Hovik Habashian
Selman Rüşdi, ‘Şeytan Ayetleri’ adlı romanı yazdığı için hakkında İmam Humeyni tarafından ölüm fetvası verilmesinin üzerinden 32 yıl geçtikten sonra New York'ta radikal görüşlü genç bir adamın bıçaklı suikast girişimine uğradı. Olay, tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Hem Arap hem de yabancı basın kuruluşları, içinde bulunduğu durum nedeniyle 1990’lı yılların başında uluslararası bir mesele ve aynı zamanda Batı'da ifade özgürlüğünün bir sembolü haline gelen Hint asıllı İngiliz yazar Selman Rüşdi fenomenine büyük bir ilgi gösterdi. Aynı zamanda İslam dünyasında, İslam dininin kutsallarına saldırdığı için hesap vermesini isteyen birçok ses yükseldi. Son birkaç günde birçok kişi onun eserlerini yeniden okumaya ve yeni gelişmeler çerçevesinde onun düşüncesini incelemeye çalıştı. Çünkü 11 Eylül 2001 saldırıları öncesindeki dünya ve sonrasındaki dünya artık aynı değil ve birçok yazar hiç vakit kaybetmeden dindar kesimi kışkırtan yönleri, bazen Batı'ya egemen olan siyasi bir bakış açısıyla değerlendirdi.
Öncelikle tartışmalı herhangi bir edebi eserin önünde sonunda sinemaya aktarıldığı unutulmamalı. Hollywood'daki senaryo yazarları ve yapımcılar, Şeytan Ayetleri gibi romanların haklarını satın almak için büyük paralar ödemeye her zaman hazırlar. Ancak, Şeytan Ayetleri romanı belki de yangına benzin dökmek gibi olacağından ekrana hiç aktarılmadı. Film yapımcıları, yönetmen Martin Scorsese tarafından ünlü Nikos Kazancakis romanından beyaz perdeye uyarlanan ‘The Last Temptation of Christ’ (Günaha Son Çağrı) filmi sinemalarda vizyona girdiği gün radikal Katolikler tarafından başlarına gelenleri hâlen unutamıyorlar. Büyük olasılıkla her iki romanın da yazarın bazı inançlarına dayanarak hayal gücünü serbest bıraktığı, saf hayal gücü sanatına ait olduğunu bilerek bu deneyimi tekrar etmekten kaçınıyorlar.
Arapçaya da çevrilen Gece Yarısı Çocukları kitabının kapağı (Et-Tekvin Yayın Evi)
Yazar Kazansakis'in romanı boyunca İsa'dan bahsettiği, tarihsel olarak gerçekleşmemiş olayları hayal ettiği biliniyor. Kazansakis, kitabında özetle günümüzün en acil konularından biri olan göçmenlerin sık sık yaşadıkları, uzaklaştığı kendi kültürü ile entegre olmak istediği yeni ülkenin kültür arasında kaybolan ve bu denklemden doğan zorlukların kökünden sökülmesi gerektiğini vurgulamasına rağmen, hiç kimse bu romanı filme almaya cesaret edemedi. Oysa tiyatro daha cesurdu. Berlin'de bir tiyatro 2008 yılında Selman Rüşdi’nin romanından uyarlanan (dört saatlik) bir oyun sergiledi. O dönem Alman basını böyle bir eseri sahneye taşıma cesareti gösterdiği için onu ‘en cesur tiyatro’ olarak nitelendirdi. Oyun, polis nezaretinde ve güvenlik görevlilerinin koruması altında olaysız sergilendi.
Selman Rüşdi'nin kaleme aldığı ‘Gece Yarısı Çocukları’
Selman Rüşdi tarafından kaleme alınan ‘Gece Yarısı Çocukları’ gişede büyük başarı yakaladı. Hint asıllı Kanadalı yönetmen Dipa Mehta, bundan on yıl önce Rüşdi'nin romanlarının en ünlüsü olan, 1981 yılında basılan ve İngiltere’de iki kez Man Booker Ödülü olmak üzere birçok ödül kazanan Gece Yarısı Çocukları kitabını beyaz perdeye aktardı.
BBC, 90’lı yıllarda kitabı beş bölümlük bir dizi halinde ekranlara uyarlamak istedi, ancak filmin çekileceği Sri Lanka'da Müslümanların baskıları nedeniyle proje iptal oldu. Gece Yarısı Çocukları’nın sinemalarda gösterilmesindeki bu gecikme, Rüşdi hakkında verilen ölüm fetvası da dahil olmak üzere çeşitli nedenlere dayanıyordu. Birçok kişi Rüşdi’ye ve eserleri ile ilgili herhangi bir projeye yaklaşmaktan korktu. İşin ilginç yanı yazar, romanın tüm haklarını yönetmen Mehta'ya, sembolik bir bedelle bir dolara verdi. Bu bir tür hediyeydi. Çünkü Mehta, başkalarının cesaret edemediğini yapmaya cesaret etmişti.
Hindistan’ın İngiltere’den bağımsızlığını ilan ettiği gün, yani 15 Ağustos 1947'de iki çocuk doğar. Ancak yanlışlıkla karıştırılırlar. Biri zengin olan ailesi yerine orta halli bir aileye, diğeri orta halli aile yerine zengin aileye verilir. Filmi kısaca böyle özetleyebiliriz. Film, İngiliz sömürgecilerin Hindistan’dan ayrılmasından sonra ülkenin büyük dönüşümler geçirdiği bir dönemde, Hindistan'ın yaklaşık altmış yıllık gergin tarihine ışık tutuyor. Tüm bunlar, tıpkı yazar gibi, Batı'daki Hint diasporasında yaşayan bir yönetmenin gözünden sinemaya aktarılıyor. Filmin süresi 140 dakika olduğundan senaryo, romandaki farklılığın ardında gizlenen büyülü gerçekçilik korurken, romanın tüm olaylarının özümsenebilmesi amacıyla bazı kısaltmalar yapıldı.
Rüşdi’nin uluslararası üne sahip en önemli filmi olarak görülen Satyajit Ray imzalı ‘Pather Panchali’ (Yol Türküsü) filminden bir sahne (Medya servisi)
Rüşdi ise boş boş durmamış, filmin yapımına katılmıştır. Hatta bu başarıya gönülden katıldığı bile söylenebilir. Sadece romanının uyarlanmasına yeşil ışık yakan bir yazar olmak istemeyen Rüşdi, bu yüzden senaryoyu da kaleme aldı ve prodüksiyonu üstlendi. Rüşdi bir röportajda, kitabın kendisi için çok önemli olduğunu, ona her zaman olmayı hayal ettiği yazar olabileceğine dair güven verdiğini söyledi. Bu yüzden eğer film başarısız olursa, başarısızlığın başkasının değil kendi hatası olmasını istediğini vurguladı. Rüşdi, sadece senaryoyu yazmakla kalmadı, onu böyle bir rol oynamak için doğru kişi olarak gören yönetmenin isteği üzerine filmde duyduğumuz anlatıcıya da ses verdi. Romanın bir başka uyarlamasının, bu kez Netflix tarafından çekilen bir dizi olarak yayınlanması bekleniyordu. Fakat şirket 2019 yılı sonlarında, belirsiz nedenlerle bu projeden vazgeçti.
Sinema tutkusu
Hint sinemasının öncü isimlerinden Satyajt Ray ve Rüşdi’nin ilk hocasıydı (El-Cinema)
ABD’li yönetmen Stanley Kubrick'e çok benzeyen Rüşdi, sinemadan her zaman büyük bir sevgi ve özenle bahsederek, dünyaya bir daha gelse muhtemelen omzunda kamera olacağı izlenimi veriyor. Rüşdi’nin sinemaya olan bu sevgisi ve ilgisi, Satyajit Ray'nin en büyük çalışması olarak nitelendirdiği ‘Pather Panchali’ (Yol Türküsü) 1955 yapımı filmi hakkında tatlı tatlı konuştuğunu duyduğumuzda film biraz daha mistik bir havaya bürünüyor.
Rüşdi, The Strategist dergisi için yazdığı bir makalede bu film olmadan yaşayamayacağını söylüyor ve şunları ekliyor:
“İnsanlar ‘Citizen Kane’ (Yurttaş Kane) filminin şimdiye kadar yapılmış en iyi film olduğunu söylediklerinde onlara Pather Panchali’nin en iyisi olduğunu söylüyorum. Bu, fakir bir Bengal köyündeki bir çocuk ile onun kız kardeşi ve ebeveynleri hakkında güzel bir romandan uyarlanan Ray'in üçlemesinin ilk filmi. Filmin konusu bu olsa da muazzam bir lirizm var.”
Dr. Florian C J Stadtler, Rüşdi ve Hint sineması arasındaki bağlantıda araştırmaya değer ilginç bir nokta buldu. Bu nokta, aynı zamanda araştırmacı Stantler’in, Rüşdi’nin romanlarını ve romanlarında kullandığı üslubu popüler Hint sineması bağlamında ve yazarın bağımsızlık sonrası Hindistan hakkındaki argümanlarını şekillendirmedeki rolünü analiz ettiği ve birkaç yıl önce yayınlanan kitabının da adı olan ‘Fiction, Film, and Indian Popular’ (Kurgu, Film ve Popüler Hint Sineması) idi. Kitabında, popüler Hint sinemasının farklı türlerine de değinen Stantler, Rüşdi'nin yazılarının epik, efsane, trajedi ve komediyi nasıl bir araya getirdiğini araştırdı ve bunları beyaz perdeye aktarılan senaryolarla ilişkilendirdi. Yazarın romanlarında bu sinemayı melezlik estetiğini ve Hindistan’ın küresel bağlamda tanımlanmış hale geldiği kültürün özel algısını ifade etmek için nasıl kullandığını okuyucularına aktardı.
Sinemada küçük roller
Rüşdi ile sinema arasındaki ilişkiden bahsederken, onun birkaç filmde bazı küçük rollerde göründüğünü hatırlayalım. Rüşdi, 1992 yılında, hakkındaki ölüm fetvasının yayınlanmasından kısa bir süre sonra İngiliz yönetmen Kenneth Branagh’ın ‘Peter's Friends’ (Peter ve Arkadaşları) filminde Şeytan Ayetleri kitabını imzalayan yazar olarak küçük bir rolle göründü. Film, hafta sonları yaşadıkları eski güzel günleri hatırlamak için buluşan altı üniversite arkadaşından bahsediyor. Rüşdi, üstlendiği bu kısacık rolle, başrolünü oynamadığı bir filmde sinema kahramanı oldu. Jan Mohammad adlı Pakistanlı bir yönetmen, 1990 yılında Rüşdi’yi kötü adam olarak resmeden ‘International Guerillas’ adlı bir film yaptı. Filmdeki iyi adamlar ise Şeytan Ayetleri kitabı nedeniyle yazara yönelik protestolar sırasında polis tarafından öldürülen kız kardeşlerinin intikamını almak isteyen ve öldürmek amacıyla Rüşdi’yi arayan üç Pakistanlı kardeş. Rüşdi filmde, İslam'ı yok etmeye yönelik uluslararası bir komploya öncülük eden sadist ve kana susamış bir suçlu ve İsrailli bir generalin koruması altında Filipinler'de saklanan biri olarak gösteriliyor. Britanya Film Sınıflandırma Kurulu (British Board of Film Classification/ BBFC) Rüşdi’nin güvenliği açısından filmin yayınlanmasına izin vermedi. Ancak Rüşdi, kendisini engellemeye yönelik eylem çıkarlarına aykırı olsa bile ne olursa olsun sansüre karşı olduğunu söyleyerek buna itiraz etti.
Rüşdi, ünlü Kanadalı yönetmen David Cronenberg’e verdiği röportajda, filmlere takıntılı olduğunu ve defalarca senaryo yazmaya çalıştığını fakat bir senaryoya başladığında birkaç sayfa sonra bunun romana dönüştüğünü itiraf etti. Sinemanın kendisi üzerindeki etkisinin edebiyattan daha ağır bastığını gizlemeyen Rüşdi, Cronenberg kendisinden farklı olarak, ‘yazmanın sinemanın üzerinde bir sanat olduğunu’ belirtip her zaman bir yazar olmak istediğini söylediğinde ona, ‘bu hiyerarşinin gülünç olduğunu’ söyledi.