Venetia Porter’ın Arap ve İslam sanatıyla geçen 33 yılı

British Museum'da düzenlenen "Hac: İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinde yer alan sanatçı Ahmed Mater'in "Manyetizma" adlı çalışması (Şarku’l Avsat)
British Museum'da düzenlenen "Hac: İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinde yer alan sanatçı Ahmed Mater'in "Manyetizma" adlı çalışması (Şarku’l Avsat)
TT

Venetia Porter’ın Arap ve İslam sanatıyla geçen 33 yılı

British Museum'da düzenlenen "Hac: İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinde yer alan sanatçı Ahmed Mater'in "Manyetizma" adlı çalışması (Şarku’l Avsat)
British Museum'da düzenlenen "Hac: İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinde yer alan sanatçı Ahmed Mater'in "Manyetizma" adlı çalışması (Şarku’l Avsat)

“Ayrılmak zor” British Museum İslâmî Eserler Küratörü Dr. Venetia Porter, emekli olarak çalışma hayatındaki bir dönemin sona ermes ve Çağdaş Arap sanatıyla yeni bir aşamaya hazırlanmak adına müzedeki işinden ayrılma vesilesiyle röportaja başladı.

-Buhari İslâm Sanatları Salonu'ndaki en sevdiği yerde, Suudi sanatçı Ahmed Angavi'nin yapımında ustalaştığı ahşap bir perdenin altında güzel yapılmış bir koltukta oturuyoruz.  Burada geçtiği en önemli yerler, sergiler ve isimleri hatırlıyor. Ona soruyorum: Şu anda neyi geliştiriyorsunuz?
Gözleriyle etrafa bakıyor ve gururla şunu söylüyor:
“Ziyaretçilerin bu salona gelip farklı parçaların önünde yavaşladıklarını gördüğümde mutlu oluyorum. Ancak aynı zamanda da üzüntü hissediyorum. Burada 33 yıl çalışmaktan sonra ayrılmak zor. Bütün hayatım buradaydı.

Ahmed Angavi'nin tasarımları, British Museum'daki (Ortadoğu) İslam sanatı salonlarında önemli bir yeri kaplıyor (Şarku’l Avsat)
Ancak en sevdiğim konu olan Sanatçı Defterleri konulu bir sergiyle ayrılıyorum. Harika insanlar sayesinde bir çok eserin Müze koleksiyonuna dahil edilmesi sürecini yönettim. 1 Ocak’ta ne hissedeceğimi bilmiyorum?” dedi.

-British Museum ile yolculuğunuzdaki ilk önemli projeyi hatırlıyor musunuz?
Porter: “Çok farklı şeyler var. 1989'da burada çalışmaya başladığımdan beri meslektaşlarım eski İslam sanat galerilerinin kurulması için çalışıyor. Heyecan vericiydi, hala öyle. O dönem el yordamıyla adım atmaya başlıyordum. Madeni Para Dairesi ve ayrıca Doğu Sanatı Bölümü'nde çalışıyordum. Uzun bir süre seramik, çanak ve çömlek hakkında çok şey öğrendim”

-Çömlekçiliğe olan sevginizden bahsettiğiniz başlangıçlarınızla ilgili bir makale okuduğumu hatırlıyorum
“Bil fiil üniversitede İslami Seramik Sanatları okudum, akıl hocam ve öncü James Allen'ın bana öğrettiği şekilde oldu. Parçalara dokunarak öğrenebilirsiniz, kırık parçalara dokunarak öğrendiğinizi unutmazsınız. Bence bisiklete binmek gibi, asla sürüş becerisini unutmuyorsunuz. Dokunarak parçaların nerede yapıldığını her zaman anlayabilirsiniz”

Sanatçı Nasır es-Salim’in 2014'te Medine'de düzenlenen “Harfler ve Tezhipler” sergisindeki bir çalışması (Şarku’l Avsat)
2006 yılında döndüğü müze hayatındaki ilk önemli durak: “Bence yaptığım en büyük proje 2006'daki ‘Sanattaki kelime’ sergisiydi. Sergi, müzenin başlattığı satın alma sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu parçaları 2006'da ücretsiz bir şekilde halka açık sergiye koymanın amacını anlamadım. Mayıs ayıydı ve Lübnan iç savaşına denk geliyordu. Gösterideki eserlerin çoğu doğası gereği politikti. Lübnan ve Irak'tan sanatçıların eserlerinde ortaya çıktı”
“Sergide metin ve kelime fikrini sanatta kullandım. Hat sanatı üzerine değil, daha ziyade sanatçıların metin kullanımı üzerine geleneksel bir sergiydi. Eserlerden bazıları doğası gereği klasik ve Arap hat sanatıyla ilgiliydi. Ayrıca sanatçı Nja Mahdaoui’nin eseri gibi hat eserleri de vardı. Ancak serginin sonunda Azzavi gibi Iraklı ve Lübnanlı Muhammed Ravas gibi siyasetle ilgili eserlerde vardı. İşte o an, bu eserlerin günümüz durumlarıyla konuşabileceğini fark ettim. Sergi, müzede bu tür çalışmaların önemi konusunda bir tür farkındalık yarattı. Bu, 2009 yılında Modern ve Çağdaş Ortadoğu Sanatı eserlerini edinme girişimi (CaMMEA) oluşumuna yol açtı. Bununla birlikte, satın alma sürecinin farklı yönlere yayılması ve dallanmasının yanı sıra kendi gerçekliklerinden ve zamanlarından söz eden eserler elde edilmesi için destek veren çok cömert insanlar geldi”

Venetia Porter, British Museum'da "Hac... İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinin hazırlıkları sırasında (Şarku’l Avsat)

Hac Sergisi: İslam’ın Kalbine Yolculuk

-Porter’ın kariyeri 2012 yılında Hac… İslam’ın Kalbine Yolculuk” sergisiyle önemli bir yere taşınıyor. Bunu sergilerin düzenlenme şeklini değiştiren önemli bir sergi olarak tanımlıyor ve bunu birden fazla nedene bağlıyor

“Öncelikle önemi ve ayrıca İslam dini fikri ile ilgili olması, tüm Müslümanlara hitap eden bir sergi sunmakla alakalı. Katıldıklarında kendilerini rahat ve tanıdık hissetmeleri için gösterinin gayrimüslimlerle iletişim kurması da önemliydi. Klasik işlerle çağdaş işlerin harmanlanmasının önemini sergi sayesinde anladım”
‘Hac: İslam’ın Kalbine Yolculuk’ sergisinde Suudi sanatçı Ahmed Mater'in “manyetizma” eserinde temsil edilen, zamanları aşan ve anlamın kalbine dokunan bir eserin içeriğini somutlaştıran temel bir eser vardı. Meşhur sergi hakkında konuşan Porter, “Başından beri iki temel parçaya ihtiyacım olduğunu biliyordum. İlki Fransız Milli Kütüphanesinden (Makamat el-Hariri), diğeri ise Ahmed Mater'in (manyetizma) eseriydi. Bu iki parçanın varlığını sağlarsam bundan sonra her şeyin kolay olacağına emindim. Şanslıydım ki, Fransız kütüphanesi çok cömertti ve elyazmasının ödünç alınmasına izin verdi”

Sanatçı Farah Behbehani'nin 2014'te Medine'de düzenlenen “Harfler ve Tezhipler” sergisinde yer alan bir çalışması (Şarku’l Avsat)

-Londra'daki Hac sergisine katılanlar için, sergi salonlarına ve müzedeki Büyük salonunun arasına dağılmış bir dizi çağdaş sanat eseri olması şaşırtıcı. Porter, İngiliz sanatçı İdris Han’ın istisnai bir çalışmasını büyük salona yerleştirdi. Klasik ve antik sanatı çağdaş sanatla harmanlamak onun için önemli bir deneyimdi: “Çağdaş sanatı dahil etmekten çok gurur duydum. Gelenlere uzun bir tarihi bağlam yaşatmak istedim. Hac için de duygusal bir durum ve değişiklik yaratmak istedim. Burada müze uzmanlarından birinden yardım istedim, o da Hac yaptı, birlikte çalıştık. Sergiyi kütüphaneye bağlı okuma odasında yaptığımız için şanslıydık ve ziyaretçi sergilere ulaşmadan önce gösterinin başında Telbiye yayınlayarak özel bir durum oluşturabildik. Hacıların sesinden Telbiye okunan loş bir koridor vardı. Ziyaretçilerin Telbiye'yi duyduklarında tenlerinin nasıl titrediğini, Kâbe’nin perdesini görmek için dışarı çıktıklarını ve ardından müzeden nadide bir Kur’an'ın ilk nüshasını anlatan yorumlarını duymak ilginçti”
“Gösterinin amaçlarından biri de İngiltere'deki çeşitli Müslüman topluluklarla iletişim kurmaktı. “Müslüman topluluklardan gelen ziyaretçilerin gösteriyle nasıl etkileşime gireceğini bilmiyorduk, meslektaşım birçoğuyla iletişim halindeydi. İngiltere'den hac ziyaretinde bulunan Müslümanların yaşadıklarını ve duygularını aktardıkları ses kayıtlarıyla gösteriye Müslüman topluluklara dair güncel bir boyut katabildik. Bu ses kayıtları mükemmel ötesiydi, buna ek olarak ziyaretçilerin gözlemlerini kaydetmeleri için kitaplar koyduğumdan emin oldum. Daha önce hiç yapmadığımız bir şekilde sürekli kitap koyduk”,
“Sergi izleyici olan etkileşimle müzenin en popüler sergilerinden biri haline geldi. “İnsanlar sergiyi çok beğendi ve bence farklı bir izleyici kitlesi çekti. Çünkü Salita isimli küçük bir kızın günlüğü gibi onların günlük hayatlarına dokunan parçaları gösterdik. Salita’nın annesi benimle iletişime geçerek kızının annesiyle Hac yaparken günlük tuttuğunu söyledi. Bana onu sergiye eklemek isteyip istemediğimi sordu ve ben de hemen kabul ettim. Sergide Makamet el Hariri’nin Hicaz yazısıyla yazdığı eski el yazması bir Kuran’ı Kerim nüshası, Kabe’nin eski bir örtüsü, Ahmed Mater tarafından kaleme alınmış eserler ve Hacıların kutsal yerlerden satın aldığı seccade, zemzem matarası, tesbih gibi bazı parçalardan oluşan müstakil parçalar yer aldı. Bence insanlar bu kombinasyonu beğendi”

Antik müze koleksiyonundaki çağdaş eserler

-Sizde böyle bir kültür yapısında çağdaş eserler ortaya koyan bir insan görüyorum. Bu müzede tartışılan bir konu muydu, zorluklar yaşandı mı?
“Özellikle ‘Sanattaki Kelime’ serginden sonra heyecan geldi, bu kombinasyon geniş bir kabul gördü. Hac: İslam’ın Kalbine Yolculuk sergisinde de bunu yaptık. Buhari İslam Eserleri Salonu'nu kurarken güçlü bir şekilde, sergi salonunun sonunda çağdaş eserler eklemek için boşluk bırakmaya özen gösterdik. Ayrıca ana teşhir dolaplarında çağdaş ve antikayı harmanlayabildik. Salonun temel tasarımının çağdaş ve antik karışımı olmasına da özen gösterdik. İşin garibi bu hamleye yetkilileri ikna etmemize gerek kalmadı”

-Fikir alıp uygulayacak birine mi ihtiyacınız var mı?
“Evet, bunun için yer olduğundan eminim. İmkanımız var, olağanüstü bir parça seçimimiz var. Ayrıca önemli olan mekanın çağdaş bir dokunuş içerecek şekilde inşa edilmiş olması. Yenilenen mekanlarda bunu yapamazsınız, mesela eski İslâmî sanat salonlarında yapamıyorduk. Ama burada çağdaş sanatı sunmak doğal görünüyor. Burada esas olan, bu çalışmaları bir konuyu tartışmak için kullanabilmemiz… Bunu eserlerle yapabilirsiniz, bizim her sergide yaptığımız bu, halka gösterdiğiniz eserler var. Ama onu birlikte organize etme şeklimiz ve bununla anlattığı hikayeler neler”

-Bu salonu inşa etmekten ve içinde tarih olan çağdaş dünya hissinden bahsediyorsunuz, mekanı yakınımızda hissediyoruz, Suudi ressam Ahmed Angavi'nin yaptığı pencereler de bu unsurlardan biri. Salonun tasarımının özüne tanıtılma şekli, sergilerde temsil edilen asırlık tarihi gözden kaçıran çağdaş dokunuşlar.
“Aynen öyle. Müze ekibi ile tasarımcılar arasında güzel bir işbirliği oldu. Esasen, parçaları yaratıcı bir şekilde göstermek zorunda olan tasarımcılara fikirler, hikayeler ve parçalar sunan dört küratörüz. Ancak kolay değildi. Örneğin, bir dolap için 50 parça önerebilirim ancak tasarımcı bunu hemen reddedebiliyor. Sayıyı 30’a indirmemizi istiyor. Serginin başarılı olmasının sebebi bu. Tasarım güzel, vitrinler de öyle. Sonuç olarak fuar koordinatörü yalnız çalışmıyor. Parçaları görebiliriz ancak parçaların boşluğa ve diğer parçalara nasıl uyduğunu tam olarak bilemeyiz. Buhari Vakfı bunu desteklediği için şanslıyız. Buhari'nin salonlarının müzenin diğer salonlarından farklı olması beni özellikle mutlu ediyor, çünkü ziyaretçiler buralara akın ediyor. Belki de farklı parçaları bir araya getirdiğimiz için. Diğer müzeleri gezdiğimizde genellikle 1850'de duran İslam sanatı adını taşıyan bir bölümle karşılaşıyoruz ve bu nedenle ziyaretçi resmin geri kalanını, sürekliliğini alamıyor”

-İslam dünyasının sanatlarındaki sürekli anlatıya dair konuşması beni meraklandıran önemli bir noktayı gündeme getiriyor. İslam sanatı kavramının değişim ve yeniden tanımlanma sürecinden geçtiğini söyleyebilir miyiz?
“Çok zor. Keşke o isim olmasaydı, çünkü bu sanatla yaşıyoruz, bu terimleri her zaman kullanmamaya çalışıyoruz. Demek istediğim şu ki, bu salonda İslam dünyasından bahsediyoruz ve bu çerçevede farklı aşamalarımız ve hareketlerimiz var. Çağdaş döneme geldiğimizde kafa karıştırıcı olduğunu düşünüyorum, çağdaş İslam sanatı terimini kullanmıyorum. Sanatçının ülkesinden bahsetmeyi tercih ediyorum, Sudanlı, Filistinli, Mısırlı vs…. Ayrıca Ortadoğu tabirini de sevmiyorum, çünkü oryantalizm dalgasını ifade eden bir tabir bence”

Porter Beyrut doğumlu ve Arapçaya aşık
Konularını büyük bir aşkla işleyen Porter, son sergisi “Ressamın Defterleri” ile ilgili bir kitap hazırladığını söylüyor ve gülüyor: “Bence bu benim görevim, bu işlere takıntılı oldum. Yazacak çok şey olduğunu hissediyorum, şiirler çok yaratıcı”

-Şiire yaptığı gönderme sebebiyle ona Arapça okuyor musun?
“Evet ama yavaş yavaş. Arapça okuyordum, Beyrut’ta okudum e gençken konuşuyordum. Beyrut’ta doğdum dadım Suriyeliydi. Benimle her zaman Arapça konuşurdu, çok şanslıydım. On yaşımdayken dadımdan alınana kadar İngilizce, Fransızca ve Arapça olmak üzere üç dil konuşarak büyüdüm. Daha sonra İngiltere’de yatılı bir okula gönderildim. Annemle Fransızca, babamla İngilizce, dadımla Arapça konuştum. O kadar iyiydim ki üniversitede okumuştum, maalesef şimdi o kadar akıcı değilim. Suudi Arabistan'a yaptığım ziyaretler beni tekrar oraya götürdü. Orada giderek daha fazla Arapça konuşuyorum. Emekliliğimden sonra hazırladığım projelerden biri de daha fazla Arapça okumak. İngilizce çevirisi olan birçok Arapça şiir okudum ama Arapça okumak istiyorum. Mahmud Derviş ve Ali Ahmed Said Eşber’i orijinalinden okumak istiyorum”

-Arap sanatına olan sevginiz yetiştirilme tarzınızdan mı kaynaklanıyor?
“Tabiki. Hayatımın ilk 10 yılını bölgede geçirdiğim ve dedemler de orada yaşadığı için mutlaka ziyaret ediyordum. Çağdaş sanat teması beni oraya geri getirdi, çemberi tamamlamış gibi hissediyorum. Moda tasarımcısı olan annem aynı zamanda Lübnan'da ressamdı. Arif er-Rayes, Abboud, Gerghesian, Fatih Muderris ve diğerleri gibi tüm bu sanatçıları tanıyordu. Dili seviyorum ve Arap dünyasını gezmeyi seviyorum. İnsanları, yemeği ve Arapça konuşan insanları duymayı seviyorum”

Suudi Arabistan'daki sergiler
“Arap dili ve seyahat hakkında konuşmak bizi otomatik olarak 2012 yılında  Suudi Arabistan'da Medine'de “Harfler ve Tezhipler” sergisine ve bu yılın başında Cidde'de yaptığım sergiye götürüyor”. Harfler ve Tezhip sergisini eşsiz bir etkinlik olarak anlatıyor, serginin düzenlendiği zamanı ve Meridien Medina Oteli'ndeki spor kulübü merkezindeki ikametgahını hatırlayarak, “Olağanüstü bir sergiydi. Şehir otelindeki o salonu bir sergiye dönüştürmek bile inanılmazdı”
“Cidde'de düzenlenen 21.39 etkinliği kapsamındaki ‘Mekanlar’ sergisi de özellikle pandemi döneminde düzenlendiği için ön plana çıktı.” Mekanlar sergisi, özellikle koronavirüs döneminde benim için önemli. İlk defa doğrudan sanatçıları görevlendiriyorum ve onlarla konuşup tartışmalar yapıyorum. British Museum'da durum farklıydı. Genellikle koleksiyonlardan ödünç alınıyor ve sergi buna göre planlanıyor. Serginin daha sonra Dahran'daki Ithra Center'da sergilenmek üzere taşınması da güzeldi. Heyecan vericiydi. Sergiye güçlü bir dokunuş vermesi için Şarkiyye bölgesinden sanatçı Abdurrahman es Süleyman’la çalıştık. Şarkiyye’nin sanatını öne çıkarırken yeni mekanlara uymak adına sergisinin tasarımını da değiştirdik. Sanki birden fazla sergi varmış gibi oldu”

Suudi sanatı mercek altında

-Sizi Suudi sanatına geri götüreceğim. Suudi Arabistan'da Ahmed Mater ve Ahmed Angavi gibi bazı sanatçılara ışık tutmada rolünüz var, bize bundan bahseder misiniz?
“Gerçekten heyecan vericiydi. Ahmed Mater'in tablosunu ilk kez (Edge of Arabia) girişiminin kurucularından sanat uzmanı Stephen Stapleton aracılığıyla gördüm. Sanırım bu eseri görecek kadar şanslıydım ve hemen satın alıp British Museum koleksiyonuna koyduk. Doğrudan patronumun ikna edilmesine gerek yoktu, işi çok beğendim, harikaydı. Sanatçının eseri tıbbi çağrışımları taşıyor ve resmin merkezinde Kabe vardı, sadece güzelliği ile değil, arkasındaki fikirlerle duyularıma da haki olan harika bir eser. Mater, doktorluğu nasıl sanatıyla harmanladı. Mater ve Stapleton aracılığıyla Maha Al-Mallouh, Menal ed-Dowayan, Eymen Yousry ve diğerleri gibi harika sanatçılar hakkında çok şey öğrendim”

-Porter'ın sanatçı Ahmed Angavi'nin çalışmalarına duyduğu coşku, eserini Buhari İslam Sanatları Galerisi'nde bulunduğu British Museum'a taşıdı.
“British Museum'daki Buhari Salonu'nun yapımında çalışırken pencereler için farklı bir tasarım düşündük. O sırada 21.39 sergisine katılmak için Cidde'deydim, Ahmed Angavi de Cidde'nin el Beled bölgesinde ahşap oyması eserleriyle kişisel sergi düzenliyordu. Kendi kendime bağırdım buldum diye. Bu nedenle Ahmed Angavi, British Museum'daki Buhari Salonu'ndaki pencereler için ahşap paravanlar yapmamız için bizi görevlendirdi. Ahmed'in çizimleri orijinal boyutunda toplantımıza getirdiğini ve onları toplantı masasına yaydığını hatırlıyorum, herkes yaptığı iş karşısında etkilenmişti. Angavi'nin çalışmalarında özel bir şey var, sanatıyla kendi damgasını taşıyan işleri, burada etrafımızdaki pencereler için farklı ve çağdaş tasarımlarla sunmuş, her şey saf bir zevkle”



Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
TT

Andri Snaer Magnason: Günümüzde her şeyi sonuna kadar sömürme eğilimindeyiz

İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)
İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason, Mantova, İtalya, 10 Eylül 2021 (Getty Images)

Nesrein El-Bakhshawangy

Yazar, müzisyen, belgesel film yapımcısı ve çevre aktivisti Andri Snaer Magnason, şiir, roman, tiyatro, çocuk ve genç yetişkin edebiyatı ve bilimsel kitaplar yazarak İzlanda Edebiyat Ödülü'nü tüm dallarında kazanan tek isim. Magnason, “LoveStar: A Novel” (Love Star) adlı kitabıyla 2016 yılında Fransa'da En İyi Yabancı Bilim Kurgu Romanı ödülü de dahil olmak üzere birçok ödül kazandı.

Magnason, 1973 yılında doğdu, İzlanda Dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Ancak çevre ve iklim değişikliği konuları ilgisini çeken yazar, yazılarında başlıca olarak bu konuları ele aldı. Ülkesinin temiz enerjiye geçmesi ve ulusal dilin önemi gibi alanlarda sıkı çalışmalar yapmak üzere 2016 yılında cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylığını koydu. Çalışmaları İngilizce, Fransızca, Japonca, Arapça ve Türkçe dahil olmak üzere 30'dan fazla dile çevrildi.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı İzlandalı yazar Andri Snaer Magnason röportajın tam metni;

*Çevre ve iklim değişikliği hakkında yazmaya ilk olarak ne zaman ilgi duymaya başladınız?

Milenyumun başlarında İzlanda'daki birçok önemli yer kentleşme tehdidi altındaydı. Örneğin, belirli bir kaz türünün dünyadaki en büyük yuvalama alanı sular altında kalmıştı. Bunun gibi tehdit altındaki pek çok yerin yazabileceklerimden çok daha önemli olduğunu hissettim. Bu alanları koruyup koruyamayacağımı, dünyaya bir roman ya da yeni bir kitapla yapabileceğimden daha fazla katkıda bulunup bulunamayacağımı merak ettim. Daha sonra bu düşüncelerimi, bazen doğrudan, kurgusal olmayan bir biçimde, bazen de bilim kurgu, şiir ya da çocuk kitaplarında konu etrafında örmenin bir yolunu buldum ve bunları bir kitaba dönüştürdüm.

LoveStar: A Novel kitabında en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim.

Teknoloji ve özgürlük

*LoveStar: A Novel adlı romanınız teknoloji ve özgürlük arasındaki çatışmayı ele alıyor. Sizi bu romanı yazmaya iten neydi?

LoveStar: A Novel oldukça çılgın bir roman. İçinde bulunduğumuz çağın mitlerine karşı ilerleme ve teknoloji dünyasını keşfetmek ve şu anki trajik tanrılarımızı incelemek istedim. Yani Elon Musk ya da Steve Jobs gibi girişimciler dünyada devrim yarattılar, ama aynı zamanda kendilerini de yok ettiler. Onlar bana dünyayı istila eden ve bedenlerini ya da ruhlarını ele geçiren fikirlerin sadece ev sahipleri gibi görünüyorlar. Bu roman sosyal medyanın hayatımıza girmesinden önce yazıldı. Bu yüzden Jobs ve Musk'ın romanın ilham kaynağı olduğunu söylemek yanlış olur. Bu roman onları bu yolculuğa çıkmadan önce yazıldı. Yaklaşan internet çağının vaat ettiklerini, bağlantı ve veri çağını ve bu gelişen teknolojilerin sonuçlarını keşfetmek istedim. Sahte haberler, bilgi balonları ve kişiselleştirilmiş derecelendirmeler kitapta geçse de bunlar o zamanlar gündemde olan konular değildi. George Orwell’ın 1984 adlı kitabını, Kurt Vonnegut ve Aldous Huxley'in eserlerini, kendi zamanlarının gerçekliğine nasıl tepki verdiklerini ve bizim gerçekliğimiz için ne tür bir tepki hayal ettiğimi düşünüyordum. Uluslararası şirketlerin etiği ‘eğer biz yapmazsak başkası yapacak, o yüzden biz de yapmalıyız’ şeklindedir.

sdwcfvrgbt
LoveStar: A Novel adlı romanın kitap kapağı

*Peki bu romanda modern kapitalizmi ve onun toplum üzerindeki etkisini eleştirirken size ilham veren neydi?

Ben bunu daha çok araştırma, taklit ve deney olarak görüyorum. Doğanın ya da insan etkileşimlerinin ve kültürün giderek daha fazla alanının metalaştığını hissettim. Yeni teknolojinin, daha önce mümkün olmayan insan ilişkilerinden yararlanma ve bunlardan faydalanma olanaklarını nasıl açacağını düşündüm. Hiçbir şeyin kendi haline bırakılamayacağına, çağımızda her şeyi sonuna kadar sömürme eğiliminde olduğumuza tanık olmaktan ilham aldım ve bu romanda en son aşkın, ölümün ve dinin sonuna kadar sömürülmesi gerektiğini gösterdim. LoveStar: A Novel, bu 'kaynakları' sonuna kadar kullanmanın yollarını buluyor.

İklim değişikliği meseleleri

*Bize “On Time and Water” (Zaman ve Suya Dair: Bir Buzula Ağıt) adlı kitabı yazma sürecinden bahseder misiniz? Kitabın beyaz perdeye uyarlanma fikri nasıl ortaya çıktı ve filme nasıl hazırlandınız?

Yaşadığım zamanın ve mekânın bir yazarı olarak, bu konu benim için yazılması gereken en önemli konuydu. İklim değişikliği meseleleri üzerine yazılan çoğu yazının ilgi çekici olmadığını ve hatta yapay zeka tarafından yazılmış gibi tahmin edilebilir olduğunu gördüm. Bu konuların akıbetini öngörebildiğimi ve anlatı yoluyla bunlar hakkında beyin fırtınası yapabildiğimi fark ettim. İletişim yeteneği, bilimsel konuları ortalama bir insana açıklamak için büyük önem taşısa da bunun ötesine geçilmesi gerektiğini hissettim. Daha derin bir yaklaşım gerekiyordu. Bu dilden daha büyük bir şey. Zira bu temiz enerji dünyasına doğru bir paradigma değişimiyle ilgili ve bir paradigma değişiminde dil ve normlar yıkılmaya başlar.

ccdfvrbg
On Time and Water romanının kitap kapağı

İçinde yaşadığımız zamanı anlamadığımızı nasıl anlayabiliriz? Kitap ailemle ilgili, büyükannem ve büyükbabam 1950'lerde buzul kaşifleriydi. Kitap, bir yandan da zamanı ele alıyor. Çünkü 2100 gerçekten ne anlama geliyor? Biz bunu nasıl anlıyoruz? Kelimeler ne anlama geliyor? Olaylar 1000 ya da 2000 yıl sonra hala iklim değişikliği olarak adlandırılacak mı yoksa başka bir isimle mi anılacaklar?

Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor.

Çocuklar ve çevre

*Bir çocuk edebiyatı yazarı olarak, sizce çocukları ve gençleri çevreyle ilgili konularda erken yaşta eğitmek önemli hedeflere ulaşılmasına nasıl yardımcı olabilir?

Çocukların ve gençlerin tüm eğitim metotlarıyla temiz enerjiye geçişin önemi konusunda bilinçlendirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçtiğimiz yüzyılın tasarım yöntemleri, alışkanlıkları ve endüstrisi artık eskidi. Yeni nesillerin ‘nasıl çiftçilik yapılır, nasıl inşaat yapılır, nasıl seyahat edilir?’ gibi pek çok şeyi yeniden keşfetmesi gerekiyor. Benim yaşıma geldiklerinde tüm dünyanın temiz enerjiye ihtiyacı olacak. Bu büyük bir değişim ve zorluk. Bugün doğan bir çocuk 2100 yılı civarında emeklilik yaşına ulaşacak. Şu anda dünyamız gelecekte istikrarlı olacak şekilde tasarlanmamıştır.

tynm
The Casket of Time (Yonder) kitabının kapağı

Bir genç yetişkin romanı olan The Casket of Time'da modern hikayeleri antik destanlarla birleştirirken karşılaştığınız zorluklar oldu mu?

Yeni bir eser yazarken karşılaşılan başlıca zorluk, eserin çerçevesini belirlemektir. Eser bir seri mi olmalı? Üç kitap mı, beş kitap mı? Ya da çok uzun bir kitap olabilir. Ama ben uzun kitaplardan ziyade kısa ve konu odaklı hikayeleri seviyorum. Bu yüzden geleceğin ve geçmişin hikayelerini bir arada örmek ve bunları mantıklı, şaşırtıcı ve izleyiciler için eğlenceli hale getirmek zordu, ama umarım başarmışımdır.

Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabilir, ancak bir kelime de bin resimden daha fazlasını anlatabilir.

*Kişisel internet sitenizde “Ben Noam Chomsky ve Lewis Carroll'un gayrimeşru oğluyum” diye yazmışsınız. Onların yazıları çalışmalarınızı nasıl etkiledi?

Chomsky'nin dilbilim teorilerini inceledim. Carroll ise beni vahşi ve eğlenceli hayal gücüyle etkiledi. Kelimelere ve dile olan ilgi ve hayal gücünüzü ne kadar genişletebileceğinizi görmek gibi şeyler zihnimde takılıp kaldı.

*“Dreamland” (Düş ülkesi) kitabınızın belgesel film haline getirilmesiyle birlikte, edebiyatın görsel eserlere dönüştürülmesinin önemini nasıl görüyorsunuz?

Gerek sözlü anlatıcılık gerek kitapta yazılı, gerekse müzikal ya da film olarak olsun hikayelerin farklı ifade biçimleri her zaman ilgimi çekmiştir. Farklı formlardan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Her ifade biçiminin kendi kuralları ve kendi büyüsü vardır. Bir resim bin kelimeden daha fazlasını anlatabileceği gibi bir kelime de bin resimden fazlasını anlatabilir.

*Sizi 2016 yılında İzlanda cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmaya iten neydi? Sizce bir şair ve romancı böyle bir makamda ne kadar başarılı olabilir?

İzlanda cumhurbaşkanı devletin bir temsilcisidir. Doğrudan bir gücü olmasa da nüfuzu vardır. Benim gündemim İzlanda dilinin korunmasının önemi konusunda farkındalık yaratmak ve İzlanda'nın iklim değişikliğinin etkileri konusunda küresel bir eylem örneği haline gelmesini sağlamaktı. Cumhurbaşkanlığı daha çok kelimeler, kavramlar ve vizyonla ilgili. Bu, bugün her zamankinden daha önemli olduğu için gündeme getirebileceğimi düşündüğüm bir konuydu.

*Tüm ilgi alanlarınız arasında en çok neyle gurur duyuyorsunuz ve neden?

Belki çocuklarım! Dört tane çocuğum var. Ama birçok ülkedeki insanlara ulaşan çok farklı türde sanat yapma becerimle gurur duyuyorum. İzlandaca yazmak ve çeviri yoluyla Arapça konuşulan ülkelerdeki biriyle konuşmak ve yazının hala sınırları aşabildiğini görmek harika. Bununla gurur duyuyorum.

*Belgesel film yapımcısı olarak yaptığınız çalışmalar yazarlığınızı nasıl etkiledi?

Kariyerimi tarımdaki gibi bir tür ürün rotasyonu olarak görüyorum. Ürün rotasyonunda bir yıl patates ekersiniz, ertesi yıl arpa ve sonra belki de bir yıl boyunca tarlada yabani otların büyümesine izin verirsiniz. Böylece her tarla diğerini besler. Of Time and Water'ı yazarken kendimi bir belgesel film çekiyormuş gibi hissettim. Bilim insanlarıyla, yaşlılarla, Dalai Lama gibi kişilerle röportajlar yaptım. Ama sonra elimdeki malzemenin o kadar büyük olduğunu fark ettim. Bunun kitaplaştırılması gerektiğini düşündüm ve şimdi de bir belgesel film oldu.

*Belgesel filminiz “The Hero's Journey to the Third Pole - a Bipolar Musical Documentary with Elephants” (Kahramanın Üçüncü Kutba Yolculuğu: Fillerle Bir Bipolar Müzikal Belgesel) adlı belgesel filminiz, bipolar bozukluğu olan kişilerle ilişkili ruh sağlığı sorunları ve yaratıcı yetenekler konusunda farkındalık yaratmayı mı amaçlıyor?

Akıl hastalıkları üzerine tartışmak zor ve hassas bir konu. Filmimde, bipolar bozukluk şikayeti olan iki kahramana kendileri hakkında konuşma şansı verdik. Filmde tıpkı hepimiz gibi çok sempatik iki insan görüyoruz. Yani hayatlarının bir noktasında normal biri gibi muamele görüyorlar. Ancak hastalığın depresif evrelerinde karanlık zamanlardan geçerken manik evrelerinde yıldızlara dokunacak kadar coşkulu olabiliyorlar. Ardından farklı bir bilinçle ve hepimizin bir şekilde öğrenebileceği yeni bir insanlık durumu anlayışıyla geri dönüyorlar.