Arabistan Yarımadası tarihindeki büyük dönüşümün ve güçlü bir devletin doğuşuna yol açan ilk birliğin gerçekleşmesinin sırrı, benimsenen şu birkaç ilkede saklıdır: Siyasi istikrarı gerçekleştirme, meşru yönetime karşı ayaklanmama, hükümdarın orduyu yönetmesi, bölgeleri aşamalı olarak birleştirmeye başlama, kendisi için sıkıntılı bir zamanda düşmanlarının birleşmesini önleme çabası, siyasi veya askeri bir karar almadan önce kanaat önderleriyle istişare etme, adaleti sağlamak adına devlet için bir yönetim biçimi belirleme ve sistemi uygulama, herhangi bir dış saldırıya karşı koruma sağlayarak ülkeyi korunaklı hale getirme, düzeni sağlamak ve tebaanın haklarına yönelik tecavüzü ve zulmü önlemek adına yönetim için yasalar ve ilkeler belirleme, belirgin bir ekonomik sistem benimseme, bilim ve eğitimi geniş çapta yayma.
İlk Suûdi devletinin kurucusu İmam Muhammed bin Suûd’un hikayesi, ismi tarihe altın harflerle yazılan büyüklerin trajedilerine benziyor. O bir kahraman, devrimci, mağrur bir atlı, adil bir hükümdar, deneyimli bir politikacı ve yönetici olmak için doğmuş bir adam. Adamlarından oluşan bir toplulukla birlikte suikast ve tasfiye komplosundan sağ çıktıktan sonra Arap Yarımadasının ortasındaki memleketi Diriye’de güçlü ve dayanıklı bir merkezî devlet kurarak orada güvenlik ve emniyet tesis etti, adalet ve eşitliği sağladı ve orayı, camilerin ve okulların ilim talebesiyle dolup taştığı bir kültür minaresi haline getirdi. Dahası, Diriye’den doğan ve başkent haline gelen genç devletini savunmak için efsane niteliğinde dikkat çekici bir kahramanlık destanı yazdı. Oluşumlar, krallıklar, imparatorluklar ve kutuplar bu aşamayı tehdit olarak algıladı ve yeni devletin yolları, söz konusu devletlerin siyasi, ekonomik vd. çıkarlarıyla kesişti. Oğulları ve torunları, babalarının bu büyük varlığı ve devletin üzerine kurulduğu direkleri koruma konusunda yazdıklarını takip etti. Gelgelelim dönemin sömürgeci işgalcileri, bu yeni doğan güçlü devlete saldırıp onu işgal etti; şiddetli çatışmalar yaşandı ve yöneticiler bu uğurda canlarını verdi ve devlet iki kez düştü. İlk önce dışarıdan bir hareketle düşen devlet tekrar ayağa kalktıktan sonra ikinci kez, oğullar arasındaki bir iç çekişme ile tekrar düştü. Daha sonra Kral Abdülaziz, babalarının ve atalarının mülkünü geri almayı başararak devleti ayağa kaldırdı ve büyük bir destanla uzun bir mücadelenin ardından devleti yeniden kurdu. Bu yapı bugün, Suûdi Arabistan Krallığı adıyla biliniyor.
Diriye’den çıkan ilk Suûdi devletinin ilk zamanlarındaki yayılma haritası – Ok, yayılma yönünü, dairelerse devlete katılan bazı şehir ve köyleri gösteriyor (Şarku’l-Avsat)
Hicri 1090 yılında doğan İmam Muhammed bin Suûd bin Muhammed bin Mukrin bin Merhan bin İbrahim bin Musa bin Rebia bin Mâni el-Meridî’nin hikayesi erken yaşlarda, h. 850-1139 (MS 1446-1727) arasında hüküm süren Diriye Emirliği dönemindeki olayların gidişatına olan etkisi ve katılımıyla başladı. Şöyle ki Diriye Emirliği’nin kuruluşunda ve Necd şehirleri arasında öne çıkmasında rolü olan birkaç emir, Diriye’yi peş peşe yönetti, ancak Diriyye, İmam Muhammed bin Suûd’un hükümdarlığından önceki dönemde bazı bölünmeler ve siyasi sıkıntılara sahne oldu. İmam Muhammed de bunların uzağında kalamadı, hatta Dir’iye’de siyasi istikrarı sağlamak için meşru hükümdara destek olma siyaseti izledi ve şahsi çıkarlar peşinde veya üzerinde anlaşmaya varılan sözleşmeleri ihlal yoluyla hükümdara karşı ayaklanmayı kabul etmedi. Bu yüzden Muhammed bin Mukrin kendisine isyan edip tüm tarafları Diriye’yi yönetme politikası konusunda bir araya getiren anlaşmayı ihlal ettiğinde İmam Muhammed, Emir Zeyd bin Merhan’ın destekçilerinden biri oldu ve böylece Zeyd bin Merhan’ı öldürerek onu yenme girişimini bilfiil engelledi ve iktidarı onun lehine yeniden ele geçirdi.
Askerî açıdan da İmam Muhammed bin Suûd, Diriye’nin yiğit atlılarından biri olarak Diriye’nin savunmasına ve seferlerine katıldı. Zeyd bin Merhan ile el-Uyeyne’ye doğru yola çıkarak, Diriye ordusunun galip geldiği bir askeri operasyonda yer aldı. el-Uyeyne Emiri, görüşme ve barışçıl bir müzakere teklif edince Zeyd bin Merhan bunu kabul ederek Muhammed bin Suûd ile el-Uyeyne’ye girdi. Ancak el-Uyeyne Emiri, bu ikisine ihanet etti ve öldürülmeleri için suikast planı hazırladı. İbn Muammer, Emir Zeyd bin Merhan’ı öldürürken Muhammed bin Suûd, kurtulmayı başararak saraydaki müstahkem yerlerden birine sığınabildi. El-Uyeyne Emiri’nin halası Cevhere binti Abdullah bin Muammer ona eman verince inmeyi kabul etti ve Diriye’ye döndü. Muhammed bin Suûd burada iktidarı devraldı ve böylece ilk Suûdi devletini kurdu.
İmam Muhammed bin Suûd döneminde Diriye, her düzeyde istikrar ve refaha tanık oldu. Daha sonra gitgide gücünü artırarak kendi imkânlarına ve yetkin iktidar siyasetine dayalı bir şehir devleti olarak temayüz etti. Ve nihayet, Arap Yarımadasının büyük bir bölümünü içine alacak bir devletin kurulması için en münasip şehir halini aldı. Bu aşamaya gelirken de İmam Muhammed bin Suûd’un şehir devletinden kapsamlı bir devlete dönüşüm vizyonu ve tüm Arap Yarımadasını birleştirme çabası ateşleyici oldu.
İmam, Arap Yarımadasının kalbi mesabesindeki Necd’de birlik projesi başlattı, Yarımada o dönemde aynı şehrin insanları arasındaki siyasi bölünmeler ve büyük çözülmelerle boğuşuyordu ve bu durum, birliği gerçekleştirmeyi, birleştirme ameliyesinin en zorlu aşamalarından biri haline getirerek uzun bir zaman aldı.
İmam Muhammed bin Suûd, devletin askerî işleriyle ilgileniyor ve denetliyordu. Birliğin gerçekleşmesindeki önemini göz önünde bulundurarak, askerleri eğitip silahlandırmak suretiyle güçlü bir ordu kurmak istedi. Orduya verdiği büyük manevi destekten ötürü bazı muharebelere bizzat kumandanlık etti, kendisi olmadığında da yerine oğlu Abdülaziz’i geçirdi.
İmam, başkenti Diriye’den, toplumun farklı tayflarını etkileyerek birlik fikrine ikna etti ve bu da onları, bunun gerçekleşmesi uğrunda ortak ve omuz omuza çalışmaya sevk etti. İmam Muhammed bin Suûd, Diriye’den kendisine bağlı ülke ve kabilelere birleştirme harekâtına katılmaları için davet gönderiyor, onlar da kararlaştırılan zamanda savaş meydanına atlı ve askerlerden oluşan bir topluluk gönderiyordu.
İmam Muhammed bin Suûd’un rüyasını gerçekleştirmenin bedeli hafif değildi. Kuruluş aşaması, her devletin tarihinde en zorlu aşamadır, özellikle de Arap Yarımadasının o dönemdeki haline bakıldığında. Nitekim bazı ülkeler, şahsi çıkarları ile birlik projesi arasında daimî bir tereddüt içindeydi. Bu, devletin güvenliği sağlamak için girmeye devam ettiği savaşlarda kaynaklarının ve çabasının çoğunu tüketen bir etken oldu. İki oğlu Faysal ve Suûd bu sürece kurban gitse de İmam Muhammed bin Suûd, birliği gerçekleştirme ve bölgeyi kalkındırma konusundaki kararlılığını bozmadı.
Necd’in birleştirilmesi 40 yıl alarak İmam Abdülaziz devrine kadar sürdü. Diriye’nin şanının artması ve el-Uyeyne, Huraymila ve Menfuha gibi Necd ahalisi arasında ilkeleri, fikirleri ve vizyonunun revaç bulmasının ardından birkaç ülke erkenden ve barışçıl bir şekilde İmam Muhammed bin Suûd’a biat etse de Necd’in bazı bölgelerinde güçlü bir muhalefet varlığını sürdürüyordu. Bunlardan en önemlisi de Dir’iye’nin 27 yıl boyunca çatışma yaşadığı Emir Deham bin Devas liderliğindeki Riyad kasabasıydı. İmam Abdülaziz nihayet h. 1187 (MS 1773) yılında bu kasabayı da birliğe dahil edebildi.
Birleştirme operasyonları ilk etapta Necd’in birliğine odaklansa da artan gücü ve nüfuzu sebebiyle komşu bölgelerden düşmanlar, Diriye’ye karşı birlik oldu. H. 1172 yılında el-Ahsa hükümdarı, Necd’in bazı bölgelerinin de desteğiyle Diriye’ye karşı büyük bir sefer başlattı, ancak İmam Muhammed bin Suûd’un iyi idaresi ve Diriye’nin koruma gücü sayesinde bu akın, hedefine ulaşamadan geri döndü.
İmam Muhammed bin Suûd’un idareciliği, sıkıntılı bir zamanda düşmanlarının kendisine karşı birlik olmasını engellemesinde tezahür ediyor. Diriye’nin birtakım zorluklarla boğuştuğu bir zamanda Necran hükümdarıyla müzakere ederek Diriye’de esir olan bazı bağlılarını ona teslim etti, bunun karşılığında da onun, el-Ahsa ve Riyad hükümdarı ile Dir’iye’ye karşı kurdukları ittifakını önledi. Böylece diplomatik çözüm, devleti o dönemde eşitsiz olacak bir savaştan kurtarmış oldu.
Bu noktada şunu da muhakkak kaydedelim ki İmam Muhammed bin Suûd iktidarda siyasi sistemin temellerini, şura ilkesinin, temel direklerden biri olarak kabul edildiği İslami nizama uygun şekilde attı. Nitekim siyasi ve askerî kararlar almadan önce aile içindeki ve dışındaki kanaat önderleri ve alimlerle istişare ediyordu.
İmam Muhammed bin Suûd döneminde kuruluş aşaması sadece askerî harekâta bağlı kılınmamış, devletin inşasındaki önemine binaen medeniyet alanındaki faaliyetler askerî faaliyetlerle uygun adım ilerlemişti. Yeni devletin kuruluşunun en önemli esaslarından biri, kamusal ve özel işleri düzenleyen nizamname ve kanunların çıkarılmasıdır. İmam Muhammed bin Suûd da devletin nizamını, İslam şeriatı ile soylu Arap ahlakına dayalı olarak kurdu.
İmam Muhammed bin Suûd döneminde güvenlik alanında meydana gelen büyük değişime bakınca, sistem uygulamasının ne kadar tavizsiz ve adil olduğunu anlarız. Yargı sisteminin nizamname çıkarma ve onu uygulamadaki başarısının bir sonucu olarak rejim, toplumun bireylerini suç işlemekten caydıran bir unsur haline gelmişti. Devlet, kasabalara ve kabilelere yönelik saldırı ve yağmaları önleyenleri ödüllendiriyor, bunu önlemek elindeyken önlemeyenleri de cezalandırıyordu. Kadılar, bilgi ve deneyimlerine göre atanıyor ve çekişmeli taraflardan para almalarını engellemek adına beytülmalden, yani devlet hazinesinden kendilerine maaş tahsis ediliyordu. Daha önce yaygın olduğu halinde kadı, sistemi uygulayabilmesi için yürütme erki tarafından destekleniyordu.
İmam Muhammed bin Suûd güvenliğin önemini de göz ardı etmeyerek kasabaları tahkim edip güvence altına alma istedi. Bunun için korunaklı yerlere kaleler inşa ediyor ve buraları, “emin” adı verilen ve kendilerine erzak ve cephane temin edilen askerlerle donatıyor, böylece kasaba herhangi bir dış saldırıya karşı korumaya alınıyordu.
İmam Muhammed bin Suûd, tüm devlet işlerinin genel denetimini üzerine aldı. İstikrarın sürdüğünden ve tebaaya, haklarına tecavüz edilmeden yönetim için konan ilke ve kanunlara uygun olarak adil muamele yapıldığından emin olmak için Dir’iye’ye bağlı kasaba emirleri ile sürekli temas halindeydi.
İmam Muhammed bin Suûd, ekonomik sistemi de İslam şeriatını esas alarak kurdu. Nitekim paralar, şeriatın belirlediği kaynaklara göre beytülmalde toplanıp sayılır, sonra da hak sahiplerine dağıtılırdı. İmam Muhammed, kasaba yöneticileri tarafından halkına rastgele dayatılan vergileri de iptal etti ve bölge, onun döneminde ekonomik bakımdan büyüme ve gelişmeye tanıklık etti.
İmam Muhammed bin Suûd’un ilgisinden en büyük pay ilme ve alimlere düştü. İmam, ilmin, bölgenin vaziyetini büyük ölçüde değiştirebileceğine inanmıştı. Dir’iye onun döneminde, özel olarak Necd ve genel olarak Arap Yarımadasındaki ilim hayatının aktif bir merkezi haline geldi. Tüm kasabalardan alimler ve ilim talipleri buraya geliyordu. Bu yüzden Dir’iye, h. 1157 (MS 1745) yılında el-Uyeyne’den ayrılan Şeyh Muhammed bin Abdülvehhab için de en uygun seçenek oldu.
İmam Muhammed bin Suûd ilim talebesini koruyup gözetme, haklarını muhafaza etme ve yeni ilmi kalkınmaya muhalefet edenlere karşı onları savunma sorumluluğunu üstlendi. Birliği barışçıl yollarla gerçekleştirme girişimiyle de komşu ülkeler ve bölgelere ilmi heyetler ve mektuplar gönderiyordu. Bu doğrultuda, bakış açılarını yaklaştırma ve anlaşmazlığı çözme çabası göstererek, Suûdilerin hac engeline de Mekke’ye ilmi bir heyet göndererek karşılık verdi.
Arap Yarımadası tarihindeki bu büyük dönüşüm, Kurucu İmam Muhammed bin Suûd sayesindedir. İmam, devleti kurmak ve direklerini sabitlemek için kırk yıl harcadıktan sonra h. 1179 (MS 1765) yılında vefat edince ilk Suûdi devleti hükümdarı olarak yerine, kurucu babasının yönetim tarzını ve yaklaşımını benimseyen oğlu Abdülaziz bin Muhammed geçti.