Kürt Demokratik İlerici Partisi’nin siyasi büro idari yetkilisi Ahmed Süleyman Şarku’l Avsat’a konuştu: Suriye rejiminin askeri seçeneğe başvurması çözümü karmaşıklaştırdı ve dış müdahaleye kapı açtı

Ahmed Süleyman, Türkiye’ye ‘ulusal güvenliği’ konusunda güvence verilmesini desteklediğini açıkladı.

25 Ağustos’ta Kamışlı’da SDG mensuplarının bedenlerinin bulunduğu bir mezarlık (AFP)
25 Ağustos’ta Kamışlı’da SDG mensuplarının bedenlerinin bulunduğu bir mezarlık (AFP)
TT

Kürt Demokratik İlerici Partisi’nin siyasi büro idari yetkilisi Ahmed Süleyman Şarku’l Avsat’a konuştu: Suriye rejiminin askeri seçeneğe başvurması çözümü karmaşıklaştırdı ve dış müdahaleye kapı açtı

25 Ağustos’ta Kamışlı’da SDG mensuplarının bedenlerinin bulunduğu bir mezarlık (AFP)
25 Ağustos’ta Kamışlı’da SDG mensuplarının bedenlerinin bulunduğu bir mezarlık (AFP)

Suriye’deki Kürt hareketinin en eski siyasi partilerinden biri olan Kürt Demokratik İlerici Partisi (Peşveru), Ankara ve Şam rejimleri arasındaki normalleşme sürecinin, Tahran’daki üçlü zirvenin ardından Rusya’nın talebi ve İran’ın baskısı ile geliştiğini belirtti. Zirve, geçen Temmuz sonunda Rusya, Türkiye ve İran’ı bir araya getirmişti. Partinin siyasi büro idari yetkilisi Ahmed Süleyman, ‘mücadelelerini adadıkları Kürt sorununu çözmek için’ Devlet Başkanı Beşşar Esed rejimiyle diyalog çağrısında bulunduklarını söyledi. Süleyman, “Rejimin askeri ve güvenlik seçeneğine başvurması durumu karmaşıklaştırdı” dedi. Parti yetkilisi, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Türkiye’ye ‘Suriye’deki iç durumun ulusal güvenliğine tehdit oluşturmadığı’ konusunda güven verilmesi gerektiğini vurguladı. 1957 yılında kurulan partinin siyasi büro idari yetkilisi, Suriye’de ‘Kürt ulusal varlığını anayasal olarak tanıyan ve ona meşru haklarını veren’ çoğulcu bir demokratik sisteme geçerek, kapsamlı bir siyasi çözüm için bir genel çerçeve içinde Kürt sorununu çözmek amacıyla mücadele ettiklerini vurguladı. Parti, 11 yıllık savaş sırasında Şam’da Suriye hükümeti yetkilileriyle birden fazla kez doğrudan görüşmeler gerçekleştirdi.
Geçen cumartesi günü Suriye’nin kuzeydoğusunda bulunan Kamışlı kentindeki parti binasında Ahmed Süleyman ile gerçekleştirilen röportajdan kesitler;

-Suriyeli Kürtler, Türkiye ile Şam’daki iktidar rejimi arasında yaşanan normalleşmeden endişe duyuyor mu?
Belki de Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin seyrinde ortaya koyulan herhangi bir atılım, ilk etapta Suriye rejimine fayda sağlayacaktır. Suriye ile Türkiye dahil komşu ülkeler arasında normal ilişkiler içindeyiz. Türk tarafına Suriye’deki iç durumun, Türk yetkililerin iddia ettiği gibi, ulusal güvenliği için bir tehdit oluşturmadığına dair güvence vermekten yanayız. Ancak bu durum, Suriye halkının ve özellikle Kürtlerin çıkarları pahasına olmamalı. Türkiye’nin ilk ve son talebinin, Suriye’deki Kürt sorununun çözüme kavuşturulmaması olduğu biliniyor. Ankara, Şam ile anlaşmaya varırsa, Kürt tarafının tüm idari ve askeri kazanımlarını kaybetmesi ve Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) yetenek ve gücünün sınırlandırılması konusunda ısrar edecek.

-Bu durumu Kürt halkı ve onların ulusal davası için bir tehlike olarak görüyor musunuz?
2014 yılında Ayn el-Arab (Kobani) çatışmalarının, 2018’de Afrin, 2019’da Resulayn ve Tel Abyad’a yönelik operasyonlarda binlerce Kürdün komşu ülkelere ve Avrupa’ya göçünün ardından, Kürt güçlerin ulusal düzeyde bağımsız siyasi kararlarını korumaları, siyasi hareketlerinin gerçekçi söylemini sürdürmeleri ve kendilerini tüm uluslararası ve bölgesel çelişkilerden ve müdahalelerden uzak tutmaları gerekiyordu. Bazı Kürt partileri taktiksel kazanımlar elde etmiş olsalar da Kürt sorununu çözmek için olası fırsatların heba edilmesine ve içeriğinin boşaltılmasına katkıda bulundular. Suriye sahnesini etkileyen bölgesel ve uluslararası tarafların çelişkilerinin bir parçası haline geldiler. Bu çerçevede bu uluslararası tarafların ulaşabilecekleri herhangi bir çözüm, Kürt halkı ve bu ülkeler üzerindeki en zayıf ve en az etkili halka olan Suriye’deki hakları pahasına olacaktır.

-Suriye savaşının başlangıcından bu yana İlerici Parti, Şam’daki iktidar rejimiyle diyalog ve doğrudan müzakere çağrısında bulunuyor. Pozisyonunuza değinebilir misiniz?
Mücadelelerimizin çoğunu adadığımız Kürt sorunu başta olmak üzere, iktidardaki rejimle diyalog çağrısında bulunan ve müzakere masasına oturup olası çözümler arayanlar arasındayız. Ancak rejimin askeri ve güvenlik seçeneğine başvurması, durumu karmaşıklaştırdı ve uzlaşıya dayalı bir ulusal çözüme ulaşılmasını zorlaştırdı. Daha da kötüsü, dış müdahale için kapıyı ardına kadar açtı. Suriye topraklarında konuşlanan tüm bu uluslararası ve bölgesel tarafların kendi ordularıyla ya da kendilerine destek veren milisler aracılığıyla müdahale etmesinden sonra sahne, daha karmaşık görünüyor. Tüm bunlar, krizin gerçekliğini kabul eden ve kapsamlı bir inceleme gerektiren ulusal bir programın yokluğunda gelişti. Kötü yanı ise, Suriyelilerin (muhalif ve rejim) krizi çözme konusunda gerçekçi bir algıya sahip olmaması ve en kötüsü de krizi çözme iradelerinin bulunmamasıdır.

-Rejim ve hükümet yetkilileriyle doğrudan görüştünüz mü?
Evet. Partimiz Şam’daki Suriye hükümeti yetkilileriyle ya onların daveti üzerine ya da İlerici Parti’nin talebi üzerine doğrudan görüşmeler yaptı. Bu durum, birden fazla vesileyle gerçekleşti ve aramızdaki son görüşme Nisan ayının başlarındaydı. Rejimle diyaloğun, Kürt saflarının birliğini ve Kürtlerin hakları konusunda birleşik bir tavrın formüle edilmesini gerektirdiğine inanıyoruz. Partimizin, diyaloğa yönelik ciddi kanallar açmak için gerekli mekanizmaları anlamaya odaklanan Şam ziyareti bu nedenle gerçekleşmiştir. Ziyaret sırasında ayrıca ‘Suriye krizini ve özellikle de Kürt sorununu ele almak için otoritenin tavrını ve vizyonu daha net anlamaya’ odaklanıldı.

-Sizin dışınızda diğer Kürt partileri rejim yetkilileriyle doğrudan görüşüyor mu?
Demokratik Birlik Partisi (PYD), kendi kontrol alanlarındaki düzenli kuvvetlerin yaygınlığı göz önüne alındığında, güvenlik ve askeri koordinasyonu ele almak üzere iktidardaki rejimle düzenli toplantılar gerçekleştiriyor. Anayasa Komitesi üyelerini içeren Kürt Ulusal Konseyi liderleri ise, Cenevre sürecinde olduğu gibi rejim temsilcileriyle doğrudan görüşüyorlar.

-İlerici Parti, rejim ile Kürt hareketi partileri arasında arabuluculuk yapabilecek kapasiteye sahip mi?
Şam ile görüşmelerimizin müzakere boyutuna ulaşmadığını söyleyebiliriz. Birleşik bir Kürt pozisyonunun yokluğunun, herhangi bir diyalogda gerçek bir etki oluşmasını engelleyici bir rolü olduğunun farkındayız. Görüşmelerimiz sırasında rejimi, Suriye’deki krizi çözmek için ulusal bir proje ve Kürt sorununu çözme vizyonunu sunmaya çağırdık. Partimize göre Kürt sorununun çözümü, Kürt ulusal varlığını anayasal olarak tanıyan ve ona meşru haklarını veren çoğulcu bir demokratik sisteme geçiş yoluyla kapsamlı bir siyasi çözümün genel çerçevesi içindedir.

-Kürt sorununun ulusal çerçevede mi yoksa uluslararası süreçler bağlamında mı çözülmesinden yanasınız?
Kürt sorununun çözümü, Şam’dadır ve bu kanaate ulaşmadan, Suriye’de Kürt sorununa gerçek bir çözüm bulunamaz. Birleşmiş Milletler’in (BM) rolünü, süreçlerini ve uluslararası arabuluculuğu, özellikle de rejimle yakın ilişkileri, askeri ve siyasi desteği aracılığıyla etkili Rus rolünü memnuniyetle karşılıyoruz. Ruslar, bazı Kürt partileri ile Suriye hükümeti arasında görüşmeler yapılmasına katkıda bulundu. Şam ile diyalog için birleşik bir Kürt heyeti oluşturmak amacıyla Kürt partilerini Hmeymim üssüne davet etme konusunda 2017 yılı ortalarında Moskova’da bir mutabakata varıldı. Ancak Kürt Konseyi’nin katılmayı reddetmesi, PYD heyetinin Özerk Yönetim adıyla temsil edilmesinde ısrar etmesi ve rejimin ciddi bir diyaloğa hazır olmaması nedeniyle görüşme başarısız oldu.

-İlerici Parti’nin Kürt çerçeveleri dışında konumlanmasının nedeni bunlar mı?
Partimiz, 2011 yılı sonunda Kürt Ulusal Konseyi’nin kurucuları arasındaydı ve diğer taraf olan ve o dönemde Batı Kürdistan Kurulu bünyesinde faaliyet gösteren PYD ile bir anlaşma ve siyasi anlayışa ihtiyaç olduğuna inanıyorduk. Ancak konsey içerisindeki organizasyonel durum ve karar alma şeklinin yanı sıra safları birleştirme çabalarımız da başarısız oldu. Bu uzun süreli kriz ortasında ulusal rolümüzü oynamamızı engellediler. Bu durum ise partimizi, 2015 yılında konseyden çekilme kararı almaya sevk etti ve o dönemki asıl sebep siyasi değil örgütsel bir anlaşmazlıktı. PYD ile birçok ikili görüşme gerçekleştirdik. Ancak onlardan gerçek bir siyasi ortaklık için herhangi bir yanıt alamadık.
                                                                                        
-İlerici Parti, Kürt hareketinin iki kutbu arasındaki farklı bakış açılarını yakınlaştırma vizyonuna sahip mi?
Suriye Kürtlerinin bağımsız bir karar merkezi olmadan, Kürt hareket için ‘ulusal haklarını elde etmek ya da ulusal rolünü etkinleştirmek düzeyinde’ gerçek bir etkinlik ve rol olmayacağına inanıyoruz. Siyasi birliğin olmaması Kürt hareketinin koşullarına olumsuz yansıdı. Suriye kararına askeri ve siyasi düzeyde el konulması gibi, hareketin özellikle iki kutbunda da Kürt kararına el konulması söz konusu.

-Suriye muhalefetine karşı tutumunuz nedir?
Kuruluşundan bu yana İlerici Parti, muhalif bir tavır benimsemiştir. Biz, genel özgürlüklerin sağlanması, çoğulcu bir demokratik sistemin sağlanması ve Baas Partisi’nin Kürtlere yönelik ayrımcı politikalarının reddedilmesi gerektiği çağrısı yapıyoruz. Bu nedenle her zaman Suriye muhalefetinin bir parçası olduk. Partimizin merhum sekreteri Abdülhamid Hac Derviş, 2005 yılında Şam Bildirgesi’nin yayınlanmasından kısa bir süre sonra, bildirgenin başkan yardımcısıydı ve ikinci turunda Cenevre görüşmelerinde Kürt hareketi heyetine başkanlık etti. 2011 baharında Suriye muhalefet hareketlerinin başlamasından sonra, ‘demokrasi, özgürlük ve eşitliğin sağlanması ve Kürt sorununa ulusal bir çözüm bulunması’ için demokratik muhalefetin yanında yer aldık.

-Türkiye’nin desteklediği ‘Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’ndan neden çekildiniz?
Kürt halkının haklarına ilişkin Suriye ulusal düzeyinde ileri sürülen ortak bir mutabakat zaptı imzalanmasının ardından Kürt Konseyi, 2013 yılında muhalefet koalisyonunun saflarına katıldı. Daha sonra koalisyonun, Türkiye hükümetinin baskısı sonucu bu belgeye pek sıcak bakmadığı görüldü. Muhalefet, Suriye halkının bileşenlerine güven veren bir siyasi programa henüz ulaşmış değil. Bugünkü durum, kapsamlı ulusal projeden yoksun olan ve tüm bileşenleriyle Suriye sokaklarında inandırıcılığı olmayan bir muhalefetle karşı karşıya olmamızdır. Bu nedenlerle Suriye muhalefetinin çerçevesinin dışındayız.



Mahmud Abbas, Şarku’l Avsat’a konuştu: Gazze, Filistin Yönetimi’nin sorumluluğundadır; saldırılar sona erdiğinde hemen harekete geçeceğiz

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)
TT

Mahmud Abbas, Şarku’l Avsat’a konuştu: Gazze, Filistin Yönetimi’nin sorumluluğundadır; saldırılar sona erdiğinde hemen harekete geçeceğiz

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Filistin Yönetimi’nin Gazze Şeridi’nden sorumlu olup, ‘Filistin halkına yönelik saldırılar biter bitmez’ üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu belirtti. Abbas, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajında, “Gazze Şeridi’nden biz mesuldük, halen mesulüz ve mesul olmaya da devam edeceğiz” ifadesini kullandı.

Röportajın devamında Aksa Tufanı saldırısının herkes için sürpriz olduğunu söyleyen Abbas, “Kimse bunu beklemiyordu” dedi ve Filistin Yönetimi’nin ‘Filistin halkının yeni bir Nekbe (felaket) yaşamaması için’ Arap, bölgesel ve uluslararası tüm taraflarla birlikte hareket etmeye kararlı olduğunun altını çizdi.

Abbas, Suudi Arabistan’ın Filistin meselesine ilişkin tutumlarını ‘tarihî, onurlu, soylu ve tutarlı duruşlar’ şeklinde niteledi ve Suudi Arabistan’ın ‘bilhassa bölgenin ve dünyanın sahne olduğu bu tehlikeli koşullar altında’ Filistin devletinin tanınması meselesini herhangi bir kapsamlı barışın ve normalleşmenin önünde tutan açıklamasına dikkat çekti.

Başkan Joe Biden yönetiminin, bağımsız bir Filistin devleti kurulmasıyla sonuçlanacak siyasi çözüm sürecini derinleştirmek için İsrail hükümetine ‘gerçek anlamda ve ciddi bir baskı’ uygulamadığını düşünen Abbas, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun barış süreci önünde bir ‘engel’ haline gelmesinden sonra da artık ‘İsrailli bir ortağın’ olmadığından bahsetti.

Abbas, yeni bir hükümetin kurulması meselesinin de Filistin’in iç meselesi olduğunu ifade etti ve şöyle dedi:

“Filistin’in bağımsız kararını koruma yolunda ağır bedeller ödedik ve kimsenin bu karara müdahil olmasına ya da bunu kontrol etmeye çalışmasına müsaade etmeyeceğiz.”

Röportajın metni:

 -Sayın Başkan, bir Filistin devletine giden yolda mı ilerliyoruz yoksa ikinci bir Nekbe yolunda mı?

-Tüm Filistin ulusal konseylerinin kararlarına göre başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurmak, ulusal sabitelerimizdendir. Dünyanın çoğu ülkesinin tanıdığı Filistin devletimizin bağımsızlığını somutlaştırmak için sürekli ve özenli bir şekilde çalışıyoruz ve bu devletin tam bir uluslararası tanımaya mazhar olması ve Birleşmiş Milletler’deki (BM) konumunun tam üye ülke statüsüne yükseltilmesi için gayret gösteriyoruz. Bu esnada halkımız, onu kendi topraklarından söküp atmayı hedefleyen tüm girişimlere karşı koyacaktır. Biz de gerek Gazze Şeridi’nde gerekse Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te tehcirin önüne geçerek, Filistin halkının yeni bir felaket yaşamasını önlemek için ilgili Arap, bölgesel ve uluslararası taraflarla her düzeyde hareket edeceğiz. Tüm dünyayı, özellikle de ABD yönetimini bu konuda uyardık ve böyle tehlikeli bir adımın hem bölge hem de dünya için feci sonuçlar doğuracağına ve bölgeyi bir istikrarsızlık haline sokacağına işaret ettik.

İSRAİL’İN BÜYÜK HATASI

-Gazze’nin yaşadığı felaketi durduracak çözümün özellikleri nedir?

-Gazze ve Filistin topraklarının geri kalanı, benzeri görülmemiş bir felaket yaşıyor. İsrail ölüm makinesi, Filistinli varlığın tüm bileşenlerini ortadan kaldırmak için sistemli ve planlı bir tahribat uyguluyor. Zannediyor ki bu uygulamalar kendisine güvenlik ve istikrar sağlayacak. Ama bedelini ağır ödeyeceği büyük bir hata yapıyor. Çünkü güvenliği ve barışı sağlamak için tek çözüm; bu savaşı hemen durdurmak, işgal ordusunu bir karış toprak koparmadan Gazze Şeridi’nin tamamından çekmek ve Gazze Şeridi’ne insani ve tıbbi yardımların girişini hızlandırmaktır. Zira biz, bedeli ne olursa olsun Filistin halkının topraklarından tehcir edilmesine asla izin vermeyeceğiz.

Tüm bunlardan sonra uluslararası meşruiyet kararlarına ve Arap Barış Girişimi’ne dayalı bir siyasi çözüm için hazırlık yapmak gerekir. Bu çözüm de Filistin devletinin tanınması, bu devletin BM Güvenlik Konseyi kararıyla BM’ye tam üyelik kazanması ve iki devletli çözüme uygun olarak bağımsız Filistin devleti çözümünü somutlaştırmak üzere, 1967 sınırlarında ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti topraklarına yönelik İsrail işgalini durduracak belirli bir takvime ve uluslararası teminatlara sahip bir uluslararası barış konferansının düzenlenmesi ile başlar.

İsrail, Filistin halkına karşı güvenlik ve askerî temelli her türlü çözümü denedi ve bunların başarısızlığı ispatlandı. Şimdi uluslararası meşruiyet kararlarının ve uluslararası hukukun uygulanmasına ilişkin olarak uluslararası toplumun, özellikle de ABD yönetiminin sözünü söyleme vaktidir.

-ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken size, Filistin devletinin resmi olarak tanınmasına ilişkin bir taahhüt iletti mi?

-ABD yönetimi yetkilileriyle birkaç defa (Blinken’la beş defa, Jake Sullivan ve William Burns ile defalarca) görüştük ve kendilerinden iki devletli çözüm ve uluslararası meşruiyete dayalı barışı sağlama çabalarının desteklenmesi hakkında vaatler duyduk. Onlarla derin ve devam eden bir diyalog mevcuttu, ancak sahada herhangi bir şey değişmedi. Yani bu sözlerin pratik uygulamasını görebilmemiz için Başkan Biden yönetimi, sağcı İsrail hükümetine gerçek ve ciddi bir baskı uygulamadı. İşgalci İsrail, siyasi sürecin dayandığı tüm temelleri yıkma yolunda bariz bir yaklaşım sergiliyor, iki devletli çözüm de dahil olmak üzere uluslararası meşruiyet kararlarına alenen karşı çıkıyor, Filistin halkına karşı kapsamlı bir savaş yürütüyor ve bilhassa Gazze Şeridi’nde kanlı kıyımlar ve etnik temizlik, Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te ise ırkçı ayrımcılık ve şiddet suçu işliyor.  

FOTO: Abbas, geçtiğimiz çarşamba günü Ramallah’ta Blinken’ı ağırladı (AFP)
Abbas, geçtiğimiz çarşamba günü Ramallah’ta Blinken’ı ağırladı (AFP)

ABD, bu işgale himaye ve destek sağlamaya devam ediyor. Bu da bizi, bizim ne duyduğumuzun ya da ABD yönetiminin ne söylediğinin bir önemi olmadığını, önemli olanın sahada olup bitenler olduğunu söylemeye sevk ediyor. Herkes için güvenlik ve istikrar sağlayacak ve uluslararası meşruiyete dayalı net ve ciddi bir siyasi süreç yolunda ilerleyebilmemiz için ABD yönetiminden uygulama talep ediyoruz.

ÇÖZÜM İÇİN ‘SAMİMİ BİR AMERİKAN İRADESİ’ LAZIM

-Güvenlik Konseyi kararı ya da başka bir formül yoluyla siyasi ufku açacak bir mekanizma tasavvuru var mı?

-Mekanizma belli; sadece uygulama gerekiyor: BM Güvenlik Konseyi’nin Filistin devletinin BM’ye tam üyeliğine dair bir karar açıklaması ve BM gözetiminde tüm uluslararası tarafların katılacağı bir uluslararası barış konferansı düzenlenmesi. Bu konferansın ilgili uluslararası meşruiyet kararlarına ve uluslararası hukuka uygun olarak tüm tarafların bağlı kalacağı ve belirli bir takvime dayalı olacak siyasi bir süreçle ve açık uluslararası teminatlarla desteklenen bir eylem mekanizması ortaya koyması lazım. Bunun için de başta ABD yönetimi olmak üzere samimi bir uluslararası irade gerekiyor.  

-Filistin devletinin kurulması için İsrail devletinin tanınması ve İbrani devletine uluslararası güvenlik garantileri sunulması şart mı?

-Oslo Anlaşması’na göre Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrail arasında karşılıklı tanıma gerçekleşti ve buna dayalı olarak uluslararası garantili geçici ikili anlaşmalar imzalandı. Geçici bir anlaşma vardı; bunu tüm nihai statü sorunları çözüldükten ve Filistin ile İsrail devletleri arasında bir barış anlaşması imzalandıktan sonra kalıcı bir anlaşma izleyecekti.

İsrail’in uzlaşmazlığına, tüm uluslararası meşruiyet kararlarına yönelik itirazına, hatta uluslararası hukuka meydan okumasına rağmen biz kendi açımızdan, bir Filistin devletinin mevcut olduğunun ve kurumlarının en iyi uluslararası standartlara göre faaliyet yürüttüğünün bilinciyle üzerimize düşen tüm yükümlülükleri yerine getirmeyi taahhüt ettik. Bu gerçekleştiğinde ilgili taraflar arasında anlaşmaya varılan teminatlarla, Filistin ve İsrail devletleri arasında tanıma, mevcut ve karşılıklı olacaktır. Artık gerekli olan, İsrail’in Filistin devletini tanımasıdır.

-Hamas’ın FKÖ’ye katılımı, FKÖ’nün daha önce tanıdığı gibi Hareketin de İsrail’i tanımasını gerektiriyor mu?

-Defalarca söyledik ve vurguladık: FKÖ, Filistin halkının tek ve meşru temsilcisidir. FKÖ’ye katılmak isteyenler, örgütün temsil birliğine, açık siyasi programına ve uluslararası yükümlülüklerine bağlı kalmalı ve FKÖ’nün tüm uluslararası taraflarla imzaladığı ve o temel üzerinde Filistin Ulusal Yönetimi’nin kurulduğu anlaşmaları kabul etmelidir. Bu yüzden FKÖ’nün tüm Filistinlilerin evi olduğunu kabul ederek, örgüte üyelik kapısının Filistin siyasi eyleminin tüm temsilcilerine açık olduğunun, ancak örgütün temsil birliğine bağlı kalmak ve örgütün Arap ve uluslararası düzeydeki yükümlülükleriyle Filistin ulusal konseylerinin kararlarına saygı duymak gerektiğinin her zaman altını çizdik.

‘ERTESİ GÜN’ MESELESİ

-Filistin Ulusal Yönetimi, savaşın ‘ertesi gününde’ Gazze Şeridi’ni yönetmeye hazır mı?

-Filistin Ulusal Yönetimi, Gazze Şeridi’ni hiç terk etmedi ki geri dönsün. Hamas hareketinin 2007 yılında darbe yapmasından bu yana Filistin hükümeti, (elektrik ve su, yakıt, hastaneler, emekli maaşları ve sosyal kalkınma için) Gazze Şeridi’ne aylık 140 milyon dolardan fazla ödeme yapıyor. Bu, bizim Gazze’deki halkımıza karşı vazifemiz. Gazze Şeridi’nden biz mesuldük, halen mesulüz ve mesul olmaya devam edeceğiz ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs gibi diğer Filistin topraklarında nasılsa Gazze Şeridi’ndeki halkımıza ve evlatlarımıza karşı da görevlerimizi yerine getireceğiz. Gazze Şeridi’ndeki halkımıza yönelik saldırılar biter bitmez halkımızın sıkıntılarını hafifletmek için çalışmalara başlamaya ve Filistin Ulusal Yönetimi olarak nerede olurlarsa olsunlar Filistin halkının tüm evlatlarına karşı üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye hazırız.  

-Filistin Yönetimi’nin kurumları, bu rolü yerine getirebilir mi? Blinken, Yönetimin yeniden düzenlenmesini talep etti mi? Teknokrat bir hükümet mi istedi yoksa bir uzlaşma mı?

-Filistin devletinin kurumları, en yüksek uluslararası standartlara uygun olarak inşa edilmiştir ve gerek Batı Şeria’da gerek Gazze Şeridi’nde gerekse Doğu Kudüs’te üzerine düşen görevleri olabildiğince mükemmel bir şekilde yerine getirebilir. Yeni bir Filistin hükümetinin kurulması; bölgesel veya uluslararası dış taleplere kulak vermek adına değil, Filistin halkının yüksek çıkarlarını gözetmek ve korumak için alınan, Filistin’e ait bir iç karardır. Filistin’in bağımsız ulusal kararını koruma yolunda ağır bedeller ödedik ve kimsenin bu karara müdahil olmasına ya da bunu kontrol etmeye çalışmasına müsaade etmeyeceğiz.

Suudi Arabistan’ın ‘şerefli ve tarihî’ tutumu

-Suudi Arabistan’ın Filistin devletinin tanınmasını kapsamlı barışın ve normalleşmenin önünde tutan açıklamasını memnuniyetle karşıladınız. Suudi Arabistan’la ilişkilerinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

-Kurucu Kral Abdülaziz Âl-i Suud’un (Allah rahmet eylesin) döneminden Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn (İki Kutsal Mescidin Hizmetkârı) Kral Selman bin Abdülaziz’in ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın dönemine kadar Suudi Arabistan Krallığı, Filistin halkına ve onun haklı davasına karşı tarihî, şerefli, soylu ve tutarlı duruşlar sergiledi.  

FOTO: Prens Muhammed bin Selman ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın daha önceki görüşmesinden bir kare (SPA)
Prens Muhammed bin Selman ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın daha önceki görüşmesinden bir kare (SPA)

Suudi Arabistan’ın, Krallığın Filistin meselesine ilişkin tutumlarını ve sabitelerini teyit eden açıklaması, bu büyük yolculuğun, Krallığın Filistin’e ve halkına karşı daima sergilediği cesur duruşun ve Filistin halkının özgürlük, bağımsızlık ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız devletini kurma haklarını somutlaştırmaya dönük özenli çabalarının devamından başka bir şey değildir. Bilhassa bölgenin ve dünyanın içinden geçtiği bu tehlikeli koşullarda Suudilerin bu köklü ve sağlam desteğine hepimizin güveni var. Bu destek, uluslararası meşruiyet kararlarıyla ve Arap Barış Girişimi’yle tutarlıdır ve aynı zamanda Suudi Arabistan Krallığı ile Filistin devleti arasındaki sürekli istişareyle koordinasyonun boyutunun ve bizi birbirimize bağlayan kardeşlik ilişkilerinin gücünün bir ifadesidir. Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn Kral Selman bin Abdülaziz ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman başta olmak üzere Suudi yönetimiyle sürekli iletişim halindeyiz.

NETANYAHU BİR ENGEL TAŞI

-Sizce Binyamin Netanyahu, barış arayışında ortak rolünü oynamaya halen uygun mu?

-Açıkça söylüyoruz: Şu an adil ve kalıcı barış üretmek için İsrailli bir ortak yok. Netanyahu’nun uluslararası meşruiyete ve hukuka dayalı bir siyasi çözüme varmanın önünde açıkça engel teşkil ettiğini tüm dünyaya söyledik. O, Filistinlilerle İsraillilerin başarısızlığı defalarca ispatlanan güvenlik çözümleri ve savaşlar yerine güvenlik ve istikrarla yaşamaları için barışın sağlanması ve işgalin sona erdirilmesi gerektiğine inanmıyor ve aynı yolda ilerlemekte ısrar ediyor.

Kanaatimce dünya, görüş birliğine vardı ve Netanyahu’nun İsrail’in yürüttüğü savaşı durdurmak için halihazırda harcanan uluslararası çabaların önünde bir engel haline geldiğine dair sözlerimizin doğru olduğunu artık gayet iyi biliyor. Uluslararası meşruiyete dayalı bir siyasi yolun izlenmesi, şu an yaşanan ve tüm bölgeyi sıkıntıya sokan krizlerin ve gerilimin tekrarlanmasının önüne geçecektir. Netanyahu’nun iki devletli çözümü reddeden açıklamaları ve Gazze’ye karşı ilan ettiği savaşın sürdürülmesi, onun barış, güvenlik ve istikrar yolunun açıkça karşısında olduğunun bariz bir göstergesidir. O, sadece işgalin, güç kullanmanın ve yerleşimin mantığına inanıyor.

-Netanyahu, UNRWA’ya karşı yaygın bir kampanya yürütüyor. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?

-Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı (UNRWA), yurtlarından zorla uzaklaştırılan Filistinli mültecilere hizmet için 18 Aralık 1949 tarihli ve 302 sayılı BM kararıyla kuruldu. Filistinlilerin davası, 194 sayılı karar da dahil olmak üzere ilgili uluslararası meşruiyet kararlarına uygun olarak adil bir şekilde çözülene kadar da faaliyetini sürdürecek. Diğer nihai statü meseleleriyle birlikte mülteci meselesi, Filistin meselesinin özünü oluşturuyor.  

UNRWA’yı feshetme yönündeki tehdit, milyonlarca Filistinlimizi haksız ve insanlık dışı bir şekilde cezalandırma tehdididir. Filistinliler 1948 yılında topraklarından zorla göç ettirildi. İsrail onlara karşı suç işlemeye devam ediyor; Gazze Şeridi’ndeki soykırım savaşı da bunun son örneği. Herhangi bir adım atmadan önce UNRWA’nın yürüttüğü soruşturmanın sonuçlarını beklemek gerektiğini tüm dünyaya söyledik. Ancak açıkça görülüyor ki uluslararası meşruiyete ve hukuka aykırı olarak, Filistin meselesini tümüyle bitirmek üzere mülteci meselesini ortadan kaldırmaya dönük projelerini hayata geçirebilmek için UNRWA’yı saf dışı bırakmaya ve rolünü bitirmeye çalışan bir ülke var. Buna asla müsaade etmeyeceğiz. Bunun önüne geçmek için ilgili ülkelerle ve odaklarla temasa geçtik.

-Hamas’ın ‘ertesi gün’ Gazze’de iktidar olamayacağını kabul ettiği doğru mu? Bunun karşılığında ne istiyor?

-Bu soruyu Hamas’ın cevaplaması gerekir.

BATI ŞERİA’YI TUTUŞTURMA ÇABALARI

-Batı Şeria’da yeni bir intifadanın patlak vermesinden endişe ediliyor mu?

-İsrailli işgal yetkilileri, Gazze Şeridi’nde Filistin halkına karşı saldırılarını başlattıklarından beri öldürme, tutuklama, Filistin şehirlerine, köylerine ve kamplarına baskınlar düzenleme ve halkımıza karşı çirkin suçlar işlemeleri için terörist yerleşimcilere koruma sağlama yönündeki politikalarıyla Batı Şeria’yı ve Doğu Kudüs’ü alevlendirmeye çalışıyor. Başta ABD yönetimi olmak üzere tüm dünya ülkeleriyle iletişime geçtik ve onlara İsrail’in bu uygulamaları devam ettiği takdirde olayların kontrol edilemeyecek ve sonuçları öngörülemeyecek şekilde alevleneceğini bildirdik.

FOTO: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (DPA)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (DPA)

Gelgelelim İsrail’i bu suçları durdurmaya sevk edecek gerçek ve ciddi bir baskı yok. Buna rağmen biz, sükuneti korumak ve gerilimin tırmanmasını önlemek için çabalarımızı sürdürüyoruz. Bunu da halkımızı korumak ve işgalci İsrail’in durumu fırsat bilip olayları yeni bir intifadanın patlak vermesine yol açacak şekilde alevlendirmesine engel olmak için yapıyoruz. Çünkü onların amacı, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin topraklarına yönelik İsrail işgalini sona erdirecek ve uluslararası meşruiyet kararlarına dayalı bir siyasi çözüme varılmasının önüne geçmek. İsrail’in gerilimi tırmandırmaya başvurmak ve bölgeyi tedirgin etmek suretiyle ödemekten kaçınmaya çalıştığı siyasi bedel bu çözümdür.  

-Sizinle Hamas liderliği arasında bir görüşme projesi var mı?

-Hamas liderliğiyle görüşmeye karşı değiliz. 2007 yılında gerçekleşen darbeden bu yana onlarla bir araya geliyoruz. Darbeyi sona erdirmek için Mekke, Mısır, Cezayir ve diğer yerlerde yapılan ve en sonuncusu el-Alameyn’deki olan anlaşmalar gibi pek çok anlaşma imzaladık. Bölünmeyi sona erdirmek için sarf edilen tüm Arap ve uluslararası çabalara da karşılık verdik. Bölünme meselesinin arkamızda kalması için uymamız gereken hususlar var. Bölünmenin tüm sonuçlarını ve tezahürlerini sona erdirmek, bunlardan biri. Böylece tek bir otoritemiz, tek bir meşru ordumuz ve tek bir yasamız olur. Ayrıca FKÖ’nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğunu kabul etmek, örgütün uluslararası anlaşmalarına bağlı kalmak ve sonra da genel seçimler için hazırlık yapmak gerekir. Kimi seçeceğine sandık yoluyla karar verecek olan, Filistin halkıdır. Daha önce bu konuda başarılı tecrübelere imza attık. En üst düzeyde dürüstlüğe ve şeffaflığa uygun olarak üç genel seçim gerçekleştirdiğimizi söyleyen uluslararası toplum da buna şahit.

-Aksa Tufanı operasyonu ya da ilk gün gerçekleştirdiklerinin boyutu sizi şaşırttı mı?

-Saldırı, herkes için sürpriz oldu. Kimse bunu beklemiyordu. 2007 yılındaki darbeden bu yana Hamas’la bir alakamız yok. Dünyadaki kardeşlerin ve dostların bu bölünmeyi sona erdirmek için ortaya koyduğu tüm girişimlere rağmen Hamas liderliği, içi boş bahaneler ileri sürerek bu girişimlerden kaçınıyor. En son Filistinli grupların genel sekreterlerinin geçtiğimiz temmuz ayında Mısır’ın el-Alameyn kentinde yaptığı toplantıda da böyle oldu. O zaman uzlaşma ve FKÖ’ye katılma konusu tartışıldı ve meselelerin takibi için bir komisyon oluşturulması kararlaştırıldı. Hamas, toplantılara katılım davetine henüz cevap vermedi. Bunu hep yapıyor.

-Yerinize vekil atamayı düşündünüz mü? Gazze’yi yönetmek için Arap veya başka güvenlik ortaklarına ihtiyacınız var mı?

-Bu, Filistin Anayasası’na ilişkin bir konudur. Bu yasa, Filistin Ulusal Konseyi toplanmadıkça ya da genel seçimler yapılıp, bu maddenin değiştirilmesini onaylayan yeni bir yasama meclisi seçilmedikçe değiştirilemez. 

Sorunun ikinci kısmına gelecek olursak; Arap kardeşlerimizle her konuda sürekli istişare ve koordinasyon halindeyiz. Güvenlik meselesine gelince; Filistin Ulusal Yönetimi, Gazze Şeridi’ndeki yetkilerini yeniden devraldığında ve orada siyasi merci haline geldiğinde Gazze Şeridi’ni yeniden inşa sürecine katkı sağlamaya hazır tüm taraflarla iş birliğine olumlu bakacağız.