Yeni bir ‘Demokratik uluslararası düzen’e doğru

BMGK’da daha fazla ülkeye üyelik verilmeli, veto yetkisi kaldırılmalı, güç dengesi kavramları halkın çıkarlarına göre şekillenmeli

Uluslararası sistemi geliştirmek ve daha demokratik hale getirmek, gelişmekte olan ülkelerin stratejik projelerinden biri olmalı (AFP)
Uluslararası sistemi geliştirmek ve daha demokratik hale getirmek, gelişmekte olan ülkelerin stratejik projelerinden biri olmalı (AFP)
TT

Yeni bir ‘Demokratik uluslararası düzen’e doğru

Uluslararası sistemi geliştirmek ve daha demokratik hale getirmek, gelişmekte olan ülkelerin stratejik projelerinden biri olmalı (AFP)
Uluslararası sistemi geliştirmek ve daha demokratik hale getirmek, gelişmekte olan ülkelerin stratejik projelerinden biri olmalı (AFP)

Nebil Fehmi
Demokrasiden bahsetmek, kendilerini demokratik ülke olarak görenler ile aynı iddiada bulunmayan ülkeler arasında anlamsız ve hızlı bir kutuplaşmaya yol açıyor.
Demokratik ülkeler, başta eşitlik, şeffaflık ve ifade özgürlüğü olmak üzere her yönüyle özgür olan demokrasi ile ilgili belirli değerlere bağlı politikaları ve uygulamaları takip ettiklerini iddia ediyorlar.
Herhangi bir belirsizliğe ya da yanlış yorumlamaya sebebiyet vermemek adına demokrasinin, kusursuz bir sistem olduğu ya da krizlerle yüzleşmede merkezi sistemlerden daha verimli olduğunu savunmadığımı belirteyim. Aksine demokrasi, sürekli kendini tekrar tekrar değerlendirip yenileyen, şartlarını ve eksikliklerini düzelten bir sistem ve iyi yönetime ulaşmanın yanı sıra uzun vadeli güvenlik ve istikrarı sağlamanın en iyi yolu olduğuna inandığımı belirtmek isterim. Tüm bunlar, daha az gelişmiş ve aydınlanmış merkezi yönetimle sağlanamaz ve dolayısıyla uzun vadede istikrar elde edilemez.
Demokrasi ile ilgili görüşümün altını özellikle çiziyorum, çünkü buna tüm kalbimle ve edindiğim deneyimlerle inanıyorum. Batılı ülkelerin demokrasiyi yayma faaliyetlerine birkaç nedenden ötürü ikna olmadığımı da belirtmem gerekiyor. Demokrasinin, demokratik sistemin ilke ve temellerine saygı duyarak, her ülkeye uygun biçimde gerçek bir halk tercihi olabilmesi için o ülkenin kendi dinamiklerinden kaynaklanması gerektiği, ikna olmamamın en önemli nedenidir. Demokrasiyi yaymaya çalışan ülkelerin, bunu ulusal amaç ve çıkarları için çifte ve istikrarsız standartlarla yapmaları, duruma ve şartlara göre tutumlarını değiştirmelerinden ötürü bu faaliyetlerin inandırıcılığını yitirdiğini de düşünüyorum.
Bugün amacım, demokratik ya da merkezi sistemlerin uygulanabilirliği yahut hangisinin daha iyi olduğu şeklinde bir tartışmaya girmekten ziyade tartışma çemberini genişletmek ve uluslararası ilişkilerde, yani iç sistemleri ne olursa olsun istisnasız demokratik ya da merkezi sistemlere sahip büyük devletlerin muhalefetiyle karşılaşan ülkelerin birbirleriyle ilişkilerinde demokrasiye daha fazla yer vermeleri için çağrıda bulunmaktır. Çünkü bu durum, demokrasinin yıllar içinde edindiği imtiyazlı statüsünü ve hakları etkiliyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) beş daimi üyesinden hiçbiri kendisine tanınan veto hakkından feragat etmelerini yahut BMGK’ya yeni üyelerin katılmasını gerçek anlamda desteklemiyor.
Gelişmekte olan ve bağlantısız ülkeler, 1964 yılındaki BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı’nın (UNCTAD) ilk toplantısında, uluslararası ilişkilerin demokratikleşmesi için ilk çağrıyı yaptılar. Aynı toplantıda, çoğunluğun görüşünü güvence altına almak ve zengin ve güçlü ülkelere bir avantaj sağlamamak için üçte iki çoğunlukla karar alınması kararlaştırıldı. Uluslararası sistemin demokratikleştirilmesi, 1970 yılında Lusaka'daki toplantılarından bu yana bağlantısız devletlerin hedeflerinden biri olmuştur. BM’nin 6. Genel Sekreteri Boutros Boutros-Ghali, 1993 yılında bu çağrıyı ‘Barış Gündemi’ başlıklı BM programına dahil etti. Aynı şekilde 1994 yılındaki ‘Kalkınma Gündemi’ başlıklı BM programına da eklendi.
Uluslararası ilişkilerde, demokrasiyi yaymanın öneminin kabul edildiğini ve buna ilgi duyulduğunu yansıtan, sorumlulukları belirlemek ve uygulamalardaki herhangi bir dengesizliği düzeltmek için ‘devletin egemenliğine saygı’, ‘devletler arası eşitlik’, ‘halkların kendi kaderini tayin hakkı’ ve ‘eşit dağılım’ başta olmak üzere yıllar içinde önerilmiş ve geliştirilmiş olan bazı yerleşik ilkeler ve unsurlar halihazırda mevcut.  Belki de geçtiğimiz aylarda Şarm eş-Şeyh'te gerçekleşen BM İklim değişikliği 27'inci Taraflar Konferansı’nda (COP27) gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmiş ülkelerin çevreye zarar veren tüketici politikalarından kaynaklı kayıplarını ve zararlarını tazmin etmek için bir fon kurulması konusunda varılan anlaşma, yukarıdaki ilkelerin bir uygulaması olarak görülebilir.
Uluslararası sistemi geliştirmek ve daha demokratik hale getirmek, 2023 yılında farklı şekillerde hareket edecek olan gelişmekte olan ve bağlantısız ülkelerin stratejik projelerinden biri olmalı. Uluslararası kuruluşların mekanizmalarında, üyeler arasında eşitliğin sağlanması için birtakım değişiklikler yapılmalı. Daha önce de dediğim gibi, uluslararası sistemin yönetici ve düzenleyici kavramları da değiştirilmeli, güçler dengesi ve kazanılmış haklar kavramları da devletler ve halklar arasındaki çıkar dengesi kavramına dönüştürülmeli.
Herhangi bir demokratik sistemde, uluslararası çerçeveye ve devletlerarasındaki ilişkilere uyulması ve uygulanması gereken şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi bazı temel koşullar vardır. Bunların hepsi, karar vermeden önce belgelenmiş kanıt ve bilgi sağlanması şartıyla uluslararası ilişkilerin ve kurumların kültürünü değiştirmeye yardımcı olur.
Uzmanlaşmış uluslararası kuruluşlardaki yönetici kurumlar verilen kararların aslına uygun olarak uygulanmasını takip etmek, verilerin doğruluğunu teyit etmek ve kararların değerlendirilmesi ve hesap verebilirliği sağlamak için daha iyi bir zemin oluşturmaktan sorumludur. Filistinliler lehine olan çok sayıda uygulanmayan karar, Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş, ABD'nin Irak'ı işgali, Batı'nın Libya'ya müdahalesi gibi BMGK’ya taşınmasına rağmen ele alınmayan çok sayıda ihlal örneği var.
Hesap verebilirlik ilkesini tamamlayan önemli ve gerekli bir diğer unsur da söz konusu kurumlarda çoğulculuğu koruyarak ve yaygınlaştırarak, devletlerin hak ve yetkilerini, aralarında ayrım yapmaksızın en üst düzeye ulaştırarak karar alma süreçlerine daha geniş ve adil katılımı sağlamaktır. Bunun kademeli olarak yapılması halinde mümkün olabileceğine inanıyorum.
Örneğin, BMGK’ya dünyanın farklı kıtalarından en az bir daimi üyenin katılımı ve daimi olmayan üyelerin sayısının artırılması sağlanmalı. Uluslararası kuruluşlarda veto ve imtiyazlı oy hakkının kaldırılması ve bunun yerine önemli ve temele ilişkin kararlarda yalnızca üçte iki çoğunluğun yeterli olması kuralının uygulanması için çalışmalıyız. İlk adım olarak, eski ve yeni daimi üyelerin veto haklarını dört yıl boyunca ellerinde tutmalarını, ardından iki yıl boyunca bu haklarının düşmesi ve ardından yeniden geri verilmesini öneriyorum. Ülkeler arasında eşitliğe yönelik bu geçici adım, en azından ülkelerin zaman zaman hesap verebilirliğe tabi olduklarını ve hızlı bir şekilde elde edilmesi zor olan ve beraberinde daha kabul edilebilir bir eğim taşıyan kapsamlı ve eksiksiz bir çözümü beklemeden diğer ülkelerin durumlarını anlamalarını sağlayacaktır.  Bunların diğer kuruluşlarda farklı şekillerde uygulandığı biliniyor.



İsrail'in Filistin'e yönelik planlarına ciddi şekilde karşı çıkmak

Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)
Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)
TT

İsrail'in Filistin'e yönelik planlarına ciddi şekilde karşı çıkmak

Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)
Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, İsrail'in ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan vazgeçmesinin ardındaki gerçek ve temel amaçtır (AFP)

Nebil Fehmi

Geçtiğimiz günlerde büyük bir uluslararası toplantıya ilk gününde düzenlenen önemli bir genel oturumun ana konuşmacısı olarak katıldım. Diğer konuşmacı Irak ve Afganistan'da önemli bir rol oynamış, tanınmış ve önemli eski bir Amerikan askeri figürdü. Kendisi İsrail'in Hamas'ı ortadan kaldırma hedefine ulaşmak için sağlam askeri planlar benimsememesi karşısında duyduğu şaşkınlığı ve eleştirisini dile getirdi. Açıkça Philadelphia Koridoru dahil olmak üzere İsrail'in daha fazla bölgeyi kontrol etmesi çağrısında bulundu.

Konuşmacıyla meselenin askeri yönlerini tartışmadım, bunun yerine askeri operasyonun siyasi bir hedefe ulaşmak için bir araç olduğunu, tam tersi yani siyasi hedefin askeri operasyonun bir aracı olmadığını kendisine ilettim. Ayrıca ABD'nin Irak ve Afganistan'daki deneyiminin umulduğu gibi başarılı olmadığını da belirttim. Filistinliler arasındaki büyük can kayıplarını, İsrail hükümetinin aşırılıkçı pozisyonlarını, açıklamalarını ve askeri planlarını göz ardı ederek, Hamas'ın ortadan kaldırılmasına odaklanmasına şaşırdığımı ifade ettim. Zira bu planlar İsrail’in gerçek amacının Filistin davasını tamamen ortadan kaldırmak, Filistinlilere baskı yapmak için onları Gazze Şeridi'nin belirli bölgelerinde toplamak, hem orada hem de Batı Şeria'da yerleşim birimlerini genişletmek dahil olmak üzere çeşitli yollarla zorla göç ettirmek olduğunu yansıtıyor.

Nitekim İsrail Dışişleri Bakanı yakın zamanda ülkesinin bir Filistin devleti kurulması fikrini prensip olarak tamamen reddettiğini açıkça beyan etmekten çekinmedi. İsrailli Bakan Ben-Gvir, Gazze'deki durumun çözümünün müzakereler değil kan dökmek olduğunu deklare ederek, ABD Özel Temsilcisi Witkoff'un çabalarını eleştirdi. Fransa Cumhurbaşkanı’na Fransa Filistin devletini tanımak istiyorsa, kendi topraklarında ona bir yer ayırsın dediğinde de ne yazık ki, ABD'nin İsrail büyükelçisi onu desteklemişti.

Filistin davasının tamamen ortadan kaldırılması, aylar önce Mısır, Katar ve Amerikan çabalarıyla ulaşılan ateşkesin ikinci aşamasını uygulamaktan İsrail'in geri çekilmesinin ardındaki gerçek ve temel hedeftir. Savaşın bu hedef yönünde devam etmesi, Başbakan Netanyahu için hükümet koalisyonu içindeki aşırı sağcı eğilimin devamını da sağlayacak güvenli limandır.

Uluslararası kamuoyunun İsrail'e karşı derin bir öfke duyduğu ve insanlık dışı politikalarını ve uygulamalarını reddettiği bir sır değil. Filistinlileri yerinden etmeye yönelik Amerikan önerisi ve İsrail'in çabaları geniş çaplı bir küresel öfke uyandırdı. Batı Şeria’da işgal altındaki Filistin topraklarında 750 bin İsrailli olduğu için iki devletli çözüm çağrısının pratiğe geçirilmesinin zor olduğuna işaret edildiği bir zamanda, iki milyon Filistinliyi topraklarından zorla göç ettirmenin mantığı, uygunluğu ve gerçekçiliği yaygın bir şekilde kınanıyor.

Tüm bunların ortasında, Filistinliler arasında açlığın yayıldığını ve derinleştiğini, Filistinli kurbanların sayısının arttığını ve çoğaldığını, İsrail'in ise buna tamamen kayıtsız kaldığını görüyoruz. Acil soru şu; uluslararası toplumun güvenlik ve emniyet için çabalayan, hakka bağlı kalan, haksızlığı reddeden devletler olarak hepimizin insanlığımızı ve güvenilirliğimizi kaybetmemize neden olan bu acı gerçekle başa çıkıp değiştirmesi için ne gerekiyor? Bu soru ısrarla soruluyor ve tekrarlanıyor, işleri ilerletecek, acıları hafifletecek, tüm halklar, bölge ve dünya için güvenlik ve istikrar sağlayacak şekilde çatışmayı çözüm ve uzlaşı yoluna sokacak önlemlere ulaşılmaya çalışılıyor. Savaşı ve dökülen kanı durduracak belirli ve somut önlemlere ulaşılmak isteniyor, zira koşullar artık sadece kınama ve suçlama ile yetinmeye olanak tanımıyor.

İki paralel süreçte net ve belirli önlemler almazsak durumun değişmeyeceğini, aksine daha da kötüleşeceğini söylemek abartı olmaz. Birincisi, Filistin halkının hayallerinin anlaşıldığını ve desteklendiğini hissetmesi için 1967 sınırlarına dayanan, işgal altındaki topraklarda bir Filistin devletinin daha geniş bir şekilde tanınması. Böylelikle İsrail arenası kibirle diretmesinin ve şiddete başvurmasının ters bir etki ve iki devletli çözüm için daha geniş bir siyasi destek yarattığını hissedebilir.

 Eşit derecede önemli, hatta daha önemli olan diğer süreç, hem kişisel hem de kurumsal olarak genel uluslararası ve insani hukuku ihlal edenlerden hesap sormak için bir dizi önlem üzerinde anlaşmaktır. Yani insanlığa karşı suçlar için cezalandırıcı önlemler uygulanmalı, lider ve kurumlar bu önlemleri almanın sorumluluğunu yüklenmeli. Buna, ateşkesi reddetmeye ve zorla göç ettirmede diretmeye, soykırım uygulamaya devam ettiği sürece İsrail’e silah ihracatını ve onunla iş birliği anlaşmalarını durdurmak da dahil. Bunun için uygun mekanizmalar sunan birçok ulusal ve uluslararası yasa bulunuyor. Buradaki amaç, İsrail toplumunun bir bütün olarak uluslararası toplum tarafından kabul edilemez ve yasak olan politikalara ve uygulamalara devam etmenin sonuçları olduğunu hissetmesini sağlamaktır. Aynı durum, Batı Şeria veya Golan Tepeleri'ni ilhak etme gibi İsrail ihlalleri için de geçerli olmalıdır.

İçinde bulunduğumuz Haziran ayı içinde New York'ta iki devletli çözüm hedefini uygulama yolları ile ilgili Suudi Arabistan ve Fransa tarafından koordine edilen bir konferans düzenlenecek. Konferans için kapsamlı hazırlıklar devam ediyor ve çeşitli alanlarda uzman komiteler, hazırlıkları tamamlamak, prosedürler ve düzenlemeler üzerinde anlaşmak için toplanıyor. Bu, kendi başına, Gazze'deki suçlara ve iki devletli çözüme yönelik çabalara daha fazla siyasi ivme kazandırma fırsatı sunan iyi bir adım.

Konferansın öncesinde ve sonrasında Filistin devletinin daha fazla tanınmasına yönelik bir dizi adım atılması gerektiğine inanıyorum, çünkü çatışmanın barışçıl çözümüne destek, yalnızca ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeylerde meşru Filistin haklarına yönelik açık bir desteğin toplanmasıyla elde edilebilir.

Konferans ayrıca, İsraillileri ihlallerinden sorumlu tutmak için bir dizi önlem ve tavsiye yayınlamalı ki eylemlerinin hesapsız kalmayacağı, uluslararası toplumun uluslararası normlara aykırı ihlaller karşısında eli kolu bağlı kalmayacağı yönünde net ve kararlı bir mesaj verilsin.

Ülkeler uygun pozisyonlar alır ve konferansta destekleyici kararlar, hesap sormaya dönük icraatlar açıklanırsa, İsrail'in Filistin davasını ortadan kaldırmaya yönelik mevcut politikalarının başarısızlıkla sonuçlanacağının, insanlık dışı güvenlik uygulamalarının kendisi için sonuçlarının kötü olacağının farkına varacağına inanıyorum. Bu görüş kanıtlanırsa, üç yıl içinde uygulanacak Mısır-Arap önerisine uygun olarak Gazze'deki durumu içeren kapsamlı bir plan önerilebilir. Buna ek olarak, beş ila sekiz yıl içinde 1967 sınırlarına dayalı bir Filistin devleti kurulması için bir yol haritası belirlenebilir. O zaman ve işgalin sona ermesi, başkalarının topraklarını işgal etmeyen devletler arasında bölgesel bir güvenlik kurumu ve sistemi kurulmasıyla İsrail ile Arap devletleri arasında normal ilişkiler kurulabileceği vurgulanabilir. Bu, anlaşmanın bölgesel ve BM Güvenlik Konseyi de dahil olmak üzere uluslararası olarak onaylanması, böylece hedefler konusunda önceden ve kapsamlı bir taahhütte bulunulması, ayrıntıların ve prosedürlerin müzakereye bırakılmaması anlamına geliyor

Mazlum halka destek olmadan, uluslararası ve insani hukukun bütün kurallarını ihlal eden  insanlık dışı işgalci devletten hesap sormadan, siyaset arenasını etkileme ve değiştirme fırsatı olmadığını bir kez daha vurguluyorum.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.