunu ifade etti.

Mehran, değerlendirmesini şu sözlerle tamamladı: Somaliland’da herhangi bir İsrail askerî varlığı Mısır tarafından tek başına karşılanmayacak; bu adım, 1950 tarihli Arap Ortak Savunma Sistemi ile de karşı karşıya kalacak. Söz konusu sistem, Arap ülkelerini varoluşsal tehditlere karşı ortak hareket etmeye zorunlu kılıyor.


Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu askeri operasyona hazırlık amacıyla Mukalla Limanı’nın tahliyesini istedi

Yemen'deki Mukalla Limanı’nın genel görünümü (Arşiv)
Yemen'deki Mukalla Limanı’nın genel görünümü (Arşiv)
TT

Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu askeri operasyona hazırlık amacıyla Mukalla Limanı’nın tahliyesini istedi

Yemen'deki Mukalla Limanı’nın genel görünümü (Arşiv)
Yemen'deki Mukalla Limanı’nın genel görünümü (Arşiv)

Yemen'de meşru hükümete destek veren Arap Koalisyonu bugün, tüm sivillere Hadramut ilindeki Mukalla Limanı’nı bir sonraki duyuruya kadar derhal tahliye etmeleri çağrısında bulundu. Koalisyon, bu önlemin onların güvenliğini sağlamak amacıyla alındığını vurguladı.

Tahliye talebinin liman çevresinde yapılacak askeri operasyon hazırlıkları ile birlikte can ve mal güvenliğini korumayı amaçladığını açıklayan Arap Koalisyonu, herkesin verilen talimatlara uymasını ve güvenliklerinin sağlanması için iş birliği yapmasını istedi.

Arap Koalisyonu Ortak Kuvvetler Komutanlığı Sözcüsü Tümgeneral el-Maliki, Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Dr. Reşad el-Alimi’nin Güney Geçiş Konseyi'ne (GGK) bağlı silahlı unsurların Hadramut’taki sivillere karşı işlediği ciddi ve korkunç insani ihlalleri nedeniyle talebi üzerine sivilleri korumak için acil önlemler alınacağını açıkladı. Bu önlemler, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) gerilimi yatıştırmak, GGK güçlerini geri çekmek, mevzilerini Vatan Kalkanı Güçleri'ne devretmek ve yerel makamların sorumluluklarını yerine getirmelerini sağlamak için yorulmak bilmeden sürdürdükleri ortak çabaların devamı niteliğinde. Arap Koalisyonu güçleri, bu çabaları bozacak her türlü askeri eyleme, sivil hayatları korumak ve Suud Arabistan-BAE’nin çabalarının başarısını sağlamak için doğrudan ve derhal müdahale edileceğini teyit ediyor.

Arap Koalisyonu Ortak Kuvvetler Komutanlığı'nın meşru Yemen hükümetine yönelik sürekli desteğini ve kararlı tutumunu teyit eden Tümgeneral Maliki, herkesi ulusal sorumluluklarını yerine getirmeye, itidal göstermeye ve güvenlik ve istikrarı korumak için barışçıl çabalara yanıt vermeye çağırdı.