Yasir Arman Şarku’l Avsat’a konuştu: Sudan İhvan’ı iktidarı yeniden kazanmaya yakın

ÖDBG liderlerinden Yasir Arman Özgürlük ve Değişim lideri, bölgesel güçleri dikkat etmeye çağırırken Ömer el-Beşir'in destekçilerinin Sudan Silahlı Kuvvetleri arasında bir bölünme yaratmaya çalıştığını söyledi.

Sivil hükümet talebiyle başkent Hartum’da düzenlenen protesto gösterilerinden bir kare (AFP)
Sivil hükümet talebiyle başkent Hartum’da düzenlenen protesto gösterilerinden bir kare (AFP)
TT

Yasir Arman Şarku’l Avsat’a konuştu: Sudan İhvan’ı iktidarı yeniden kazanmaya yakın

Sivil hükümet talebiyle başkent Hartum’da düzenlenen protesto gösterilerinden bir kare (AFP)
Sivil hükümet talebiyle başkent Hartum’da düzenlenen protesto gösterilerinden bir kare (AFP)

Sudan'da Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (ÖDBG) ittifakının Merkez Konsey üyelerinden Yasir Arman, ülkenin siyasal İslamcı çizgideki eski rejiminin destekçilerinin, Nisan 2019'da bir halk devrimiyle iktidarı kaybeden eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir rejiminin kaybettikleri iktidarı yeniden kazanmaya yaklaşmaları nedeniyle Sudan için giderek yaklaşan tehlikelere karşı bölgesel ve uluslararası topluluklara çeşitli uyarılarda bulundu. Arman ayrıca siyasal İslamcıların Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında, onları zayıflatmak ve devleti kontrol etmek için sızma umuduyla bir bölünme yaratma girişimlerinde bulunduklarını belirterek, böyle bir bölünmenin bölge güvenliğini tehdit edeceğine dikkati çekti.
Eski Başbakan Abdullah Hamduk'un siyasi danışmanı olarak görev yapan Arman, Şarku'l Avsat'a verdiği röportajda, eski Devlet Başkanı Beşir'in destekçilerinin ‘kayıp cennetlerini’ geri kazanmak için Truva atı gibi Silahlı Kuvvetler’in sırtına binmeye çalıştıklarını söyledi.
Malik Akkar liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi-Kuzey'in (SPLM-N) Genel Sekreteri Yasir Arman, siyasi süreç ve mevcut askeri yönetimin geleceğiyle ilgili olarak, ordunun bazı korkuları, talepleri ve hırsları olduğunu açıkladı. Sivil demokrasiye geçiş için ordunun çıkarlarının ve endişelerinin ele alınması gerektiğini söyleyen Arman, ordunun hırslarını ele almanın bir yolu olmadığını, ancak halkın kendi yönetim sistemini seçmekte özgür olduğunu belirtti.
Halk devriminin, sivilleri Müslüman Kardeşler’in (İhvan) ve otoriter Beşir rejiminin pençesinden kurtardığı gibi Silahlı Kuvvetleri de özgürleştirdiğini belirten Arman, “Ancak Sudan artık kurumları çökmekte olan bir yarı devlet. Sosyal ve politik dengesizliklerden rahatsız. Sınır ötesi çatışmalarla karşı karşıya” dedi.


Eski Sudan Başbakanı Hamduk’un danışmanı Yasir Arman (Şarku’l Avsat)

-Siyasal İslamcı eski rejimin destekçilerinin tüm devlet kurumlarına geri döndükleri görülüyor. Askeri yönetimin, eski rejimin destekçilerini geri getirmek için devrimci güçlerin bölünmelerinden yararlandığına dair bir söylem var mı?
Eski rejimin destekçileri, Silahlı Kuvvetleri siyasi bir koruyucu kalkan olarak kullanmaya ve kaybettiği cennetini geri kazanmak için Truva atı gibi sırtına binmeye çalışıyor. Bu, açıklığa kavuşturulması gereken bir konu. Çünkü bu çatışma, bazılarının siviller ve ordu arasındaki bir çatışma olarak göstermeye çalıştığı biçimde değil, daha çok siyasal İslamcı rejim ile Sudan halkı arasındadır. Siyasal İslamcılar, Silahlı Kuvvetleri halkın isteklerine karşı kullanmak istiyorlar.
Kamu hizmetleri ve güvenlik hizmetlerinin yanı sıra diğer hizmetlerin tepesinde eski rejimin destekçisi olan 35 binden fazla çalışan var ve yapıyı sürdürmek istiyorlar. Onları en çok rahatsız edense devleti kontrol ettikleri ve bununla birlikte Silahlı Kuvvetleri, halk onları Nafii ve İvad el-Caz gibi siyasal İslamcı liderlerin pençesinden kurtardıktan sonra kaçırdıkları bu yapının sona ermesi oldu.
Başkalarını Silahlı Kuvvetleri dağıtmak istemekle suçlayan Beşir rejiminin kalıntılarının yarattı bu büyük kafa karışıklığı, iktidara geri dönmeyi ve onu ele geçirmeyi amaçlıyor. Oysa bu saçmalık ve yalandan ibaret bir suçlama. Çünkü kimse Silahlı Kuvvetleri dağıtmak istemiyor. Feshedilen Ulusal Kongre Partisi rejimi, hedeflerine ulaşmak için Hızlı Destek Kuvvetleri ile ordu arasında bir bölünme yaratmaya çalışıyor.
Bizse Silahlı Kuvvetlerin ve güvenlik birimlerinin reformunu ve inşasını ve Silahlı Kuvvetlerin inşasında uluslararası kabul görmüş programlara uygun olarak bu birimlerden yararlanılmasını ve silahsızlanma, terhis ve yeniden entegrasyon süreçlerine uygun güvenlik düzenlemelerinin uygulanmasını, siyasal İslamcıların düzenli ordudan atılmasını destekliyoruz. Çünkü onlar bu ülkeye ve düzenli orduya yapılan en büyük kötülüktür.
Bölgesel güçler, Ulusal Kongre Partili siyasal İslamcıların şimdi bir kez daha iktidarı ele geçirmeye yakın olduklarını bilmeliler. Onların iktidara geri dönmeleri yalnızca Sudan halkının değil, bölgenin ve uluslararası toplumun da zararına olacak ve eski Beşir yönetimini geri getirecek. Bu her ne kadar Sudan halkının savaşı olsa da siyasal İslamcıların bölgesel ve uluslararası bağlantılarını kullandığı bölgesel ve uluslararası sonuçları da olacaktır.
Halk, Ulusal Kongre Partisi'nin iktidarının kesin olarak sona ereceği yeni, bağımsız bir Sudan'ın inşasını desteklemek için düzenli orduyu yeniden kurmak istiyor. Ulusal Kongre Partisi, Silahlı Kuvvetleri askeri kanadı olarak görüyor, fakat ordusu yalnızca Sudan halkına ait olmalı. Bu çerçevede Silahlı Kuvvetleri yeniden inşa etmenin en önemli kaynağı, ordunun reformuna katkıda bulunabilecek, milliyetçi insan kaynaklarıyla onu destekleyebilecek olan sokaktaki güçlü ve cesur gençlerdir.

-Dörtlü girişim nelere ulaştı? Toplantıya davet edildiniz mi?
Henüz davet gelmedi, ama girişim Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE), ABD, Suudi Arabistan ve İngiltere'ye katılmasıyla dörtlü hale geldi. Güvenilir olması ve bir anlaşma değil, geçiş sürecini ve siyasi süreci destekleyen bölgesel ve uluslararası taraflara içermesi ve daha da genişlemesi gerekebilir. Bir anlaşma yapılması gerekmiyor. Sokak tarafından onaylanmayan herhangi bir siyasi süreç başarısızlığa mahkumdur.

-Siyasi bir çözüm olması durumunda, şu an ki askeri yönetimi ne bekliyor? İktidarda kalacak mı yoksa yeni bir yönetim gelecek mi? Yargısal sorunları nasıl çözülecek?
Bir çözümden bahsetmiyorum, çünkü bir anayasal belgede ya da tam bir geçiş sürecinde hesap verebilirlik ve mağdur ailelerinin memnuniyetini göz ardı eden hiçbir çözüm ya da siyasi süreç işe yaramaz. Yargıya intikal eden sorunlar, Darfur'da, Mavi Nil'de, Nuba Dağları'nda, Kejbar'da, Port Sudan'daki Özgürlük Meydanı'nda, 2013 yılının Eylül ayındaki gösterilerde ve 2018 yılında Aralık ayındaki gösterilerde hayatını kaybedenlerin razı olacağı şekilde sonuçlanmalı.
Yeni bir toplum inşa etmek, soykırım olayından ve Güney Sudan'ın ayrılmasına yol açan meselelerden tamamen kurtulmak için tüm bu konular açıkça ele alınmalı. Sudan, biri Güney’in ayrılması diğeri ise soykırım ve savaş suçları olmak üzere iki büyük olaya tanık olduktan sonra yeni ulusal projeyi yeniden tanımladı.

-Ordunun mevcut liderlerinin ayrılışını müzakere etmek mümkün mü?
Bir müzakereden de bahsetmiyorum. Daha ziyade, kapalı odalarda ya da elit anlaşmalarda değil, güvenilir bir şekilde tasarlanmış bir sürece göre sokağın kabul edeceği demokratik bir sivil otoriteye barışçıl bir geçiş sürecinden bahsediyorum. Yarın ordunun onayladığı bir başbakanın göreve başlamasıyla halk şaşkına çevrilmemeli. Süreç halk katılımıyla, gerçek demokratik bir sivil otoriteye geçişe tanıklık eden birçok ülkenin deneyimlerinden yararlanılarak yürütülmeli.

-Egemenlik Konseyi Başkanı’nın (Orgeneral Abdulfettah el-Burhan) İngiltere Kraliçesi'nin cenazesine katılması ve Sudan temsilcisinin Birleşmiş Milletler'deki (BM) konuşması, bazıları tarafından uluslararası topluma yönelik yeni bir eğilim olarak görüldü. Sizce (Orgeneral Burhan), kaos olasılığı yerine istikrar denklemini tercih etmeye başlamış olabilir mi?
Uluslararası toplum adına konuşamam, ama halkınız sizi kabul etmedikçe uluslararası toplumun da sizi kabul etmeyeceğini biliyorum. Asıl mesele uluslararası toplumla değil, ülke içinde. Numeyri ve Beşir rejimlerinde olduğu gibi krizin bitmesi için dışarıdan alınan ağrı kesiciler faydalı olamayacaktır.
Olan bitenleri tam olarak anlatmak için birçok tarafa mesaj gönderdik. Ancak darbeyi Sudan halkı indirecek. Orada burada yapılan ziyaretlerin kırıntıları onlara yardım etmeyecek. Uluslararası toplumun buna bakışında stratejik bir değişikliğe yol açmayacak. Özellikle, ordu içindeki çelişkiler nedeniyle daha da şiddetlenen kriz onu kemirmeye devam edecek.

-Ordu içinde bahsettiğiniz çelişkiler arasında Hızlı Destek Kuvvetleri sorunu da var. Bu sorunla nasıl başa çıkılabilir? Peki ya Hızlı Destek Kuvvetleri ile ÖDBG arasında ordu pahasına bir yakınlaşma olduğuna dair söylenenler hakkında ne diyeceksiniz?
Ne Silahlı Kuvvetler pahasına ne de Hızlı Destek Kuvvetleri pahasına hiçbir yakınlaşma olamaz. Her iki seçenek de yanlış. Silahlı Kuvvetler, ordu ve güvenlik birimleri reformunun gerçekleşmesi gereken ana şablon olmaya devam edecek. Silahlı Kuvvetler ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında bir çekişme yaşanmasını istemiyoruz. Her iki tarafta da korkular, talepler ve hırslar olduğu doğru. Bu çıkarlar ve korkular ele alınmalı. Ancak hırslar ele alınamaz, çünkü hükümet sistemlerini özgür halk seçecek.
ÖDBG'yi Silahlı Kuvvetlere karşı Hızlı Destek Kuvvetlerini seçmekle suçlamaya çalışmak yanlış. Hızlı Destek Kuvvetleri, darbenin başarısız olduğunu ve kışlaya dönmek istediğini açıkladı. Eğer bu açıklamada doğruluk payı varsa sorun yok. Silahlı kuvvetler ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında çekişmeye yol açacak her türlü çağrıya karşıyım. Hızlı Destek Kuvvetleri sorununu tek bir profesyonel ordu kurma çerçevesinde çözmeyi tüm kalbimle diliyorum. Hızlı Destek Kuvvetleri, Silahlı Kuvvetlere paralel bir ordu olmayacak, ama Hızlı Destek Kuvvetlerinin orduya entegrasyonu için gerçek uzlaşılara varılması gerekiyor.
Ulusal Kongre Partisi, İktidara dönmek için Hızlı Destek Kuvvetleri ile Silahlı Kuvvetler arasındaki anlaşmazlıklardan yararlanmak istiyor. Bu yüzden halk, tüm düzenli güçlerin kışlaya dönmesini ve güvenlik birimlerinde reform yapılmasını bekliyor. Biz ayaklanma istemiyoruz. Ülkemiz için istikrar istiyoruz. Bu yüzden Silahlı Kuvvetleri dağıtmaya çalışmıyoruz, bu koca bir yalan.
Devrim, hepimizi özgürleştirdiği gibi Silahlı Kuvvetleri de özgürleştirdi. Bu yalanı söyleyenler, Silahlı Kuvvetlere karşı duranlardır. Çünkü askeri yapıları, Sudan'ın çöküşüne yol açabilecek bir çekişmeye itmek istiyorlar.

-ÖDBG’den yeni bir ittifaka geçilebilir mi?
Başka bir ittifaka geçmek bazı sorunlar yaratabilir, ancak ÖDBG daha geniş ve daha kapsamlı bir ittifaka dönüştürülebilir. Halk Direniş Komiteleri, kadın ve gençlik hareketleri, Aralık Devrimi güçleri grupları ile örgütsel bir bağ kurmaya çalıştık. Bu yeni bir gelişmeye yol açabilir.  Hatta ismi tamamen değiştirilebilir ve farklı bir liderlikle de oluşturulabilir. Onları ilah edinmek için bu ittifaklara girmiyoruz. Bu ittifaklar daha ziyade Aralık Devrimi'nin taleplerini yerini getirmek için kullanılan araçlardır. ÖDBG'den daha güçlü bir mekanizma bulursak buna geçeriz ya da diğerlerinin kabul edeceği yollara doğru hareket ederiz.

-Halk Kongresi Partisi ve Demokratik Birlik Partisi gibi eski rejime bağlı siyasi güçler ÖDBG'ye yaklaşmaya başladı. Bu yaklaşım hakkında ne düşünüyorsunuz?
Devrimci güçlerin gündemi ile darbeyi devirmeye yönelik siyasi süreç arasındaki farkı kesin olarak tanımlamalı ve devrim güçlerini geçiş süreci güçleriyle karıştırmamalıyız. Önemli güçler var. Onlar demokratik geçişle ilgilenebilirler. Onlarla ilgilenmek için farklı mekanizmalara ve anlayışlara ihtiyaç var. Eğer bunlar olmazsa, devrim güçleri onları demokratik geçiş güçleriyle karıştırmanın bedelini ödeyebilir. Tecrit ya da dışlama olsun istemiyoruz. Bunu istemiyor olmamız devrimin gündeminden vazgeçmek anlamına gelmiyor. Bu yüzden partilerin doğru tanımlanması günümüzün en önemli konularından biri. Darbecilerin taleplerini yerine getiren zayıf bir başbakanın göreve geleceği siyasi bir sürece dönüşmemeli.
ÖDBG’nin programı farklı. Demokratik Birlik Partisi ve Halk Kongresi Partisi, geniş demokratik geçiş konularında onlarla görüşebilirler, ancak ÖDBG’nin programı daha derindir ve devrimin güçlerine yöneliktir. Siyasi eylemi tekelleştirmiyoruz ve başkalarından da darbeye karşı durmalarını istiyoruz. Eğer onlar da darbeye karşı dururlarsa bazı uzlaşılara varılabilir. Fakat devrim güçlerinin yerini almazlar.



Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
TT

Avusturya Dışişleri Bakanı Schallenberg, Şarku’l Avsat’a konuştu: ‘Suudi Arabistan bizim stratejik ortağımızdır ve bölgenin güvenliğini sağlamak için birlikte çalışıyoruz’

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)
Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg (Şarku’l Avsat)

Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg, Gazze’deki insani durumun ‘felaket’ olduğunu söyleyerek, Riyad ile Viyana arasındaki ilişkiler stratejisini ve Ortadoğu bölgesindeki mevcut gerilimleri kontrol altına almak için birlikte çalışma stratejisine dikkati çekti. Tel Aviv’in Filistinlilere uyguladığı çifte standartların haksız olduğunu belirten Schallenberg, Batı Şeria’daki yerleşimlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu vurguladı.

Schallenberg, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “İsrailli yerleşimciler tarafından gerçekleştirilen şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aşırılık yanlısı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum” diyerek, aynı zamanda 7 Ekim’de yaşanan olayın sonuçlarından da Hamas’ı sorumlu tuttu.

Ülkesinin UNRWA’ya sağladığı fonun askıya alınmasıyla ilgili olarak Schallenberg, yöneltilen suçlamalara ilişkin bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yürütülmesinin gerekli olduğunu söyledi. Hükümetinin fonları geri çekmediğini, bunun yerine ajansa fon sağlamayı geçici olarak durdurduğunu belirterek, Avusturya’nın 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladığını açıkladı.

İkili ilişkiler düzeyinde ise Schallenberg, “Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır. Ekonomik açıdan iddialı Suudi 2030 Vizyonu, Avusturya kurumları ve şirketlerine, özellikle yenilenebilir enerjiye, ilgi çekici fırsatlar sunmaktadır. Avusturya’yı 2023 yılında 200 bine yakın Suudi turist ziyaret etti. Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasındaki çalışmalarına yeniden başlandı” dedi.

Öte yandan Schallenberg, Husilerin Kızıldeniz’deki gemilere yönelik saldırılarını pervasız ve rastgele olarak nitelendirirken, bunların uluslararası hukuku ihlal ettiğini, bölgesel güvenliğe zarar verdiğini ve küresel ticaretin yüzde 15’ini tehdit ettiğini belirtti. Ayrıca ticari gemilerin Ümit Burnu’na yönlendirilmesinin, gıda, ilaç ve enerji fiyatlarında küresel olarak artışa yol açtığını vurguladı.

ABD eski Başkanı Donald Trump’ın NATO’nun Avrupa Birliği (AB) ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarına ilişkin olarak ise Schallenberg, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarını frenlemek için Washington’un güçlü ortaklara ihtiyacı olduğunu vurguladı.

Alexander Schallenberg ayrıca, “Şu anda Rusya ve Ukrayna arasında yapıcı bir diyalogdan çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi kilit aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Ukrayna’yı insani alanda destekledik, ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle asla askeri teçhizat açısından destek vermedik” açıklamasında bulundu.

İşte Avusturya Dışişleri Bakanı Alexander Schallenberg’in Şarku’l Avsat’a verdiği röportajın tamamı;

-İsrail’in Gazze, Refah ve Han Yunus’a yönelik saldırıları konusunda Avusturya’nın tutumu nedir?

*Gazze’deki her geçen gün daha da kötüleşen felaket niteliğindeki insani durumdan derin endişe duyuyorum. Orada tanık olduğumuz muazzam insani acılar kimseyi bu konuya donuk bırakamaz. Filistinli sivil nüfusa yardım etmek ve onları korumak için elimizden gelen her şeyi yapmamız zorunludur. Bu, İsrail için de geçerli. İsrail’in, Hamas’ın barbar terörüne karşı uluslararası hukuk ve uluslararası insancıl hukuk uyarınca kendisini savunma hakkını kabul ederken, sivillerin korunmasının da güçlendirilmesi gerektiğini vurguluyoruz. İsrail, daha fazlasını yapmalı ve ordu, askeri ve sivil hedefler arasında net bir ayrım yapmalıdır. Filistinlilerin Gazze Şeridi’nden sürülmesi çağrısının çözüm olmadığı açıktır. Acilen ihtiyacımız olan şey, güney üzerinden Gazze’ye daha fazla yardım (yiyecek, su ve tıbbi bakım) ulaştırmak için insani bir ateşkestir.

dsfvdf
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

Planlanan kara saldırısına gelince, İsrail açısından Refah’ta Hamas’a ve sivillerin arkasına saklanan teröristlere karşı önlem alınması gerektiğini anlıyorum. Dünyanın hiçbir ülkesi 7 Ekim’de yaşananları kabul etmeyecektir. Ancak sivil halkı Gazze’nin güneyine kaçmak zorunda bırakıp, ardından güneyin saldırı bölgesi ilan edilmesi benim anlayabileceğim bir mantık değil. İsrail hükümeti, güney Gazze’deki sivil nüfusu nasıl korumayı planladığı konusunda inandırıcı bir planı masaya koymalı. Bölge ziyaretimde bu planın savunuculuğunu yapacağım.

Aynı zamanda sivil halkın acılarına çifte standart uygulamanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. İnsanların çektiği acıların hiyerarşisi yoktur. Yaklaşık beş aydır Gazze’de hala 130’dan fazla rehinenin tutulduğunu unutmamalıyız; aralarında Avusturyalı iki çocuk babası da var. Hamas bir terör örgütüdür ve amacı İsrail’de ve Gazze’de yıkım, korku, acı ve sefalet yaymaktır. Masum Filistinlilerle, erkeklerle, kadınlarla ve çocuklarla yaptıkları ticaret de dahil olmak üzere onların ticareti ölümdür.

-Bazı gözlemciler, Avusturya’nın UNRWA’ya yaptığı yardımın durdurulmasına ilişkin gerekçelerin ikna edici olmadığına inanıyor. Ajansı finanse etmeye ne zaman devam edeceksiniz?

*Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırıda UNRWA çalışanlarının parmağı olduğuna ilişkin iddialar son derece kaygı verici. Başta Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri olmak üzere UNRWA ve Birleşmiş Milletler adına tam şeffaflık çağrısında bulunuyoruz. Bu bizim için çok üzücü, çünkü biz Avusturya vatandaşlarının BM ile özel bir ilişkisi var. BM’nin genel merkezlerinden birine Viyana’da ev sahipliği yapıyoruz. Ancak bu suçlamalarla ilgili bağımsız ve kapsamlı bir soruşturma yapılması gerekiyor. Tüm iddialar incelenene ve ortaya çıkan sonuçlar netlik kazanana kadar Avusturya, uluslararası ortaklarla koordineli olarak UNRWA’ya yapılan tüm ek ödemeleri askıya aldı. Bir kez daha açıklığa kavuşturmak gerekirse, parayı geri çekmedik, bunun yerine ödemeyi şimdilik durdurduk ve soruşturmanın sonuçlarını bekliyoruz. Ne olursa olsun Avusturya, diğer uluslararası yardım kuruluşları, Dünya Gıda Programı ve Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu aracılığıyla Gazze’deki sivil nüfusu desteklemeye devam ediyor. Avusturya, insanların çektiği acıları hafifletmek amacıyla 7 Ekim’den bu yana Gazze ve bölgedeki sivil halka 13 milyon euroluk ek insani yardım sağladı.

-İsrailli yerleşimcilerin Filistin’de uyguladığı şiddeti nasıl değerlendirirsiniz?

* Batı Şeria’daki yerleşimler uluslararası hukuka aykırı. İsrailli yerleşimcilerin uyguladığı şiddet eylemleri kabul edilemez ve failleri hesap vermeli. Aslında aşırıcı İsrailli yerleşimcilere yönelik yaptırımları güçlü bir şekilde destekliyorum ve bunu başından beri de söyledim.

-İsrail’in bölgede yarattığı gerilim, savaşın kapsamını ne kadar genişletebilir?

*Savaşı kimin çıkardığını unutmamak gerekiyor. Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı saldırı, Ortadoğu’daki mevcut gerilimlerden bağımsız olarak suçu yalnızca İsrail’e atmıyor, meseleleri aşırı basite indirgemek anlamına geliyor. Gerçekten de diğer bölgesel aktörler, Hamas saldırısını kendi siyasi gündemlerini sürdürmek için bir fırsat olarak kullandılar. Husilerin ticari gemilere yönelik saldırıları bu pervasız davranışın bir örneğidir. Bölge, gerilimin daha da artmasına tahammül edemez. Geçtiğimiz haftalarda iki kez görüştüğüm Suudi Dışişleri Bakanı Prens Bin Farhan da dahil olmak üzere Arap ortaklarla yaptığım ikili görüşmelerde, bu kısır döngüye son verme yönündeki ortak hedefimizin net olmasını büyük takdirle karşılıyorum.

swevfedv
Avusturya Dışişleri Bakanı, Riyad’da Suudi mevkidaşı ile bir araya geldi (Arşiv- Şarku’l Avsat)

-Kızıldeniz’de seyrüseferi güvence altına almak için ABD liderliğindeki koalisyon hakkında ne düşünüyorsunuz?

*Husilerin Kızıldeniz’deki sivil kargo gemilerine yönelik pervasız ve ayrım gözetmeyen saldırıları uluslararası hukuku ihlal ediyor. Bölgesel güvenliği baltalıyor ve küresel ticareti ve tedarik yollarını tehdit ediyor. Dolayısıyla Kızıldeniz’deki güvensizliğin küresel ekonomi ve refah üzerinde büyük etkisi var. Çoğu çatışmanın sadece bölgesel olmadığını görebiliyoruz ve bu belki de yirmi birinci yüzyılın özel bir özelliğidir. Tıpkı Rusya’nın saldırgan savaşının küresel yansımaları olduğu gibi Orta Doğu’daki çatışmanın da etkileri var. Husi saldırıları nedeniyle ticari gemiler, Ümit Burnu’na yönlendirilmek zorunda kaldı. Bu durumun maliyeti yüksektir ve dünya genelinde gıda, ilaç ve enerji fiyatlarının daha yüksek olmasına yol açmaktadır.

ABD liderliğindeki Refah Muhafızı operasyonu, Kızıldeniz’de seyrüsefer özgürlüğünün sağlanmasına yönelik uluslararası çabaların omurgasını oluşturuyor. Ayrıca Avrupa Birliği (AB), bölgedeki deniz güvenliğine katkı sağlamak amacıyla hızla ASPIDES operasyonunu başlattı. Avusturya, küresel ticarette güvenliği desteklemek amacıyla ticari gemileri denizdeki saldırılardan korumayı amaçlayan bu deniz varlığına katılacak.

-Suudi Arabistan- Avusturya ilişkilerinin geleceği nedir? En önemli işbirliği alanları nelerdir? İki ülke arasında üzerinde çalışılan bir işbirliği projesi var mı?

*Suudi Arabistan, Avusturya için önemli bir ortaktır ve iki ülke arasında özellikle siyasi ve ekonomik alanlardaki yakın ilişkileri takdir ediyorum. Geçtiğimiz aylarda çok sayıda üst düzey ikili ziyaret gerçekleşti. Ekonomik açıdan bakıldığında iddialı Suudi 2030 Vizyonu, özellikle yenilenebilir enerji söz konusu olduğunda Avusturyalı işletmelere ve şirketlere ilginç fırsatlar sunuyor. Avusturya uzun yıllara dayanan deneyime sahip ve bu alanda iyi durumda olan birçok şirkete sahipken, iki ülke arasındaki temaslar da yoğunlaşıyor. 2023 yılında yaklaşık 200 bin Suudi turist, Avusturya’yı ziyaret etti. Avusturya’nın Riyad Büyükelçiliği de Krallık’taki Suudi ve Avrupalı ​​ortaklarla çok çeşitli kültürel projeler uygulayarak ikili kültürel alışverişi geliştirmek için çalışıyor. Bu vesileyle, Viyana Üniversitesi’ndeki köklü arkeolojik misyonumuzun, Tebük bölgesindeki köy sahasında çalışmalarına yeniden başlandı.

-Körfez- Avrupa Bakanlar Konseyi toplantıları ne gibi sonuçlar doğurdu? Şu anda ortak bir proje yürütülüyor mu?

*Bu düzenli bakanlar düzeyindeki toplantılar, AB ile Körfez ülkeleri arasındaki stratejik işbirliğini güçlendirmeyi, koordine etmeyi ve genişletmeyi amaçlıyor. Ortaklığımız ticaret, enerji ve yeşil geçiş gibi karşılıklı çıkarları ilgilendiren birçok konuyu kapsamaktadır. Geçen yılki toplantı, Hamas’ın İsrail’e saldırısıyla aynı zamana denk gelen 7 Ekim’den hemen sonra Maskat’ta yapılmıştı. Bu koşullar altında olağanüstü bir toplantıydı. Ancak bu, Körfez ülkeleri ve Avrupa’nın hem İsrailliler hem de Filistinliler için iki devletli çözümü yeniden canlandırma konusundaki kararlılığını ortaya koydu. Hepimiz istikrarlı ve müreffeh bir Orta Doğu istiyoruz. Bu, aynı zamanda Arap ülkeleri ile İsrail arasında devam eden normalleşmeyi de içeriyor elbette.

-Donald Trump’ın, NATO’nun AB ülkelerine yaptığı yardımın, maddi tazminata bağlanması yönündeki açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*NATO’nun diğer tarafıyla ilgili açıklamaların özellikle seçim öncesi abartılmaması gerekiyor. Özellikle seçim öncesi dönemde ABD gibi küresel bir oyuncunun bile güçlü ortaklara ihtiyacı var ve Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı göz önüne alındığında, birbirimize yakın durmamız her zamankinden daha önemli. Avusturya bu transatlantik ortaklığı güçlendirmeye tamamen kararlıdır. Biz NATO’da müttefik değiliz. Ancak demokratik değerler ve ortak çıkarlar çerçevesinde birleştiğimiz ABD ile yakın ilişkilerimize değer veriyoruz.

-Rusya karşısında Ukrayna’ya silahlı maddi desteğinize rağmen Rusya ile diyalog kapısının açık tutulmasını talep ediyorsunuz. Bunun sırrı nedir?

*Savaşlar nadiren savaş alanında, çoğunlukla da müzakere masasında biter. Bu amaçla, iletişim kanallarını sürdürmek için BM ve hem Rusya’nın hem de Ukrayna’nın bağlı olduğu Viyana merkezli Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi diyalog platformlarına ihtiyacımız var. Bu en iyi haliyle klasik çoğulculuktur. Kendi dış politikamızın ‘yankı odalarına’ girme eğiliminin hayatlarımıza yönelik bir tehdit olduğuna inanıyorum. Elbette şu anda Rusya ile Ukrayna arasında yapıcı bir diyalog yürütmekten çok uzaktayız. Ağustos 2023’te Ulusal Güvenlik Koordinatörü düzeyinde Cidde toplantısını düzenleyen Suudi Arabistan gibi büyük aktörler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin görüşmeye dahil edilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.

Ancak bir şey çok açık: Ukrayna müzakereleri Ukrayna olmadan yürütülemez. Rusya’nın egemen bir ülkeyi, neo-emperyalist güdüsüyle, bu ülkenin var olma hakkına sahip olmadığına inanarak işgal ettiğini unutamayız. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü yasadışı ve haksız saldırı savaşında uluslararası hukuku ve insancıl hukuku bariz bir şekilde ihlal etmesi karşısında Avusturya, siyasi açıdan tarafsız kalamaz ve kalmayacaktır. Ukrayna’yı ilk günden itibaren insani alanda güçlü bir şekilde destekledik. Ancak askeri tarafsızlığımız nedeniyle hiçbir zaman askeri teçhizat konusunda desteklemedik.

-Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının Avusturya’nın güvenliği ve ekonomisi üzerindeki etkisi nedir?

*Size bir örnek vereyim: Ukrayna’nın Lviv şehri Viyana’ya Avusturya’nın batı kesiminden daha yakın. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik savaşının başlangıcından bu yana, yerinden edilmiş 107 bin Ukraynalı Avusturya’da kayıt altına alındı. Yaklaşık 70 bin kişi şu anda Avusturya’da ikamet ediyor ve 40 binden fazla kişi destek alıyor. Gördüğünüz gibi bu savaş sadece Avusturya’yı değil tüm Avrupa’yı etkiledi. Ancak bu bir Avrupa savaşı değil. Ancak etkileri küresel ölçeğe ulaştı. Küresel gıda fiyatlarını veya enerji güvenliğini düşünün. Rusya’nın yakın çevremiz olan Batı Balkanlar’da yarattığı istikrarsızlığa da tanık oluyoruz. Bu da endişeyle takip ettiğimiz bir diğer gelişme.

-Bazı tarafsız Avrupa ülkelerinin NATO’ya katılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

*Her ülkenin kendi tarihi ve kendi coğrafi konumu vardır. Rusya’nın doğrudan tehdidine ve Ukrayna’ya yönelik askeri saldırganlığına yanıt olarak Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma kararına saygı duyuyoruz. Ancak Avusturya’nın durumu farklı. Askeri tarafsızlık ve Avrupa dayanışması güvenlik politikamızın ayırt edici özellikleridir ve biz buna çok değer veriyoruz. En önemlisi, hiçbir zaman siyasi ve ideolojik olarak tarafsız olmadık. Uluslararası hukuk kırmızı çizgimiz olmaya devam ediyor. BM Tüzüğü saldırıya uğradığında asla sessiz kalmayacağız. AB’nin onursal üyesi ve NATO’nun uzun vadeli ortağı olarak, kriz yönetimi görevlerinde kuvvetler ve polisle birlikte çalışmak da dahil olmak üzere, Avrupa ve ötesinde barış ve güvenliğe katkıda bulunmaya devam edeceğiz.

-Avusturya’nın Sudan krizi konusundaki tutumu nedir?

*Şu anda sorunlu alanlara inanılmaz derecede odaklanıyoruz. Ancak Ukrayna’da, Ortadoğu’da ve Sahel’de olup bitenlerin ortasında, çok endişe verici diğer gelişmeleri de unutmamalıyız. Sudan Silahlı Kuvvetleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasındaki silahlı çatışma, Sudan’ı sivil halk için insani bir kabusa sürükledi. Her iki tarafı da saldırıları derhal durdurmaya, müzakere masasına dönmeye ve sivil yönetime sorunsuz ve hızlı bir geçişin önünü açmaya çağırıyoruz. Ancak aynı zamanda, ağır insan hakları ve insancıl hukuk ihlallerinin faillerinden, hangi savaşan gruba mensup olduklarına bakılmaksızın hesap sorulmalıdır.