Almanya Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika İşleri Resmi Sözcüsü: Suudi Arabistan'daki reform sürecini önemsiyoruz ve desteklemeye hazırız

Almanya Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika İşleri Resmi Sözcüsü Dr. Dennis Komitat (Alman Bilgi Merkezi) 
Almanya Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika İşleri Resmi Sözcüsü Dr. Dennis Komitat (Alman Bilgi Merkezi) 
TT

Almanya Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika İşleri Resmi Sözcüsü: Suudi Arabistan'daki reform sürecini önemsiyoruz ve desteklemeye hazırız

Almanya Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika İşleri Resmi Sözcüsü Dr. Dennis Komitat (Alman Bilgi Merkezi) 
Almanya Dışişleri Bakanlığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika İşleri Resmi Sözcüsü Dr. Dennis Komitat (Alman Bilgi Merkezi) 

Almanya Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika İşleri Resmi Sözcüsü ve Alman Bilgi Merkezi Direktörü Dr. Dennis Komitat, Almanya ile Suudi Arabistan arasındaki ortaklığın derinliğine vurgu yaptı. Komitat, "Berlin, Suudi Veliaht Prensi ve Başbakanı Prens Muhammed bin Selman tarafından başlatılan ve devleti, özellikle de kadının rolünü modernize edecek siyasi ve sosyal reform süreçlerini ilgiyle izliyor" dedi.  Ülkesinin "Krallığı desteklemeye, bu yolda daha fazla adım atmaya hazır olduğunu" ifade eden Komitat, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, "Krallığın birçok açıdan bölgesel siyasette önemli bir rol oynadığını ve bu nedenle Berlin için önemli bir diyalog ortağı olduğunu" kaydetti. 
Komitat Yemen örneğini vererek, "Suudi Arabistan'ın giderek artan yapıcı rolünü ve Körfez İşbirliği Konseyi’nin Yemen'e yönelik politikasındaki çabalarını memnuniyetle karşılıyoruz" dedi. 
Berlin ile Riyad arasındaki ekonomik ortaklığı "yakın" olarak nitelendiren Komitat, Alman şirketlerinin Krallık'taki "artan" varlığına işaret etti. Alman Bilgi Merkezi Direktörü ülkesinin, modern ve sürdürülebilir enerji üretimi alanında küresel bir oyuncu olmak için Riyad'ı hedeflemekten memnuniyet duyduğunu ifade etti. 
Komitat: "Şu anda yüzde birden daha az olan yenilenebilir enerjileri 2030 yılına kadar elektrik karışımının yüzde 30'una çıkarma hedefleri çok iddialı hedefler ve Almanya bu alanda destek vermekten mutluluk duyuyor. Hidrojen alanında özellikle de Berlin’in, 2045 yılına kadar sıfır karbon emisyonu hedefine ulaşmak için yeşil hidrojen ithal etmeye bel bağladığı bir zamanda, Riyad ile özel bir ortaklık var. Suudi Arabistan'ın hidrojen üretmek ve ihraç etmek için mükemmel malzemeleri var." 
Almanya’nın, İran ile ilgili iç ve dış politikadaki gelişmeleri "büyük endişeyle" izlediğini ifade eden Komitat: "Tahran'daki rejim, halkı tarafından açılım konusunda büyük bir baskı altında, ancak buna diyalogla değil, daha ziyade acımasız baskı, keyfilik ve şiddetle yanıt veriyor. Almanya bunu en güçlü ifadelerle kınıyor. Berlin, İran'ın Suriye ve bir dereceye kadar Irak gibi ülkelerde oynadığı ‘sorunlu rolü’ kınıyor. Almanya, İran'ın izlediği nükleer politikanın artan uzun vadeli hamleleriyle ilgili endişesinin yanı sıra nükleer tırmanışı önlemek için çalışma gereğini vurguluyor" Şeklinde konuştu.
Alman resmi sözcüsü, "Körfez Arap ülkelerinin Tahran'a büyük şüpheyle baktığı anlaşılmaktadır. Bu konuyu Almanya Dışişleri Bakanı Annalina Baerbock, Münih Güvenlik Konferansı’nda Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ile gerçekleştirdiği görüşmede ayrıntılı olarak ele aldı. Berlin bu konuda diplomasiye ve siyasi çözümlere güvenmeye devam edecek. Gerginliklere rağmen diyalog kanallarının açık kalması önemli" açıklamasında bulundu.
Ukrayna krizi ve bu krizin çözümünde müzakere olasılığı ile ilgili konuşan Alman Bilgi Merkezi Direktörü şu ifadeleri kullandı: "Müzakerelerin yapılıp yapılmayacağına, ne zaman yapılacağına ve içeriğinin ne olacağına yalnızca Ukrayna karar verir. Ukrayna halkı, topraklarını işgal eden Rusya'ya karşı kendini savunuyor. Almanya Başbakanı, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile telefonda yaptığı görüşmede bu yasadışı saldırı savaşını sona erdirmesi ve güçlerini geri çekmesi gerektiğini defalarca vurguladı."
Komitat sözlerini şöyle sürdürdü: "Alman hükümeti, Birleşmiş Milletler ve Türkiye'yi tahıl anlaşmasının uzatılması konusunda destekledi. Berlin, Rusya'nın eylemleri tarafından tehdit edilen Ukrayna'daki sivil nükleer tesisler için en azından asgari düzeyde güvenlik sağlamak için diplomatik olarak Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın yanında hizalanıyor." 
Alman sözcü, hükümetin Orta Doğu'daki çatışmayı çözmeyi amaçlayan tutumunu şu sözlerle yeniden teyit etti: “Berlin çatışmanın iki tarafıyla (Filistin ve İsrail) ve çatışmadaki ana uluslararası oyuncularla güçlü ilişkilere sahip ve onlarla yakın temas halinde. İki tarafın Oslo Anlaşması temelinde iki devletli bir çözüme ulaşma olasılığını sürdürmeye devam etmesi Almanya için önemlidir."
Berlin'in Libya'daki siyasi krizi çözme düşüncesine ilişkin olarak Komitat şu değerlendirmede bulundu: “Almanya, ülkedeki BM önderliğindeki siyasi süreci güçlendirmeyi hedefliyor, böylece Libya siyasi olarak yeniden birleşebilir ve kalıcı barış tesis edilebilir."
Berlin, Birleşmiş Milletler (BM) Libya Destek Misyonu (UNSMIL) Başkanı Abdullah Batili'nin yakında Güvenlik Konseyi'ne sunacağı planı bekliyor. Komitat, “Batili geçtiğimiz günlerde Berlin'i ziyaret etti ve Almanya Dışişleri Bakanı ve diğerleriyle uluslararası toplumun Libyalılar için nasıl güçlü bir yol geliştirebileceği ve Berlin sürecinin bunu nasıl destekleyebileceği konusunu tartıştı. Berlin'in bu dosyaya katılımı devam ediyor” dedi.
Suriye dosyasıyla ilgili konuşan Komitat şu ifadeleri kullandı: "Almanya, on yılı aşkın bir süredir savaşın ve sonuçlarının ızdırabını çeken, bazıları birkaç kez kaçmak zorunda kalan ve şimdi enkaz altında kalan yakınlarının yasını tutan Suriye halkını yüzüstü bırakmayacak. Yalnızca geçen yıl 1,8 milyar avronun üzerinde bağış yapan Almanya, Suriye'ye en çok bağış yapan ikinci ülke."
Deprem felaketi, Berlin'in Suriye'deki insani yardım taahhüdünü 50 milyon avro artırdı. Bu bağlamda Alman Direktör, "Geleceğe daha fazla bakmaya ve en çok ihtiyaç duyulan yere yardım etmeye devam edeceğiz" dedi.
Deprem felaketinin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad rejimiyle ilişkileri normalleştirme olasılığına ilişkin yeni bir süreç başlatıp başlatmayacağına dair soruya Komitat şu cevabı verdi:  "Esad rejimi, on yılı aşkın bir süredir kendi halkına karşı devam eden acımasız bir savaşın sorumlusu ve normalleşmeye giden tek yol BM önderliğindeki Cenevre süreci çerçevesinde büyük ve doğrulanabilir siyasi tavizlerden geçiyor. Maalesef, şu anda bunun başarıldığına dair hiçbir gösterge yok."
Almanya’nın, DEAŞ örgütüyle mücadele ve etkileriyle başa çıkma konusunda Irak hükümeti ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile yıllardır "yakın" çalıştığını ifade eden Alman sözcü, sözlerini şöyle sürdürdü: “Berlin, insani yardım sağlamanın yanı sıra, ülke içinde yerinden edilmiş kişilerin Irak'ta yeniden entegrasyonuna yönelik projeleri destekliyor. Berlin ayrıca Irak'taki askeri varlığını da sürdürüyor. Neyse ki DEAŞ artık herhangi bir bölgeyi kontrol etmiyor, ancak saldırılar düzenlemeye ve istikrarı bozucu bir şekilde gizlice faaliyet göstermeye devam ediyor. Amacımız, bu ideolojinin temsilcilerinin bir daha asla yarı-devlet bir güç uygulamasına yaklaşma şansı bulamamaları olmalıdır." 
Komitat, ülkesinin, Irak'taki Ezidilerin geleceğine büyük önem verdiğini ve onları ulusal kabul programları aracılığıyla birçok açıdan desteklediğini ifade etti. 19 Ocak'ta Almanya Federal Meclisi, DEAŞ'in Ezidilere karşı işlediği suçları resmi düzeyde "soykırım" olarak sınıflandırdı.
Sudan dosyasıyla ilgili konuşan Alman Direktör şu ifadeleri kullandı: “Almanya, 2021'de ‘askeri darbeyi’ kınamasından bu yana uluslararası ortaklarla birlikte ordunun iktidarı sivillerin liderliğindeki bir hükümete geri vermesini ve Sudan'ın demokrasi yolunda ilerlemeye devam etmesini sağlamak için çalışıyor. Berlin Aralık 2022'deki çerçeve anlaşmayı bunu başarmak için en iyi temel olarak gördü ve Birleşmiş Milletler (BM), Afrika Birliği (AfB) ve Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi'nin (IGAD) arabuluculuk çabalarını krizin çözümünde tek yol olarak destekledi."
Alman yetkiliye göre Berlin, "barışçıl göstericilere yönelik şiddet ve keyfi tutuklamaları" kınadı.   
Ortadoğu'daki çatışmalar, Avrupa'ya gelen göçmen sayısının artmasına sebep oldu. Bu bağlamda Komitat şunları söyledi: “Almanya’ya son yıllarda Arap dünyasından çok sayıda insan geldi ve bunların çoğu korkunç savaş deneyimlerinin ardından travma geçiren insanlar. Bu tür şiddet ve yerinden etme deneyimleriyle başa çıkmak ve aynı zamanda tamamen yeni bir hayat kurmak kolay olmasa da Alman hükümeti bunu sağlamak için çalışıyor. Bu insanlar, genellikle çok çalışarak ve geleneksel dil edinimi, eğitimi, öğrenimi ve son olarak da iş piyasasına entegrasyon yoluyla Almanya'da bir gelecek inşa edebildiler. Onlar ve çocukları, Alman toplumunun ayrılmaz bir parçası haline geldi.”



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.