Şarku’l Avsat’a konuşan SDG lideri Mazlum Abdi, ABD'nin Türkiye’nin olası askeri operasyonunu engellediğini Suriye'deki Rus güçlerin komutanı General Alexander Chaiko'nun Ankara ile arabuluculuk yapmak için kendisini ziyaret ettiğini iddia etti

Mazlum Abdi: Siyasi çözüm için gerekli koşullar oluşmadan Şam'a gitmeyeceğim

Geçtiğimiz pazartesi günü Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke kırsalında bir petrol tesisinin yakınlarında devriye gezen ABD’ye ait bir askeri araç (AFP)
Geçtiğimiz pazartesi günü Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke kırsalında bir petrol tesisinin yakınlarında devriye gezen ABD’ye ait bir askeri araç (AFP)
TT

Şarku’l Avsat’a konuşan SDG lideri Mazlum Abdi, ABD'nin Türkiye’nin olası askeri operasyonunu engellediğini Suriye'deki Rus güçlerin komutanı General Alexander Chaiko'nun Ankara ile arabuluculuk yapmak için kendisini ziyaret ettiğini iddia etti

Geçtiğimiz pazartesi günü Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke kırsalında bir petrol tesisinin yakınlarında devriye gezen ABD’ye ait bir askeri araç (AFP)
Geçtiğimiz pazartesi günü Suriye'nin kuzeydoğusundaki Haseke kırsalında bir petrol tesisinin yakınlarında devriye gezen ABD’ye ait bir askeri araç (AFP)

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, ABD eski Başkanı Donald Trump yönetiminin, 2019 yılı sonlarında Türkiye'nin Suriye’nin kuzeydoğusuna yönelik askeri operasyonuna karşı durmayarak SDG'li müttefiklerine ‘ihanet ettiğini’ söyledi. Abdi, ABD yönetiminin henüz Türkiye'nin olası kara harekâtına yeşil ışık yakmadığına dikkat çekti.
SDG’nin başka bir ihanete uğramaktan endişe edip etmediğine dair bir soruyu Abdi, her zaman endişeli olduklarını söyledi. Abdi, “Ancak yeni ABD yönetiminin vaatlerini ve taahhütlerini yerine getireceğini ve Türkiye'nin herhangi bir operasyon yapmasına izin vermeyeceğini umuyoruz” dedi. Türk savaş uçaklarının Deyrizor bölgesine girerek 80 kilometre derinlikteki el-Hol Kampını hedef aldığını söyleyen Abdi, “Suriye’nin tüm hava sahası açıktı ve ABD, açıklamada bulunmaktan başka bir şey yapmadı” şeklinde konuştu.

Mazlum Abdi (Şarku’l Avsat)
Kendisini Fırat'ın doğusundaki karargahında ziyaret eden Suriye’deki Rus güçlerin komutanı General Alexander Chaiko ile yaptığı görüşmenin içeriğinden ve General Chaiko’nun Ankara ile aradaki arabulucu rolünden bahseden Abdi, “Rusya'nın şu an Türkiye ile aramızda tarafsız bir konumda olduğunu, 2019 Soçi Anlaşması'nı uygulamaya ve oluşan ihlalleri gidermeye çalıştığını söyleyebiliriz. Türkiye ve gerçekleştirdiği ihlallerle ilgili birçok gözlemimiz var” ifadelerini kullandı.
SDG’nin Suriye ordusuna dahil edilmesine yönelik iddialara Abdi şu yanıtı verdi:
“SDG, genel olarak Suriye ordusunun savunma sisteminin bir parçası olmakla birlikte bizim bazı şartlarımız ve detaylarımız bulunuyor. On yıldır savaşan 100 binden fazla unsurumuz var. Anayasal ve yasal bir çözüme ihtiyaç duyuyorlar. SDG'nin ordu içinde özel bir rolü olmalı.”
Şam'a (müzakereler için) heyetler gönderdiklerini söyleyen Abdi, “Şam'a siyasi bir çözüm için gerekli koşullar oluştuğunda gitmek istiyorum” diye konuştu.
İşte SDG lideri Mazlum Abdi’nin pazartesi akşamı Zoom uygulaması üzerinden verdiği röportajın tam metni:

-SDG, DEAŞ terör örgütüyle mücadelede ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon güçleri ile iş birliğinin sona erdiğini resmen duyurdu. Aynı tarihlerde Uluslararası Koalisyon güçlerinin ve ABD’lilerin SDG ile iş birliği içinde temas noktalarında bir grup devriye düzenlediğini gördük. Bu konu hakkında ne söyleyeceksiniz?
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için devriye görevi gerçekleştiren güçlerin, Türkiye’nin aralıksız bombardımanlarının ve operasyonlarının durdurulmasını sağladığını belirtmiştik. Durum bundan ibaretti ve özellikle hava saldırıları düzenlenen dönemlerde devriye görevleri azaltıldı ve imkan oldukça devriyeler gerçekleştirildi. Şu an ortak çalışmalar yeniden başlamış durumda. Güvenlik durumuyla ilgili olarak bir ara verildi ve bu durum biraz düzeldiği için ortak iş birliği kaldığı yerden devam etti.

-O halde SDG ile Uluslararası Koalisyon arasındaki gerek DEAŞ ile mücadele, gerek devriyeler açısından iş birliği eski haline döndü. Yani tam olarak, ayın 20'sinden önceki durumuna.
Evet, ayın 20'sinden önceki haline geri döndü.

-Son günlerde Türkiye’nin yoğun hava saldırılarının azaldığı gözlemlendi. Sizce bunun sebebi nedir? Gerçekten ABD’nin Ankara üzerindeki baskısının bir sonucu mu?
ABD’nin Ankara üzerindeki baskısının bir ölçüde etkili olduğunu ve Ankara üzerindeki uluslararası baskının da zamanla arttığını düşünüyorum. Ankara gerek Rusya gerek ABD ile yaptığı mutabakatları ihlal etti. Bu büyük bir baskıyla sonuçlanarak hava saldırılarının azalmasına neden oldu. Bombardımanların azalmasındaki ikinci faktör de açık konuşmak gerekirse bizim askeri güçler olarak iyi hazırlanmış olmamız. Örneğin Kobani (Ayn el-Arab), Menbiç ve Tel Rıfat F-16 savaş uçaklarının ağır bombardımanlarına ve binlerce topçu atışına maruz kaldı. Fakat SDG, herhangi bir kayıp vermedi. Türkiye, Haseke ilindeki altyapı düzeyinde bile istediği sonucu alamadı.

-ABD’nin Türkiye'ye 10 gün boyunca operasyon düzenlemesine ‘izin verildiğine’ dair dile getirilmeyen bir yeşil ışık yaktığını düşünenler var. Bu yüzden gaz ve petrol sahalarını ve bu sahaların yakınlarındaki ABD’nin kullandığı askeri üsleri hedef aldığına tanık olduk. ABD’nin Türkiye’ye yeşil ışık yakmış olma ihtimali hakkında bir bilginiz var mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Karadaki aktif güçler arasında bir yeşil ışık ya da koordinasyon olduğunu söyleyemeyiz. Ancak Uluslararası Koalisyon güçlerine yönelik bir eleştirimiz var. Eğer taahhütlerini iyi yerine getirselerdi bu boyutta bir bombardıman gerçekleşmezdi. ABD Savunma Bakanlığı’nın (Pentagon) da belirttiği gibi Türkiye'nin Amerikan askerlerini tehlikeye atmasından ötürü bombardımanlara karşı tutumları zayıftı.

-Türk savaş uçakları gerçekten Suriye hava sahasına girdi mi? Neredeyse Deyrizor'a kadar girdiğini söyleyenler var. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Deyrizor bölgesine girdiler. Sınırlardan 70 kilometre derinlikte bulunan Mekmen beldesi, 80 kilometre derinlikte bulunan el-Hol Kampını hedef aldılar. Suriye’nin tüm hava sahası açıktı.

-ABD onları durdurmak için hiçbir şey yapmadı mı?
Basın açıklamaları dışında hiçbir şey yapmadı.

-ABD ve Batı, Kürtlere 100 yılda 7 kez ihanet etti. ABD’nin bir kez daha ihanet etmesinden ya da Washington'ın DEAŞ’a karşı mücadelede büyük fedakarlıklar yaptıktan ve örgüte karşı savaşta kayıplar yaşadıktan sonra Kürtleri terk edeceğinden endişe ediyor musunuz?  ABD tarafından ihanete uğrama korkusu ya da endişesi var mı?
Önceki operasyon 2019 yılında gerçekleşti. O dönem Trump yönetimi ile Türkiye arasında bir koordinasyon vardı ve operasyon da bu koordinasyona dayanılarak yapıldı. Biz bunun ihanet olduğunu söyledik. Biden yönetiminin, bölgeye karadan askeri olarak giriş yapılmasına ve yıkıma izin vermeyeceğini belirttiler. Açıkçası, 2019 yılından beri, Türkiye'nin yeni bir kara askeri operasyonu yapmaması için ABD yönetiminden azami ölçüde baskı söz konusuydu ve buna izin verilmedi.
Biz her zaman endişeliyiz. Fakat mevcut ABD yönetiminin Türkiye ile daha önce yaptığı mutabakatlardaki taahhütleri yerine getirmesini, üzerine düşeni yapmasını ve Türkiye'nin herhangi bir askeri operasyon gerçekleştirmesine izin vermemesini umuyoruz.

-Birkaç gün önce bu bombardımanların ve Türkiye geriliminin Biden yönetimi için bir sınav olduğunu söylediniz. Sınavın sonucunu aldıktan sonra rahatladınız mı? ABD’nin ihanet etmediğinden emin misin?
Şimdiye kadar ABD’lilerin ve tüm Amerikan kurumlarının Türkiye ile doğrudan iletişim halinde olduklarını gördük. Türklerin, özellikle de (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan'ın bir sonraki seçimlerde iktidarda kalmak için herhangi bir operasyon yapamayacaklarını anlamaları için ABD’lilerden Türkiye üzerindeki baskıya devam etmelerini istediğimizi söyleyebiliriz.

-Sana ‘ihanet’ kelimesini söyletmeye çalışıyorum. İhanete uğrama endişesi taşıyor musunuz?
Açık konuşmak gerekirse henüz bir ihanet söz konusu olmadı. Endişeliyiz ve açıkçası ABD’nin tutumunun yeterli olmadığını düşünüyoruz, ama bu konuyu zamana bırakacağız.

-Bildiğiniz üzere 2019 yılında Rusya, Türkiye ve ABD arasında bazı mutabakatlar yapıldı. Türkiye, SDG'nin sınırlardan 30 ila 32 kilometre kadar derine çekilme taahhüdünü yerine getirmediğini söylüyor. SDG'nin taahhütlerini yerine getirmediği doğru mu, yoksa başka bir tablo mu var?
Herkes anlaşmalara harfiyen uyduğumuzu biliyor. 2019 yılından bugüne Rus garantörler var ve mutabakatlardan sorumlular. ABD ile Türkiye arasında da bir mutabakat var.

-Peki, pratikte taahhütlerinizi yerine getirmek konusunda ne yaptınız?
Öncelikle, Türklerin başlıca argümanı Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olduğuydu. Buna karşın SDG olarak şimdiye kadar bazı istisnai durumlar dışında bu bölgelerden Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit eden hiçbir eylemde bulunmağımızı söyledik. Özellikle bu bölgelerden Türkiye'ye karşı doğrudan askeri bir faaliyet olmadı.

-Türkiye, YPG’nin ve ağır silahların söz konusu bölgeden geri çekilmesini istemişti değil mi?
YPG, bu bölgede konuşlu değil. Şu an resmi olarak sınırda konuşlu olan güçler Suriye ordusu güçleridir ve tüm sınırlarda konuşlular.

-Türkiye’nin güvenliğini tehdit etmediğinizi söylediniz, ancak Türkiye, İstanbul (İstiklal Caddesi) saldırısının SDG ve YPG ile bağlantılı bazı kişiler tarafından gerçekleştirildiğini ve kanıtlarının olduğunu söylüyor. Buna karşın ABD, İngiltere ve Avrupa ülkeleri ellerinde bu yönde bir delil olmadığını belirttiler. Türkiye de elindeki olduğunu söylediği bu kanıtı sunmadı. Türkiye’nin SDG'nin İstanbul saldırısı ile bağlantısına dair kanıtı size sunuldu mu?
Türklerin kimseyle iş birliği yapmaması ve ABD’ye bilgi vermemesi temel sorun. Edinilen bilgiler, iş birliği yapmadıklarını söylüyor. Basın aracılığıyla bilgi veriyorlar ve dünyanın bu bilgilere inanmasını istiyorlar. Biz de olayı terör saldırısı olarak kabul ettiğimizi ve saldırı hiçbir ilgimizin olmadığını beyan ettik.
Size yeni bilgiler vereyim. Türkiye tarafından resmi olarak değil ama basın aracılığıyla verilen bilgilere güveniyoruz. Bugün Türkiye’nin verdiği tüm bilgilerle ilgili soruşturmanın ilk bölümünü bitirdik. ABD tarafı dahil olmak üzere tüm ilgililere teslim ettik. Yine Türkler tarafından bazı bilgiler verildi ve tahkikat çok kısa sürede gerçekleşti. Saldırıyı gerçekleştiren kızın saldırıdan kısa bir süre önce ağabeyi, amcası ve diğer bazı aile üyelerinin yaşadığı Afrin'e defalarca kez gittiğini tespit ettik.

-Bugün Afrin'den Türkiye’ye ait bir noktaya bomba atıldı mı?
Bu konuda bilgim yok.

-Rusya ile görüşmeler ne olacak? Bazı haberlerde Türkiye’nin çok fazla bilgi sızdırdığını ve Suriye’deki Rus güçleri komutanının Kamışlı'ya geldiğini okuduk. Bunun dışında, Türkiye’nin gerginliği tırmandıran adımlarından sonra Rusya size tam olarak ne teklif etti?
Önce şu bilgiyi bir düzeltelim. Suriye’deki Rus güçleri komutanının Kamışlı Havaalanı’na geldiğini söylüyorlar. Oysa bizi ziyaret etmek için üslerimize geliyorlar.

-Sizi ziyaret etmek için ABD’nin kontrol noktalarından geçiyorlar mı?
Üssümüze geliyorlar ve bizi ziyaret ediyorlardı. Rus güçleri komutanı bize geldi. Rus güçleri komutanı General Alexander Chaiko ile görüşmelerimizi kısa bir süre önce tamamladık. Türkiye, Rusya'yı bizi 2019 tarihli Soçi Anlaşması'nın şartlarına uymaya zorlamamakla suçlarken Rusya, Türkiye’nin mutabakat şartlarına uymasını sağlamaya çalışıyor. Rusya'nın şu an Türkiye ile aramızda tarafsız bir konumda olduğunu, mutabakatın uygulanmasını sağlamaya ve ihlalleri sona erdirmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Türkiye’ye ve ihlallerine ilişkin birçok gözlemimiz var.
Örneğin sınırlardan 30 kilometre derinlikten bahsediyorlar. Son dönemde 70-80 kilometre derinliğe kadar girdiler, altyapı inşa ettiler. (Bu derinlikte) askeri güçleri ve sivilleri var. Bunların tamamı ihlaldir.  Türkiye'yi taahhütlerine uymaya zorlayarak üzerlerine düşeni yapmalarını istiyoruz. Elbette Türkiye'nin de bizimle ilgili olarak ulusal güvenliğini tehdit ettiğimiz şeklindeki bir gözlem de dahil olmak üzere bir takım gözlemleri var.
Tepki olarak bireysel ihlaller olsa bile taahhütlerimize uyarız. 2019’da yapılan anlaşmalara uyacağız. Resmi olarak sınırda olmadığımız halde 30 kilometre derinliğe çekilmemizi istiyorlar. Bölgede İç Güvenlik Güçleri (Asayiş) var ama onlar anlaşmanın dışında kalıyorlar.  Asayiş güçleri, geri çekilme kapsamında olmadığı için her yerde olacaklar. İnsanlar evlerini koruyorlar. Topluluk koruma güçleri sivil güçlerdir.  SDG güçleri de anlaşmalara bağlıdır.
Rusya tarafıyla görüşmelerimiz genel olarak, anlaşmalara uymalarını istediğimiz ihlallerin incelenmesini amaçlıyor. Türkiye'nin de bizimle ilgili bir takım gözlemleri var.

-Rusya'nın, Suriye rejimi güçlerinin yerlerine konuşlandırılması karşılığında SDG güçlerinin Kobani ve Menbiç'ten çekilmesini teklif ettiği söyleniyor. Bununla ilgili ne söyleyeceksiniz?
Size şu bilgiyi vereceğim; esasen bu bölgelerde bulunan rejim güçlerinin sayısı bizim güçlerimizin sayısından  (yaklaşık iki katı kadar) fazla. Rejim güçleri Kobani, Menbiç ve Tel Rıfat'ta konuşlular. Rejim, bu söz konusu bölgelerde yeterli mevcudiyete sahip. Şu an Kobani ve Menbiç'e bir saldırı olsa bu bizden ziyade rejimin sorunu olacaktır. Rejim güçleri sınırda konuşlu ve hedef alınacak olanlar onlar. Böyle bir durumda rejimin ya savaşmama kararı alıp söz konusu bölgeleri Türk ordusuna bırakıp geri çekilmesi ya da savaşması gerekecek. Rejim güçleri, tankları, topları ve ağır silahlarıyla bölgede konuşlu haldeler. Onların söz konusu bölgelerdeki mevcudiyetini  bizim mevcudiyetimizle karşılaştırdığımızda, onların temel güçler olduğu anlaşılıyor. Şu an bizim güçlerimizin geri çekilmesine ve rejim güçlerinin girmesine gerek yok, çünkü onlar zaten oradalar. Eğer Asayiş güçlerinden ya da mevcut sivil kurumlardan ve Özerk Yönetim’in kurumlarından bahsetmek istiyorlarsa, kendilerini koruyan insanlarımız var ve bu başka bir mesele. Geri çekilmeyeceğiz.

-Suriye’deki Rus güçleri komutanıyla görüşme Rumaylan üssünde mi yoksa bakanın çiftliğinde mi gerçekleşti?
Bu soruya cevap hakkımı saklı tutuyorum.

-İran'ın milis güçlerini Halep kırsalına kaydırdığı ve sahada kendisini ortak olarak öne sürdüğü doğru mu?
İranlılar şu an Halep kırsalında Tel Rıfat ve eş-Şehba ile Nebil ve ez-Zehra bölgelerinde konuşlular. Fırat'ın doğusu ve el-Cezire bölgesinde ise resmi olarak olmasa da rejim güçleriyle birlikte bulunuyorlar.

-Şam ile görüşmeler ne durumda? 2019 yılında Suriye Ulusal Güvenlik Büro Başkanı Tümgeneral Ali Memlük ile aranızda bir muhtıra ya da bir belge imzaladığınızı ve ardından belirli alanlarda konuşlanmak için bir anlaşma yapıldığını biliyoruz. Bu anlaşma tam olarak uygulandı mı?
Gerek rejimle gerekse Türkiye ve diğer ülkelerle mutabakat yapan Rusya ile varılan anlaşmaların tam olarak uygulandığını düşünüyoruz. Anlaşmaya tam olarak uyulduğuna inanıyoruz. Çünkü rejime bağlı resmi kurumların bölgelerimizde yeniden faaliyete geçmesini kabul etmedik. Sadece sınır muhafızları ve sınırlardaki düzen konusunda anlaştık ve bu anlaşmaya bağlı kaldık. Suriye ordusunun sınıra konuşlanmasına yardım ettik. Hatta sınır muhafızları ile ilgili dosya dahi kapandı. Diğer kurumlarla ilgili olarak bir anlaşma yapılması gerekiyor. Son dönemde rejimle ulusal egemenlik, sınırlar, bayrak ve ulusal semboller konusunda hemfikir olduğumuz noktalar oldu. Genel olarak Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması ve bu çerçevede müzakereler ya da diyaloglar yapılması gibi kilit noktalarda aynı görüşü paylaşıyoruz. Temel konularda fikir birliğine sahibiz. Ancak eğitim gibi diğer idari konularda anlaşamadık.

-Kürtçe, SDG'nin geleceği ve Özerk Yönetim konusunda fikir ayrılığı var mı?
Genel olarak mesela SDG’nin Suriye ordusunun savunma sisteminin bir parçası olmasına karşı değiliz, ancak bir takım şartlarımız ve bunda detaylarımız söz konusu. On yıldır savaşan 100 binden fazla unsurumuz var. Anayasal ve yasal bir çözüme ihtiyaç duyuyorlar. SDG'nin ordu içinde özel bir rolü olmalı. Genel konular üzerinde anlaşmaya varılsa da ayrıntılarda sorunlar yaşanıyor. Bu da sorunların çözümünün zaman almasına neden oluyor.

-Şam, daha fazla petrol göndermenizi talep ediyor gibi görünüyor. Halep'teki Şeyh Maksud Mahallesi’ne bol bol yakıt gönderiyorsunuz, ama rejimin kontrolündeki bölgeler büyük bir yakıt ve enerji krizi yaşıyor.
Sizi şöyle bilgilendireyim. Türkiye, Tel Rıfat ve Şeyh Maksud Mahallesi’ni tehdit ediyor. Suriye rejimi, Türkiye’nin günlük tehditleriyle bağlantılı olarak bu bölgelere şiddetli bir abluka uyguluyor. Kelimenin tam anlamıyla bir kuşatma söz konusu. Türkiye’nin tehditlerine başlamasından bu yana rejim söz konusu bölgelere mazot, un ve gıda geçişine izin vermiyor. Oradaki insanlar açlık ve soğukla mücadele ediyor. Elektrik enerjisi jeneratörlerden sağlandığı için elektrikleri yok, fırınlar çalışmıyor. Bu kabul edilemez ve biz bunu bir iyi niyet göstergesi olarak görmüyoruz. Bu böyle devam ederse, karşılık vermek zorunda kalacağız.

-Türkiye’nin petrol ve doğalgaz altyapısına yönelik bombardımanın verdiği hasarın boyutu nedir?
Hava saldırısı, bu alanda faaliyet gösteren kurumları çalışamaz hale getirmeyi amaçlıyordu. Doğrudan hedef alınan yerli gaz üreten tek kurum ve birçok rafineri hizmet dışı kaldı.  Hedef alınan noktaların yüzde 50'den fazlası hasar gördü. Halen onarım ve yeniden inşa çalışmaları yapılıyor.

-Bilindiği üzere Temmuz ayında Tümgeneral Memluk ve Türkiye Milli İstihbarat (MİT) Başkanı Hakan Fidan Moskova'da bir araya geldiler. Suriye’nin Keseb köyünde rejimin ve Türkiye’nin güvenlik yetkilileri arasında bir görüşme daha gerçekleşti. Suriye ve Türkiye arasında güvenlik iş birliği konusunda endişeli misiniz? Ankara ile Şam arasında, özellikle SDG ile nasıl mücadele edileceği konusunda bir güvenlik koordinasyonu olduğunu düşünüyor musunuz?
Net olalım. Öncelikle genel olarak Suriye devletinin ve Şam'ın Suriye topraklarının Türkiye tarafından daha fazla müdahaleye karşı olduğunu biliyoruz. Bu da genel olarak vatansever bir tutumdur. Fakat, evet endişeliyiz. Türkiye, tehditlerini hayata geçirdiğinde önceliğimiz işgale karşı direnmek ve işgal girişimine birlikte karşı durmak olmalı. Vatanseverlik olarak görmediğimiz nokta bu. Türkiye, en nihayetinde ister Kobani (Ayn el-Arab), ister Menbiç, ister Tel Rıfat, ister diğer bölgeler olsun, Suriye topraklarının bir bölümünü ele geçirmeye çalışıyor. Şam'ın bu konuda zayıf bir tutumu olduğunu düşünüyoruz. Suriye rejimi, Türkiye’nin müdahalesine karşı birlikte durmak yerine bundan yararlanmaya çalışıyor. Menbiç, Deyrizor, Rakka ve diğer bölgeler gibi gelecekte üzerinde konuşabileceğimiz bölgelere baskı yapmak için bu durumdan yararlanmak istiyor. Bu gündeme getirmek istediğim bir konu, çünkü bu kesinlikle vatansever bir duruş değil. Genel olarak birçok görüşme yapıldığını biliyoruz, bunu inkar etmiyorlar. Bazı toplantılar yapılıyor. Bazen Türkiye'nin belirli hedefleri vurmak için kendileriyle koordinasyon içinde olmalarını istediğini, ancak buna karşı çıktıklarını duyuyoruz.  Bu bölgelerde aleyhimize bir güvenlik anlaşması ya da koordinasyon olmaması için bunun doğru olmasını umuyoruz. Bize aktarılanlara ve basında yer alan haberlere göre Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed, Türkiye seçimleri sonrasına kadar Erdoğan ile görüşmeyi reddediyor. Biz bu tutumu doğru buluyoruz. Bu, Suriye sorununun çözülmesine yardımcı olacak bir tutum. Çünkü Erdoğan, seçimlerde başarılı olmakla ve özellikle Kürt hareketini tasfiye etmekle ilgileniyor. Devlet Başkanı Esed'in bu son tutumu, yani Erdoğan'la Türkiye’deki seçimlerin sonrasına kadar görüşmeyi reddetmesi, mantıklı bir hareket.

-Bildiğim kadarıyla siz de Şam'a gitmeyi reddediyorsunuz. Neden?  Müzakere için Şam’a gitmenizi sağlayacak şartlar neler?
Şam'a heyetler gönderiyoruz. Gerekli koşullar oluştuğunda Şam'a gitmek istiyorum. Şam'a gitmemin mevcut krize barışçıl bir çözüme ulaşmaya yardımcı olmasını amaçlıyorum. Mevcut krize siyasi bir çözüm bulunabilmesi için şartlar olgunlaşana kadar bir takım ziyaretler ve hazırlıklar yapılması gerekiyor.



Mahmud Abbas, Şarku’l Avsat’a konuştu: Gazze, Filistin Yönetimi’nin sorumluluğundadır; saldırılar sona erdiğinde hemen harekete geçeceğiz

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)
TT

Mahmud Abbas, Şarku’l Avsat’a konuştu: Gazze, Filistin Yönetimi’nin sorumluluğundadır; saldırılar sona erdiğinde hemen harekete geçeceğiz

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Filistin Yönetimi’nin Gazze Şeridi’nden sorumlu olup, ‘Filistin halkına yönelik saldırılar biter bitmez’ üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu belirtti. Abbas, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajında, “Gazze Şeridi’nden biz mesuldük, halen mesulüz ve mesul olmaya da devam edeceğiz” ifadesini kullandı.

Röportajın devamında Aksa Tufanı saldırısının herkes için sürpriz olduğunu söyleyen Abbas, “Kimse bunu beklemiyordu” dedi ve Filistin Yönetimi’nin ‘Filistin halkının yeni bir Nekbe (felaket) yaşamaması için’ Arap, bölgesel ve uluslararası tüm taraflarla birlikte hareket etmeye kararlı olduğunun altını çizdi.

Abbas, Suudi Arabistan’ın Filistin meselesine ilişkin tutumlarını ‘tarihî, onurlu, soylu ve tutarlı duruşlar’ şeklinde niteledi ve Suudi Arabistan’ın ‘bilhassa bölgenin ve dünyanın sahne olduğu bu tehlikeli koşullar altında’ Filistin devletinin tanınması meselesini herhangi bir kapsamlı barışın ve normalleşmenin önünde tutan açıklamasına dikkat çekti.

Başkan Joe Biden yönetiminin, bağımsız bir Filistin devleti kurulmasıyla sonuçlanacak siyasi çözüm sürecini derinleştirmek için İsrail hükümetine ‘gerçek anlamda ve ciddi bir baskı’ uygulamadığını düşünen Abbas, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun barış süreci önünde bir ‘engel’ haline gelmesinden sonra da artık ‘İsrailli bir ortağın’ olmadığından bahsetti.

Abbas, yeni bir hükümetin kurulması meselesinin de Filistin’in iç meselesi olduğunu ifade etti ve şöyle dedi:

“Filistin’in bağımsız kararını koruma yolunda ağır bedeller ödedik ve kimsenin bu karara müdahil olmasına ya da bunu kontrol etmeye çalışmasına müsaade etmeyeceğiz.”

Röportajın metni:

 -Sayın Başkan, bir Filistin devletine giden yolda mı ilerliyoruz yoksa ikinci bir Nekbe yolunda mı?

-Tüm Filistin ulusal konseylerinin kararlarına göre başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurmak, ulusal sabitelerimizdendir. Dünyanın çoğu ülkesinin tanıdığı Filistin devletimizin bağımsızlığını somutlaştırmak için sürekli ve özenli bir şekilde çalışıyoruz ve bu devletin tam bir uluslararası tanımaya mazhar olması ve Birleşmiş Milletler’deki (BM) konumunun tam üye ülke statüsüne yükseltilmesi için gayret gösteriyoruz. Bu esnada halkımız, onu kendi topraklarından söküp atmayı hedefleyen tüm girişimlere karşı koyacaktır. Biz de gerek Gazze Şeridi’nde gerekse Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te tehcirin önüne geçerek, Filistin halkının yeni bir felaket yaşamasını önlemek için ilgili Arap, bölgesel ve uluslararası taraflarla her düzeyde hareket edeceğiz. Tüm dünyayı, özellikle de ABD yönetimini bu konuda uyardık ve böyle tehlikeli bir adımın hem bölge hem de dünya için feci sonuçlar doğuracağına ve bölgeyi bir istikrarsızlık haline sokacağına işaret ettik.

İSRAİL’İN BÜYÜK HATASI

-Gazze’nin yaşadığı felaketi durduracak çözümün özellikleri nedir?

-Gazze ve Filistin topraklarının geri kalanı, benzeri görülmemiş bir felaket yaşıyor. İsrail ölüm makinesi, Filistinli varlığın tüm bileşenlerini ortadan kaldırmak için sistemli ve planlı bir tahribat uyguluyor. Zannediyor ki bu uygulamalar kendisine güvenlik ve istikrar sağlayacak. Ama bedelini ağır ödeyeceği büyük bir hata yapıyor. Çünkü güvenliği ve barışı sağlamak için tek çözüm; bu savaşı hemen durdurmak, işgal ordusunu bir karış toprak koparmadan Gazze Şeridi’nin tamamından çekmek ve Gazze Şeridi’ne insani ve tıbbi yardımların girişini hızlandırmaktır. Zira biz, bedeli ne olursa olsun Filistin halkının topraklarından tehcir edilmesine asla izin vermeyeceğiz.

Tüm bunlardan sonra uluslararası meşruiyet kararlarına ve Arap Barış Girişimi’ne dayalı bir siyasi çözüm için hazırlık yapmak gerekir. Bu çözüm de Filistin devletinin tanınması, bu devletin BM Güvenlik Konseyi kararıyla BM’ye tam üyelik kazanması ve iki devletli çözüme uygun olarak bağımsız Filistin devleti çözümünü somutlaştırmak üzere, 1967 sınırlarında ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti topraklarına yönelik İsrail işgalini durduracak belirli bir takvime ve uluslararası teminatlara sahip bir uluslararası barış konferansının düzenlenmesi ile başlar.

İsrail, Filistin halkına karşı güvenlik ve askerî temelli her türlü çözümü denedi ve bunların başarısızlığı ispatlandı. Şimdi uluslararası meşruiyet kararlarının ve uluslararası hukukun uygulanmasına ilişkin olarak uluslararası toplumun, özellikle de ABD yönetiminin sözünü söyleme vaktidir.

-ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken size, Filistin devletinin resmi olarak tanınmasına ilişkin bir taahhüt iletti mi?

-ABD yönetimi yetkilileriyle birkaç defa (Blinken’la beş defa, Jake Sullivan ve William Burns ile defalarca) görüştük ve kendilerinden iki devletli çözüm ve uluslararası meşruiyete dayalı barışı sağlama çabalarının desteklenmesi hakkında vaatler duyduk. Onlarla derin ve devam eden bir diyalog mevcuttu, ancak sahada herhangi bir şey değişmedi. Yani bu sözlerin pratik uygulamasını görebilmemiz için Başkan Biden yönetimi, sağcı İsrail hükümetine gerçek ve ciddi bir baskı uygulamadı. İşgalci İsrail, siyasi sürecin dayandığı tüm temelleri yıkma yolunda bariz bir yaklaşım sergiliyor, iki devletli çözüm de dahil olmak üzere uluslararası meşruiyet kararlarına alenen karşı çıkıyor, Filistin halkına karşı kapsamlı bir savaş yürütüyor ve bilhassa Gazze Şeridi’nde kanlı kıyımlar ve etnik temizlik, Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te ise ırkçı ayrımcılık ve şiddet suçu işliyor.  

FOTO: Abbas, geçtiğimiz çarşamba günü Ramallah’ta Blinken’ı ağırladı (AFP)
Abbas, geçtiğimiz çarşamba günü Ramallah’ta Blinken’ı ağırladı (AFP)

ABD, bu işgale himaye ve destek sağlamaya devam ediyor. Bu da bizi, bizim ne duyduğumuzun ya da ABD yönetiminin ne söylediğinin bir önemi olmadığını, önemli olanın sahada olup bitenler olduğunu söylemeye sevk ediyor. Herkes için güvenlik ve istikrar sağlayacak ve uluslararası meşruiyete dayalı net ve ciddi bir siyasi süreç yolunda ilerleyebilmemiz için ABD yönetiminden uygulama talep ediyoruz.

ÇÖZÜM İÇİN ‘SAMİMİ BİR AMERİKAN İRADESİ’ LAZIM

-Güvenlik Konseyi kararı ya da başka bir formül yoluyla siyasi ufku açacak bir mekanizma tasavvuru var mı?

-Mekanizma belli; sadece uygulama gerekiyor: BM Güvenlik Konseyi’nin Filistin devletinin BM’ye tam üyeliğine dair bir karar açıklaması ve BM gözetiminde tüm uluslararası tarafların katılacağı bir uluslararası barış konferansı düzenlenmesi. Bu konferansın ilgili uluslararası meşruiyet kararlarına ve uluslararası hukuka uygun olarak tüm tarafların bağlı kalacağı ve belirli bir takvime dayalı olacak siyasi bir süreçle ve açık uluslararası teminatlarla desteklenen bir eylem mekanizması ortaya koyması lazım. Bunun için de başta ABD yönetimi olmak üzere samimi bir uluslararası irade gerekiyor.  

-Filistin devletinin kurulması için İsrail devletinin tanınması ve İbrani devletine uluslararası güvenlik garantileri sunulması şart mı?

-Oslo Anlaşması’na göre Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrail arasında karşılıklı tanıma gerçekleşti ve buna dayalı olarak uluslararası garantili geçici ikili anlaşmalar imzalandı. Geçici bir anlaşma vardı; bunu tüm nihai statü sorunları çözüldükten ve Filistin ile İsrail devletleri arasında bir barış anlaşması imzalandıktan sonra kalıcı bir anlaşma izleyecekti.

İsrail’in uzlaşmazlığına, tüm uluslararası meşruiyet kararlarına yönelik itirazına, hatta uluslararası hukuka meydan okumasına rağmen biz kendi açımızdan, bir Filistin devletinin mevcut olduğunun ve kurumlarının en iyi uluslararası standartlara göre faaliyet yürüttüğünün bilinciyle üzerimize düşen tüm yükümlülükleri yerine getirmeyi taahhüt ettik. Bu gerçekleştiğinde ilgili taraflar arasında anlaşmaya varılan teminatlarla, Filistin ve İsrail devletleri arasında tanıma, mevcut ve karşılıklı olacaktır. Artık gerekli olan, İsrail’in Filistin devletini tanımasıdır.

-Hamas’ın FKÖ’ye katılımı, FKÖ’nün daha önce tanıdığı gibi Hareketin de İsrail’i tanımasını gerektiriyor mu?

-Defalarca söyledik ve vurguladık: FKÖ, Filistin halkının tek ve meşru temsilcisidir. FKÖ’ye katılmak isteyenler, örgütün temsil birliğine, açık siyasi programına ve uluslararası yükümlülüklerine bağlı kalmalı ve FKÖ’nün tüm uluslararası taraflarla imzaladığı ve o temel üzerinde Filistin Ulusal Yönetimi’nin kurulduğu anlaşmaları kabul etmelidir. Bu yüzden FKÖ’nün tüm Filistinlilerin evi olduğunu kabul ederek, örgüte üyelik kapısının Filistin siyasi eyleminin tüm temsilcilerine açık olduğunun, ancak örgütün temsil birliğine bağlı kalmak ve örgütün Arap ve uluslararası düzeydeki yükümlülükleriyle Filistin ulusal konseylerinin kararlarına saygı duymak gerektiğinin her zaman altını çizdik.

‘ERTESİ GÜN’ MESELESİ

-Filistin Ulusal Yönetimi, savaşın ‘ertesi gününde’ Gazze Şeridi’ni yönetmeye hazır mı?

-Filistin Ulusal Yönetimi, Gazze Şeridi’ni hiç terk etmedi ki geri dönsün. Hamas hareketinin 2007 yılında darbe yapmasından bu yana Filistin hükümeti, (elektrik ve su, yakıt, hastaneler, emekli maaşları ve sosyal kalkınma için) Gazze Şeridi’ne aylık 140 milyon dolardan fazla ödeme yapıyor. Bu, bizim Gazze’deki halkımıza karşı vazifemiz. Gazze Şeridi’nden biz mesuldük, halen mesulüz ve mesul olmaya devam edeceğiz ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs gibi diğer Filistin topraklarında nasılsa Gazze Şeridi’ndeki halkımıza ve evlatlarımıza karşı da görevlerimizi yerine getireceğiz. Gazze Şeridi’ndeki halkımıza yönelik saldırılar biter bitmez halkımızın sıkıntılarını hafifletmek için çalışmalara başlamaya ve Filistin Ulusal Yönetimi olarak nerede olurlarsa olsunlar Filistin halkının tüm evlatlarına karşı üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye hazırız.  

-Filistin Yönetimi’nin kurumları, bu rolü yerine getirebilir mi? Blinken, Yönetimin yeniden düzenlenmesini talep etti mi? Teknokrat bir hükümet mi istedi yoksa bir uzlaşma mı?

-Filistin devletinin kurumları, en yüksek uluslararası standartlara uygun olarak inşa edilmiştir ve gerek Batı Şeria’da gerek Gazze Şeridi’nde gerekse Doğu Kudüs’te üzerine düşen görevleri olabildiğince mükemmel bir şekilde yerine getirebilir. Yeni bir Filistin hükümetinin kurulması; bölgesel veya uluslararası dış taleplere kulak vermek adına değil, Filistin halkının yüksek çıkarlarını gözetmek ve korumak için alınan, Filistin’e ait bir iç karardır. Filistin’in bağımsız ulusal kararını koruma yolunda ağır bedeller ödedik ve kimsenin bu karara müdahil olmasına ya da bunu kontrol etmeye çalışmasına müsaade etmeyeceğiz.

Suudi Arabistan’ın ‘şerefli ve tarihî’ tutumu

-Suudi Arabistan’ın Filistin devletinin tanınmasını kapsamlı barışın ve normalleşmenin önünde tutan açıklamasını memnuniyetle karşıladınız. Suudi Arabistan’la ilişkilerinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

-Kurucu Kral Abdülaziz Âl-i Suud’un (Allah rahmet eylesin) döneminden Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn (İki Kutsal Mescidin Hizmetkârı) Kral Selman bin Abdülaziz’in ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın dönemine kadar Suudi Arabistan Krallığı, Filistin halkına ve onun haklı davasına karşı tarihî, şerefli, soylu ve tutarlı duruşlar sergiledi.  

FOTO: Prens Muhammed bin Selman ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın daha önceki görüşmesinden bir kare (SPA)
Prens Muhammed bin Selman ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın daha önceki görüşmesinden bir kare (SPA)

Suudi Arabistan’ın, Krallığın Filistin meselesine ilişkin tutumlarını ve sabitelerini teyit eden açıklaması, bu büyük yolculuğun, Krallığın Filistin’e ve halkına karşı daima sergilediği cesur duruşun ve Filistin halkının özgürlük, bağımsızlık ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız devletini kurma haklarını somutlaştırmaya dönük özenli çabalarının devamından başka bir şey değildir. Bilhassa bölgenin ve dünyanın içinden geçtiği bu tehlikeli koşullarda Suudilerin bu köklü ve sağlam desteğine hepimizin güveni var. Bu destek, uluslararası meşruiyet kararlarıyla ve Arap Barış Girişimi’yle tutarlıdır ve aynı zamanda Suudi Arabistan Krallığı ile Filistin devleti arasındaki sürekli istişareyle koordinasyonun boyutunun ve bizi birbirimize bağlayan kardeşlik ilişkilerinin gücünün bir ifadesidir. Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn Kral Selman bin Abdülaziz ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman başta olmak üzere Suudi yönetimiyle sürekli iletişim halindeyiz.

NETANYAHU BİR ENGEL TAŞI

-Sizce Binyamin Netanyahu, barış arayışında ortak rolünü oynamaya halen uygun mu?

-Açıkça söylüyoruz: Şu an adil ve kalıcı barış üretmek için İsrailli bir ortak yok. Netanyahu’nun uluslararası meşruiyete ve hukuka dayalı bir siyasi çözüme varmanın önünde açıkça engel teşkil ettiğini tüm dünyaya söyledik. O, Filistinlilerle İsraillilerin başarısızlığı defalarca ispatlanan güvenlik çözümleri ve savaşlar yerine güvenlik ve istikrarla yaşamaları için barışın sağlanması ve işgalin sona erdirilmesi gerektiğine inanmıyor ve aynı yolda ilerlemekte ısrar ediyor.

Kanaatimce dünya, görüş birliğine vardı ve Netanyahu’nun İsrail’in yürüttüğü savaşı durdurmak için halihazırda harcanan uluslararası çabaların önünde bir engel haline geldiğine dair sözlerimizin doğru olduğunu artık gayet iyi biliyor. Uluslararası meşruiyete dayalı bir siyasi yolun izlenmesi, şu an yaşanan ve tüm bölgeyi sıkıntıya sokan krizlerin ve gerilimin tekrarlanmasının önüne geçecektir. Netanyahu’nun iki devletli çözümü reddeden açıklamaları ve Gazze’ye karşı ilan ettiği savaşın sürdürülmesi, onun barış, güvenlik ve istikrar yolunun açıkça karşısında olduğunun bariz bir göstergesidir. O, sadece işgalin, güç kullanmanın ve yerleşimin mantığına inanıyor.

-Netanyahu, UNRWA’ya karşı yaygın bir kampanya yürütüyor. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?

-Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı (UNRWA), yurtlarından zorla uzaklaştırılan Filistinli mültecilere hizmet için 18 Aralık 1949 tarihli ve 302 sayılı BM kararıyla kuruldu. Filistinlilerin davası, 194 sayılı karar da dahil olmak üzere ilgili uluslararası meşruiyet kararlarına uygun olarak adil bir şekilde çözülene kadar da faaliyetini sürdürecek. Diğer nihai statü meseleleriyle birlikte mülteci meselesi, Filistin meselesinin özünü oluşturuyor.  

UNRWA’yı feshetme yönündeki tehdit, milyonlarca Filistinlimizi haksız ve insanlık dışı bir şekilde cezalandırma tehdididir. Filistinliler 1948 yılında topraklarından zorla göç ettirildi. İsrail onlara karşı suç işlemeye devam ediyor; Gazze Şeridi’ndeki soykırım savaşı da bunun son örneği. Herhangi bir adım atmadan önce UNRWA’nın yürüttüğü soruşturmanın sonuçlarını beklemek gerektiğini tüm dünyaya söyledik. Ancak açıkça görülüyor ki uluslararası meşruiyete ve hukuka aykırı olarak, Filistin meselesini tümüyle bitirmek üzere mülteci meselesini ortadan kaldırmaya dönük projelerini hayata geçirebilmek için UNRWA’yı saf dışı bırakmaya ve rolünü bitirmeye çalışan bir ülke var. Buna asla müsaade etmeyeceğiz. Bunun önüne geçmek için ilgili ülkelerle ve odaklarla temasa geçtik.

-Hamas’ın ‘ertesi gün’ Gazze’de iktidar olamayacağını kabul ettiği doğru mu? Bunun karşılığında ne istiyor?

-Bu soruyu Hamas’ın cevaplaması gerekir.

BATI ŞERİA’YI TUTUŞTURMA ÇABALARI

-Batı Şeria’da yeni bir intifadanın patlak vermesinden endişe ediliyor mu?

-İsrailli işgal yetkilileri, Gazze Şeridi’nde Filistin halkına karşı saldırılarını başlattıklarından beri öldürme, tutuklama, Filistin şehirlerine, köylerine ve kamplarına baskınlar düzenleme ve halkımıza karşı çirkin suçlar işlemeleri için terörist yerleşimcilere koruma sağlama yönündeki politikalarıyla Batı Şeria’yı ve Doğu Kudüs’ü alevlendirmeye çalışıyor. Başta ABD yönetimi olmak üzere tüm dünya ülkeleriyle iletişime geçtik ve onlara İsrail’in bu uygulamaları devam ettiği takdirde olayların kontrol edilemeyecek ve sonuçları öngörülemeyecek şekilde alevleneceğini bildirdik.

FOTO: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (DPA)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (DPA)

Gelgelelim İsrail’i bu suçları durdurmaya sevk edecek gerçek ve ciddi bir baskı yok. Buna rağmen biz, sükuneti korumak ve gerilimin tırmanmasını önlemek için çabalarımızı sürdürüyoruz. Bunu da halkımızı korumak ve işgalci İsrail’in durumu fırsat bilip olayları yeni bir intifadanın patlak vermesine yol açacak şekilde alevlendirmesine engel olmak için yapıyoruz. Çünkü onların amacı, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin topraklarına yönelik İsrail işgalini sona erdirecek ve uluslararası meşruiyet kararlarına dayalı bir siyasi çözüme varılmasının önüne geçmek. İsrail’in gerilimi tırmandırmaya başvurmak ve bölgeyi tedirgin etmek suretiyle ödemekten kaçınmaya çalıştığı siyasi bedel bu çözümdür.  

-Sizinle Hamas liderliği arasında bir görüşme projesi var mı?

-Hamas liderliğiyle görüşmeye karşı değiliz. 2007 yılında gerçekleşen darbeden bu yana onlarla bir araya geliyoruz. Darbeyi sona erdirmek için Mekke, Mısır, Cezayir ve diğer yerlerde yapılan ve en sonuncusu el-Alameyn’deki olan anlaşmalar gibi pek çok anlaşma imzaladık. Bölünmeyi sona erdirmek için sarf edilen tüm Arap ve uluslararası çabalara da karşılık verdik. Bölünme meselesinin arkamızda kalması için uymamız gereken hususlar var. Bölünmenin tüm sonuçlarını ve tezahürlerini sona erdirmek, bunlardan biri. Böylece tek bir otoritemiz, tek bir meşru ordumuz ve tek bir yasamız olur. Ayrıca FKÖ’nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğunu kabul etmek, örgütün uluslararası anlaşmalarına bağlı kalmak ve sonra da genel seçimler için hazırlık yapmak gerekir. Kimi seçeceğine sandık yoluyla karar verecek olan, Filistin halkıdır. Daha önce bu konuda başarılı tecrübelere imza attık. En üst düzeyde dürüstlüğe ve şeffaflığa uygun olarak üç genel seçim gerçekleştirdiğimizi söyleyen uluslararası toplum da buna şahit.

-Aksa Tufanı operasyonu ya da ilk gün gerçekleştirdiklerinin boyutu sizi şaşırttı mı?

-Saldırı, herkes için sürpriz oldu. Kimse bunu beklemiyordu. 2007 yılındaki darbeden bu yana Hamas’la bir alakamız yok. Dünyadaki kardeşlerin ve dostların bu bölünmeyi sona erdirmek için ortaya koyduğu tüm girişimlere rağmen Hamas liderliği, içi boş bahaneler ileri sürerek bu girişimlerden kaçınıyor. En son Filistinli grupların genel sekreterlerinin geçtiğimiz temmuz ayında Mısır’ın el-Alameyn kentinde yaptığı toplantıda da böyle oldu. O zaman uzlaşma ve FKÖ’ye katılma konusu tartışıldı ve meselelerin takibi için bir komisyon oluşturulması kararlaştırıldı. Hamas, toplantılara katılım davetine henüz cevap vermedi. Bunu hep yapıyor.

-Yerinize vekil atamayı düşündünüz mü? Gazze’yi yönetmek için Arap veya başka güvenlik ortaklarına ihtiyacınız var mı?

-Bu, Filistin Anayasası’na ilişkin bir konudur. Bu yasa, Filistin Ulusal Konseyi toplanmadıkça ya da genel seçimler yapılıp, bu maddenin değiştirilmesini onaylayan yeni bir yasama meclisi seçilmedikçe değiştirilemez. 

Sorunun ikinci kısmına gelecek olursak; Arap kardeşlerimizle her konuda sürekli istişare ve koordinasyon halindeyiz. Güvenlik meselesine gelince; Filistin Ulusal Yönetimi, Gazze Şeridi’ndeki yetkilerini yeniden devraldığında ve orada siyasi merci haline geldiğinde Gazze Şeridi’ni yeniden inşa sürecine katkı sağlamaya hazır tüm taraflarla iş birliğine olumlu bakacağız.