Blinken, Pekin'i ziyaret etmeye hazırlanıyor

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın ziyaretinin hedefinde Washington-Pekin hattında atılım gerekleştirilmesi var.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 31 Ocak'ta Kudüs'te basın toplantısı düzenledi. (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 31 Ocak'ta Kudüs'te basın toplantısı düzenledi. (AFP)
TT

Blinken, Pekin'i ziyaret etmeye hazırlanıyor

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 31 Ocak'ta Kudüs'te basın toplantısı düzenledi. (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, 31 Ocak'ta Kudüs'te basın toplantısı düzenledi. (AFP)

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, önümüzdeki pazar günü Pekin'e gidecek. Bu, üst düzey bir ABD'li diplomatın yaklaşık beş yıllık aradan sonra Çin’i ilk ziyareti olacak. Bu ziyaret, geçtiğimiz aralık ayında ‘Sıfır Kovid’ politikasından geri adım atan Çin'e, kritik bir zamanda gerçekleşiyor. Blinken’ın temaslarının hedefinde gergin ilişkileri yeniden canlandırmak ve dünyanın en güçlü iki ülkesi arasında bir atılım gerçekleştirmek var.
Söz konulu koordineli diplomatik çabanın önemine ve ABD Hazine Bakanı Janet Yellen'ın da yakında Pekin'e yapacağı ziyarete rağmen Washington yönetimi Çin üzerindeki baskısını sürdürdü. ABD Kongresi’nde 14 Cumhuriyetçi senatörden oluşan bir grup, Hint-Pasifik bölgesinde ve tüm dünyada insan hakları ihlalleri, “haksız” ticaret uygulamaları ve ‘artan saldırganlık’ konusunda Çin Komünist Partisi’ne baskı yapmaya teşvik etmek için dışişleri ve hazine bakanlarına bir mektup gönderdi. Durumun, ABD'nin karşı karşıya olduğu daha büyük tehdide bir taviz olacağı vurgulandı. İki başkanın, eski Donald Trump ve şimdiki Joe Biden'ın yönetimlerinin, Çin'in Sincan'daki Müslüman Uygurlara ve diğer etnik azınlıklara yönelik eylemlerinin ‘soykırım ve insanlığa karşı suçlar’ olduğu sonucuna vardıklarını kaydettiler. Senatörler ayrıca Çin'in ABD ekonomisine zarar veren haksız ticaret uygulamaları ve endüstriyel casusluk konusundaki ‘uzun sicili’ ile yüzleşme çağrısında bulundu.

Artan baskı
Başkan Biden yönetimi son dönemde, ABD’li tedarikçilerin Çinli telekom devi Huawei ile ilişkilerini kesmek ve yarı iletken politikası konusunda özellikle Japonya, Hollanda ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle alternatif uluslararası ilişkiler kurmak için pek çok cezai tedbir almaktan çekinmedi. Söz konusu tedbirlerin amacının Çinli şirketlere bağımlılığı azaltmak olduğu belirtiliyor.
Washington, Pekin ile uzun vadeli bir ekonomik çatışma fikrine hazır görünse de Blinken ve yardımcısı Wendy Sherman, daha önce ikili ilişkilere ağırlık sağlayan ancak Kovid-19 salgınının ortasında sona eren düzenli teması yeniden sağlamak da dahil olmak üzere karşılıklı ilişki için istikrarlı bir zemin bulmaya istekliydi. Biden'ın Çinli mevkidaşı Şi Cinping ile geçen yılın sonunda Bali'de, dünyanın en zengin ülkelerinin katıldığı G20 toplantılarının oturum aralarında yaptıkları görüşmede çalışma standartlarını ve çatışmanın sınırlarını belirlemenin yanı sıra Çin’in Tayvan'ı işgal etmeye karar vermesi halinde olası bir savaştan kaçınmak gibi konular üzerine anlaştılar. Blinken, yeni ABD Kongresi'ndeki pozisyonların Biden yönetiminin duruşuyla örtüşmediğini biliyor. Çinli yetkilileri böyle bir adımın sonuçları konusunda uyarmak için Washington'da ‘arka kapıdan sinyal’ olarak nitelenen mesajları göndermeye hazırlanıyor.

Çin şüpheciliği
Diğer yandan Çinli liderler, ABD Hükümeti içindeki bölünmelerin gerçekliğini ve ABD'deki kuvvetler ayrılığı meselesini sorguluyorlar. Zira Beyaz Saray'ın Kongre'nin eylemleriyle ilgili sorumluluktan kaçınmasının ‘aldatıcı’ olduğuna inanıyorlar. Ancak ABD’li yetkililer, dönemin Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin geçen yıl Taipei'ye yaptığı ziyarete verilen tepkinin, ziyaretin ardından askıya alınan bazı ABD-Çin çalışma gruplarının sessiz bir şekilde yeniden kurulması da dahil olmak üzere Pekin'deki bazı dikkatli dinleyicilerin varlığının bir işareti olduğunu umuyor.
ABD medyası söz konusu ziyareti iki ülke ilişkileri açısından bir ‘test’ olarak değerlendiriyor. Dışişleri Bakanı'nın Çinli yetkililerle Ukrayna'daki Rus savaşını görüşeceğini doğrulayan ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Szcüsü John Kirby'ye göre anlaşma yalnızca aradaki iletişim kanallarını açık tutmayı değil, aynı zamanda bazı hassas konuları da ele almayı amaçlıyor. Blinken’ın ayrıca uyuşturucuyla mücadelede iş birliği ve askeri meseleler de dahil olmak üzere üst düzey ikili temasların askıya alınmasının kaldırılmasını talep etmesi de muhtemel gözüküyor. Son olarak Doğu Asya ve Pasifik İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Daniel Kritenbrink ve Ulusal Güvenlik Konseyi Çin ve Tayvan Direktörü Laura Rosenberger liderliğindeki üst düzey ABD yetkililerinden oluşan bir heyet, Blinken'ın ziyaretini tartışmak üzere Pekin yakınlarındaki Langfang'da Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Şie Feng ile görüştü.
Çinli analistler Rusya'nın savaştaki başarısızlıklarından memnun olmasa da Çin devlet medyası NATO karşıtı ve Moskova yanlısı propaganda yaymaya devam ediyor. Çin'in Rusya'ya doğrudan askeri yardım sağlaması pek mümkün olmasa da Çin şirketleri, Devlet Başkanı Şi Cinping'in bu yıl ziyaret etmesi muhtemel olan Rusya'ya ihracatta rekabet eksikliğinden faydalanacak.
Çinli yetkililerin geçen yılın sonlarında başlayan koronavirüs dalgasının aralık ayı sonlarında zirveye ulaştığını ve şu an önemli ölçüde azaldığını doğrulamaya devam ettiği bir dönemde, Blinken'ın Pekin ziyaretinde Kovid-19’un yayılmasıyla ilgili endişeler yerine ekonomi ön planda yer alıyor.
ABD hükümet kurumları, Çin'e teknoloji tedarikini kısıtlamak ve Çin'in ABD'deki yatırımını engellemek için giderek daha istekli hale geliyor. Ancak ABD içinde bu kısıtlamaları uygulamanın Çin'dekinden çok daha zor olduğu vurgulanıyor.

Solomon Adaları ve Fiji
ABD, Çin'in Pasifik'e saldırmasına karşı son hamlesiyle perşembe günü Solomon Adaları'ndaki bir büyükelçiliğini yeniden açtı. ABD, birçok diplomatik misyonun kapatılmasına ve Washington'ın önceliklerinin yeniden düzenlenmesine yol açan Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından, 1993 yılında başkent Honiara'daki büyükelçiliğini kapatmıştı. Büyükelçiliğin yeniden açılması, Solomon Adaları Başbakanı Manasseh Sogavare'nin 2022 yılında Pekin ile geniş kapsamlı ancak belirsiz bir güvenlik anlaşması imzalamasının ardından geldi.
Blinken konuya dair yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“Büyükelçiliğin açılması bizim çabalarımıza bağlı. Ancak bu sadece bölge genelinde daha fazla diplomatik personel görevlendirmek için değil, aynı zamanda Pasifik’teki komşularımızla iletişimi artırmak, ABD programlarını ve kaynaklarını sahadaki ihtiyaçlara bağlamak ve insanlar arası ilişkiler kurmak için de önemli.”
Başta ABD ve Avustralya olmak üzere Batılı ülkeler, bu anlaşmanın Çin'in Pasifik Okyanusu'ndaki varlığını güçlendirmesine izin vereceğinden korkuyor. Açılış töreninde ABD'nin Honiara Büyükelçisi Vekili Russell Curnow, büyükelçiliğin ABD ile Solomon Adaları arasında ‘ana bir platform’ olarak hizmet edeceğini söyledi. Takımadaların Dışişleri Bakanı Colin Beck de büyükelçiliğin yeniden açılmasının ‘olomon Adaları Hükümeti ve halkı tarafından memnuniyetle karşılandığını’ vurguladı.
Açılış, Fiji Başbakanı Sitiveni Rabuka'nın ülkesinin Çin ile ilişkilerinin bazı yönlerini yeniden değerlendirmeye başlamasıyla gerçekleşti. Rabuka, Çin ile bir polis eğitimi ve değişim anlaşmasını feshetmeyi planladığını açıkladı.
ABD Dışişleri Bakanlığı geçen yılın başlarında senatörlere Çin'in bölgede artan etkisinin Solomon Adaları Büyükelçiliği’nin yeniden açılmasını bir öncelik haline getirdiğini bildirmişti. Söz konusu dönemden sonra Solomon Adaları, Çin ile bir güvenlik anlaşması imzaladı. Bu da bölgede askeri birikme korkusu uyandırdı ve ABD, birkaç üst düzey heyet göndererek buna yanıt verdi.



Hindistan ve Pakistan nükleer silahlarının hikayesi

Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
TT

Hindistan ve Pakistan nükleer silahlarının hikayesi

Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)
Hindistan-Pakistan çatışması (Shutterstock)

Muhammed Mansur

Hindistan ve Pakistan'ın 1947 yılında ayrılmasından bu yana iki ülke arasındaki ilişkiler gerginliğini korurken, geçici bir ateşkes ile kalıcı çatışma arasında gidip gelmeye devam etti. Keşmir meselesi başından beri sönmeyen bir kıvılcım olurken, defalarca çatışmaya ve ciddi diplomatik krize yol açtı. Ancak bugünkü gerilimi benzersiz ve tehlikeli kılan, uzun bir geçmişi olan bu çatışmanın her iki tarafın da nükleer silahlara sahip olduğu gerçeğiyle birleşmesi. Bunun da işlerin kontrolden çıkması halinde nereye varabileceği sorusunu beraberinde getirmesidir.

Çeyrek asrı aşkın bir süre önce, 1998 yılının mayıs ayında Racistan'daki Pokhran Test Sahası yakınlarındaki sıcak ve kuru Tar Çölü'nün derinliklerinde Hindistan, 'güç' anlamına gelen 'Operasyon Shakti’ kod adıyla nükleer silah sahibi ülkeler kulübüne resmen girdi.

Hindistan, Güney Asya'daki güvenlik dengelerini sarsan ve uluslararası tepkilere yol açan bir hamleyle beş nükleer bomba patlattı.

Hindistan'ın nükleer programının kökleri, genç bir fizikçi olan Homi K. Bhabha'nın Tata Sanayi Grubu'nun yardımıyla Tata Temel Araştırma Enstitüsü'nü (Tata Institute of Fundamental Research/TIFR) kurduğu 1945 yılına kadar uzanıyor. Pakistan-Hindistan bölünmesinden sonra hükümet, 1948 yılında Atom Enerjisi Yasası ile nükleer programın ilk yasal adımlarını attı ve ardından Hindistan Atom Enerjisi Komisyonu'nu (AECI) kurdu.

Hindistan 1974 yılında ‘Gülümseyen Buda’ kod adlı ilk yeraltı nükleer denemesini gerçekleştirdi. Bu testin her ne kadar ‘barışçıl’ olduğu söylense de uluslararası endişelere ve Yeni Delhi ile nükleer iş birliğine kısıtlamalar getiren Nükleer Tedarikçiler Grubu'nun (NSG) kurulmasına yol açtı.

Uluslararası baskı

Takip eden on yıllar boyunca Hindistan'ın nükleer programı, özellikle Homi K. Bhabha'nın ölümüyle birlikte uluslararası baskı ve yaptırımlardan ve iç siyasi istikrarsızlıktan zarar gördü. Yine de Hindistan nükleer altyapısını inşa etmeye devam etti ve 1980'li yıllarda Ebubekir Zeynelabidin Abdulkelam ve Rajagopala Chidambaram gibi bilim adamlarının çabaları sayesinde füze geliştirme ve uranyum zenginleştirme için paralel programlar başlattı.

Hindistan 1990'lı yıllarda çok sayıda nükleer bomba yapmak için yeterli malzeme ve bileşene sahipti, ancak yeni bir deneme yapmadı. 1998 yılında Atal Bihari Vajpayee’nin lideri olduğu Hindistan Halk Partisi’nin (Bharatiya Janata Partisi/BJP) iktidara gelmesiyle her şey değişti. Vajpayee, Hindistan'ı nükleer silahlarla donatma niyetini açıkça ifade ederek bunu bir ‘egemen hak’ ve ‘savunma ihtiyacı’ olarak değerlendirdi.

1990'lar kararlı bir tutumun hâkim olduğu yıllardı. 1998 yılında Hindistan nükleer denemelerini gerçekleştirdikten sonra Pakistan'ın cevabı gecikmedi.

Ancak uluslararası tepki gecikmedi. ABD, Japonya ve diğer ülkeler, vakit kaybetmeden Hindistan’a ekonomik yaptırımlar uyguladı. Çin bölgede bir nükleer silahlanma yarışından duyduğu endişeyi dile getirdi.

Hindistan'ın komşusu ve geleneksel rakibi Pakistan, 28 Mayıs 1998 tarihinde Chagai Tepeleri'nde birkaç deneme yaparak komşusunun bu hamlesine hemen karşılık verdi ve nükleer güçler kulübüne girdiğini resmen ilan etti. Bu sadece bir güç gösterisi değil, 1971 yılında Bangladeş'in ayrılmasıyla başlayan ve ülke tarihinin en büyük yenilgilerinden birinin ardından gelen uzun bir sürecin zirve noktasıydı.

Sind eyaletinin Haydarabad kentinde toplanan ve Hindistan karşıtı bir protesto gösterisi sırasında Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin kuklasını yakan protestocular, 9 Mayıs 2025 (AFP)Sind eyaletinin Haydarabad kentinde toplanan ve Hindistan karşıtı bir protesto gösterisi sırasında Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin kuklasını yakan protestocular, 9 Mayıs 2025 (AFP)

Pakistan’ın nükleer silahlarla olan hikayesi 20 Ocak 1972'de Başbakan Zulfikar Ali Butto’nun Multan şehrinde üst düzey bilim adamları ve mühendisleri bir araya getirmesiyle başlar. Pakistan'ın Hindistan ile bir “caydırıcılık dengesi” olmadan hayatta kalamayacağını ilan etti. Butto, açık sözlülükle “Gerekirse ot yeriz ama bomba yapacağız” ifadelerini kullandı. Böylece Pakistan'ın nükleer programı resmen doğmuş oldu.

Nükleer fizikçi Munir Ahmed Han, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'ndaki (UAEA) görevinden döndükten sonra, Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu'nu (PAEC) yönetmekle görevlendirildi, ancak PAEC çok geçmeden özellikle gerekli bölünebilir malzemenin üretilmesi konusunda büyük teknik zorluklarla karşılaştı. Hollanda'daki uranyum zenginleştirme tesislerinde çalışmış bir metalürji mühendisi olan Abdulkadir Han'ın ismi burada ortaya çıktı. Han, ülkesine santrifüj uranyum zenginleştirme alanında önemli bilgiler ve teknikleri kazandırdı.

Hükümetin tam desteğiyle daha sonra Pakistan'ın ana nükleer araştırma kurumu haline gelecek olan Kahuta tesisini kuran Han, PAEC ile birlikte nükleer programın geliştirilmesinde iki paralel hat oluşturdu. Han'ın, dönemin Cumhurbaşkanı General Muhammed Ziya-ül Hak'a gönderdiği bir mektuba göre Pakistan 1984 yılında geniş, ağır gözetime ve Batı ülkelerinin uyguladığı yaptırımlara rağmen yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum üretmeyi başararak nükleer silaha sahip oldu.

1990'lar kararlı bir tutumun hâkim olduğu yıllardı. 1998 yılında Hindistan nükleer denemelerini gerçekleştirdikten sonra Pakistan'ın cevabı gecikmedi. Aynı ay içinde Pakistan ülkenin batısındaki Chagai Çölü'nde beş nükleer bomba denemesini aynı anda yaptı. İki gün sonra da Haran Çölü'nde altıncı denemeyi gerçekleştirdi. Bu, Pakistan'ı dünyada nükleer silah geliştiren ve deneyen yedinci ülke haline getirerek bölgesel gerilimi arttırdı ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) 1172 sayılı kararla kınamasına yol açtı.

Hindistan'ın plütonyumu, Pakistan'ın uranyumu

Hindistan ve Pakistan’ın nükleer devletler kulübüne girmelerinden sonra bu iki ülkenin kapasiteleri ve hangi ülkenin daha üstün olduğu konusundaki tartışmalar hiç bitmedi. Her iki ülke de nükleer denemelerini aynı yılın aynı ayında gerçekleştirmiş olsa da iki program arasındaki teknolojik farklılıklar başından beri vardı ve bugün de devam ediyor.

Hindistan orta ve uzun menzilli balistik füzelerin yanı sıra nükleer füze fırlatabilen denizaltılardan oluşan geniş bir cephanelik geliştirerek kara, deniz ve havayı kapsayan üç boyutlu bir caydırıcılık kabiliyetine sahip oldu.

Hindistan, nükleer programını, nükleer silah tasarımında daha yüksek teknik kabiliyet ve hassasiyeti yansıtan bir seçim olarak nükleer araştırma reaktörlerinden elde edilen plütonyum temelinde geliştirdi. Buna karşın Pakistan, Kahuta Santrifüj Tesisi’nde üretilen yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum kullandı. Teknik olarak, plütonyum savaş başlıkları için boyut ve ağırlık açısından daha verimli, ancak teknik olarak işlenmesi daha zor.

Kanıtlar, Hindistan'ın hidrojen termobarik bomba tasarımına odaklandığını gösteriyor. Hindistan, 1998 yılında yapılan bir testte bu bombanın kullanıldığını duyurmuş olsa da tam ölçekli testin başarısı konusunda şüpheler söz konusu. Termonükleer bomba fisyondan sonra nükleer füzyona dayanır ve Pakistan'da olduğu gibi muazzam bir patlama gücü sağlar. Pakistan sadece fisyon bombalarını ve bazı geliştirilmiş bombaları test etti, ancak henüz termal bir silaha sahip olduğunu ilan etmedi.

Plütonyum ve uranyum bombaları arasında bölünebilir maddenin türünde ve kullanılan patlatma yönteminde farklar söz konusu. Hiroşima'ya atılan bomba gibi uranyum bombaları uranyum-235 adlı madde temelinde geliştirilmiştir ve ‘top’ olarak bilinen nispeten daha basit bir tasarıma sahiptir. Burada iki kritik altı kütle hızla birbirine itilerek bir patlama meydana getirilir. Uygulanması nispeten kolay olsa da büyük miktarda saf zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyaç duyulur.

Buna karşılık Nagazaki'ye atılan ‘Fat Man’ (Şişman Adam) bombası gibi plütonyum bombaları, plütonyum-239 maddesi temelinde geliştirilir ve plütonyumun son derece koordineli patlayıcılar kullanılarak kritik kütleye sıkıştırıldığı ‘patlama’ olarak bilinen daha karmaşık bir tasarım gerektirir. Bu da daha küçük boyutta daha güçlü ve verimli bombaların yapılmasına olanak sağlar. Ancak son derece gelişmiş mühendislik teknolojisine ihtiyaç duyar. Plütonyum ayrıca daha radyoaktif bir maddedir. Kalıplanması ve depolanması daha zor. Bu da onu fiziksel ve güvenlik açısından zor bir maddeye dönüştürüyor. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bununla birlikte, yüksek yoğunluğu ve daha küçük boyutlarda daha büyük patlamalar üretme kabiliyeti nedeniyle modern silah tasarımlarında tercih ediliyor.

İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması çerçevesinde konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.

Hindistan orta ve uzun menzilli balistik füzelerden oluşan geniş bir cephaneliğin yanı sıra nükleer füze fırlatabilen denizaltılar geliştirerek kara, deniz ve havayı kapsayan üç boyutlu bir caydırıcılık kabiliyetine sahip oldu. Buna karşılık Pakistan, Şahin ve Ghauri gibi etkili, ancak daha kısa menzilli, daha az çok yönlü bir füze sistemine sahip. Bu da uzun menzilli caydırıcılıktan ziyade hız ve anında karşılık verme yaklaşımını ön plana çıkarıyor.

Hindistan’ın üstünlüğü

BM Silahsızlanma İşleri Ofisi’ne (UNODA) göre Hindistan yaklaşık 172, Pakistan ise yaklaşık 170 nükleer savaş başlığına sahip. Bu sayısal yakınlığa rağmen, her iki tarafın nükleer doktrini, kullandığı teknoloji ve stratejik yönelimleri önemli ölçüde farklılık gösteriyor. Bu da aralarındaki dengeyi kırılgan hale getiriyor.

Hindistan kamuoyu önünde ‘ilk adımı atmama’ politikasını benimsiyor. Yani nükleer bir saldırıya karşılık vermedikçe nükleer silah kullanmayacağını taahhüt ediyor. Ancak Yeni Delhi hükümetinin üst düzey bazı isimleri son zamanlarda bu doktrinin gözden geçirilebileceğinin sinyallerini verdi. Pakistan ise böyle bir politikayı benimsemeyi kategorik olarak reddederken, varoluşsal bir tehdit algılaması halinde nükleer silahları önleyici olarak kullanma hakkını savunuyor.

İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması çerçevesinde konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.

Nükleer silahlar dışında, Pakistan sadece 560 bin askere sahipken Hindistan, 1,24 milyondan fazla askeriyle konvansiyonel kabiliyetlerde askeri üstünlüğe sahip.

İslamabad'da düzenlenen Pakistan Milli Günü geçit töreni sırasında Nasr (sağda) ve Babur (solda) füzelerini taşıyan askeri araçların üstünden selam veren Pakistan askerleri, 23 Mart 2022 (AFP)İslamabad'da düzenlenen Pakistan Milli Günü geçit töreni sırasında Nasr (sağda) ve Babur (solda) füzelerini taşıyan askeri araçların üstünden selam veren Pakistan askerleri, 23 Mart 2022 (AFP)

Hindistan, ithalata bağımlılığın azaltılmasına ve modernizasyona odaklanarak 2025-2029 yılları için 415,9 milyar dolarlık devasa bir savunma bütçesi ayırdı. Buna karşın Pakistan, içerideki ve sınır güvenliği alanındaki zorunluluklar nedeniyle 2028 yılında sadece 10 milyar dolara ulaşması beklenen savunma bütçesiyle daha mütevazı ilerliyor.

Hindistan 220'den fazla Rus yapımı Suhoy Su-30 MKI çok amaçlı savaş uçağı ve 36 gelişmiş Fransız yapımı Rafale savaş uçağı ile sayısal ve niteliksel olarak Pakistan karşısında üstün bir konuma sahip. Pakistan ise Pekin ile ortaklık kurarak Hindistan'ın üstünlüğünü dengelemek amacıyla JF-17 ve J-10C gibi Çin yapımı savaş uçaklarına ve bazı eski Amerikan yapımı F-16'larına güveniyor.

Hindistan, başta Rus yapımı T-90 tankı ve kendi yapımı Arjun tankı olmak üzere çok çeşitli bir tank filosunun yanı sıra, K9A1 gibi modern obüslere sahip. Öte yandan Pakistan, neredeyse tamamen Khalid ve VT-4 gibi Çin tanklarından oluşan bir tank filosuna sahip ve Amerikan M109 silahlarını kullanıyor. Hindistan ise Rus yapımı S-400 ve İsrail yapımı Barak-8’den oluşan ikili hava savunma sistemine sahip. Buna karşın Pakistan’ın aradaki teknolojik farkı azaltmak amacıyla edindiği uzun menzilli HQ-9 ve orta menzilli LLY-80 gibi Çin yapımı hava savunma sistemleri var.

Hindistan iki uçak gemisi, nükleer ve hücum denizaltıları ile çok sayıda destroyer ve fırkateynden oluşan güçlü bir donanmaya sahipken, Pakistan’ın uçak gemisi olmayan sınırlı bir donanması var. Donanmanın envanterinde eski Fransız Agusta denizaltıları ile bazı Çin yapımı fırkateynler bulunuyor.

Hindistan’ın hava ve deniz kuvvetlerindeki üstünlüğüne ve daha geniş bir askeri üs ve tesis ağına sahip olmasının yanında bu üstünlüğü, paradoksal bir şekilde, Pakistan'ın erken nükleer saldırı seçeneğini sürdürmesinin ana nedenlerinden biri. Çünkü İslamabad, kısa menzilli Nasr füzesi gibi taktik nükleer silahların kullanılmasının, özellikle Hindistan'ın sayısal ve lojistik üstünlüğüne ayak uyduramaması nedeniyle konvansiyonel bir savaş durumunda Hindistan'ın olası bir ilerlemesini durdurmanın tek yolu olabileceğine inanıyor.