Hollywood Yabancı Basın Birliği'nin (Hollywood Foreign Press Association-HFPA) düzenlediği, televizyon ve sinema dünyasının en iyileri için verilen Altın Küre Ödülleri dün sahiplerini buldu.
Bu yıl 80.si düzenlenen tören, ABD'nin Kaliforniya eyaletindeki The Beverly Hilton gerçekleştirildi.
HFPA üyeleri hakkında ırkçılık, cinsiyetçilik ve çıkar çatışmalarının ortaya çıkması sebebiyle Altın Küre Ödülleri son iki senede boykot edilmişti. Tören geçen sene televizyonda da canlı yayımlanmamıştı.
Üyeler arasında çeşitliliğin artırılmasının ardından bu sene pek çok yıldız törene geri döndü. Etkinlik NBC'den canlı yayımlandı. The New York Times organizatörlerin, izleyicilerin ve oyuncuların güvenini tekrar kazanmış gibi göründüğünü yazdı.
"Buradayım çünkü siyahım"
Sunuculuğu üstlenen komedyen ve oyuncu Jerrod Carmichael konuşmasına ayrımcılık tartışmalarına atıfla "Buradayım çünkü siyahım" ifadesiyle başladı.
Ünlü yönetmen James Cameron kırmızı halıda Variety'ye yaptığı açıklamada dijital yayın platformlarını hedef aldı. En çok hasılat yapan 5 film arasında üç eseri bulunmasıyla ilgili hisleri sorulan sinemacı, "duruma bu açıdan bakmadığını" söyledi. İzleyicilerin sinema salonlarına dönmesinden mutlu olduğunu ifade eden Cameron, "Bu kadar dijital yayın platformu yeter. Popomun üstüne oturmaktan yoruldum" diye konuştu.
Her Şey Her Yerde Aynı Anda'yla (Everything Everywhere All at Once) En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülünü kazanan Ke Huy Quan, duygusal bir teşekkür konuşması yaptı. Quan ilk kez kamera karşısına geçtiği 1984 yapımı Indiana Jones: Kamçılı Adam'ın (Indiana Jones and the Temple of Doom) yönetmeni Steven Spielberg'e teşekkür etti:
Nereden geldiğimi ve bana ilk fırsatı veren kişiyi de unutmadan büyüdüm. Bu gece Steven Spielberg'i burada gördüğüm için çok mutluyum. Teşekkürler Steven.
Vietnam asıllı ABD'li aktör "Kariyerime bir çocuk oyuncu olarak Indiana Jones: Kamçılı Adam'la başladım, büyüdükçe de bu role seçildiğim için çok şanslı hissettim. Acaba bu sadece şans mıydı diye merak etmeye başladım" dedi. "Yıllarca sunacak başka bir şeyim olmadığından ve ne yaparsam yapayım çocukken başardıklarımı asla geçemeyeceğimden korktum" diyen Quan, Her Şey Her Yerde Aynı Anda'nın yönetmenleri Dan Kwan ve Daniel Scheinert'e şükranlarını sundu:
Neyse ki 30 yılı aşkın bir süre sonra iki adam beni düşündü. O çocuğu hatırladılar ve bana yeniden deneme fırsatı verdiler.
Quan, Altın Küre tarihinde yardımcı erkek oyuncu dalında zafere ulaşan ikinci Asya asıllı oyuncu oldu. Bunu başaran ilk aktör, 1984 tarihli Ölüm Tarlaları'ndaki (The Killing Fields) performansıyla Haing S. Ngor'du.
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülüne Black Panther: Yaşasın Wakanda'daki (Black Panther: Wakanda Forever) performansıyla layık görülen Angela Bassett, Marvel filmindeki rolüyle önemli bir bireysel oyunculuk ödülü kazanan ilk isim oldu. Bassett ayrıca Altın Küre'de aday gösterildiği ikinci dalda da ödüle ulaşmayı başardı. 64 yaşındaki aktris, 1993 yapımı What's Love Got to Do with It'le En İyi Kadın Oyuncu (Müzikal veya Komedi) ödülünü evine götürmüştü.
Bassett ayrıca kabul konuşmasını cep telefonundan yardım alarak yaptı.
Oyuncular piyanoya kızdı
Bazı oyuncularsa teşekkür konuşması esnasında piyano çalmaya başlayan besteci Chloe Flower'a taş attı. En İyi Erkek Oyuncu (Müzikal veya Komedi) dalında zafere ulaşan Colin Farrell, konuşurken piyano çalmaya başladı. İrlandalı oyuncu bunun ardından "O piyanoyu unutabilirsiniz" dedi.
En İyi Kadın Oyuncu (Müzikal veya Komedi) ödülünü alan Michelle Yeoh ise "Sesini kes. Seni dövebilirim. Ciddiyim" diye konuştu.
En İyi Erkek Oyuncu (Dram) seçilen Austin Butler, Elvis Presley'nin parçasını hatırlatarak "En azından Suspicious Minds falan çalabilirsin" ifadesini kullandı.
Son dönemin popüler oyuncularından Zendaya ise törene katılmadı. Euphoria'daki başrolüyle dizi alanında En İyi Kadın Oyuncu (Drama) seçilen Zendaya adına ödülü Glen Powell ve Jay Ellis aldı.
Popüler dizi Yellowstone'daki oyunculuğuyla En İyi Erkek Oyuncu (Drama) ödülüne layık görülen Kevin Costner ise sel sebebiyle etkinliğe gelemedi. Costner adına ödülü Regina Hall kabul etti.
Eddie Murphy'den Will Smith'e gönderme
Ünlü oyuncu Eddie Murphy, ömür boyu başarı için verilen Cecil B. Demille ödülünü kazanırken kabul konuşmasında Oscar tokadını diline doladı. Murphy şöyle konuştu:
Hayatta başarı, refah, uzun ömür ve huzur elde etmenin kesin yolu belli; bu basit bir plan ve ben de tüm kariyerim boyunca bu planı takip ettim. Yapmanız gereken sadece üç şey var: Vergilerinizi ödeyin, işinize bakın ve Will Smith'in eşinin adını ağzınıza almayın.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski de Altın Küre töreninde bir konuşma gerçekleştirdi. Videolu mesajında Zelenski, "Savaş henüz bitmedi ama gidişat değişiyor. Kimin kazanacağı şimdiden belli oldu. Üçüncü dünya savaşı olmayacak. Ukrayna, topraklarımıza yönelik Rus saldırganlığını durduracak ve bunu tüm özgür dünyada birlikte başaracağız" dedi.
2022 Altın Küre Ödülleri'nin kazananları şöyle:
Sinema
En İyi Film (Müzikal veya Komedi): The Banshees of Inisherin
En İyi Film (Dram): Fabelmanlar (The Fabelmans)
Yabancı Dilde En İyi Film: Arjantin, 1985 (Argentina, 1985)
En İyi Animasyon Filmi: Guillermo del Toro sunar: Pinokyo (Guillermo del Toro's Pinocchio)
En İyi Senaryo: Martin McDonagh - The Banshees of Inisherin
En İyi Yönetmen: Steven Spielberg - Fabelmanlar
En İyi Şarkı: Naatu Naatu, Kala Bhairava, M. M. Keeravani ve Rahul Sipligunj - RRR
En Özgün Film Müziği: Justin Hurwitz – Babil (Babylon)
En İyi Aktör (Dram): Austin Butler - Elvis
En İyi Aktris (Dram): Cate Blanchett - Tár
En İyi Aktör (Müzikal veya Komedi): Colin Farrell - The Banshees of Inisherin
En İyi Aktris (Müzikal veya Komedi): Michelle Yeoh - Her Şey Her Yerde Aynı Anda
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Ke Huy Quan - Her Şey Her Yerde Aynı Anda
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Angela Bassett - Black Panther: Yaşasın Wakanda
Televizyon
En İyi Dizi (Dram): House of the Dragon
En İyi Dizi (Komedi): Abbott Elementary
En İyi Mini Dizi veya Televizyon Filmi: The White Lotus: Sicily
En İyi Aktör (Müzikal veya Komedi): Jeremy Allen White - The Bear
En İyi Aktris (Müzikal veya Komedi): Quinta Brunson - Abbott Elementary
En İyi Aktör (Dram): Kevin Costner - Yellowstone
En İyi Aktris (Dram): Zendaya - Euphoria
En İyi Aktör (Mini Dizi, Antoloji Dizisi ya da TV Filmi): Evan Peters - Canavar: Jeffrey Dahmer'ın Hikâyesi (Monster: The Jeffrey Dahmer Story)
En İyi Aktris (Mini Dizi, Antoloji Dizisi ya da TV Filmi): Amanda Seyfried - The Dropout
Müzikal-Komedi veya Drama Dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Julia Garner - Ozark
Müzikal-Komedi veya Drama Dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Tyler James Williams - Abbott Elementary
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu (Mini Dizi, Antoloji Dizisi ya da TV Filmi): Jennifer Coolidge - The White Lotus
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu (Mini Dizi, Antoloji Dizisi ya da TV Filmi): Paul Walter Hauser - Black Bird Independent Türkçe, Time, NME, Variety, USA Today, NBC News, The New York Times, The Daily Beast
Adolescence, 7-13 Nisan haftasında 9,7 milyon izlenme alarak İngilizce diziler arasında tüm zamanların en çok izlenen üçüncü yapımı oldu (Netflix)
Britanya yapımı Adolescence, şu sıralar herkesin dilinde. Dizinin bu kadar büyük bir başarıya ulaşmasının birçok nedeni var: Toksik erkeklik ve sorunlu aile ilişkileri gibi konulara cesurca yaklaşması, Stephen Graham'la Erin Doherty gibi oyuncuların olağanüstü performansları ve her bölümde kullanılan tek plan çekim tekniğiyle izleyiciyi adeta hipnotize etmesi bunlardan sadece birkaçı. Ama aslında dizinin cazibesi sadece bunlarla sınırlı değil. Adolescence, gerçekten de televizyon tarihinde eşine az rastlanır türden bir iş olduğu için bu kadar sevildi.
Bu yazıya denk geldiyseniz büyük ihtimalle Adolescence'ı çoktan izlemişsinizdir. Yine de bilmeyenler için özetleyelim: Dizi, 13 yaşındaki Jamie Miller'ın okuldan bir arkadaşını öldürmekle suçlanarak gözaltına alınmasıyla başlıyor. 4 bölüm boyunca bu olayın okuldaki, dedektiflerdeki ve en çok da ailesindeki yansımalarını izliyoruz. Jamie'nin babasını canlandıran Graham, aynı zamanda dizinin ortak yaratıcılarından biri.
Birleşik Krallık'ın dünyaya sunduğu en harika oyuncularından Graham'ın adını oyuncu kadrosunda görmek bile dizinin güçlü bir drama olduğunu garanti eder gibi. Adolescence'ın diğer yaratıcısı Jack Thorne da bir o kadar tecrübeli ve başarılı bir yazar. İkilinin birlikte ortaya koyduğı iş gerçekten etkileyici.
2025'e şimdiden damga vuran Adolescence, gençliğin kırılganlığını, aile içi gerilimi ve adalet sisteminin sert yüzünü sadece 4 bölümde çarpıcı biçimde ortaya koydu. Eğer Jamie'nin hikayesi sizde derin bir iz bıraktıysa ve aynı yoğunlukta dramalar arıyorsanız, bu liste tam size göre. Hazırsanız karanlığın kalbine doğru bir yolculuğa çıkalım...
Criminal: Birleşik Krallık (Netflix / 2019)
Criminal: Birleşik Krallık (Criminal: UK), yalnızca bir sorgu odasında geçmesine rağmen seyirciyi koltuğuna çivileyen, minimalist yapısıyla gerilimi iliklere kadar hissettiren etkileyici bir dizi. 4 duvar, bir masa ve iki taraf... Dedektiflerle şüpheliler arasındaki psikolojik savaş, her bölümde farklı bir hikaye üzerinden ilerliyor. Bu sade atmosfer izleyiciyi, en küçük jesti, bakışı ya da sessizliği bile dikkatle izlemeye zorluyor. Gerilim, alışıldık aksiyon kalıplarından çok uzak; burada tansiyonu yükselten şey, insan davranışlarının belirsizliği ve sözcüklerin altındaki anlamlar.
Sadece dört duvar, ama yüreğe işleyen bir gerilim (Netflix)
Criminal: Birleşik Krallık de Adolescence gibi suçu aydınlatmaktan çok, gerçeğin ne kadar belirsiz ve kırılgan olabileceğini gösteriyor. David Tennant, Kit Harington ve Hayley Atwell gibi oyuncular, oynadıkları karakterlere öyle bir derinlik katıyor ki, suçluyla empati kurmakla ondan tiksinmek arasında gidip geliyorsunuz. Dizi, sadece bir suçun çözümünü değil, aynı zamanda adaletin, inancın ve manipülasyonun sınırlarını sorgulatıyor. Tek mekana rağmen özenle çekilmiş her bölüm, tiyatral bir yoğunluk taşıyor. İzleyiciye nefes alacak alan bırakmayan bu yapım, aynı zamanda dedektifler arasındaki kişisel çatışmaları da ustalıkla işliyor.
Görkemli setler ya da karmaşık kurgular olmadan da güçlü bir anlatı kurulabileceğini kanıtlayan Criminal: Birleşik Krallık için zihin açıcı demek yanlış olmaz. Gerçekle yalanın birbirine karıştığı bu sorgu odasında, her saniye gerçeğe biraz daha yaklaşıyor ama asla tam emin olamıyorsunuz.
Polisiye tutkunları ve karakter odaklı psikolojik dramaları sevenler için kaçırılmaması gereken bir deneyim.
Glue (2014)
Glue, gençlik dramasını bir suç öyküsüyle harmanlayarak sıradan görünen hayatların altındaki karanlığı gözler önüne seriyor. Adolescence gibi Glue da pastoral ya da sıradan mekanların, aslında ne kadar çürümüş sırlarla dolu olabileceğini çarpıcı biçimde anlatıyor.
Glue'nun senaryosu, Adolescence’ın yaratıcılarından Jack Thorne’un imzasını taşıyor (Channel 4)
Glue'da Britanya taşrasının dinginliği, bir gencin ölümüyle paramparça olurken Adolescence, banliyö konforunun ardına gizlenmiş derin bir psikolojik çöküşü işliyor. Bu dizilerde gençlik neşeyle değil, bastırılmış travmalar, kayıplar ve suskunluklarla resmediliyor. İki yapımda da ana karakterlerin etrafındaki arkadaşlık ilişkileri, güvenle değil şüpheyle örülmüş. Suç, sıradan hayatların tam ortasına sızıyor ve izleyiciyi "Gerçek kötülük nerede saklı?" sorusuyla baş başa bırakıyor.
Adolescence'ın ortak yazarı Jack Thorne'un Glue'da yaratmayı başardığı tedirgin edici atmosfer, Adolescence'taki psikolojik gerilimle epey benzeşiyor. Sonuç olarak her iki dizi de gençliğin kırılgan yüzünü aydınlatırken, izleyicisini boğazında bir yumru ve midesinde bir yumrukla başbaşa bırakıyor.
Ölmek İçin On Üç Sebep (Netflix / 2017-2020)
Netflix'in gençlik dizileri arasında çığır açan yapımlarından biri olan Ölmek İçin On Üç Sebep (13 Reasons Why), tabu kabul edilen konuları doğrudan ve sert bir dille ele alarak izleyiciyi sarsmayı başarmıştı. Ergenlik, akran zorbalığı, intihar ve cinsel istismar gibi ağır temaları merkezine alan dizi, gençliğin karanlık yüzünü tüm çıplaklığıyla sunarken aynı zamanda toplumsal sorumluluğa da ayna tutmuştu.
Ölmek İçin On Üç Sebep, liseli Hannah Baker’ın intiharının ardından geride bıraktığı kasetlerle, onu bu karara sürükleyen olayları masaya yatırıyor (Netflix)
Ölmek İçin On Üç Sebep de Adolescence gibi lise çağındaki karakterlerin içsel çatışmalarını, çevreleriyle olan çetrefilli ilişkilerini ve travmanın izlerini derinlemesine işliyor. Ölmek İçin On Üç Sebep, anlatısını bir intiharın ardından geriye kalan kasetlerle su yüzüne çıkan sırlar aracılığıyla kuruyor. Her iki yapımın da güçlü oyunculukları, karanlık atmosferi ve duygusal yoğunluğu, izleyici üzerinde kalıcı bir etki bırakıyor. Ölmek İçin On Üç Sebep nasıl bir dönemin sesi olduysa, Adolescence da bugünün gençliğinin ruhsal labirentlerine ışık tutan yeni nesil bir ağıt olarak öne çıkıyor.
Defending Jacob (Apple TV+ / 2020)
Defending Jacob tıpkı Adolescence gibi, bir çocuğun cinayetle suçlanmasının ardından ailesinin içine düştüğü psikolojik çöküşü ve adalet sistemiyle mücadelesini merkeze alan çarpıcı bir drama. William Landay'in aynı adlı romanından uyarlanan dizi, Chris Evans ve Michelle Dockery'nin güçlü oyunculuklarıyla duygusal yükünü başarıyla taşırken, izleyiciyi sürekli şu soruyla baş başa bırakıyor: Gerçekten yaptı mı?
Defending Jacob'da saygın bir savcının oğlu cinayetle suçlanınca ailesi parçalanma noktasına geliyor (Apple TV)
Her bölüm, gerilimi katman katman inşa ederken, ailenin yaşadığı vicdan hesaplaşmalarını ve parçalanma sürecini gözler önüne seriyor.
Adolescence gibi Defending Jacob da adaletin arka yüzünü, şüpheyle sarsılan ebeveynliğin sınırlarını ve toplumun önyargılarını ustalıkla işliyor. Defending Jacob, sadece bir suç draması değil, aynı zamanda bir ailenin dağılma eşiğindeki hikayesi. Dava sürecini ağır adımlarla işleyen dizinin temposu zaman zaman düşse de bu yavaşlık, atmosferin karanlığına katkı sağlıyor. 2020'de pandeminin gölgesinde yayına girdiği için fazla dikkat çekmemiş ve gümbürtüye gitmiş olabilir ama Adolescence sonrası aynı hissiyatı sürdürmek isteyenler için Defending Jacob, kesinlikle izlenmeye değer.
Unbelievable (Netflix / 2019)
Unbelievable, son yılların en sarsıcı ve etkileyici suç dizilerinden biri olarak öne çıkıyor. Üstelik de Adolescence'ın aksine gerçek olaylara dayanıyor. Netflix yapımı dizi, yalnız bırakılmış bir mağdurun sessiz çığlığını ve adalet sisteminin acımasız yüzünü gözler önüne seriyor. Kaitlyn Dever, Toni Collette ve Merritt Wever'ın olağanüstü oyunculukları sayesinde hikaye yürek burkarken, izleyicisi için umut kırıntıları da serpiyor. İlk bölümde seyirciyi neredeyse boğan adaletsizlik duygusu, ilerleyen bölümlerde iki kararlı dedektifin ortaya çıkışıyla yavaş yavaş çözülüyor.
Netflix'in gerçek bir hikayeden yola çıkan dizisi Unbelievable, yalan söylemekle suçlanan bir genç kızın ve onu aklayan iki dedektifin adalet arayışını çarpıcı biçimde anlatıyor (Netflix)
Susannah Grant, Ayelet Waldman ve Michael Chabon tarafından yaratılan Unbelievable, sadece bir suç dizisi değil, aynı zamanda kadınların sistematik olarak nasıl görünmez kılındığını anlatan güçlü bir eleştiri. Adaletsizlik, travma ve dayanışma temalarını incelikli bir dille işleyen dizi, izleyicisini hem öfkelendiriyor hem de harekete geçmeye teşvik ediyor. Adolescence'ın bıraktığı derin duygusal izleri taşıyanlar için Unbelievable, izlenmesi gereken bir yapım, unutulmayacak bir olay örgüsü ve ustalıkla anlatılmış bir adalet arayışı...
Mare of Easttown (Bein Connect / 2021)
Son yılların en çarpıcı suç dizilerinden biri olarak adını televizyon tarihine yazdıran Mare of Easttown'u izlemek için tek bir sebep yeterli aslında: Kate Winslet... Oscarlı oyuncunun kariyerinin en iyi performanslarından birini sergilediği dizi, küçük bir kasabada yaşanan cinayeti ve olayın yarattığı sarsıntıyı konu alıyor.
Kate Winslet’ın muhteşem performansıyla taçlanan bir taşra polisiyesi (HBO)
Winslet'ın canlandırdığı dedektif Mare, tıpkı Adolescence'taki gibi kendi kişisel travmaları ve ailevi sorunlarıyla da yüzleşmek zorunda kalıyor. Dizi, sadece bir suçun çözümünü değil, bir topluluğun yasla, suçla ve utançla nasıl başa çıktığını da derinlemesine işliyor.
Kadın karakterlerin çok katmanlı temsili ve güçlü oyunculuklar diziyi klasik suç anlatılarının ötesine taşımayı başarıyor. Adolescence toplumsal baskıyı ve aile içi dinamikleri nasıl incelediyse, Mare of Easttown da benzer şekilde bir cinayetin ardındaki toplumsal çözülmeyi gözler önüne seriyor.
Brad Ingelsby'nin yarattığı dizinin yavaş yavaş örülen temposu, izleyiciyi karakterlerle birlikte düşünmeye ve hissetmeye davet ediyor. Jean Smart ve Evan Peters gibi isimlerin performansları da Mare of Easttown'ın duygusal gücünü artırıyor. 7 bölümlük mini dizi suça değil insana odaklanarak türüne yeni bir soluk getiriyor. Adolescence'ı sevdiyseniz Mare of Easttown'a da aynı tutkuyla bağlanmanız kaçınılmaz.
Broadchurch (Netflix / 2013-2017)
Broadchurch, diziye adını veren küçük kurgusal kasabanın sessizliğini bozan bir çocuk cinayetini merkezine alarak, suçun toplumsal ve duygusal etkilerini derinlemesine inceleyen güçlü bir Britanya polisiyesi. İlk sezonunda iki efsanevi yeteneğin, David Tennant ve Olivia Colman'ın canlandırdığı zıt karakterli dedektifler, Broadchurch kasabasında yaşanan bu trajedinin peşine düşerken seyirciyi de insan doğasının karanlık köşelerine götürüyor.
Broadchurch, küçük bir kasabada bir çocuğun ölümünün ardından sırların ortaya saçıldığı ve herkesin şüpheli haline geldiği çarpıcı bir suç draması (ITV)
Chris Chibnall tarafından yaratılan dizinin sinematografisi, kasabanın pastoral güzelliğini sert gerçeklerle çarpıştırarak suçun yıkıcılığını görsel olarak da hissettiriyor. Tıpkı Adolescence gibi Broadchurch de cinayetin yalnızca failini değil, geride kalanların iç dünyasını da sorguluyor. Her iki yapım da adaletin sınırlarını ve toplumun olaylara verdiği tepkileri etkileyici bir biçimde yansıtıyor.
Broadchurch, daha geleneksel bir dedektif anlatısına sahip olsa da karakter derinliği ve atmosfer yaratımı açısından Adolescence'la aynı çarpıcılığa ulaşıyor. İlk sezonu, özellikle suç ve travmanın yankılarını izlemeyi sevenler için başlı başına bir deneyim. Kasaba halkının birbirine görünmez bağlarla bağlı oluşu, suçun etkisini daha da kişisel hale getiriyor. Adolescence'ı sevenler için Broadchurch, farklı bir perspektiften ama benzer bir yoğunlukla etkileyici bir alternatif.
The Night Of (Max / 2016)
The Night Of, sıradan bir gencin hayatının bir gecede kabusa dönmesini konu alan çarpıcı bir suç draması. Riz Ahmed'in hayat verdiği Nasir Khan, bir geceyi birlikte geçirdiği genç kadının cesediyle uyanınca kendini cinayet zanlısı olarak buluyor. Tıpkı Adolescence'ta olduğu gibi, suçun faili belli gibi görünse de gerçekler katman katman açılıyor. Dizi, izleyiciyi sürekli Nasir'in suçlu olup olmadığını sorgulamaya iterken, adalet sisteminin aksaklıklarını da gözler önüne seriyor. Polis sorgularındaki psikolojik baskılar, Adolescence'taki benzer sahneler gibi izleyicide tedirgin edici bir gerilim yaratıyor. Hapishane ortamı ve suçun birey üzerindeki dönüşüm etkisi de güçlü şekilde hissediliyor.
The Night Of, New York’ta işlenen bir cinayet sonrası, genç bir adamın adalet sistemiyle sürükleyici ve karanlık yüzleşmesini konu alıyor (HBO)
The Night Of, atmosferi ve anlatımıyla daha sade görünse de duygusal yoğunluğu ve toplumsal eleştirisiyle iz bırakan bir yapım. Usta aktör John Turturro'nun oynadığı avukat karakteri, umutsuzluğun içinde bir ışık gibi parlıyor. Dizi boyunca artan gerilim, izleyiciyi hem ekran başına kilitliyor hem de kara kara düşündürüyor. Adolescence'ı etkileyici bulanlar için The Night Of, aynı ölçüde sarsıcı ve unutulmaz bir alternatif.
When They See Us (Netflix / 2019)
When They See Us'tan bahsederken, yalnızca bir dizi değil Amerika'nın adalet sistemiyle yüzleşmesi desek yanlış olmaz. Ava DuVernay'nin yazdığı bu çarpıcı mini dizi, 1989'da Central Park'ta yaşanan korkunç bir olay nedeniyle haksız yere suçlanan 5 gencin hikayesini anlatıyor.
1989’da işlenen bir suçla haksız yere ilişkilendirilen gençlerin adalet arayışını konu alan When They See Us, sistematik ırkçılığın ve önyargının acımasız etkilerini gözler önüne seriyor (Netflix)
Gerçek olaylara dayanan yapım, tıpkı Adolescence gibi çocukların suçla ilişkilendirilme biçimini sorgulatıyor. Ancak When They See Us, kurgudan çok daha ağır bir yük taşıyor: Sistematik ırkçılık, medyanın linç gücü ve devletin ihmali.
Adolescence bireysel bir trajediye odaklanırken, When They See Us toplumsal bir adaletsizlik portresi çiziyor. İki yapım da izleyicisini rahatsız edici sorularla baş başa bırakıyor:
Suçlu kim? Kurban kim? Ve sistem ne kadar tarafsız?
Jharrel Jerome'un Emmy ödüllü performansı, When They See Us'ı unutulmaz kılan unsurlardan sadece biri. Aynı Adolescence'ın yaptığı gibi, insanın suratında tokat misali patlayan When They See Us, izleyicisini sadece düşündürmekle kalmıyor, epey de öfkelendiriyor. Hazırlıklı olun.
Neredeyse Sıradan Bir Aile (Netflix / 2023)
Adolescence'a epey benzeyen bir diğer yapımsa 2023'te yayımlanan İsveç yapımı Neredeyse Sıradan Bir Aile (En helt vanlig familj). Dizi, dışarıdan bakıldığında son derece sıradan bir yaşam süren Sandell ailesini konu alıyor. Ancak 15 yaşındaki kızlarının bir cinayetin baş şüphelisi haline gelmesiyle aile fertlerinin hayatı altüst oluyor. 6 bölüm boyunca izleyiciler, Sandell ailesinin kızlarını korumak için gerçeği gizlemeyi bile göze alarak verdiği mücadeleye tanık oluyor.
Neredeyse Sıradan Bir Aile, ergen kızlarının cinayetle suçlanmasıyla parçalanma noktasına gelen bir ailenin, sırlar ve inançlar arasında sınanan bağlılığını konu alıyor (Netflix)
Sıradan Bir Aile de Adolescence gibi bir gencin korkunç bir suça karışma ihtimalini ve bunun ardından gelen gerçek arayışını ele alıyor. Sıradan Bir Aile suçu çözmekten çok kızlarını kurtarmaya odaklanan bir aile portresi çizerken Adolescence, daha gerçekçi ve adalet odaklı bir anlatım sunuyor.
İsveç dizisi, Adolescence kadar övgü dolu eleştiriler almasa da akabinde izlenecek yapımlar arasında sıraya eklenebilir.