Fransa-İran ilişkilerinin seyri

Charlie Hebdo’nun karikatürleri, Paris ve Tahran arasında şiddetli bir krize yol açtı.

Tahran’daki Fransız Byükelçiliği’nin duvarına yazılan sloganlara sosyal medyada hızla yayıldı.
Tahran’daki Fransız Byükelçiliği’nin duvarına yazılan sloganlara sosyal medyada hızla yayıldı.
TT

Fransa-İran ilişkilerinin seyri

Tahran’daki Fransız Byükelçiliği’nin duvarına yazılan sloganlara sosyal medyada hızla yayıldı.
Tahran’daki Fransız Byükelçiliği’nin duvarına yazılan sloganlara sosyal medyada hızla yayıldı.

Eski Fransız Büyükelçi Maurice Gourdault-Montagne, ‘Diğerleri Bizim Gibi Düşünmüyor’ adlı son kitabında eski Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin’in ‘dostu’ olan dönemin Fransa Başbakanı Jacques Chirac’ı arayarak, Paris’in İranlı bir siyasi mülteciyi topraklarında kabul etmeye hazır olup olmadığını sorduğunu aktardı. Bu kişi, Saddam’ın kurtulmaya çalıştığı Humeyni’ydi.
Chirac, yanıt vermeden önce Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing’e danıştı. Chirac bu fikre sıcak bakmazken Valery Giscard ise Şah Muhammed Rıza Pehlevi rejiminin çökmesi ve din adamlarının iktidara gelmesi durumunda, bu fikri memnuniyetle karşıladı. Zira Fransa, yeni rejimle birlikte ayrıcalıklı bir konuma sahip olacaktı. Valery Giscard, yaklaşımına sadık kaldı. Öyle ki Humeyni, 10 Ekim 1978 tarihinde Paris Havaalanı’na indi ve turist vizesi ile Fransa topraklarına girdi. Havaalanından Paris’e birkaç kilometre uzaklıktaki sakin Neauphle-le-Château köyündeki rahat bir eve taşındı. Humeyni, siyasi faaliyetlerde bulunmama sözüne rağmen konuşmalarının kayıtlarını kullanarak Şah’a karşı İranlıları bir araya toplamak için Fransa’da bulunmasından faydalandı.
Neauphle-le-Château’da başta filozof Michel Foucault olmak üzere entelektüel ve felsefi seçkinler, onun etrafında toplandı. Humeyni, Fransa’da sadece 117 gün kaldı. Ardından Fransız hükümetinin kiraladığı Air France uçağıyla Tahran’a hareket etti ve kanlı gösteriler sayesinden Şah’ın ülkesinden ayrılmasının ardından iktidara geldi. Fransa Cumhurbaşkanı, Tahran’ı ziyaret etmeyi planladı ancak bu ziyaret gerçekleşmedi. Diğer yandan iki ülke arasında yakın ilişkiler vardı. Ancak yeni rejim dişlerini gösterdikten ve Şah’ın uyguladığı baskının yerine başka ve daha şiddetli bir baskı ortaya koyduktan sonra bu ilişki hızla kötüleşmeye başladı.
Paris-Tahran ilişkisini zehirleyen konular mevcut. Bunların başında ‘Eurodif’ geliyor. Ülkesinde bir nükleer sanayi hayali kuran İran Şahı, 1974 yılında Fransa ile nükleer reaktör ve tesisler edinmeye dayalı büyük bir işbirliği sözleşmesi ve yüzde 25 hissedar olarak girdiği Eurodif’e bir milyar dolarlık kredi sağlayarak uranyum zenginleştirme sözleşmesi imzaladı. Bu bağlamda zenginleştirilmiş uranyumun yalnızca yüzde 10’unu almasına izin verilecekti. Ancak iktidardaki Humeyni, İran’ın uranyum payını almasını talep ederek birinci sözleşmeyi bozdu ve ikinci sözleşmeye bağlı kaldı. Ve Paris talebi reddettiği için 1 milyar doların iadesini talep etti. Fransa da yasal argümanlar ve gerekçelerle bunu reddetti.
Neticede iki ülke arasındaki iş birliği sayfası hızla kapandı, hukuki ve siyasi anlaşmazlıklara girildi. İki taraf arasındaki anlaşmazlıkları körükleyen şey, Paris’in Humeyni rejimi muhaliflerinin kendi topraklarına sığınmasını sağlamakta gecikmemesiydi. Şah döneminin son başbakanı Şapur Bahtiyar da Fransa’ya geldi. Ardından İslam Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Ebul Hasan Beni Sadr, daha sonra ‘Halkın Mücahitleri Örgütü’ lideri Mesud Recavi ve partideki birçok yoldaşı ve destekçisi de ona katıldı.

Birinci Körfez Savaşı
Paris yönetimi, İran-Irak Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte kendisine Mirage 1 ve Super Etendard uçakları da dahil olmak üzere gelişmiş silahların çoğunu sağlayan Bağdat’ın yanında yer aldı. Nitekim bir dizi Fransız savaş uçağının, mürettebatıyla birlikte Bağdat’a geldiğini söyleyenler var. İran’ın yanıtı, Fransız vatandaşlarını ve Fransız çıkarlarını hedef alarak geldi. 1985 - 1986 yılları arasında Lübnan’da 13 Fransız vatandaşı gözaltına alındı. Paris’e sunulan taleplerden biri de 1 milyar doların serbest bırakılmasıydı.
Fransa’da yurt dışında Fransa’ya yönelik terörist eylemleriyle paralel olarak 1986’da ve sonrasında, özellikle de Paris’te, terör eylemleri tekrarlandı. Operasyonların bir kısmı, Fransız hükümetine Irak’ı desteklediği Ortadoğu politikasını değiştirmesi için baskı yapmayı amaçlıyordu. Ayrıca İran vatandaşı Vahid Gorji’nin Fransa’dan ayrılmasına izin verilmesi gibi özel bir amaç da vardı. Gorji, resmi olarak Paris’teki İran Büyükelçiliği’nde tercüman olarak çalışıyordu. Ancak aslında İran istihbaratının bir ajanıydı ve bunu kanıtlayan belgeler Fransız yargısının elindeydi. Yargı tarafından sorgulanmaya çalışıldığında İran Büyükelçiliği’ne sığındı ve bu durum, Fransız güvenlik güçlerinin onu gözetim altına almasına yol açtı. Tahran’ın yanıtı Fransa Büyükelçiliği’ninkine benzerdi. İki taraf arasındaki gerilim 1987 yazında diplomatik ilişkileri koparma noktasına kadar ulaştı. İki taraf arasındaki gizli temaslar, paralel adımlar üzerinde anlaşmaya varmayı başardı. Bu adımlar, Gorji’nin Paris’ten ayrılmasına izin verilmesi ve ardından kasım ayında Beyrut’taki bir Fransız vatandaşının serbest bırakılması karşılığında Tahran’a ait miktarın üçte birinin serbest bırakılmasıydı. Ertesi ay İran, mevduatından ikinci bir ödeme aldı ve Lübnan’daki geri kalan rehineler ertesi yılın baharında serbest bırakılarak iki taraf arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden kurulmasına izin verildi.
Ancak bu konuların çözülmesi, Tahran’ın göz korkutucu uygulamalarından vazgeçeceği anlamına gelmiyordu. İran Direniş Cephesi Başkanı Şapur Bahtiyar 1991 yazında, Paris’in batısında bulunan Surin banliyösünde suikasta kurban gitti. Saldırıda ayrıca sekreteri de öldürüldü. Bahtiyar’a yönelik ilk suikast girişimi 1980 yılında düzenlenmişti. Saldırıda kendisini koruyan iki polis ve bir Fransız vatandaşı öldürülmüştü. Suikast üç kişi tarafından gerçekleştirildi. İkisi İran’a, üçüncüsü Ali Vakli Rad ise tutuklanıp daha sonra Fransa’ya iade edildiği İsviçre’ye kaçtı. Rad, kendisinin suikast düzenlemekle görevlendirildiğini ve suçun arkasında İran Devrim Muhafızları’nın olduğunu itiraf etti.
Paris ve Tahran arasındaki ilişkiler, Muhammed Hatemi’nin 1997’de cumhurbaşkanlığına gelmesine kadar iyileşmedi. Hatemi, göreve geldiğinde Paris’i ziyaret ederek, dönemin Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile bir araya geldi.

Dalgalı ilişkiler
Söz konusu ayrıntılar, Tahran ile büyük bir Avrupa başkenti arasında ‘normal’ ilişkiler kurmanın zorluğunu gösteriyor. Bu ilişkiler, ABD büyükelçiliğinin basılması ve diplomatlarının tutuklanması da dahil olmak üzere Washington ile Tahran arasında olup bitenlerden etkilendi. Ancak 2002’de ABD uydu görüntüleri ile İran’ın bir nükleer program üzerinde çalıştığını ve nükleer bomba elde etmeye çalıştığını öne sürüldüğünde, daha kapsamlı bir kriz baş gösterdi. Paris, Fransa, İngiltere ve Almanya dışişleri bakanlarının Tahran'a ‘ABD olmadan’ üçlü bir ziyaret yapmasını öneren ilk taraftı. Ziyaret gerçekleşti ve sonuçları olumlu oldu. İran, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile tam iş birliğini kabul etti ve uranyum zenginleştirmeyi durdurmayı kabul edecek kadar ileri gitti. Ancak Mahmud Ahmedinejad’ın 2005’te cumhurbaşkanlığına seçilmesi ve 2009’da yeniden seçilmesi ve genel olarak Batı, özel olarak da ABD ve İsrail hakkında ateşli açıklamaları, Paris-Tahran ilişkilerini sarstı. Batı-Tahran hattı, 2013 yılında Hasan Ruhani’nin cumhurbaşkanı olarak seçilmesi dışında istikrara tanık olmadı. Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un 2015 yazında Tahran’a yaptığı ‘tarihi’ ziyaret, iki taraf arasında yeni bir sayfa açtı. İran’ın kendisine uygulanan uluslararası yaptırımların kaldırılması karşılığında İran’ın nükleer programını sınırlayan 5+1 ülke grubuyla ünlü nükleer anlaşmaya varması, bu ziyarete katkı sağladı.

Nükleer diplomasi ve protestolara destek
Söz konusu anlaşmanın sır olan detayları belli oldu. Paris’in anlaşmayı korumak ve eski ABD Başkanı’nı anlaşmayı bozmamaya zorlamak için oynamaya çalıştığı ‘olumlu’ role, ardından da yeni yaptırımlardan dolayı Tahran'ın uğradığı zararı tazmin edecek bir mekanizma bulmaya çalışmasına rağmen Tahran ile ilişkileri düzelmedi. Bu konu, iki taraf arasındaki en önemli anlaşmazlık konulardan birini oluşturmakta. Öyle ki Paris, İran’ın Viyana’da 2015 anlaşmasını yeniden canlandırma çabalarını bazı değişikliklerle boşa çıkardığını ve Avrupa arabuluculuğundaki çıkmazdan sorumlu olduğunu düşünüyor. Ayrıca Tahran, Paris’in ‘devlet rehinesi’ olarak nitelendirdiği ve ‘derhal’ serbest bırakılmalarını talep ettiği kadın ve erkek 7 Fransız vatandaşını alıkoyuyor. Aynı şekilde Fransa Cumhurbaşkanı’nın dört İranlı kadın aktivisti Elysee Sarayı’nda kabul etmesi, yaptığı açıklamalarda birkaç kez İran’da yaşananları bir ‘devrim’ olarak nitelendirmesi, Fransa’nın yetkililerin uyguladığı körü körüne baskıyı kınaması ve birbirini takip eden idam cezaları, iki taraf arasındaki ilişkileri kızıştırdı. Tabloyu tamamlamak için Tahran’ın Rusya’nın Ukrayna’ya karşı savaşında kullandığı silahlı insansız hava araçlarını sağlamadaki rolüne yönelik Fransız eleştirisine atıfta bulunmak gerekiyor. Paris, İran’ın resmi olarak ‘istikrar bozucu’ olarak nitelendirdiği bölgesel politikasını kınamaktan çekinmiyor. Bu durum, Cumhurbaşkanı Macron’un Ürdün’de düzenlenen ‘Bağdat 2’ konferansı vesilesiyle yaptığı konuşmada açıkça görülüyor. Öyle ki Macron, Tahran Dışişleri Bakanı’nın da varlığında İran’ın siyasetini eleştirdi ve Bağdat’ı İran’ın örtüsünden kurtarmaya çalıştı.

Karikatür krizi
Bu kızgın atmosferde mizah dergisi ‘Charlie Hebdo’, geçen çarşamba günü ilan ettiği bir yarışma çerçevesinde İran Dini Lideri Ali Hamaney’in birkaç karikatürünü özel sayısında yayımladı. Yarışma, İran’da 16 Eylül’den bu yana, genç kadın Mahsa Amini’nin ölümünün ardından ateşi körüklemek için düzenlenen protestolara destek olarak gerçekleştirildi ve durum, iki taraf arasında onlarca yıldır görülen en büyük krize neden oldu. Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Fransa’ya doğrudan tehditler savurmakta tereddüt etmedi. Öyle ki ‘bir Fransız dergisinin siyasi ve dini otoriteye karşı başlattığı aşağılayıcı ve yüz kızartıcı eyleminin, kesin ve etkili bir karşılık bulacağını’ vurguladı.

Fransız dergisi ‘Charlie Hebdo’ tarafından İran’daki son protestolara yönelik yayımlanan bir karikatür.
İran Dışişleri Bakanlığı tarafından daha sonra yapılan bir açıklama, Tahran’ın ‘İslam karşıtlığı ve Fransız medyasında ırkçı nefreti teşvik etmesi karşısında ilgili Fransız makamlarının devam eden eylemsizliğini kınadığını’ belirtti. Bakanlık, “İran halkı, Fransız hükümetinin son saldırgan eylemlerde bulunanlardan ve bunları teşvik etmekten sorumlu olanlardan hesap sormasını ve bunların tekrarını önlemesini talep ediyor” ifadeleriyle Fransa’nın alacağı tedbirleri ‘ciddiyetle’ takip edeceğini bildirdi. Paris'e ‘İslamofobi ile ciddi şekilde mücadele edilmesi’ çağrısında bulundu. İran'ın tepkisi, öncelikle karikatürlerin yayınlanmasını protesto etmek için Tahran’daki Fransız Büyükelçisi’ni bakanlığa çağırmak ve ardından İran’da 1983’ten beri var olan Fransız Araştırma Enstitüsü’nü kapatmak oldu.
Ancak Paris’in yanıtı gecikmedi. Dışişleri Bakanı Catherine Colonna, 5 Ocak’ta bir televizyon kanalına yaptığı açıklamada İran’ın ‘vatandaşlarına şiddet uygulayarak ve Fransızları tutuklayarak kötü politikalar izlediğini’ söyledi. Ayrıca Fransa’yı eleştirmeden önce İran'ın içinde olup bitenlere dikkat etmesini istedi. Colonna, Fransa’da basın özgürlüğüne övgüde bulunarak şu ifadeleri kullandı:
“İran’da olanların aksine Fransa’da basın özgürlüğünün olduğunu ve bunun (özgürlüğün) bağımsız yargı çerçevesinde bir yargıç tarafından denetlendiğini unutmayalım ki bu İran’ın şüphesiz çok iyi bilmediği bir şeydir.”
Bakan, Fransa’nın küfrü suç sayan yasaları olmadığını da sözlerine ekledi. Ayrıca Fransa Dışişleri Bakanlığı, 5 Ocak’ta söz konusu enstitünün kapatıldığı konusunda ‘resmi olarak bilgilendirilmediğini’ belirtirken, ancak kapatılmasının onaylanması halinde bunun ‘üzücü bir eylem’ olacağını vurguladı.
Gerçek şu ki Tahran, Fransa’da yürürlükte olan temel bir ilkeden habersiz; ‘Medya kuruluşları hükümetin emirlerine uymaz ve anayasa ve yasalar onları yetkililerin müdahalesinden korur.’ Dolayısıyla yetkililer, Hz. Muhammed’e hakaret içeren karikatürlerin yayınlanmasını ve yeniden yayınlanmasını engellemek için de daha önce müdahale etmemişti ve son dönemde yaşanan ‘Charlie Hebdo’ olayına da müdahale etmeleri zor olacaktır. Cumhurbaşkanı Macron ve üst düzey bakanları, önceki kriz sırasında ve sonrasında, devletin gazetelerin ve medyanın görüşlerini ve karikatürlerini benimsemediğini ama onları koruması gerektiğini açıkça belirtmişti.



Trablus'taki çatışmalar, Dibeybe'nin Libya'daki nüfuzunun arttığını gösteriyor

Libya güvenlik güçleri, Trablus'un Ebu Selim bölgesinde gece boyunca yaşanan çatışmaların ardından geri alınan bir polis karakolunu koruyor (AFP)
Libya güvenlik güçleri, Trablus'un Ebu Selim bölgesinde gece boyunca yaşanan çatışmaların ardından geri alınan bir polis karakolunu koruyor (AFP)
TT

Trablus'taki çatışmalar, Dibeybe'nin Libya'daki nüfuzunun arttığını gösteriyor

Libya güvenlik güçleri, Trablus'un Ebu Selim bölgesinde gece boyunca yaşanan çatışmaların ardından geri alınan bir polis karakolunu koruyor (AFP)
Libya güvenlik güçleri, Trablus'un Ebu Selim bölgesinde gece boyunca yaşanan çatışmaların ardından geri alınan bir polis karakolunu koruyor (AFP)

 

Trablus'ta gece saatlerinde rakip silahlı gruplar arasında çıkan şiddetli çatışmalarda en az altı kişi ve güçlü bir silahlı grubun lideri öldürüldü. Çatışmalar dün salı günü şafak vakti “istikrarın yeniden sağlandığının” duyurulmasıyla sona erdi.

Acil Durum ve Tıp Merkezi salı günü yaptığı açıklamada, “Güney Trablus'taki yoğun nüfuslu Ebu Selim bölgesi civarındaki çatışmaların yaşandığı yerden altı kişinin cesedinin çıkarıldığını” söyledi.

Pazartesi günü başlayan ve saatlerce süren, makineli tüfekler ve roketatarlar da dahil olmak üzere ağır silahların kullanıldığı çatışmalarda başka olası can kayıpları ve yaralanmalar bildirilmedi.

Yerel medya araçları Ganiva lakaplı Abdulgani el-Kikli’nin öldürüldüğünü bildirdi. İstikrarı Destekleme Birimi Başkanı olan Kikli, 2011'den bu yana Trablus'un önemli bölgelerini kontrol eden en önemli silahlı grupların kilit liderlerinden biri.

Muhammed el-Menfi başkanlığındaki Başkanlık Konseyi'ne bağlı gibi görünen İstikrarı Destekleme Birimi, İçişleri ve Savunma Bakanlıkları tarafından güvenliğinin sağlanması gereken devlet kurumları ve hayati öneme sahip tesisler üzerinde kontrolünü zorla dayatan en önemli silahlı gruplardan biri.

AFP'nin doğruluğundan emin olamadığı görüntüler, Kikli'nin yerde yattığını ve yakın mesafeden vurulduğu gösteriyor.

Analist Celal Harşavi, Ganiva'nın yeğeninin, “Trablus'taki silahlı grupların en güçlü ve etkili liderlerinden biri” olan adamın pusuya düşürüldüğünü söylediğini aktardı.

Harşavi, “Kikli’nin bankalar, telekomünikasyon, idareler ve hatta üst düzey diplomatik görevler gibi kilit pozisyonlara kendisine sadık kişileri atayabildiğini” açıkladı.

Salı günü okullar ve Trablus Üniversitesi güvenlik önlemleri kapsamında ikinci bir duyuruya kadar eğitime ara verdiler. Daha sonra Üniversite çarşamba gününden itibaren eğitime yeniden başladığını duyurdu. İçişleri Bakanlığı, “Vatandaşlar ile memurlara işlerine dönme” çağrısı yaparak, durumun “güvenli ve istikrarlı” olduğunu vurguladı.

Pazartesi akşamı uçaklar Trablus Havalimanı'ndan başkentin 200 kilometre doğusunda bulunan Misrata'daki güvenli bir yere nakledildi ve çok sayıda uçuş bu şehre yönlendirildi. Daha sonra havalimanına uçuşlar yeniden başlatıldı ve Mitiga Uluslararası Havalimanı hava sahası da açıldı.

Nüfuz haritasındaki değişim

Pazartesi akşamı Libya'nın başkentinde güçlü bir silahlı grubun liderinin öldürülmesi, saatlerce süren şiddetli çatışmalara ve grubunun kalesinden çıkarılmasına yol açtı. Bu durum, Trablus hükümetiyle ittifak halindeki silahlı grupların nüfuzunun güçlenmesiyle sonuçlanabilir.

Yıllardır Trablus'un geniş bir bölümünü kontrol eden Kikli'nin öldürülmesi, bundan daha geniş bir bölgenin istikrarı açısından da sonuçlar doğurabilir.

Libya önemli bir enerji ihracatçısı olup uzun süredir rakip doğulu ve batılı silahlı gruplar arasında bölünmüş durumda. Akdeniz'i geçerek Avrupa'ya ulaşmak isteyen göçmenler için bir hareket noktası ve bölgedeki rakip güçlerin mücadele alanı konumunda. Libya çatışması Rusya, Türkiye, Mısır ve BAE'yi de kendine çekti.

Kikli'nin öldürülmesinin ardından Ulusal Birlik Hükümeti, Başbakan Abdulhamid Dibeybe'nin düzensiz silahlı gruplar olarak adlandırdığı gruplara karşı güvenlik operasyonunun tamamlandığını duyurdu. Kikli'ye bağlı militanlar cezaevlerini yönettiler ve bakanlıklarda, devletin mali kuruluşlarında görevler üstlendiler.

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi'nden Tarık Megerisi, “Ganiva, Trablus'un fiilen kralıydı. Takipçilerinin bir kısmı İç Güvenliği kontrol ederken, diğer bir kısmı da Merkez Bankası'ndan yapılan nakit transferlerinin dağıtımını kontrol ediyorlardı. Ayrıca birçok kamu şirketi ve bakanlık da kontrolleri altındaydı” dedi.

Trablus'ta otoritenin güçlenmesi, son yıllardaki kendisini zorla görevden alma girişimlerinin ardından Türkiye'nin müttefiki ve Ulusal Birlik Hükümeti'nin Başkanı Dibeybe’yi de güçlendirecek. Aynı zamanda Doğu Libya'daki silahlı gruplarla kapsamlı çatışmadaki pozisyonunu destekleyecek.

Dibeybe liderliğindeki Ulusal Birlik Hükümeti'ne bağlı silahlı gruplar, Kikli başkanlığındaki İstikrarı Destekleme Birimi'nin uzun süredir elinde tuttuğu bölgeleri ve üsleri hızla ele geçirdi. Ele geçirilen bölgeler arasında örgütün kalesi olan Ebu Selim bölgesi de yer alıyordu.

Kikli'nin devrilmesiyle birlikte Savunma Bakanlığı'na bağlı ve Dibeybe ile müttefik grupların, özellikle de Mahmud Hamza komutasındaki 444. Tugay ile 111. Tugay ve Misrata'dan gelen Ortak Harekât Gücü’nün daha büyük bir rol üstlenmesi mümkün.

Dibeybe'nin müttefiklerinin birleşmesi, Batı Libya'nın, komutan Halife Hafter'in on yıl önce rakiplerini tasfiye ederek ve diğer grupları kendi kontrolüne girmeye zorlayarak iktidarı ele geçirdiği Doğu Libya’ya benzemesine yol açabilir.

Atlantik Konseyi araştırmacılarından İmadeddin Badi, “Bu, Trablus'ta daha önce görülmemiş düzeyde bir saha kontrolünün önünü açıyor ve silahlı grupların sayısının azaltılmasını sağlıyor” dedi.

Libya, Muammer Kaddafi rejiminin 2011 yılında devrilmesinden bu yana bölünmelerle boğuşuyor. Ülke iki hükümet tarafından yönetiliyor: Biri uluslararası toplum tarafından tanınan ve Abdulhamid Dibeybe başkanlığındaki Trablus'taki hükümet, diğeri ise doğuda Usame Hamad’ın başkanlık ettiği ve Meclis ile Mareşal Halife Hafter tarafından desteklenen hükümet.