Kandinskiy’in geri alınan tablosu 45 milyon dolara satışa sunulacak

Vasili Kandinski’'nin 1910 yılında yaptığı ‘Murnau mit Kirche II’ (Murnau’daki Kilise 2) adlı tablosu Londra'da sergileniyor. (Sotheby's)
Vasili Kandinski’'nin 1910 yılında yaptığı ‘Murnau mit Kirche II’ (Murnau’daki Kilise 2) adlı tablosu Londra'da sergileniyor. (Sotheby's)
TT

Kandinskiy’in geri alınan tablosu 45 milyon dolara satışa sunulacak

Vasili Kandinski’'nin 1910 yılında yaptığı ‘Murnau mit Kirche II’ (Murnau’daki Kilise 2) adlı tablosu Londra'da sergileniyor. (Sotheby's)
Vasili Kandinski’'nin 1910 yılında yaptığı ‘Murnau mit Kirche II’ (Murnau’daki Kilise 2) adlı tablosu Londra'da sergileniyor. (Sotheby's)

Sotheby's Müzayede Evi, Vsili Kandinski'nin en büyük tablolarından birini sergileyecek. Tablo önümüzdeki mart ayında Londra'da satışa sunulacak. Kandinski'nin kariyerinde bir dönüm noktası olarak nitelendirilen, 1910 tarihli ‘Murnau mit Kirche II’ (Murnau’daki Kilise 2) adlı resim, kariyerinin geri kalanının temelini oluşturacak, yeni nesil sanatçıları yeni bir yola sokacak olan devrim niteliğindeki soyut dilin başlangıcını ifade ediyor. Eser, Monet'den Klimt'e çağdaş avangart sanatçıların tercih ettiği asimetrik kare şeklinde ve göz kamaştırıcı ölçekte yapılmış. Zengin kontrast tonlar dizisi kullanılarak resmedilen ve yakın zamanda kurtarılan tablonun büyüleyici ve dikkate değer bir geçmişi bunuyor.
Tablo, yapıldıktan kısa bir süre sonra Johanna Margarete Stern (kızlık soyadı Lippmann, 1874-1944) ve Siegbert Samuel Stern (1864-1935) tarafından satın alındı. Başarılı bir tekstil işinin kurucu ortakları olan Johanna ve Siegbert, 1920'lerin Berlin'inin gösterişli kültürel yaşamının merkezindeydiler. Ortakların, aralarında Thomas Mann, Franz Kafka ve Albert Einstein'ın da bulunduğu sosyal çevreleri vardı ve birlikte etkileyici bir sanat eseri koleksiyonu oluşturdular.

Stern’in villasında, yemek odasının duvarındaki Kandinski tablosu. (Sotheby’s)
Yüzü aşkın tablodan oluşan koleksiyonun yelpazesi, Eski Hollanda sanatının şaheserlerinden farklı zevkleri, ilgi alanlarını ve Pierre-Auguste Renoir, Lovis Corinth, Odilon Redon, Max Liebermann, Edvard Munch ve Max Bechstein'ın daha öncü çalışmalarını yansıtıyordu. Ancak Nazilerin gücünün artmasıyla her şey değişti. Siegbert 1935'te eceliyle öldüyse de Johanna Margarete Almanya'yı terk etmek zorunda kaldı. Bu korkunç olayların ortasında Stern Sanat Grubu dağıldı ve yaklaşık on yıl önce söz konusu eserlerin, 1951'den bu yana asılı oldukları Hollanda'nın Eindhoven kentindeki Van Abbemuseum’un duvarlarında olduğu tespit edildi. Murnau mit Kirche II, Stern ailesinin mirasçılarına iade edildi. Tablonun 45 milyon dolara satışa sunulması beklenirken elde edilen kâr, Stern'in hayatta kalan 30 varisi arasında paylaştırılacak. Sanat eserinin satışı, aileye ait sanat koleksiyonunun kaderi hakkında daha fazla araştırma yapılmasına da kaynak sağlayacak.
Sotheby's Avrupa’nın Yönetim Kurulu Başkanı Helena Newman konuyla ilgili olarak şu açıklamada bulundu:
“Kandinski'nin Murnau tablosunun yapıldığı dönem, gelecek nesiller için soyut sanatı tanımladı. Dönemin son tablolarından biri olan ve halen özel mülkiyete ait olan bu önemli tablonun ortaya çıkışı, piyasa ve koleksiyonerler için bir dönüm noktası oldu. Yıllar sonra onu geri almak, bu muhteşem tablo ile tarihi arasındaki bağlantıyı nihayet yeniden kurmamıza ve Stern ailesinin ve sanat koleksiyonlarının 1920’li yıllarda Berlin'in gelişen kültürel ortamındaki yerleşimini yeniden keşfetmemize olanak tanıyor.”
Kandinski'nin erken sanat eserlerinin piyasaya sunulması nadir görülen bir durum. Bu eserlerin önemli bir kısmı, dünyanın dört bir yanındaki büyük müzelerin koleksiyonlarında bulunuyor. Tablo, 1 Mart'ta Londra’da yapılması planlanan satış öncesinde, 5-7 Şubat tarihleri ​​arasında Hong Kong'daki Sotheby's'de, 11-15 Şubat tarihleri ​​arasında New York'ta ve 22 Şubat- 1 Mart tarihleri ​​arasında da Londra'da sergilenecek.

Murnau tablosu ve soyut ifadeye giden yol
Kandinsky ve Gabriel Münter (hayranı ve sanatçı arkadaşı) 1908 yazında Bavyera'daki dağ köyü Murnau'yu ziyaret ettiler. Kısa süre sonra oraya aşık oldular ve birlikte ertesi yıl bölgede bir ev satın aldılar. Burada genellikle sanatçı arkadaşları Aleksey Gawlinski ve Marianne von Vervekin'in eşliğinde yazlar geçirdiler. Köy ve çevresi, Kandinski'nin soyutlamaya doğru ilk adımlarını attığı ve Batı sanatının seyrinde büyük bir radikal değişimin başlangıcına işaret ettiği önemli yıllarda çalışmalarının merkezinde yer alan zengin birçok tema sunuyordu.
Kandinski, 1906'dan 1907'ye kadar Paris'te geçirdiği süre boyunca özümsediği tüm etkileri Murnau mit Kirche II adlı resim aracılığıyla sundu. Kandinski, bir renk ve biçim patlamasından tamamen farklı ve tamamen ayrı bir şey oluşturan, doğal fotoğraftan daha uzak ve kopuk, bir yıl sonra kendi orijinal metni ‘Sanatta Manevi Unsur Üzerine’de ifade ettiği duygusal ve ruhsal yöntemiyle herkesi derinden etkileyen resimler yaptı.
Kandinski'nin Murnau mit Kirche II gibi son çalışmalarının mirası, Jackson Pollock ve Willem de Kooning gibi savaş sonrası ABD’de çalışmalar yapan Soyut Dışavurumcu sanatçıların eserlerinde de belirleyici oldu. Söz konusu iki sanatçı soyutlama yolunda ilk adımları atan Kandinski'yi ve onun açtığı öncü avangart sanatı yolunu örnek aldılar.



Kılık değiştirerek Mekke'ye giren oryantalistler

Mescid-i Haram'da Kabe’yi tavaf eden hacılar, 4 Ağustos 1987 (AFP)
Mescid-i Haram'da Kabe’yi tavaf eden hacılar, 4 Ağustos 1987 (AFP)
TT

Kılık değiştirerek Mekke'ye giren oryantalistler

Mescid-i Haram'da Kabe’yi tavaf eden hacılar, 4 Ağustos 1987 (AFP)
Mescid-i Haram'da Kabe’yi tavaf eden hacılar, 4 Ağustos 1987 (AFP)

Abdullah er-Reşid

Mekke, Müslümanları yüreklerinin ta derinliklerinden tutup çeken, kalplerin Beytullah’ı ziyaret etmek ve Kabe’yi tavaf etmek için can attığı şehir. Ancak bu şehir, hiçbir zaman sadece Müslümanların özlem duyduğu bir yer olmadı. Aynı zamanda Batılı gezginlerin dikkatlerini çeken ve oryantalistlerin hayallerini süsleyen bir yer oldu. Gayrimüslimlerin girmesinin yasak olduğu kutsal bir yer olduğundan, Avrupalıların zihinlerinde görüntüsünün olmaması onu cazip kılıyordu. Öyle ki, onların gözünde gizemli bir şehir, şaşkınlık ve hayal gücünün merkezi haline geldi.

Mekke, orta çağlardan bu yana Batılı gezginlerin gözünde keşif gezilerinin haritasındaki bir tacın en değerli mücevheri gibi görünüyordu. Macera tutkusu onu daha da çekici hale getirirken, maceraperestleri çok daha gizli yanları olduğuna ikna ediyordu. Mekke’yi çepeçevre saran gizem, direnilemeyecek kadar güçlüydü. Bir grup maceraperest, İslam dinine girmiş gibi yaparak bu şehrin hikayelerini, ritüellerini ve ziyaretçilerinin sırlarını keşfetmek için her an hayatlarına mal olabilecek tehlikeleri umursamadan ona doğru koştular. Böylece kutsallık merakla iç içe geçti ve mekânın verdiği maneviyat duygusu keşif tutkusuna karıştı. Artık onlar için şaşırtıcı bir bekleyiş, hemhal olma ve tezahür anları başlamıştı. Onları buna sadece bilgi edinmek motive etmiyordu, aynı zamanda siyaset ve sömürgecilik hırsı da bu tutkuyu besliyordu. Bazıları İslam dünyasının kalbinin attığı bu kutsal şehre dair coğrafi bilgiler ve istihbarat toplamaya çalıştı. Böylece maneviyat, istihbarat ve siyaset bir araya geldi. Mekke, onların gözünde seyahat edebiyatında ulaşılabilecek zirve, korku ve meydan okumayla dolu, kutsallıkla çevrili, ancak kılık değiştirerek yaklaşmaya cesaret edilebilecek bir menzil halini aldı.

Geçişin anahtarı olarak kılık değiştirme

Batılı gezginlerin Mekke ve Medine'ye gayrimüslimlerin girişini yasaklayan yasa karşısında kutsal mekanlara gizlice girip, manevi duyguları tatmak için kılık değiştirmekten başka çareleri yoktu. Müslümanlar gibi giyinen bu maceraperestler, Müslüman isimleri aldılar ve Arapça veya Doğu lehçelerini öğrendiler. Hatta bazıları Müslümanların görünüş ve davranışlarını taklit etmek için Kuran-ı Kerim’i ve İslam dininin emir ve yasaklarını öğrendiler.

İngiliz bilgin ve kaşif Richard Burton, 1853 yılında Afganistanlı bir doktor kılığında gizlice Mekke'ye girdi. Doğu lehçelerini beraberindeki ikna edecek kadar ustaca kullanabiliyordu.

Bu kişilerden biri olan İngiliz bilgin ve kaşif Richard Burton, 1853 yılında Afganistanlı bir doktor kılığında gizlice Mekke'ye girdi. Doğu lehçelerini beraberindeki ikna edecek kadar ustaca kullanabiliyordu. Diğerleri ise yüz hatlarının kabul edilebilir görünebileceği Asya veya Afrika'nın uzak bölgelerinden Müslüman kimliklerini benimsemeyi tercih etti. Bazıları, Müslüman olduklarını kanıtlamak için sünnet törenine bile katıldılar. Ancak gerçek kimliklerinin ortaya çıkmasının sonuçları, özellikle casusluk veya kutsal mekanların kutsallığını ihlal etme şüphesiyle bağlantılı olması halinde çok ağır olabiliyordu.

İngiliz kaşif ve bilgin Sir Richard Burton (Getty)İngiliz kaşif ve bilgin Sir Richard Burton (Getty)

Kılık değiştirenler, sınır kapılarından geçmek için gerçek bir Müslüman hacının giriş belgelerini veya kimliğini ödünç almak gibi cesaret isteyen yollara başvurdular. Alman baron Heinrich Karl Eckard Helmuth von Maltzan, 1860 yılında, Cezayirli arkadaşının kimliğini parayla satın alarak Mekke'ye girmeyi başardı. İsim olarak arkadaşının adı olan Abdurrahman'ı kullanan Alman baron, bu sayede sınır muhafızlarını kandırabildi. Bu tehlikeli yöntemlerle, bazıları Mekke'nin kapılarından geçmeyi başararak sahte yahut gerçekten hacı oldular. Bazıları amacına ulaşmak için geçici olarak İslam dinine girdiler. Bazıları ise İslam dinini gerçekten kabul etti ve yeni inançlarıyla farz ibadetlerini yerine getirdi.

Kılık değiştirmenin bazen bilimsel macera duygusuyla birleşmesi oldukça dikkat çekiciydi. Bu gezginlerin çoğu, bilgi edinme merakının kendilerini en uç noktaya ittiği oryantalistler, davranış bilimcileri ve dilbilimcilerdi. İslam dininin ayrıntılarını, namaz vakitlerini, tavaf ve sa'y gibi farizaların nasıl yapıldığını öğrendiler. Böylece Mekke'ye vardıklarında gerçek hacılar gibi davranabildiler. Çoğu kez, bir süre Mekkelilerin arasına karıştılar, pazarları, meclisleri ve genel ortamı gözlemleyerek notlar aldılar. Bu da kılık değiştirmeyi, sadece içeriye sızmak için değil, bilimsel keşif için de bir araç haline getirdi. Bu gizli maceraların sonucu, kutsal şehir Mekke-i Mükerreme halkının gelenekleri ve hacılar hakkında hazine niteliğinde bilgiler edinmek oldu. Bu bilgiler, yüzyıllar boyunca Avrupa'dan gizli kalmış olan bu şehir hakkında, seyahat kitapları aracılığıyla Avrupa'ya ulaştırıldı.

Richard Burton'ın 1855 tarihli ‘Personal Narrative of a Pilgrimage to al Madinah and Mecca’ adlı (iki ciltten oluşan) kitabının giriş sayfası (Getty)Richard Burton'ın 1855 tarihli ‘Personal Narrative of a Pilgrimage to al Madinah and Mecca’ adlı (iki ciltten oluşan) kitabının giriş sayfası (Getty)

Ludovico di Varthema nam-ı diğer Hacı Yunus el-Mısri

İtalyan gezgin Ludovico di Varthema, İslam araştırmaları tarihinin en heyecan verici maceracılarından biriydi ve Mekke'ye girip burada gördüklerini içeriden aktarmayı başaran ilk Müslüman olmayan Avrupalıydı. Yolculuğu, 16. yüzyılın başlarında, İslam dinini içeriden anlamak için dini bilgi merakı ve o dönemde İslam dünyasında nüfuzunu genişletmek isteyen Portekiz yetkilileri adına casusluk yapmak gibi iki amaçla başladı.

1503 yılında, Müslüman bir hacı kılığında Şam'a giden Varthema, sonradan İslam’ı kabul etmiş bir köle olduğunu söyleyerek, Şam’daki hac kafilesine katılmayı başardı.

Varthema, 1503 yılında, Hacı Yunus Mısri adında bir Müslüman hacı kılığına girerek Şam'a geldi ve sonradan İslam’ı kabul etmiş bir köle olduğunu iddia etti. Bu hileyi dikkatlice planlanmıştı. Hiçbir şüphe uyandırmayacak ve kervanlara kolayca karışmasını sağlayacak bir kimlik seçmişti. Şam'dan Mekke'ye yola çıkmaya hazırlanan hac kafilesine katılan Varthema, kafilenin muhafızlarından biri olduğunu öne sürdü. Kervan, uzun ve zorlu bir çöl yolculuğuna çıkarken Varthema, kaleme aldığı eserlerde Arap Yarımadası'nın yollarını, zorlu iklim koşullarını, su ikmal istasyonlarını, yolcuların alışkanlıklarını ve herkesin kutsal mekana yaklaşırken hissettiği huşuyu bizzat şahit olduğu şekilde aktardı.

Varthema, Mekke'de sadece birkaç gün geçirse de bu süre onun hayranlık ve şaşkınlıkla izlediği manzaraları kaydetmesi için yeterli olmuştu. Kabe'den, etrafında dönen ve siyah bir taşı öpmek için birbirini itip kakan kalabalıktan, Mescid-i Haram'daki tehlil ve tekbir seslerinden, kutsal mekanlara giden yolları dolduran satıcılardan bahsetti. Mekke'yi, sakinlerinin hayatının sadeliğine rağmen, imanla dolu bir şehir olarak tanımladı ve o dönemin Hicaz halkının günlük yaşantısını yansıtan pazar yerlerini ve alışveriş hallerini anlattı.

16. yüzyıldan kalma bir Portekiz el yazmasında Cambay (bugünkü adıyla Gucarat) Kralı (Wikipedia)16. yüzyıldan kalma bir Portekiz el yazmasında Cambay (bugünkü adıyla Gucarat) Kralı (Wikipedia)

Aynı zamanda Medine ve Hz. Muhammed'in mezarı hakkında oldukça ayrıntılı gözlemleri kalene alan ilk kişi olan Varthema, halkın kullandığı bazı ifadeleri de not aldı. Ayrıca, Arabistan yarımadasındaki diğer yerleri, örneğin Yenbu ve Cidde'yi ziyaret ettiğini de anlatan İtalyan gezgin, Arapçayı iyi bildiğini ve gelenekleri titizlikle uyguladığını göstermeye özen göstermiş, hatta kimliği açığa çıkmasın diye dindar gibi davranmıştı. Çünkü kimliğinin açığa çıkmasının hayatına mal olabileceğini çok iyi biliyordu.

Varthema, döndüğünde gördüklerini ‘Itinerario de Ludovico de Varthema Bolognese’ (Bolognalı Ludovico di Varthema’nın Seyahat Güzergâhı) adlı ünlü kitabında yayınladı. Daha sonra birçok Avrupa diline çevrilen ve Avrupalı okuyuculara Mekke ve hac hakkında doğrudan ve gerçekçi bilgiler sunan ilk kaynaklardan biri olan bu kitap, o zamana kadar Batı'dan tamamen gizlenmiş olan Mekke ve kutsal mekanların bir tasvirini ortaya koyarak, Avrupa'da büyük ses getirdi.

Varthema'nın yolculuğu, Avrupa'nın İslam dünyasına bakışında bir dönüm noktası oldu. Çünkü onun ardından benzer maceralara atılmak isteyen oryantalistlerin hayal güçlerini harekete geçirdi. Daha sonra Richard Burton, Domingo Badia Y Leblich ve Christiaan Snouck Hurgronje gibi kılık değiştirerek kutsal beldelere doğru yola koyulan gezginler ortaya çıktı. Onlar da aynı bilgi merakıyla ve bazen de bariz siyasi nedenlerle, sahte Müslüman isimleri alarak onun izinden Mekke'ye doğru yola çıktılar.

Varthema'nın Adem Tepesi’nde (Sri Pada) Buda'nın ayak izi olarak adlandırılan çöküntünün bulunduğu yeri ziyaretine dair bir tasvir (Wikipedia)Varthema'nın Adem Tepesi’nde (Sri Pada) Buda'nın ayak izi olarak adlandırılan çöküntünün bulunduğu yeri ziyaretine dair bir tasvir (Wikipedia)

Abbasi prensi kılığına giren İspanyol

İspanyol kaşif Domingo Badia Y Leblich, 19. yüzyılın başlarında, Ali Bey el-Abbasi takma adıyla Mekke'ye girerek olağanüstü bir maceraya atıldı. Leblich, İslam tarihinin en ünlü hanedanlarından birine mensup bir Arap prensi kılığına girmişti. Bu kimliği seçmesi tesadüf değildi ve sembolik bir anlam taşıyordu. Eski bir Abbasi unvanını ödünç alarak Avrupalı kimliğini gizleyen Leblich, bu sayede İslam dünyasının derinliklerine sızdı.Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre Abbasi Devleti'nin bir Avrupalının kutsal beldelere ulaşması için bir geçiş noktası olması tarihi bir paradoks olarak büyük bir anlam ifade ediyordu.

İspanyol kaşif Domingo Badia Y Leblich, İslam tarihinin en ünlü hanedanlarından birine mensup bir Arap prensi kılığında Mekke'ye girerek olağanüstü bir maceraya atıldı.

Müslümanları taklit eden, ibadetlere katılan ve hac kafilelerine karışacak kadar Arapça öğrenen Leblich, 1807 yılında, kimliği ifşa olmadan kalabalıklar arasında dolaşarak hac ibadetini başarıyla yerine getirdi. Bu yolculuğu iki ciltlik büyük bir kitapta kaleme alan Leblich, kitapta coğrafi, sosyal ve dini gözlemlere, Mekke'nin, pazarlarının, coğrafyasının ve sakinlerinin ayrıntılı bir tanımına ve savaşların ve salgın hastalıkların şehir üzerinde bıraktığı derin izlere yer verdi.

İspanyol kaşif ve casus Domingo Badia Y Leblich nam-ı diğer Ali Bey el-Abbasi (Getty)İspanyol kaşif ve casus Domingo Badia Y Leblich nam-ı diğer Ali Bey el-Abbasi (Getty)

İnkar ve tezahür arasında Mekke'ye giden farklı yollar

Varthema ve Ali Bey'in izinden giden diğer oryantalistler, Mekke'ye girmek için İslam kimliğine bürünerek maceralarına devam ettiler. Bazıları bilimsel veya dini nedenlerle bu yola koyulurken, diğerleri sömürgeci emellerin aracı oldular. Fakat hepsinin ortak bir noktası vardı; o da İslam dünyasının başkentini ve Müslümanların ibadet ettikleri yeri tanıma merakıydı.

Bunlardan biri olan Hollandalı oryantalist Christiaan Snouck Hurgronje, 1885 yılında Hacı Abdulgafur adıyla Mekke'ye girdi. Altı ay boyunca gece pazarında gizlice yaşayan Hurgronje, alimlerin yanında dini eğitim aldı ve Mekkelilerin günlük yaşamlarını en ince detaylarına kadar kaydetti. Gizlediği kamerasıyla pazarları, hacıları ve evleri fotoğrafladı. Ayrıca, Kur’an-ı Kerim tilavetinin 1885 yılına tarihli bilinen en eski ses kaydı da ona ait. Bu eşsiz kayıt, Harem-i Şerif’te o dönemde mevcut olan ilkel kayıt teknikleriyle özellikle Thomas Edison tarafından icat edilen fonograf silindiri ve balmumu plak kullanılarak yapıldı. Kültürel ve dini bir hazine niteliğindeki, o döneme ait Kur’an-ı Kerim tilavetinin nadir örneği olan bu tarihi kayıt, Hollanda'daki Leiden Üniversitesi arşivinde saklanılıyor.

Bu çerçevede İslam dinini kabul eden ve 1933 yılında hacca giden ilk İngiliz Müslüman kadın olan İskoç aristokrat Leydi Evelyn Cobbold’un deneyimi öne çıkıyor.

Christiaan Snouck Hurgronje, ‘Mekka in the Latter Part of the 19th Century’ (19. Yüzyılın Sonlarında Mekke) adlı ünlü kitabında gözlemlerini kaleme aldı. Bu kitap, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerindeki şehir hakkında bilgilerin yer aldığı güvenilir bir kaynak haline geldi. Daha sonraları Hurgronje hakkında Endonezya'da, Hollanda sömürgeciliğine hizmet ettiğine dair tartışmalar yaşansa da kitabı Hicaz bölgesinde İslami yaşam tarzını nispeten tarafsız bir şekilde belgeleyen Batılı kaynaklar arasında önemli bir yer tutmaya devam etti.

Kılık değiştirerek Mekke'ye giren en önemli isimlerden biri de 1814 yılında Şeyh İbrahim adını alarak gerçek kimliğini gizleyen, İsviçreli oryantalist Johann Ludwig Burckhardt’tı. Burckhardt, Kabe'yi gören ve hac ibadetini yerine getiren ilk Batılılardan biriydi. Tanımlamaları doğru ve adil bakış açısıyla ön plana çıktı. Gözlemlerini alaycı veya küçümseyici bir dil kullanmadan kaleme aldı. Hacılar arasındaki kardeşlik ve ibadetlerde hakim olan birlik ruhundan etkilenmişti. Onun kitaplaştırdığı anıları, Batılı ülkelerde İslam dini hakkında daha sonra yapılan araştırmalarda son derece etkili oldu. 19. yüzyılın başlarında Hicaz bölgesindeki dini ve sosyal yaşamı tasvir eden temel bir kaynak oluşturdu.

​​​​​​​Leydi Evelyn Cobbold’un hac ibadetini yerine getirdiği sırada çekilen fotoğrafta, Kabe’ye ait genel bir görünüm (Getty)Leydi Evelyn Cobbold’un hac ibadetini yerine getirdiği sırada çekilen fotoğrafta, Kabe’ye ait genel bir görünüm (Getty)

İslam dini benimsemeden Mekke'ye giren gezginlerin yanı sıra İslam dinini içtenlikle kabul etmiş ve samimi bir inançla hac ibadetini yerine getirmiş başka Batılı isimler de vardı. İngiliz oryantalist William Richard Williamson bunlardan biriydi. 1895 ile 1936 yılları arasında Mekke'yi birçok kez ziyaret eden Williamson, hac ibadetine ve İslam toplumuna duyduğu hayranlığı büyük bir coşkuyla kaleme almış ve derin bir manevi dönüşüm yaşadığını itiraf etmişti.

Bu çerçevede İslam dinini kabul eden ve 1933 yılında hacca giden ilk İngiliz Müslüman kadın olan İskoç aristokrat Leydi Evelyn Cobbold’un (Leydi Zeynep) deneyimi de öne çıkıyor. ‘Pilgrimange To Mecca’ (Mekke'ye Kutsal Yolculuk) adlı kitabında Kabe'nin karşısında duyduğu huşu ve Arafat'ta yaptığı tefekkürleri duygusal bir dille aktaran Leydi Cobbold, Batı'dan Mekke'ye yapılan yolculuklarla ilgili edebiyatta farklı ve önemli bir kadın sesi oldu. Kitabında manevi ve insani boyutları birbiriyle harmanlayan Leydi Cobbold, Batı kültürüne mensup Müslümanların kalplerinde hac ibadetinin bıraktığı derin izleri de gözler önüne serdi.

Gizlice yapılan bu maceralar, Mekke tarihinin bir bölümünü aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bilgiye ulaşmanın bazı aşamalarında nasıl bir kılık değiştirme macerası olduğunu ve maskenin ardındaki öteki yüzü keşfetme sürecini de ortaya koyuyor.

En derin dönüşümü ise Yahudi asıllı Avusturyalı gazeteci, yazar ve araştırmacı Leopold Weiss yaşadı. İslam dinini kabul eden Weiss, Muhammed Esed adını aldı. 1926 ile 1932 yılları arasında Hicaz bölgesinde yaşayan Esed, Arap Yarımadası'nın siyasi ve entelektüel yaşamına aktif olarak katıldı. Kral Abdülaziz'in danışmanı olarak çalıştı. Esed, ‘The Road to Mecca’ (Mekke'ye Giden Yol) adlı ünlü kitabında sadece yolculuğunu belgelemekle kalmadı, aynı zamanda İslam dini Batı'nın yanlış izlenimlerine karşı felsefi olarak savundu ve duygusal tefekkür ile kültürel analizi Batılı özgün bir dille harmanladı.

Bilgi maskeleri ve oryantalizmin aynası

Yukarıda geçen tüm bu maceralar, Doğu ile Batı'yı birbirine bağlayan ince bir iplikten ibaret. Bu kişiler Mekke'ye Müslüman kılığında girdiler, ancak oradan çıktıklarında eski algıları sarsılmıştı. Bazıları hiç eskisi gibi olmadı. Bakış açıları değişmiş, hayranlıkları artmış, hatta İslam dinini kabul etmişlerdi.

Leydi Cobbold’un Mekke’ye yolculuğunu anlattığı kitabının kapağıLeydi Cobbold’un Mekke’ye yolculuğunu anlattığı kitabının kapağı

Mekke'ye yapılan tüm bu olağanüstü yolculuklar, oryantalizmin kalbinde yatan temel çelişkiyi de ortaya koyuyor. Bu batılı gezginlerin maceraları, sadece masum bir belgeleme ya da saf bilimsel araştırma değildi, çoğu zaman Avrupa bilincinin yükünü, beklentilerini ve korkularını, bazen samimi merakını, bazen de sömürgeci eğilimlerini taşıyordu. Bazıları bilgiye olan tutkusu ve keşfetmenin verdiği heyecanla hareket ederek, Mekke’de günlük hayatın detaylarını hayranlık ve şaşkınlıkla notlarına kaydetti. Bazıları ise üstün ve ihtiyatlı bir bakış açısıyla, kontrollü ve şüpheci bir bakış açısıyla ötekini anlamaya çalıştı. Bu yüzden kaleme aldıkları metinler, gözlemlerindeki kesinlikle hayal gücü, disiplinli olarak yapılan bir belgelendirmeyle öznel yorum, mekanın kutsallığına duyulan saygıyla onu bazen manevi derinliğinden uzaklaştıran yüzeysel bakış açısı arasında değişiyor. Bu ortaya çıkan karışım, çalışmalarının değerini ve ciddiyetini bir arada sunuyor. Bu yolculukları okumak, sadece Mekke'nin eski manzaralarına bir geçiş değil, Batı'nın bu kutsal şehri nasıl gördüğü ve kültürel hayal gücünde onu nasıl yeniden ürettiğine dair pencere açarken, aynı zamanda Batı'nın İslam ve Müslümanlar hakkında bilmek istediklerini ya da bilmek istemediklerini yansıtan bir ayna görevi de görüyor. Gizlice gerçekleşen bu maceralar, Mekke tarihinin bir bölümünü aydınlatmakla kalmıyor, aynı zamanda bilgiye ulaşmanın bazı aşamalarında nasıl bir kılık değiştirme macerası olduğunu ve maskenin ardındaki öteki yüzü keşfetme sürecini de ortaya koyuyor.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.