Hint sinemasının, Selman Rüşdi romanları üzerindeki büyük etkisi

Selman Rüşdi’nin ‘Geceyarısı Çocukları’ kitabı beyaz perdeye uyarlanırken ilk hocası Satyajit Ray oldu

Gece Yarısı Çocukları filminden bir sahne (Medya servisi)
Gece Yarısı Çocukları filminden bir sahne (Medya servisi)
TT

Hint sinemasının, Selman Rüşdi romanları üzerindeki büyük etkisi

Gece Yarısı Çocukları filminden bir sahne (Medya servisi)
Gece Yarısı Çocukları filminden bir sahne (Medya servisi)

Hovik Habashian
Selman Rüşdi, ‘Şeytan Ayetleri’ adlı romanı yazdığı için hakkında İmam Humeyni tarafından ölüm fetvası verilmesinin üzerinden 32 yıl geçtikten sonra New York'ta radikal görüşlü genç bir adamın bıçaklı suikast girişimine uğradı. Olay, tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Hem Arap hem de yabancı basın kuruluşları, içinde bulunduğu durum nedeniyle 1990’lı yılların başında uluslararası bir mesele ve aynı zamanda Batı'da ifade özgürlüğünün bir sembolü haline gelen Hint asıllı İngiliz yazar Selman Rüşdi fenomenine büyük bir ilgi gösterdi. Aynı zamanda İslam dünyasında, İslam dininin kutsallarına saldırdığı için hesap vermesini isteyen birçok ses yükseldi. Son birkaç günde birçok kişi onun eserlerini yeniden okumaya ve yeni gelişmeler çerçevesinde onun düşüncesini incelemeye çalıştı. Çünkü 11 Eylül 2001 saldırıları öncesindeki dünya ve sonrasındaki dünya artık aynı değil ve birçok yazar hiç vakit kaybetmeden dindar kesimi kışkırtan yönleri, bazen Batı'ya egemen olan siyasi bir bakış açısıyla değerlendirdi.
Öncelikle tartışmalı herhangi bir edebi eserin önünde sonunda sinemaya aktarıldığı unutulmamalı. Hollywood'daki senaryo yazarları ve yapımcılar, Şeytan Ayetleri gibi romanların haklarını satın almak için büyük paralar ödemeye her zaman hazırlar. Ancak, Şeytan Ayetleri romanı belki de yangına benzin dökmek gibi olacağından ekrana hiç aktarılmadı. Film yapımcıları, yönetmen Martin Scorsese tarafından ünlü Nikos Kazancakis romanından beyaz perdeye uyarlanan ‘The Last Temptation of Christ’ (Günaha Son Çağrı) filmi sinemalarda vizyona girdiği gün radikal Katolikler tarafından başlarına gelenleri hâlen unutamıyorlar. Büyük olasılıkla her iki romanın da yazarın bazı inançlarına dayanarak hayal gücünü serbest bıraktığı, saf hayal gücü sanatına ait olduğunu bilerek bu deneyimi tekrar etmekten kaçınıyorlar.
202006251258344295355.jpeg
Arapçaya da çevrilen Gece Yarısı Çocukları kitabının kapağı (Et-Tekvin Yayın Evi)
Yazar Kazansakis'in romanı boyunca İsa'dan bahsettiği, tarihsel olarak gerçekleşmemiş olayları hayal ettiği biliniyor. Kazansakis, kitabında özetle günümüzün en acil konularından biri olan göçmenlerin sık sık yaşadıkları, uzaklaştığı kendi kültürü ile entegre olmak istediği yeni ülkenin kültür arasında kaybolan ve bu denklemden doğan zorlukların kökünden sökülmesi gerektiğini vurgulamasına rağmen, hiç kimse bu romanı filme almaya cesaret edemedi. Oysa tiyatro daha cesurdu. Berlin'de bir tiyatro 2008 yılında Selman Rüşdi’nin romanından uyarlanan (dört saatlik) bir oyun sergiledi. O dönem Alman basını böyle bir eseri sahneye taşıma cesareti gösterdiği için onu ‘en cesur tiyatro’ olarak nitelendirdi. Oyun, polis nezaretinde ve güvenlik görevlilerinin koruması altında olaysız sergilendi.

Selman Rüşdi'nin kaleme aldığı ‘Gece Yarısı Çocukları’
Selman Rüşdi tarafından kaleme alınan ‘Gece Yarısı Çocukları’ gişede büyük başarı yakaladı. Hint asıllı Kanadalı yönetmen Dipa Mehta, bundan on yıl önce Rüşdi'nin romanlarının en ünlüsü olan, 1981 yılında basılan ve İngiltere’de iki kez Man Booker Ödülü olmak üzere birçok ödül kazanan Gece Yarısı Çocukları kitabını beyaz perdeye aktardı.
BBC, 90’lı yıllarda kitabı beş bölümlük bir dizi halinde ekranlara uyarlamak istedi, ancak filmin çekileceği Sri Lanka'da Müslümanların baskıları nedeniyle proje iptal oldu. Gece Yarısı Çocukları’nın sinemalarda gösterilmesindeki bu gecikme, Rüşdi hakkında verilen ölüm fetvası da dahil olmak üzere çeşitli nedenlere dayanıyordu. Birçok kişi Rüşdi’ye ve eserleri ile ilgili herhangi bir projeye yaklaşmaktan korktu. İşin ilginç yanı yazar, romanın tüm haklarını yönetmen Mehta'ya, sembolik bir bedelle bir dolara verdi. Bu bir tür hediyeydi. Çünkü Mehta, başkalarının cesaret edemediğini yapmaya cesaret etmişti.
Hindistan’ın İngiltere’den bağımsızlığını ilan ettiği gün, yani 15 Ağustos 1947'de iki çocuk doğar. Ancak yanlışlıkla karıştırılırlar. Biri zengin olan ailesi yerine orta halli bir aileye, diğeri orta halli aile yerine zengin aileye verilir. Filmi kısaca böyle özetleyebiliriz. Film, İngiliz sömürgecilerin Hindistan’dan ayrılmasından sonra ülkenin büyük dönüşümler geçirdiği bir dönemde, Hindistan'ın yaklaşık altmış yıllık gergin tarihine ışık tutuyor. Tüm bunlar, tıpkı yazar gibi, Batı'daki Hint diasporasında yaşayan bir yönetmenin gözünden sinemaya aktarılıyor. Filmin süresi 140 dakika olduğundan senaryo, romandaki farklılığın ardında gizlenen büyülü gerçekçilik korurken, romanın tüm olaylarının özümsenebilmesi amacıyla bazı kısaltmalar yapıldı.
3.jpg
Rüşdi’nin uluslararası üne sahip en önemli filmi olarak görülen Satyajit Ray imzalı ‘Pather Panchali’ (Yol Türküsü) filminden bir sahne (Medya servisi)
Rüşdi ise boş boş durmamış, filmin yapımına katılmıştır. Hatta bu başarıya gönülden katıldığı bile söylenebilir. Sadece romanının uyarlanmasına yeşil ışık yakan bir yazar olmak istemeyen Rüşdi, bu yüzden senaryoyu da kaleme aldı ve prodüksiyonu üstlendi. Rüşdi bir röportajda, kitabın kendisi için çok önemli olduğunu, ona her zaman olmayı hayal ettiği yazar olabileceğine dair güven verdiğini söyledi. Bu yüzden eğer film başarısız olursa, başarısızlığın başkasının değil kendi hatası olmasını istediğini vurguladı. Rüşdi, sadece senaryoyu yazmakla kalmadı, onu böyle bir rol oynamak için doğru kişi olarak gören yönetmenin isteği üzerine filmde duyduğumuz anlatıcıya da ses verdi. Romanın bir başka uyarlamasının, bu kez Netflix tarafından çekilen bir dizi olarak yayınlanması bekleniyordu. Fakat şirket 2019 yılı sonlarında, belirsiz nedenlerle bu projeden vazgeçti.

Sinema tutkusu
ray-1200.jpg
Hint sinemasının öncü isimlerinden Satyajt Ray ve Rüşdi’nin ilk hocasıydı (El-Cinema)
ABD’li yönetmen Stanley Kubrick'e çok benzeyen Rüşdi, sinemadan her zaman büyük bir sevgi ve özenle bahsederek, dünyaya bir daha gelse muhtemelen omzunda kamera olacağı izlenimi veriyor. Rüşdi’nin sinemaya olan bu sevgisi ve ilgisi, Satyajit Ray'nin en büyük çalışması olarak nitelendirdiği ‘Pather Panchali’ (Yol Türküsü) 1955 yapımı filmi hakkında tatlı tatlı konuştuğunu duyduğumuzda film biraz daha mistik bir havaya bürünüyor.
Rüşdi, The Strategist dergisi için yazdığı bir makalede bu film olmadan yaşayamayacağını söylüyor ve şunları ekliyor:
“İnsanlar ‘Citizen Kane’ (Yurttaş Kane) filminin şimdiye kadar yapılmış en iyi film olduğunu söylediklerinde onlara Pather Panchali’nin en iyisi olduğunu söylüyorum. Bu, fakir bir Bengal köyündeki bir çocuk ile onun kız kardeşi ve ebeveynleri hakkında güzel bir romandan uyarlanan Ray'in üçlemesinin ilk filmi. Filmin konusu bu olsa da muazzam bir lirizm var.”
Dr. Florian C J Stadtler, Rüşdi ve Hint sineması arasındaki bağlantıda araştırmaya değer ilginç bir nokta buldu.  Bu nokta, aynı zamanda araştırmacı Stantler’in, Rüşdi’nin romanlarını ve romanlarında kullandığı üslubu popüler Hint sineması bağlamında ve yazarın bağımsızlık sonrası Hindistan hakkındaki argümanlarını şekillendirmedeki rolünü analiz ettiği ve birkaç yıl önce yayınlanan kitabının da adı olan ‘Fiction, Film, and Indian Popular’ (Kurgu, Film ve Popüler Hint Sineması) idi. Kitabında, popüler Hint sinemasının farklı türlerine de değinen Stantler, Rüşdi'nin yazılarının epik, efsane, trajedi ve komediyi nasıl bir araya getirdiğini araştırdı ve bunları beyaz perdeye aktarılan senaryolarla ilişkilendirdi. Yazarın romanlarında bu sinemayı melezlik estetiğini ve Hindistan’ın küresel bağlamda tanımlanmış hale geldiği kültürün özel algısını ifade etmek için nasıl kullandığını okuyucularına aktardı.

Sinemada küçük roller
Rüşdi ile sinema arasındaki ilişkiden bahsederken, onun birkaç filmde bazı küçük rollerde göründüğünü hatırlayalım. Rüşdi, 1992 yılında, hakkındaki ölüm fetvasının yayınlanmasından kısa bir süre sonra İngiliz yönetmen Kenneth Branagh’ın ‘Peter's Friends’ (Peter ve Arkadaşları) filminde Şeytan Ayetleri kitabını imzalayan yazar olarak küçük bir rolle göründü. Film, hafta sonları yaşadıkları eski güzel günleri hatırlamak için buluşan altı üniversite arkadaşından bahsediyor. Rüşdi, üstlendiği bu kısacık rolle, başrolünü oynamadığı bir filmde sinema kahramanı oldu. Jan Mohammad adlı Pakistanlı bir yönetmen, 1990 yılında Rüşdi’yi kötü adam olarak resmeden ‘International Guerillas’ adlı bir film yaptı. Filmdeki iyi adamlar ise Şeytan Ayetleri kitabı nedeniyle yazara yönelik protestolar sırasında polis tarafından öldürülen kız kardeşlerinin intikamını almak isteyen ve öldürmek amacıyla Rüşdi’yi arayan üç Pakistanlı kardeş. Rüşdi filmde, İslam'ı yok etmeye yönelik uluslararası bir komploya öncülük eden sadist ve kana susamış bir suçlu ve İsrailli bir generalin koruması altında Filipinler'de saklanan biri olarak gösteriliyor. Britanya Film Sınıflandırma Kurulu (British Board of Film Classification/ BBFC) Rüşdi’nin güvenliği açısından filmin yayınlanmasına izin vermedi. Ancak Rüşdi, kendisini engellemeye yönelik eylem çıkarlarına aykırı olsa bile ne olursa olsun sansüre karşı olduğunu söyleyerek buna itiraz etti.
Rüşdi, ünlü Kanadalı yönetmen David Cronenberg’e verdiği röportajda, filmlere takıntılı olduğunu ve defalarca senaryo yazmaya çalıştığını fakat bir senaryoya başladığında birkaç sayfa sonra bunun romana dönüştüğünü itiraf etti. Sinemanın kendisi üzerindeki etkisinin edebiyattan daha ağır bastığını gizlemeyen Rüşdi, Cronenberg kendisinden farklı olarak, ‘yazmanın sinemanın üzerinde bir sanat olduğunu’ belirtip her zaman bir yazar olmak istediğini söylediğinde ona, ‘bu hiyerarşinin gülünç olduğunu’ söyledi.



Ucuz Roman'ı tekrar izlerken dikkat edilmesi gereken 10 detay

8 milyon dolarlık bütçeyle çekilen Ucuz Roman'da, John Travolta ve Uma Thurman arasındaki ünlü dans sahnesi doğaçlamaydı (Miramax Films)
8 milyon dolarlık bütçeyle çekilen Ucuz Roman'da, John Travolta ve Uma Thurman arasındaki ünlü dans sahnesi doğaçlamaydı (Miramax Films)
TT

Ucuz Roman'ı tekrar izlerken dikkat edilmesi gereken 10 detay

8 milyon dolarlık bütçeyle çekilen Ucuz Roman'da, John Travolta ve Uma Thurman arasındaki ünlü dans sahnesi doğaçlamaydı (Miramax Films)
8 milyon dolarlık bütçeyle çekilen Ucuz Roman'da, John Travolta ve Uma Thurman arasındaki ünlü dans sahnesi doğaçlamaydı (Miramax Films)

Quentin Tarantino'nun 1994 tarihli başyapıtı Ucuz Roman (Pulp Fiction), sinema tarihinde çığır açan yapımlardan biri oldu. Zamanı bükerek anlattığı hikayesi, kara mizahı, unutulmaz karakterleri ve tabii ki dikkat kesildiğimiz akıllıca diyaloglarıyla kült statüsünü yıllar içinde daha da sağlamlaştırdı. Ama bu filmi yeniden izlemek, sadece nostaljiyle yetinmek değil; her seferinde yeni bir şey fark etmek demek. Çünkü Tarantino, sahnelerin aralarına hem sinema tarihine hem de karakter psikolojisine dair küçük sürprizler serpiştirmiş usta bir anlatıcı.

Ve size güzel bir haberimiz var: Ucuz Roman bugün bir kez daha sinema salonlarında izleyiciyle buluşuyor. Filmi tekrar izlemeye hazırlanırken, bazı detayları gözden kaçırmamak önemli. Bir bakış, bir replik, bir şarkı ya da arka plandaki bir obje bile bambaşka bir kapı aralayabiliyor. Hem Tarantino'nun zekasını hem de sinema dilinin inceliklerini keşfetmek için size bir yol haritası hazırladık. 

Eğer koltuğunuza kurulup o çantanın içini bir kez daha merak etmeye hazırsanız, işte Ucuz Roman'ı yeniden izlerken dikkat etmeniz gereken 10 detay...

1. Açılış ve kapanış sahnesi

Pumpkin (Balkabağım) ve Honey Bunny (Tavşanım) çiftinin, kafede soygun planı yaptığı açılış sahnesi, sadece filmin değil tüm zamanların en ikonik açılışlarından biri. Ama asıl ilginç olan, bu sahnenin final sahnesiyle birebir kesişmesi.

dfrgt
Ucuz Roman'ın ikonik açılış sahnesi Amanda Plummer ve Tim Roth'un nefis oyunculuklarının eseri (Miramax Films)

Film boyunca hikayenin farklı zamanlarda aktığını ve bazı olayların birbirine paralel yaşandığını fark ederseniz, Tarantino'nun ne kadar matematiksel bir kurguyla çalıştığını görebilirsiniz. Özellikle John Travolta'nın canlandırdığı Vincent Vega'nın hâlâ hayatta olduğu bir sahne finalde görünüyorsa, demek ki aslında o an geçmişte bir yerlerdeyiz... Bu tür zaman kaymaları filmi düz bir çizgide değil, döngüsel bir biçimde izlememizi sağlıyor. Bir nevi, Tarantino'nun zamanı eğip büktüğü ilk büyük sinema deneyi bu.

2. Kahve, kan ve Bay Wolf

Silah patlayıverdi, neden bilmiyorum.

Vincent yanlışlıkla Marvin'in beynini uçurduğunda, Jules'a tam da böyle diyor. Bu, ilk bakışta Tarantino filmlerinde alışık olduğumuz sıradan kanlı bir sahne gibi görünebilir. Ama hemen ardından gelen Bay Wolf sekansı, Tarantino'nun mizah anlayışının ne kadar stilize olduğunun bir göstergesi aslında.

dfrgthy
Harvey Keitel, 1992 yapımı Rezervuar Köpekleri'nde (Reservoir Dogs) de Tarantino'yla çalışmıştı (Miramax Films)

Filmde beyni patlamış bir cesetle uğraşırken bir yandan kahve gurmeliği yapılır ve kriz anında bir "temizlikçi" rock yıldızı edasıyla sahneye girer. Bu sekans, gerçeklikle alay eder gibi hem aşırı ciddi hem de absürt tonlar taşır. Bay Wolf karakteri, klasik gangster filmlerinin "her şeyi çözen adam" figürünün karikatürize halidir. Aynı zamanda izleyiciye şunu fısıldar: Bu, kuralları kendi yazanların filmi.

3. Vincent'ın tuvaletle imtihanı

Film boyunca Vincent Vega'nın her tuvalete gidişi, olayların çığrından çıkmasıyla sonuçlanıyor. Uma Thurman'ın canlandırdığu Mia'nın aşırı doz alması, Bruce Willis'in oynadığı Butch'un eve geri dönmesi, kafe baskını... Hepsi Vincent'ın klozetle randevulaştığı anlarda patlak veriyor. Bu detay, hem kara mizahın bir bir örneği hem de karakterin kaderini şekillendiren alışkanlıklarına bir gönderme.

csdfrgthy
John Travolta, Vincent rolüne hazırlanırken bir uyuşturucu bağımlısıyla görüşerek eroinle ilgili bilgi aldı (Miramax Films)

Tarantino tesadüfleri ustalıkla mizaha ve gerilime dönüştürüyor. Aynı zamanda, yönetmenin "Her an her şey olabilir" hissini güçlendiren küçük ama etkili bir yapı taşı. Tuvalet, Vincent için bir güvenli alan gibi görünse de aslında felaketin başlangıç noktasıdır. Yeniden izlerken, her sifon sesinde içiniz cız edebilir.

4. Çantanın içinde ne var?

Samuel L. Jackson'a göre gerçek cevap "iki pil ve bir ampul". Ama o parıltılı ışık, yıllardır çok daha yaratıcı teorilere yol açtı. En popülerlerinden biri, çantanın içinde birinin (ya da Marsellus Wallace'ın) ruhu olduğu yönünde. Ve Vincent'la Jules'un da onu geri almak için gönderildiği düşünülüyor.

Ancak muhtemelen bu konuda alabileceğimiz en net cevap, filme hikaye yazarı olarak katkı veren ve Quentin Tarantino'yla birlikte En İyi Özgün Senaryo Oscar'ını kazanan Roger Avary'den geliyor. Roger Ebert'in Movie Answer Man köşesinde verdiği bir röportajda Avary şöyle diyor:

Başta çantanın içinde elmaslar vardı. Ama bu fazlasıyla sıkıcı ve klişe geldi. Sonunda çantanın içindekilerin asla gösterilmemesine karar verdik. Böylece izleyici, kendi kafasında oraya neyin yakışacağını hayal edebilecekti. Bilmen gereken tek şey, içindekinin 'inanılmaz güzel' olduğuydu. Hiçbir aksesuar sorumlusu, her izleyicinin hayal gücünden daha iyisini bulamaz. En azından fikir buydu. Sonra birileri (bence bu hataydı) çantanın içine turuncu bir ampul koyma fikrini ortaya attı. Ve işte o anda, her şey olabilecek bir şey, 'doğaüstü bir şeye' dönüştü. Böyle bir etkiyi zorlamaya gerek yoktu. İnsanlar yine yıllarca bunu tartışırdı ve çok daha ince bir detay olurdu.

Bu detay, filmin kült statüsünü perçinleyen en büyük mitlerden biri. Önemli olan içi değil, ona yüklenen anlam. Işıkla aydınlanan o iç kısım, izleyicinin hayal gücüne davet. Her izleyişinizde farklı bir şey düşünmeniz doğal çünkü belki de gerçekten ne olduğunu bilmeniz gerekmiyor.

5. Mia ve Vincent dans yarışmasını gerçekten kazandı mı?

Cevap veriyoruz: Hayır! Jack Rabbit Slim's'ten ayrıldıktan sonra Mia ve Vincent, ellerinde kocaman bir kupayla eve dönüyor. Keyifler gıcır, bir yandan dans etmeye devam ediyorlar. Bu da haklı olarak bize dans yarışmasını kazandıklarını düşündürüyor. Ancak filmin Butch'un olduğu bölümünde, fonda açık olan bir televizyonda, Jack Rabbit Slim's'teki dans kupasının çalındığına dair bir haber duyuluyor.

Yani Mia ve Vincent, aslında kupayı kazanmamış çalmış. Ve biz de bir kez daha anlıyoruz ki, bir Tarantino filmi izlerken sadece ne gördüğümüze değil ne duyduğumuza da dikkat etmemiz gerekiyor.

6. Boks maçından sonra Butch'u götüren taksici

Butch'un maçta rakibini devirdikten sonra kaçtığı sahnede, kendimizi egzotik taksici Esmeralda Villalobos'un arabasında buluyoruz. Esmeralda'yı Angela Jones canlandırıyor ve Tarantino bu rolü özellikle onun için yazmış. Tarantino, Jones'u 1991 yapımı Curdled adlı kısa filmde izlemiş.

fgrthy
Angela Jones, en son 2021 yapımı komedi Natasha Hall'da rol aldı (Miramax Films)

Jones o filmde, cinayet mahallerini temizleyen birini oynuyordu. Tarantino'nun fikriyse Esmeralda'nın, o karakterin farklı bir versiyonu olmasıydı. Esmeralda bu yüzden ölüm konusuna bu kadar takıntılı ve Butch'a "Bir adam öldürmek nasıl bir his?" diye soruyor.

7. Mia'nın aşırı doz sahnesi

Dans yarışmasını "kazandıktan" sonra Mia, Vincent'ın pardesüsünün cebinde bir poşet buluyor. Kokain sandığı bu poşet aslında eroin dolu... Mia, eroini burnundan çekip aşırı doz alıyor. Vincent, onu yerde kendinden geçmiş halde bulduğunda hemen uyuşturucu satıcısı Lance'in evine götürüyor ve ona hayat kurtarıcı bir adrenalin iğnesi yapıyor.

rgthy
Meşhur aşırı doz sahnesinde Tarantino'nun kırmızı noktaya, şırıngaya ve Vincent'ın sıkıntılı yüzüne yaptığı yavaş zoomlar, izleyiciye bir dehşet duygusu yaşatıyor (Miramax Films)

Mia'yı yerde, ağzının kenarında tükürüklerle baygın halde gördüğümüz sahnede, aslında Campbell's marka mantar çorbasına bakıyoruz.

Ayrıca Vincent'ın iğneyi Mia'nın göğsüne sapladığı o meşhur sahne, aslında tersten çekildi. Yani Vincent, aslında iğneyi saplamıyor, geri çekiyor. Dikkatli bakarsanız, Mia'nın göğsündeki işaretin iğne saplandığı anda kaybolduğunu görebilirsiniz.

8. Jules'un "Ezekiel 25:17" tiradı

Samuel L. Jackson'ın canlandırdığı Jules karakteri, birini öldürmeden önce kendi versiyonuyla Hezekiel 25:17'yi okuyor. Ancak İncil'de aslında böyle bir metin yok. Bu süslü metin Tarantino'nun kaleminden çıkma da değil. Aslında bu replik, neredeyse birebir şekilde, 1976 yapımı Karate Kiba adlı dövüş sanatları filminden alınmış. Başrolde Sonny Chiba'nın yer aldığı filmdeki metin, daha sonra Tarantino'nun Kill Bill: Volume 1'de kılıç ustası Hattori Hanzo rolünü canlandıran Chiba tarafından seslendiriliyor.

Bu sahne, Jules'un bir gangsterden fazlası olmak istemesiyle ilgili. Hayatındaki dönüşümün fitilini ateşleyen bu sahte İncil alıntısı, karakterin kaderini ve felsefesini şekillendiriyor. Aynı zamanda Tarantino'nun kelime oyunlarını ve retoriği ustalıkla kullandığını gösteriyor. Bu tirad belki ilahi bir adaletin tecellisi değil ama bir şekilde Jules'un adaletten anladığı şeyi temsil ediyor. Her seferinde tekrar izlenmeye değer bir mini tiyatro performansı adeta.

9. Tarantino'nun ayak fetişi

Tarantino'nun ayak fetişi artık şehir efsanesi değil sinemasal bir imza. Ucuz Roman'da da Uma Thurman'ın çıplak ayaklarını uzun uzun izliyoruz. Dans sahnesindeki klasik ayak hareketleri, evin içindeki yalınayak yürüyüşleri, neredeyse kameraya "poz" veriyor.

sdfrgt

Bu detay, yönetmenin karakterlerine ne kadar kişisel bir bakışla yaklaştığını gösteriyor. Onlar sadece kurgu figürleri değil, saplantıların, arzuların birer izdüşümü. Tarantino sineması, küçük detaylarda kendini ele veriyor. Bu fetiş ögesi de o evrenin samimi ama tuhaf bir parçası.

10. Müziğin anlatıyı sırtlaması

Tarantino'nun Ucuz Roman'da müziği kullanma biçimi, filmin ruhunu ve temposunu belirleyen en güçlü anlatı araçlarından biri. Film, açılış sahnesinde Dick Dale'in Misirlou'su eşliğinde seyirciyi hızla içine çekiyor ve temposunu daha ilk saniyeden hissettiriyor. Tarantino, şarkıları sadece fon müziği olarak değil, karakterlerin dünyasını tamamlayan anlatısal ögeler olarak kullanıyor. Vincent ve Mia'nın Jack Rabbit Slim's'deki dans sahnesinde çalan Chuck Berry'nin You Never Can Tell parçası, karakterlerin anlık özgürlüğünü ve absürt dünyanın ritmini kusursuzca yansıtıyor.

Filmde özel olarak bestelenmiş özgün bir film müziği yok. Kullanılan tüm müzikler önceden kaydedilmiş parçalardan seçilmiş. Tarantino, dönemin eski şarkılarını seçerek karakterlerin zaman ve mekan dışı bir atmosferde yaşadığını hissettiriyor. Honey Bunny ve Pumpkin'in kafedeki soygun sahnesinde kullanılan sessizlik ve sonrasında gelen müzik seçimi, tansiyonu yönetmede önemli rol oynuyor. Mia'nın aşırı doz almadan hemen önce çalan Girl, You'll Be a Woman Soon, ironik biçimde trajediyi vurguluyor. Müzik, filmde olayların ağırlığını hafifletirken, kimi zaman da kara mizahın altını çizerek izleyiciyi rahatsız edici bir keyifle baş başa bırakıyor. Ucuz Roman şarkıların, bir filmin diline ve hafızalara nasıl işleyebileceğinin en çarpıcı örneklerinden biri hiç kuşkusuz...

Indpendent Türkçe