Venetia Porter’ın Arap ve İslam sanatıyla geçen 33 yılı

British Museum'da düzenlenen "Hac: İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinde yer alan sanatçı Ahmed Mater'in "Manyetizma" adlı çalışması (Şarku’l Avsat)
British Museum'da düzenlenen "Hac: İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinde yer alan sanatçı Ahmed Mater'in "Manyetizma" adlı çalışması (Şarku’l Avsat)
TT

Venetia Porter’ın Arap ve İslam sanatıyla geçen 33 yılı

British Museum'da düzenlenen "Hac: İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinde yer alan sanatçı Ahmed Mater'in "Manyetizma" adlı çalışması (Şarku’l Avsat)
British Museum'da düzenlenen "Hac: İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinde yer alan sanatçı Ahmed Mater'in "Manyetizma" adlı çalışması (Şarku’l Avsat)

“Ayrılmak zor” British Museum İslâmî Eserler Küratörü Dr. Venetia Porter, emekli olarak çalışma hayatındaki bir dönemin sona ermes ve Çağdaş Arap sanatıyla yeni bir aşamaya hazırlanmak adına müzedeki işinden ayrılma vesilesiyle röportaja başladı.

-Buhari İslâm Sanatları Salonu'ndaki en sevdiği yerde, Suudi sanatçı Ahmed Angavi'nin yapımında ustalaştığı ahşap bir perdenin altında güzel yapılmış bir koltukta oturuyoruz.  Burada geçtiği en önemli yerler, sergiler ve isimleri hatırlıyor. Ona soruyorum: Şu anda neyi geliştiriyorsunuz?
Gözleriyle etrafa bakıyor ve gururla şunu söylüyor:
“Ziyaretçilerin bu salona gelip farklı parçaların önünde yavaşladıklarını gördüğümde mutlu oluyorum. Ancak aynı zamanda da üzüntü hissediyorum. Burada 33 yıl çalışmaktan sonra ayrılmak zor. Bütün hayatım buradaydı.

Ahmed Angavi'nin tasarımları, British Museum'daki (Ortadoğu) İslam sanatı salonlarında önemli bir yeri kaplıyor (Şarku’l Avsat)
Ancak en sevdiğim konu olan Sanatçı Defterleri konulu bir sergiyle ayrılıyorum. Harika insanlar sayesinde bir çok eserin Müze koleksiyonuna dahil edilmesi sürecini yönettim. 1 Ocak’ta ne hissedeceğimi bilmiyorum?” dedi.

-British Museum ile yolculuğunuzdaki ilk önemli projeyi hatırlıyor musunuz?
Porter: “Çok farklı şeyler var. 1989'da burada çalışmaya başladığımdan beri meslektaşlarım eski İslam sanat galerilerinin kurulması için çalışıyor. Heyecan vericiydi, hala öyle. O dönem el yordamıyla adım atmaya başlıyordum. Madeni Para Dairesi ve ayrıca Doğu Sanatı Bölümü'nde çalışıyordum. Uzun bir süre seramik, çanak ve çömlek hakkında çok şey öğrendim”

-Çömlekçiliğe olan sevginizden bahsettiğiniz başlangıçlarınızla ilgili bir makale okuduğumu hatırlıyorum
“Bil fiil üniversitede İslami Seramik Sanatları okudum, akıl hocam ve öncü James Allen'ın bana öğrettiği şekilde oldu. Parçalara dokunarak öğrenebilirsiniz, kırık parçalara dokunarak öğrendiğinizi unutmazsınız. Bence bisiklete binmek gibi, asla sürüş becerisini unutmuyorsunuz. Dokunarak parçaların nerede yapıldığını her zaman anlayabilirsiniz”

Sanatçı Nasır es-Salim’in 2014'te Medine'de düzenlenen “Harfler ve Tezhipler” sergisindeki bir çalışması (Şarku’l Avsat)
2006 yılında döndüğü müze hayatındaki ilk önemli durak: “Bence yaptığım en büyük proje 2006'daki ‘Sanattaki kelime’ sergisiydi. Sergi, müzenin başlattığı satın alma sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu parçaları 2006'da ücretsiz bir şekilde halka açık sergiye koymanın amacını anlamadım. Mayıs ayıydı ve Lübnan iç savaşına denk geliyordu. Gösterideki eserlerin çoğu doğası gereği politikti. Lübnan ve Irak'tan sanatçıların eserlerinde ortaya çıktı”
“Sergide metin ve kelime fikrini sanatta kullandım. Hat sanatı üzerine değil, daha ziyade sanatçıların metin kullanımı üzerine geleneksel bir sergiydi. Eserlerden bazıları doğası gereği klasik ve Arap hat sanatıyla ilgiliydi. Ayrıca sanatçı Nja Mahdaoui’nin eseri gibi hat eserleri de vardı. Ancak serginin sonunda Azzavi gibi Iraklı ve Lübnanlı Muhammed Ravas gibi siyasetle ilgili eserlerde vardı. İşte o an, bu eserlerin günümüz durumlarıyla konuşabileceğini fark ettim. Sergi, müzede bu tür çalışmaların önemi konusunda bir tür farkındalık yarattı. Bu, 2009 yılında Modern ve Çağdaş Ortadoğu Sanatı eserlerini edinme girişimi (CaMMEA) oluşumuna yol açtı. Bununla birlikte, satın alma sürecinin farklı yönlere yayılması ve dallanmasının yanı sıra kendi gerçekliklerinden ve zamanlarından söz eden eserler elde edilmesi için destek veren çok cömert insanlar geldi”

Venetia Porter, British Museum'da "Hac... İslam'ın Kalbine Yolculuk" sergisinin hazırlıkları sırasında (Şarku’l Avsat)

Hac Sergisi: İslam’ın Kalbine Yolculuk

-Porter’ın kariyeri 2012 yılında Hac… İslam’ın Kalbine Yolculuk” sergisiyle önemli bir yere taşınıyor. Bunu sergilerin düzenlenme şeklini değiştiren önemli bir sergi olarak tanımlıyor ve bunu birden fazla nedene bağlıyor

“Öncelikle önemi ve ayrıca İslam dini fikri ile ilgili olması, tüm Müslümanlara hitap eden bir sergi sunmakla alakalı. Katıldıklarında kendilerini rahat ve tanıdık hissetmeleri için gösterinin gayrimüslimlerle iletişim kurması da önemliydi. Klasik işlerle çağdaş işlerin harmanlanmasının önemini sergi sayesinde anladım”
‘Hac: İslam’ın Kalbine Yolculuk’ sergisinde Suudi sanatçı Ahmed Mater'in “manyetizma” eserinde temsil edilen, zamanları aşan ve anlamın kalbine dokunan bir eserin içeriğini somutlaştıran temel bir eser vardı. Meşhur sergi hakkında konuşan Porter, “Başından beri iki temel parçaya ihtiyacım olduğunu biliyordum. İlki Fransız Milli Kütüphanesinden (Makamat el-Hariri), diğeri ise Ahmed Mater'in (manyetizma) eseriydi. Bu iki parçanın varlığını sağlarsam bundan sonra her şeyin kolay olacağına emindim. Şanslıydım ki, Fransız kütüphanesi çok cömertti ve elyazmasının ödünç alınmasına izin verdi”

Sanatçı Farah Behbehani'nin 2014'te Medine'de düzenlenen “Harfler ve Tezhipler” sergisinde yer alan bir çalışması (Şarku’l Avsat)

-Londra'daki Hac sergisine katılanlar için, sergi salonlarına ve müzedeki Büyük salonunun arasına dağılmış bir dizi çağdaş sanat eseri olması şaşırtıcı. Porter, İngiliz sanatçı İdris Han’ın istisnai bir çalışmasını büyük salona yerleştirdi. Klasik ve antik sanatı çağdaş sanatla harmanlamak onun için önemli bir deneyimdi: “Çağdaş sanatı dahil etmekten çok gurur duydum. Gelenlere uzun bir tarihi bağlam yaşatmak istedim. Hac için de duygusal bir durum ve değişiklik yaratmak istedim. Burada müze uzmanlarından birinden yardım istedim, o da Hac yaptı, birlikte çalıştık. Sergiyi kütüphaneye bağlı okuma odasında yaptığımız için şanslıydık ve ziyaretçi sergilere ulaşmadan önce gösterinin başında Telbiye yayınlayarak özel bir durum oluşturabildik. Hacıların sesinden Telbiye okunan loş bir koridor vardı. Ziyaretçilerin Telbiye'yi duyduklarında tenlerinin nasıl titrediğini, Kâbe’nin perdesini görmek için dışarı çıktıklarını ve ardından müzeden nadide bir Kur’an'ın ilk nüshasını anlatan yorumlarını duymak ilginçti”
“Gösterinin amaçlarından biri de İngiltere'deki çeşitli Müslüman topluluklarla iletişim kurmaktı. “Müslüman topluluklardan gelen ziyaretçilerin gösteriyle nasıl etkileşime gireceğini bilmiyorduk, meslektaşım birçoğuyla iletişim halindeydi. İngiltere'den hac ziyaretinde bulunan Müslümanların yaşadıklarını ve duygularını aktardıkları ses kayıtlarıyla gösteriye Müslüman topluluklara dair güncel bir boyut katabildik. Bu ses kayıtları mükemmel ötesiydi, buna ek olarak ziyaretçilerin gözlemlerini kaydetmeleri için kitaplar koyduğumdan emin oldum. Daha önce hiç yapmadığımız bir şekilde sürekli kitap koyduk”,
“Sergi izleyici olan etkileşimle müzenin en popüler sergilerinden biri haline geldi. “İnsanlar sergiyi çok beğendi ve bence farklı bir izleyici kitlesi çekti. Çünkü Salita isimli küçük bir kızın günlüğü gibi onların günlük hayatlarına dokunan parçaları gösterdik. Salita’nın annesi benimle iletişime geçerek kızının annesiyle Hac yaparken günlük tuttuğunu söyledi. Bana onu sergiye eklemek isteyip istemediğimi sordu ve ben de hemen kabul ettim. Sergide Makamet el Hariri’nin Hicaz yazısıyla yazdığı eski el yazması bir Kuran’ı Kerim nüshası, Kabe’nin eski bir örtüsü, Ahmed Mater tarafından kaleme alınmış eserler ve Hacıların kutsal yerlerden satın aldığı seccade, zemzem matarası, tesbih gibi bazı parçalardan oluşan müstakil parçalar yer aldı. Bence insanlar bu kombinasyonu beğendi”

Antik müze koleksiyonundaki çağdaş eserler

-Sizde böyle bir kültür yapısında çağdaş eserler ortaya koyan bir insan görüyorum. Bu müzede tartışılan bir konu muydu, zorluklar yaşandı mı?
“Özellikle ‘Sanattaki Kelime’ serginden sonra heyecan geldi, bu kombinasyon geniş bir kabul gördü. Hac: İslam’ın Kalbine Yolculuk sergisinde de bunu yaptık. Buhari İslam Eserleri Salonu'nu kurarken güçlü bir şekilde, sergi salonunun sonunda çağdaş eserler eklemek için boşluk bırakmaya özen gösterdik. Ayrıca ana teşhir dolaplarında çağdaş ve antikayı harmanlayabildik. Salonun temel tasarımının çağdaş ve antik karışımı olmasına da özen gösterdik. İşin garibi bu hamleye yetkilileri ikna etmemize gerek kalmadı”

-Fikir alıp uygulayacak birine mi ihtiyacınız var mı?
“Evet, bunun için yer olduğundan eminim. İmkanımız var, olağanüstü bir parça seçimimiz var. Ayrıca önemli olan mekanın çağdaş bir dokunuş içerecek şekilde inşa edilmiş olması. Yenilenen mekanlarda bunu yapamazsınız, mesela eski İslâmî sanat salonlarında yapamıyorduk. Ama burada çağdaş sanatı sunmak doğal görünüyor. Burada esas olan, bu çalışmaları bir konuyu tartışmak için kullanabilmemiz… Bunu eserlerle yapabilirsiniz, bizim her sergide yaptığımız bu, halka gösterdiğiniz eserler var. Ama onu birlikte organize etme şeklimiz ve bununla anlattığı hikayeler neler”

-Bu salonu inşa etmekten ve içinde tarih olan çağdaş dünya hissinden bahsediyorsunuz, mekanı yakınımızda hissediyoruz, Suudi ressam Ahmed Angavi'nin yaptığı pencereler de bu unsurlardan biri. Salonun tasarımının özüne tanıtılma şekli, sergilerde temsil edilen asırlık tarihi gözden kaçıran çağdaş dokunuşlar.
“Aynen öyle. Müze ekibi ile tasarımcılar arasında güzel bir işbirliği oldu. Esasen, parçaları yaratıcı bir şekilde göstermek zorunda olan tasarımcılara fikirler, hikayeler ve parçalar sunan dört küratörüz. Ancak kolay değildi. Örneğin, bir dolap için 50 parça önerebilirim ancak tasarımcı bunu hemen reddedebiliyor. Sayıyı 30’a indirmemizi istiyor. Serginin başarılı olmasının sebebi bu. Tasarım güzel, vitrinler de öyle. Sonuç olarak fuar koordinatörü yalnız çalışmıyor. Parçaları görebiliriz ancak parçaların boşluğa ve diğer parçalara nasıl uyduğunu tam olarak bilemeyiz. Buhari Vakfı bunu desteklediği için şanslıyız. Buhari'nin salonlarının müzenin diğer salonlarından farklı olması beni özellikle mutlu ediyor, çünkü ziyaretçiler buralara akın ediyor. Belki de farklı parçaları bir araya getirdiğimiz için. Diğer müzeleri gezdiğimizde genellikle 1850'de duran İslam sanatı adını taşıyan bir bölümle karşılaşıyoruz ve bu nedenle ziyaretçi resmin geri kalanını, sürekliliğini alamıyor”

-İslam dünyasının sanatlarındaki sürekli anlatıya dair konuşması beni meraklandıran önemli bir noktayı gündeme getiriyor. İslam sanatı kavramının değişim ve yeniden tanımlanma sürecinden geçtiğini söyleyebilir miyiz?
“Çok zor. Keşke o isim olmasaydı, çünkü bu sanatla yaşıyoruz, bu terimleri her zaman kullanmamaya çalışıyoruz. Demek istediğim şu ki, bu salonda İslam dünyasından bahsediyoruz ve bu çerçevede farklı aşamalarımız ve hareketlerimiz var. Çağdaş döneme geldiğimizde kafa karıştırıcı olduğunu düşünüyorum, çağdaş İslam sanatı terimini kullanmıyorum. Sanatçının ülkesinden bahsetmeyi tercih ediyorum, Sudanlı, Filistinli, Mısırlı vs…. Ayrıca Ortadoğu tabirini de sevmiyorum, çünkü oryantalizm dalgasını ifade eden bir tabir bence”

Porter Beyrut doğumlu ve Arapçaya aşık
Konularını büyük bir aşkla işleyen Porter, son sergisi “Ressamın Defterleri” ile ilgili bir kitap hazırladığını söylüyor ve gülüyor: “Bence bu benim görevim, bu işlere takıntılı oldum. Yazacak çok şey olduğunu hissediyorum, şiirler çok yaratıcı”

-Şiire yaptığı gönderme sebebiyle ona Arapça okuyor musun?
“Evet ama yavaş yavaş. Arapça okuyordum, Beyrut’ta okudum e gençken konuşuyordum. Beyrut’ta doğdum dadım Suriyeliydi. Benimle her zaman Arapça konuşurdu, çok şanslıydım. On yaşımdayken dadımdan alınana kadar İngilizce, Fransızca ve Arapça olmak üzere üç dil konuşarak büyüdüm. Daha sonra İngiltere’de yatılı bir okula gönderildim. Annemle Fransızca, babamla İngilizce, dadımla Arapça konuştum. O kadar iyiydim ki üniversitede okumuştum, maalesef şimdi o kadar akıcı değilim. Suudi Arabistan'a yaptığım ziyaretler beni tekrar oraya götürdü. Orada giderek daha fazla Arapça konuşuyorum. Emekliliğimden sonra hazırladığım projelerden biri de daha fazla Arapça okumak. İngilizce çevirisi olan birçok Arapça şiir okudum ama Arapça okumak istiyorum. Mahmud Derviş ve Ali Ahmed Said Eşber’i orijinalinden okumak istiyorum”

-Arap sanatına olan sevginiz yetiştirilme tarzınızdan mı kaynaklanıyor?
“Tabiki. Hayatımın ilk 10 yılını bölgede geçirdiğim ve dedemler de orada yaşadığı için mutlaka ziyaret ediyordum. Çağdaş sanat teması beni oraya geri getirdi, çemberi tamamlamış gibi hissediyorum. Moda tasarımcısı olan annem aynı zamanda Lübnan'da ressamdı. Arif er-Rayes, Abboud, Gerghesian, Fatih Muderris ve diğerleri gibi tüm bu sanatçıları tanıyordu. Dili seviyorum ve Arap dünyasını gezmeyi seviyorum. İnsanları, yemeği ve Arapça konuşan insanları duymayı seviyorum”

Suudi Arabistan'daki sergiler
“Arap dili ve seyahat hakkında konuşmak bizi otomatik olarak 2012 yılında  Suudi Arabistan'da Medine'de “Harfler ve Tezhipler” sergisine ve bu yılın başında Cidde'de yaptığım sergiye götürüyor”. Harfler ve Tezhip sergisini eşsiz bir etkinlik olarak anlatıyor, serginin düzenlendiği zamanı ve Meridien Medina Oteli'ndeki spor kulübü merkezindeki ikametgahını hatırlayarak, “Olağanüstü bir sergiydi. Şehir otelindeki o salonu bir sergiye dönüştürmek bile inanılmazdı”
“Cidde'de düzenlenen 21.39 etkinliği kapsamındaki ‘Mekanlar’ sergisi de özellikle pandemi döneminde düzenlendiği için ön plana çıktı.” Mekanlar sergisi, özellikle koronavirüs döneminde benim için önemli. İlk defa doğrudan sanatçıları görevlendiriyorum ve onlarla konuşup tartışmalar yapıyorum. British Museum'da durum farklıydı. Genellikle koleksiyonlardan ödünç alınıyor ve sergi buna göre planlanıyor. Serginin daha sonra Dahran'daki Ithra Center'da sergilenmek üzere taşınması da güzeldi. Heyecan vericiydi. Sergiye güçlü bir dokunuş vermesi için Şarkiyye bölgesinden sanatçı Abdurrahman es Süleyman’la çalıştık. Şarkiyye’nin sanatını öne çıkarırken yeni mekanlara uymak adına sergisinin tasarımını da değiştirdik. Sanki birden fazla sergi varmış gibi oldu”

Suudi sanatı mercek altında

-Sizi Suudi sanatına geri götüreceğim. Suudi Arabistan'da Ahmed Mater ve Ahmed Angavi gibi bazı sanatçılara ışık tutmada rolünüz var, bize bundan bahseder misiniz?
“Gerçekten heyecan vericiydi. Ahmed Mater'in tablosunu ilk kez (Edge of Arabia) girişiminin kurucularından sanat uzmanı Stephen Stapleton aracılığıyla gördüm. Sanırım bu eseri görecek kadar şanslıydım ve hemen satın alıp British Museum koleksiyonuna koyduk. Doğrudan patronumun ikna edilmesine gerek yoktu, işi çok beğendim, harikaydı. Sanatçının eseri tıbbi çağrışımları taşıyor ve resmin merkezinde Kabe vardı, sadece güzelliği ile değil, arkasındaki fikirlerle duyularıma da haki olan harika bir eser. Mater, doktorluğu nasıl sanatıyla harmanladı. Mater ve Stapleton aracılığıyla Maha Al-Mallouh, Menal ed-Dowayan, Eymen Yousry ve diğerleri gibi harika sanatçılar hakkında çok şey öğrendim”

-Porter'ın sanatçı Ahmed Angavi'nin çalışmalarına duyduğu coşku, eserini Buhari İslam Sanatları Galerisi'nde bulunduğu British Museum'a taşıdı.
“British Museum'daki Buhari Salonu'nun yapımında çalışırken pencereler için farklı bir tasarım düşündük. O sırada 21.39 sergisine katılmak için Cidde'deydim, Ahmed Angavi de Cidde'nin el Beled bölgesinde ahşap oyması eserleriyle kişisel sergi düzenliyordu. Kendi kendime bağırdım buldum diye. Bu nedenle Ahmed Angavi, British Museum'daki Buhari Salonu'ndaki pencereler için ahşap paravanlar yapmamız için bizi görevlendirdi. Ahmed'in çizimleri orijinal boyutunda toplantımıza getirdiğini ve onları toplantı masasına yaydığını hatırlıyorum, herkes yaptığı iş karşısında etkilenmişti. Angavi'nin çalışmalarında özel bir şey var, sanatıyla kendi damgasını taşıyan işleri, burada etrafımızdaki pencereler için farklı ve çağdaş tasarımlarla sunmuş, her şey saf bir zevkle”



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.