Lübnan eski Emniyet Genel Müdürü General Abbas İbrahim, Şarku’l Avsat’a konuştu: Lübnan’da güvenlik birimlerinin çok olmasının nedeni mezhepçilikhttps://turkish.aawsat.com/home/article/4202306/l%C3%BCbnan-eski-emniyet-genel-m%C3%BCd%C3%BCr%C3%BC-general-abbas-i%CC%87brahim-%C5%9Farku%E2%80%99l-avsat%E2%80%99-konu%C5%9Ftu
Lübnan eski Emniyet Genel Müdürü General Abbas İbrahim, Şarku’l Avsat’a konuştu: Lübnan’da güvenlik birimlerinin çok olmasının nedeni mezhepçilik
Eski Lübnan Emniyet Genel Müdürü General Abbas İbrahim. (Şarku’l Avsat)
General Abbas İbrahim, Lübnan Emniyet Genel Müdürlüğü görevinden ayrılmış olsa da 2011 yılında atandığı görevde, söz konusu tarihten bu yana oynadığı rol peşini bırakmadı. Görevinin sona ermesinin ertesi sabahı ‘eski’ Emniyet Genel Müdürü, Bazzi ailesinden bir heyeti evinde kabul ediyordu. Bazzi ailesinin oğulları Muhammed, ABD’li yetkililerin talebi üzerine Romanya'da tutuklanmıştı. General İbrahim, Lübnan'ın Bükreş Büyükelçisi ile temaslarda bulundu. Ayrıca Lübnan Dışişleri ve Göçmenler Bakanı Abdallah Buhabib ile temasa geçen General İbrahim, sonunda bu dosyayla nasıl başa çıkılacağına dair bir dizi ‘gerçekçi’ ipucu bulmak için gerektiğinde Romanya'daki kamu güvenliği ve istihbarat müdürleriyle temasa geçmeye hazırdı.
2011 yılında başladığı görevinden ayrıldıktan sonra ‘gelecek planlarını hazırlamak’ için kısa bir ara veren General İbrahim, yurt dışında çalışmak için birçok teklif aldığını ve bunlardan bazılarının cazip teklifler olduğunu söyledi. Ancak Lübnan'da siyasi çalışmalar yapmak istediği ve ‘ümidini kaybetmedikçe’ Lübnan’dan ayrılmayacağı için tüm tekliflerin kendisini cezbetmediğini de sözlerine ekledi.
General İbrahim, ilişkileri ve tecrübesi nedeniyle Emniyet Genel Müdür olduğu dönemdeki rolünü sürdürse de görevden dramatik bir şekilde ayrıldı. Herkes geçtiğimiz hafta sona eren İbrahim'in görev süresinin uzatılmasını beklerken siyasetçilerin yasaları kendi isteklerine göre düzenlemeye alıştığı bir ülkede kapıların çözüme kapanması herkesi şaşırttı.
General İbrahim, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda görev süresini uzatma girişimlerinin başarısızlığından kimin sorumlu olduğunu açıklamaktan kaçınsa da bu konuda hukuka güveneceğini söyleyerek Başbakan Necid Mikati’ye işaret etti.
General İbrahim, liyakatli atama yapamama ve yeni bir cumhurbaşkanı seçilip liyakatli atama yapabilecek tam teşekküllü bir hükümet kuruluncaya kadar bu görevde kalmayı düşünmeseydi görev süresini uzatmak istemeyeceğini vurguladı. ‘İlgililere’ beş ay önce görev süresinin sonunda görevde kalmak istemediğini söylediğini belirten General İbrahim, ancak ‘geçici’ bir uzatma fikrine razı oldu. Buna karşın meselenin tamamen hukuki bir boyutu olduğunu söyleyen Başbakan Mikati, vatandaşlar ve siyasiler arasında kafa karışıklığına neden olacak bir üslupla “Siyasi eleştirileri kabul etmiyorum” dedi.
Bir grup hukukçunun görev süresinin uzatılması için yasal çıkış yolları bulduğunu ancak dikkate alınmadığını söyleyen General İbrahim, Mikati başlangıçta siyasetsiz hukuk, daha sonra da hukuksuz siyaset istediğini belirterek sözlerine şöyle devam etti:
“Burada olmamızın nedeni bu. Basitçe söylemek gerekirse; General Elias el-Biseri bu görevi vekaleten devraldı. O en iyi subaylardan biridir. Ona tüm deneyimim ve yeteneklerimle emrinde olduğunu söyledim. Hal böyle olunca herkes kendisinden bekleneni yaptı. Örneğin Meclis Başkanı Nebih Berri, bir toplantı talebinde bulundu, ama olmadı. Eski Bakan Cibran Basil ise zorunluluğu yasalaştırmak için Meclis’te yeter sayı sağlamaya hazır olduğunu ve zorunluluğun esnek bir kelime olduğunu söyledi. Basil, dikkate alınmayan uzatma yasasının tüm genel müdürler için geçerli olmasını şart koştu ancak bu da olmadı.”
Ancak halkın eski Emniyet Genel Müdürü'ne karşı duygularını ve vatandaşların bu müdürlüğe nasıl baktığını yansıtan olumlu bir hava olduğunu düşünen General İbrahim, “Bu benim çok gurur duyduğum, dramatik bir şekilde gerçekleşen görevden ayrılışımla onurlandırdığım ve telafi ettiğim bir konu” dedi.
‘Ülkenin arabulucusu’ rolünü oynayan General İbrahim, yetkililer arasında köprü görevi görüyor, birçok tartışmalı dosya üzerinde görüşlerini birleştirmeye çalışıyordu. İbrahim'in faaliyetleri, hükümetlerin kurulması sürecinde büyük bir paya sahipti. Bazı tartışmalı dosyalarda başarılı, bazılarında ise ‘siyasi çıkmaz’ nedeniyle başarısız oldu. Ancak İbrahim, yasal olarak geniş yetkilere sahip olan Emniyet Genel Müdürlüğü görevinde yetkilerinin aşmadığını vurguladı. İşinin merkezinde siyasi, sosyal ve ekonomik güvenlik olduğunu söyleyen İbrahim, bu göreve geldiğimde ilk işim müdürlüğün ve genel müdürün yetkilerini okumak oldu. Bugün aradan 12 yıl geçmesine rağmen yaptıklarımın hepsini yerine getirmiş değilim. Çünkü bu makamın yetkileri çok genişti.
General İbrahim sözlerini şöyle sürdürdü:
“Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ülkenin arabulucusu gibi bir görevi yoktu. Benim yaptığım, bu görevin yetkileri dışındaydı. Tüm bu yetkileri kullanmayan yöneticiler var. Ancak göreve başladığım dönem, çoğunlukla her düzeyde bir boşluk dönemiydi ve doğa boşluktan nefret eder. Bu boşluğu çalışmamla doldurdum. Çoğu yerde cumhuriyete aracılık edebildiğimi, köşeleri dönerek istenilen sonuçlara ulaşabildiğimi söyleyebilirim.”
General İbrahim, Lübnan'daki siyasetçilerin çalışmalarını da değerlendirdi:
“Sıkıntının siyasi performansa, eylem ve tepkinin siyasi görüşe üstün geldiğine inanıyorum. Genel olarak Lübnan'da bir planlama yok ve bir tepkiler dünyasında yaşıyoruz. Bu zihniyet böyle devam ederse kötü sonuçları olur. Bunun içinden çıkmalıyız. Bu, yıkıcı bir performans. Sonuçları önümüzde, bizim başardıklarımız onları değiştirmek için bir teşvik olmalı ama değişen bir şey yok.”
General İbrahim'in siyasi çalışmalar yapmak istediği biliniyor. Çünkü bunu birçok kez açıkça dile getirdi. Ama görevinden ayrılıp geniş siyaset dünyasına girdikten sonra hiçbir partiye girmeyeceğini belirten İbrahim konuya dair şunları söyledi:
“Tüm görevlerimde bağımsızdım. Lübnan gerçekliğinden sapmadan büyük ölçüde bağımsız olacağımı düşünüyorum. Yani mezhepçilik kendini dayatsa da ben bağımsızlığım olarak kabul edilen oldukça geniş olan hareket alanını koruyacağım ve herkesten bağımsız çalışacağım.”
İbrahim, insanların emniyetteki yetkililere ‘nefret’ duymasıyla ilgili olarak da şunları söyledi:
“Emniyet birimlerinin insanların hizmetinde olduğuna inananlardanım. Yıllardır yapılanlar anormal, sizin yaptığınız doğru olabilir. İnsanların bize sempati duymasını sağlayan da buydu. Ofisimiz, dünyanın dört bir yanında hizmet ve arabuluculuk talebinde bulunan kişiler için bir merkez haline geldi. Bu, biz ve vatandaşlar arasında bir güven inşa etti. Siyasi görüşlerinden ya da Emniyet Müdürlüğü’nü eleştirmelerinden dolayı kimseyi sorumlu tutmuyoruz.”
General İbrahim’in görevinin son yıllarında, Emniyet Genel Müdürlüğü büyük zorluklarla karşı karşıya kalırken hizmetlerinde de gerileme yaşandı. Bunların başında, pasaport almak için kapılarında uzayıp giden kuyruklar geliyordu.
İç duruma ilişkin de açıklamalarda bulunan General İbrahim, Emniyet Genel Müdürlüğü üyeleri ve memurları da dahil olmak üzere Lübnanlıların satın alma gücünün düşmesinden büyük ölçüde etkilendiğinin altını çizdi. İbrahim, Yunan filozofu Platon'un bir sözüne atıfla, “Askerimiz çalışıyor ve açlık çekiyordu. Ben de buna ikna oldum” ifadelerini kullandı.
Askerlerin ve ailelerinin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamak ve hayatlarını idame ettirmelerini sağlamak için birçok önlem almalarına rağmen durumu ne yazık ki kriz öncesi seviyelerine getiremediklerini, çünkü bunun kolektif olarak devletin sorumluluğunda olduğunu belirten İbrahim, pasaport kriziyle ilgili de değerlendirmelerde bulunu. Bu konunun ‘Emniyet Genel Müdürlüğü’nün değil, devletin sorumluluğunda olduğunu’ vurguladı. Bunun daha ziyade devlet ve hükümet ile Lübnan Merkez Bankası Başkanı arasındaki çekişmeden kaynaklı bir sorun olduğunu söyleyen General İbrahim, “Yani biz müdürlük olarak gerekli ihaleyi yaptık ve 15 milyon dolara ihtiyacımız vardı. Pasaport harçlarını ve diğer harcamaları tahsil ediyoruz, ardından doğrudan Maliye Bakanlığı’na aktarıyoruz” ifadelerini kullandı.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nden ayrılan General İbrahim, güvenlik birimlerinin çalışma kalitesine olan güvenini yinelerken, ancak rehavete kapılmayı reddettiğini, çünkü bir güvenlik görevlisi rehavete kapıldığında felaketlerin yaşandığını vurguladı. General İbrahim, güvenlik birimlerinin ve ordunun iradesi ve vatandaşların farkındalığı ile güvenlik durumunun iyi olduğunu, ancak sosyal güvenlikle ilgili büyük bir korkunun hissedildiğini kaydetti. Bunun önemli bir korku ve faktör olduğunun altını çizen General İbrahim, “Lübnan halkı ilk kez bir konuda, yani yoksulluk ve açlıkta meselesinde birleşiyor” dedi. Toplumsal olarak bu meselenin sokakta vatandaşlarla güvenlik güçleri arasında çatışmalara dönüşebileceğini söyleyen General İbrahim, “Ancak güvenlik anlamında korku oluşturmaz” diye konuştu. Diğer yandan Lübnan'da terör örgütlerine bağlı uyuyan hücrelerin bulunduğuna ve bunların çoğunun gözetim ve takip altında olduğuna dikkat çekerek “Güvenlik servisleri arasındaki koordinasyon da bu konu üzerine kuruludur” ifadesini kullandı.
Güvenlik birimleri arasındaki koordinasyonu her fırsatta vurgulayan General İbrahim, ‘Lübnan’da bu kadar çok güvenlik birimi olmasının normal olup olmadığı’ sorusuna şu yanıtı verdi:
“Hayır, bu normal değil. Bunun nedeni, mezhepsel çekişmelerimiz olması. Bu bir yığılmaya neden oluyor. Bu yüzden dünya ülkeleri, her fırsatta her biri kendi yetki alanında olmak üzere güvenlik birimlerini yeniden düzenleyip birleştiriyor. Bazı mezheplerin tarafları, güvenlik birimleri önünde engel oluşturuyor. Ne yazık ki Şiilerin ve Sünnilerin birer ve Hıristiyanların ise iki güvenlik birimi var. Bu da bizi bir mezhebin tarafı olarak değil, vatandaş olarak mezhepçiliği ortadan kaldırıp sivil devlete geçmeyi fiilen düşünmeye itiyor. Artık bu ülkenin vatandaşı ve daha dindar, ancak daha az mezhepçi olmamızın zamanı geldi. Mezhepçilikten uzaklaşalım ve Allah'a yaklaşalım.”
Emniyet Genel Müdürü olduğu sırada rolünün büyük bir bölümü görevinin yetkileri dışında olan General İbrahim açıklamasınaşöyle devam etti:
“Suriye krizinin başladığı sıralarda bu göreve geldim. Kriz sadece Lübnan'ı değil tüm dünyayı etkiledi. Çoğu ülkenin Suriye ile diplomatik ilişkileri koptu. Ardından bu ülkeler, güvenlik düzeyinde her şeye baştan başlamak zorunda kaldı. Suriye'ye tepeden bakan bir yerde bir üsse sahip olmaları gerekiyordu.”
General İbrahim'in hem Suriye hem de Batı ile aynı anda konuşabilen bir isim olması onun yaklaşık 12 yılda, bugüne kadar bazıları açıklanan, ancak çoğu duyurulmayan birçok görevi yerine getirmesini sağladı.
General İbrahim açıklamalarını şöyle sonlandırdı:
“Lübnan ve Suriye'den başlayarak dünyadaki kardeş ve dost ülkelerle birçok olumsuzluğu bu iletişim kanalıyla hafifletmeyi başardık. Dolayısıyla bu kanallar etkili oldu. Bazen güvenlik kanallarından diplomatik ve siyasi kanallara geçtik. Hassas olmaları nedeniyle açıklamadığım çok şey var ama üzerime düşeni sonuna kadar yaptığımı düşünüyorum.”
Darfur Bölgesi Valisi Minawi Al-Majalla’ya konuştu (2): Sudan’ın bölünmesini oldubittiye getirmek istiyorlar… HDK'nın operasyon odalarında yabancılar var
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi
Darfur Bölgesi Valisi Mini Arko Minawi, Al Majalla’ya verdiği röportajın ikinci bölümünde Sudan’la ilgili uluslararası ve bölgesel bir tartışmanın olduğunu belirtti. Minawi, “Sudan’ı ya bölmek istiyorlar ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar” diyerek dışarıdan ülkeyi bölmeye yönelik bir plan yapıldığı uyarısında bulundu.
Röpottajın iilk bölümünde 15 Nisan’da Hartum'da tanık olduklarını anlatan Darfur Bölgesi Valisi Minawi, Muhammed Hamdan Dagalu komutasındaki HDK'nın başlangıçta yaklaşık 25 bin kişiden oluştuğunu ancak savaş başlamadan önce Hartum’a 120 bin HDK üyesinin getirildiğini belirterek, “Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkent Hartum’a) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi” şeklinde konuştu.
HDK’nın Darfur bölgesindeki 5 eyaleti askeri olarak kontrol ettiğini, ancak tam kontrole sahip olmadığını söyleyen Minawi, HDK’nın yanında Rus paralı asker grubu Wagner’in de rolü olduğuna dikkati çekerek “HDK üyelerinin yüzde 50’sinden fazlası yabancı uyruklu ve operasyon odalarında Sudanlı olmayan yabancı subaylar oturuyor” ifadelerini kullandı.
Rusya’nın Port Sudan’da askeri bir üs kurma anlaşmasının ‘öldüğünü’ belirten Minawi, ancak Sudan Ordusu ile Tahran arasında, askeri ortaklık karşılığında İran’ın ürettiği silahlı insansız hava araçlarının (SİHA) satın alımının da olduğu bir mutabakata varılabileceğini göz ardı etmedi.
İşte Darfur Bölgesi Valisi ve Sudan Kurtuluş Hareketi lideri Mini Arko Minawi ile Zoom uygulaması üzerinden yaptığımız röportajın ikinci bölümü:
*Sudan’daki savaşın, iki general (Sudan Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan ve HDK Komutanı Orgeneral Muhammed Hamdan Dagalu) arasındaki bir savaş olduğunu, Darfur’daki savaşın bir uzantısı olarak patlak verdiğini ve dolayısıyla Darfur’daki savaşın bitmediğini, mevcut savaş başlayınca Darfur'daki savaşın bir uzantısı olarak oldubittiye getirildiğini söyleyenler var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu doğru. Bu savaş, Darfur’daki savaşın, 1955 yılında Torit şehrinde patlak veren savaşın, Güney Sudan’daki savaşın, Nuba Dağları’ndaki savaşın, Mavi Nil’de yaşanan savaşın ve tüm birikmiş meselelerin bir uzantısıdır. Bunu neden söylediğime gelince öncelikle HDK'nın yapısı kabile temellidir. Kurulduğu dönemde Darfur'da çıkan olaylar adına oluşturuldu. Ben de başlarda bu oluşum içinde yer aldım. HDK, dönemin Cumhurbaşkanı Ömer Hasan el-Beşir'i, bazı generalleri ve yardımcılarıyla birlikte Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) önüne çıkarana kadar birtakım eylemler gerçekleştirdi.
Darfur'da bir soykırımın yaşandığı, 2003 yılında başlayan etnik temizliğin 2006 ve 2007 yıllarına kadar devam ettiği herkesçe biliniyor. Darfur’daki çatışmanın tüm dünyayı, bölgenin kontrolünü Afrika Birliği (AfB) tarafından gönderilen AMIS (African Union Mission in Sudan) adlı barışı koruma gücüne devredecek kadar ikilem içerisine soktuğu biliniyor. Durumun kötüleşmesi üzerine AfB Barışı Koruma Gücü’nün (AMIS) misyonu Birleşmiş Milletler (BM) tarafından oluşturulan bir görev gücüne devredildi. BM ve AfB’nin ortak görev gücüne o dönemde dünyanın en büyük misyonu olan ‘UNAMID’ (BM-AfB Darfur Misyonu) adı verildi.
Tüm bunlar olurken, merkez ile kenarlar arasındaki gerginlik, merkez beni çağırıncaya kadar zaman zaman şekil değiştirdi. O sıra iktidarda siyasal İslamcı Ulusal Kongre Partisi hükümeti vardı. HDK, demokratik dönemde Sadık el-Mehdi hükümeti ve şu an Milli Ümmet Partisi’nin lideri olan general tarafından kurulmuş bir kabile ordusu olmasına rağmen ondan yardım istediler.
HDK, devletin kendisine sağladığı imkanlar sayesinde orduyu destekleyen bir yapıdan paralel bir orduya dönüştü.
*HDK, bahsettiğim gibi Darfur’daki daha önceki savaşta önemli bir rol üstlenmişti. Bu savaş yeniden başlamış gibi görünüyor. İhlallerden, sahadaki ve insani durumdan bahsediliyor. Şu an Darfur'daki askeri durumla ilgili nasıl bir harita çizersiniz?
HDK 2003-2004 döneminde bu saydıklarınızı içeren bir kültür üzerine kuruldu. Tıpkı ‘her kap içindekini dışına sızdırır’ deyiminde ifade edildiği gibi. HDK, son dakikaya yani hedef aldığı düşmanın kafasına sıkacağı son kurşuna kadar uygulanmak üzere manifesto geliştiren bir yapıdır. Dolayısıyla HDK’nın sahip olduğu bu kültür, karşınıza çıkan ne varsa mutlaka ele geçirilmesi gerektiğini salık verir. Karşısına çıkan tüm kadınlara tecavüz etmesi gerekiyor, çünkü o dönemde bu gücü oluşturan istihbarat üyelerinin bu güçleri oluşturmadaki gerçek niyeti bu tür ihlallere yol açmaktı. ‘Her kap içindekini dışına sızdırır’ derken kast ettiğim o kabın içindeki işte bu. Dolayısıyla bir şekilde iktidarı ele geçirmeye karar verdiklerinde, komşu ülkelerden çok sayıda paralı asker, savaş tutkunu, para düşkünü ve kaos müptelası, hiç eğitim almamış, vicdanı olmayan, çölden gelmiş, insanlık nedir bilmeyen kim varsa getirdiler. Hepsi Sudan sahasında, savaş alanında toplandı. Herkes bunun bir parçası oldu. Tecavüz olsun, yağma olsun, insanlara baskı olsun, başka şeyler olsun istediklerini yapıyorlar. Tam özgürlüğe sahipler. Hartum'da evlere el koydular. Sudan dışından gelenler ne Sudan halkını ne de Sudan ruhunu umursuyorlar. Çünkü ele geçirmek için geldiler. Yaklaşım bu. Onlara verilen mesaj da bu. Dolayısıyla aldıkları mesajı yerine getiriyorlar.
HDK’nın operasyon odalarında yabancı uyruklu, Sudanlı olmayan subaylar oturuyor
*HDK askeri olarak Darfur’un kontrol ediyor mu?
Evet, Darfur’u askeri olarak kontrol ediyor. Darfur dört eyaletten oluşuyordu. Darfur’daki savaş sırasında Ulusal Kongre Partisi hükümeti bu sayıyı Batı Darfur, Orta Darfur, Güney Darfur, Doğu Darfur ve Kuzey Darfur eyaletleri olmak üzere beşe çıkardı. HDK dört eyaleti kontrol ediyor, ama yönetimi ele geçirmedi. Tam bir kaos yaşanıyor. Vatandaşlar da bu yüzden tüm bu eyaletlerden kaçıyorlar. Gerçekler bunlar.
*Wagner güçlerinin HDK’ya Darfur'daki operasyonlarında yardım ettiği konuşuluyor. Bununla ilgili bir bilginiz var mı?
Bu konuda yeterli ve kesin bir bilgiye sahip değilim. Fakat savaştan önce bile duyduklarım ve elde ettiğim bilgiler doğrultusunda bunu göz ardı etmiyorum. Ama bu savaşı destekleyenler ve bu savaşı çok yüksek bir oranda, yüzde 50’nin üstünde yönetenler Sudanlı değiller. HDK’nın operasyon odalarında Sudanlı değil, yabancı uyruklu subaylar oturuyor.
*Sudanlı olmayanlar da var dediniz. Wagner’den olanların ve olmayanların olduğunu mu söylemek istiyorsunuz?
Evet, Wagner’den olanlar ve Wagner’den olmayanlar var.
*Wagner’den olmayanlar, yani Afrikalılar. Bildiğiniz gibi Çad'da darbe girişimi yaşandı. Kabilelerin Darfur bölgesine müdahalesi nedeniyle Darfur'daki savaşın Çad ve Orta Afrika'da yansımaları olduğunu düşünenler var. Bununla ilgili yorumunuz nedir?
Ben herhangi bir ülkenin adını vermedim ve daha fazla ileriye gitmek de istemiyorum. Ama Çad’a ile ilgili ne kastettiniz. Orada darbe girişimi mi oldu yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyorum. Fakat güvenlik durumu ve kriz haline gelip çözülmesi gereken siyasi gerginliklerin yaşandığını biliyoruz. Ama bahsettiğim rol, Sudan'ın savaşın yönetilmesinde oynadığı rol. Burada Çad devletini kastetmiyorum.
Altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürülmesi korkunç bir durum.
*Wagner meselesine dönecek olursak, basında Wagner'in HDK'yı desteklediğine dair birçok haber yer alıyor. Altın kaçakçılığına karıştığı konuşuluyor. Sizce bu haberler doğru mu? Bununla ilgili herhangi bir bilginiz var mı?
Biz bu tür haberleri ve bilgileri, hassas istihbarat bilgilerine sahip, modern istihbarat eğitimi almış, tecrübesi ve kabiliyeti yüksek, bu tür gelişmeleri takip edebilecek uyduları olan kişilerden alıyoruz. Elimde, basında çıkan haberleri teyit edecek bir bilgi yok ama altın kaçakçılığı ve Sudan topraklarının sömürüldüğü açık. Bu çok korkunç. Sudan'da kaynaklar gibi birçok alanda da sömürü var. Dolayısıyla bu sömürü sayesinde şimdi bu savaşın büyük potansiyeli ortaya çıktı.
*Milislerden ve HDK'dan bahsetmişken, sizce Orgeneral Hamideti ile ne ölçüde temas halindeydiniz? Hamideti’nin HDK’yı tamamen kontrol ettiğini düşünüyor musunuz? HDK’ın kaç üyesi var?
Bu güçler bir ya da birkaç kabileden oluşuyor. Hatta bu güçlerin içindeki kabilelerin doğal olarak kardeş lidere ve komutan yardımcısına yakınlıklarına göre düzenlenmiş kategorileri var. Bu yüzden sayıları çok. Ancak bu güçlere liderlik edenler seçkin kesimlerden kişiler. Seçkinler ve elitler birdir, kabile de birdir. Kabile içinde bile ailelerin en üst düzeyden en alt düzeye kadar çeşitlilik gösterdiği biliniyor.
*Tam bir kontrol ve net bir yapı olduğunu düşünüyor musunuz?
Tabii ki hayır, oluşumu gereği kontrol tam olamaz. Hatta bunu bizzat Hamideti bile söyledi. Olan bitenlerin sebebinin ‘isyancılar’ olduğunu ifade etti. Hamideti onlara böyle diyor. Hamideti’nin yardımcısı Sayın Abdurrahim Hamdan Dagalo ile görüştüm. O da (Darfur’daki) el-Cenine’de yaşananların ‘isyancılardan’ yani kendi kontrolleri dışında olanlardan kaynaklandığını düşünüyordu. Belki savaşlardan çıkar sağlıyorlar ve operasyonlarından faydalanıyorlar ama askeri emirlere ve talimatlara uyanlardan değiller. Bu sebeple isyancıların olduğuna şüphe yok. Bununla birlikte seçkinler gibi sistemin içinden gelen, ancak kişisel çıkar elde etme eğiliminde olanlar da var. Bunlar, HDK’nın düzenli ordu oluşturma yöntemiyle oluşturulmamasından ötürü varlar.
*HDK’nın üye sayısıyla ilgili bir tahmininiz var mı?
Sayılarını tam olarak bilmiyorum ama savaştan önce generallerden öğrendiğime göre Hartum’a dışarıdakiler hariç yaklaşık 120 bin HDK üyesi girdi. Bunların yüzde 70'inden fazlası eğitimsizdi. Gerçek sicile sahip HDK’ya bağlı seçkin güçler arasında yer almıyordu. Sudan'ı yağmalamak ve işgal etmek için (başkente) farklı ülkelerden çok sayıda genç getirildi.
Bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu.
*Yaklaşık 120 bin HDK'lının Hartum'a girdiği söylenebilir mi?
O dönemde böyle olduğu söyleniyordu. Bu, Hartum'daki sayıydı. Çünkü savaşa altı aydan az bir süre kala HDK sayısının 25-30 bin civarında olduğunu söylüyorlardı. Ancak savaşa birkaç gün kala Hartum’a 120 binden fazla HDK üyesinin getirildiğini söylediler. Bu, sayının çok fazla olduğu ve çok az dönemde dramatik bir şekilde katlandığı anlamına geliyor. Bu artışın arkasında bir kuşatma vardı ve bunun arkasında da bir hedef.
*Röportajın başında Özgürlük ve Değişim Güçleri’nin (ÖDG) rolünden bahsettiniz. Siz o dönemde de önemli bir isimdiniz, şimdi de öylesiniz. 25 Ekim 2021 günü Abdullah Hamduk hükümetine yapılan darbe hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hamduk hükümetine yapılan darbe üçüncü darbedir. Darbe diyebiliriz ama ben bunu darbe olarak görmüyorum. Çünkü iktidarı Beşir’in elinden alanlar Hamduk değil, Burhan ve Hamideti idi. Hamduk o dönem hükümetin üçüncü adamı olması için getirilmişti.
Orada bulunan görgü tanıklarından birinin aktardığına göre Hamduk 25 Ekim'den önce nüfuz sahibi biri değildi. Çünkü yönetim bizzat generallerin elindeydi. En nihayetinde Hamduk bir komutan değildi ve başbakanın yetkisi dahilinde olması gereken birçok konuda onlardan yardım istiyordu. Ancak Merkez Konseyi, ÖDG, ordu ve HDK arasında yapılan ittifak sonucu Hamduk hükümeti düştü. Bu bir darbeden ziyade bir ortaklığın sona ermesiydi. Çünkü bu ittifak ‘Anayasal Bildiri’ üzerine kurulmuştu. Anayasal Bildirinin üç imzalı nüshası vardı ve her bir nüshada farklı hükümler yer alıyordu. Dolayısıyla ne devlet ne de hükümet vardı. Bu da kaosun başlangıcı oldu.
Kaos, Anayasal Bildirinin imzalanmasıyla başladı.
*Kaos ile neyi kastediyorsunuz?
Kaos, Anayasal Bildiri imzalandığında başladı. ÖDG’nin Merkez Konsey kanadı ve ÖDG'yi kanla kurduğumuz, silahlı hareketlerle inşa ettiğimiz için benim de içinde bulunduğum Demokratik Blok kanadı dahil olmak üzere diğer gruplar tarafından darbe yapıldığına inanıyorduk. Ancak (eski Cumhurbaşkan Ömer) el-Beşir rejiminin devrilmesinin ardından ordu ve HDK ile ÖDG'nin temel oluşumuna karşı çıkanlar arasında gizli bir ittifak yapıldı. Çok sayıda kişi HDK'ya katıldı. Aslında Sudan'ın lehine değil de kendi lehlerine hedefleri olan ülkelerden uluslararası yardım aldılar. Bu kusurlu oluşum 25 Ekim'e kadar böyle devam etti.
*Darbenin Burhan ile Hamideti tarafından Hamduk’a karşı yapılmadığını söylüyorsunuz ama gerçekte ÖDG ve Merkez Konsey kanadı içinde Hamideti’ye karşı bir anlaşmazlık mı vardı?
Darbe, ÖDG içinde gerçekleşti. ÖDG'den bazı gençler tarafından yönetilen ve Hamideti ve Burhan'la ittifak kurmalarını sağlayan bu darbe, 18 Ağustos 2019'da Beşir rejiminin düşmesinin ardından ‘geçiş hükümeti’ ve diğer oluşumların kisvesi altında üstü kapalı olarak gerçekleşti. Darbe böyle başladı. Bundan önce Hamideti ve Burhan Beşir'e darbe yaptı. Durum böyle ilerledi. Askeri Konsey’deki kardeşlerimiz darbecilerin merkez noktalarını tasfiye etmek için orduyu kullanıyorlardı. Mesela bir gün darbeye kalkışabilecekleri zayıflatmak için Burhan’ı kullanıyorlardı, başka bir gün askeri operasyonla iktidara gelebilecek silahlı hareketleri zayıflatmak için Hamideti'yi. Dile getirdikleri gizemli amaç da buydu.
*Sizce en fazla suçlu olan ÖDG-Merkez Konseyi mi?
Kesinlikle. Çünkü ÖDG-Merkez Konseyi, 25 Ekim öncesi dönemde siyasi güçlerle ulaşıp orduya sızdılar.
Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.
*Hamideti ve Hamduk arasındaki son anlaşma hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sivil Demokratik Güçler Koordinasyonu (Tekaddüm) lideri Abdullah Hamduk siyasi rol, HDK Komutanı Hamideti ise askeri rol oynuyordu. Dolayısıyla onların aynı partinin ya da örgütün kanatları olduğuna inanıyorum. Bu da Sudan halkı açısından ‘gülünç’ bir durum. Bir diğer ‘gülünç’ olan konu ise bu tür senaryolar, skeçler ve oyunlarla bizi kandırdıklarını düşünmeleri.
*Sizce bu Sudan'da daha geniş kapsamlı bir çözümün başlangıcı mı, yoksa şu an var olan bölünmenin devamı mı?
Henüz ortaya yeni bir yapı çıkmış değil. Sudan sahnesinde şu an yer alan taraflarla Anayasal Bildiriyi oluşturan taraflar aynı olduğundan bir yenilik görmüyorum.
*Ordu Komutanı Orgeneral Burhan ile iletişim halinde olduğunuzu sanıyorum, doğru mu?
Ben herkesle iletişim halindeyim. Ancak Cuba Barış Anlaşması çerçevesinde oluşturulan hükümetteyim. Bu hükümetin başında da hâlâ Orgeneral Burhan bulunuyor.
Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkeler.
*Şu an Orgeneral Burhan’ın Port Sudan’da bulunduğu, ordunun güç merkezinin Port Sudan'da olduğu, Hamideti komutasındaki HDK’nın ise Hartum’da olduğu ve Darfur'da savaştığı bir durum söz konusu. Cevabını net olarak almak istediğim bir soru var. Sudan’ın bir gerçeklik bağlamında coğrafi olarak daha fazla bölünmeye doğru sürüklendiğini düşünüyor musunuz?
Bu savaşı ister orduda olsun ister HDK'da olsun, savaş saflarında yer alan Sudan vatandaşları ya da vatanseverler değil, devletler yürütüyor. Bu savaşı yürüten ülkeler, Sudan’ı bölme ve bölgenin haritasını yeniden çizme planının arkasında olan ülkelerdir. Eğer Sudan'da başarılı olurlar ve Sudan’ı bölmeyi başarırlarsa bu felaket daha fazla yere yayılacak. HDK, Hartum'dan dönüp kasım ayı sonları aralık ayı başlarına kadar Darfur’daki operasyonlara odaklandığında, amaç Darfur'u ele geçirmek ve bir oldubittiye getirmekti. Bu oldubittinin amacı, bir zamanlar Sudan’ın komşusu olan ülkelerde yaşananları tekrarlamaktı.
Bu elbette bildiğimiz gerçeklere dayanıyor. Bunun arkasında HDK’nın olması şart değil. Daha ziyade söz konusu ülkelerin bir gündemi var. Bu gündemin uygulanması gerekiyor ve iç unsurları da var.
*Kim o ülkeler?
İsim vererek hiçbir ülkeyi rencide etmek istemiyorum.
*Sudan'ın bölünmesinin oldubittiye getirilmesinden mi yoksa Sudan'ın bölünmesinden mi endişeleniyorsunuz?
Sudan’ın bölmek ya da bölünmeyi oldubittiye getirmek istiyorlar. Darfur'dan başlayıp HDK'nın Darfur’u ele geçirmesini ve ardından burayı insani yardım kisvesi altında kendisini dayatmasını istediler. Darfur'u ele geçirenlerin desteğiyle bu oldubittiye getirilecek. Hartum senaryosunun suya düşmesiyle bu senaryoya yöneldiler.
*Yani Sudan’ın bölünmesinden bahsediyoruz. Peki, ordu yalnızca Port Sudan’ı mı kontrol ediyor?
Ordu, Port Sudan'ı kontrol ediyor, Hartum'da, Darfur'da ve el-Faşir’de de ordu güçleri var. Yani ordu sadece Port Sudan’da değil, birçok bölgede güçleri var. Ancak örneğin, ülkeyi Port Sudan'dan yönetmeyi tercih ederse bu ordunun sadece Port Sudan’ı kontrol ettiği anlamına gelmez.
*Geçtiğimiz günlerde Burhan’ın Mısır’ı Hamideti’nin ise Libya’yı ziyaret ettiği söylendi. Bu ziyaretler oldu mu?
Hamideti’nin Libya’yı ziyaret ettiğine dair herhangi bir şey duymadım, ancak Burhan'ın Mısır ziyaret ettiğini biliyorum ve bu ziyareti takip ettim.
Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli.
*Peki, Burhan’ın Mısır ziyaretini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sıradan bir ziyaretti. Mısır çok önemli ve Sudan’ın komşusu olan bir ülke. Sudan'daki istikrar Mısır’ın çıkarınadır. Aynı durum Sudan için de geçerli. İki ülkenin liderlerinin karşılıklı ziyaretlerde bulunmasının çok doğal olduğunu düşünüyorum.
*Eski ABD Başkanı George W. Bush'la şahsi ve doğrudan bir ilişkiniz vardı...
Şimdiye kadar birçok ABD’li ile şahsi ilişkilerim oldu. Cumhuriyetçi Parti'deki birçok önemli isimle de şahsi ilişkilerim var.
*ABD, birkaç gün önce Sudan'a özel bir temsilci atadı. ABD’nin Sudan’la ilgili eğilimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yeni özel temsilci atanmasını memnuniyetle karşıladık ama ABD’nin Sudan eğilimleri her zaman kurumsal eğilimler olarak kaldı. Kişisel ilişkilerden ziyade kurumlarının planlarına, kurumlarının ve ofislerinin yönlendirdiği yönlere ve yaklaşımlara bağlı olmaya devam etti. Bu konuda onlara yazdım ve Sudan'a yönelik politikalarını daha önceki özel temsilcilerin ve büyükelçilerin yönlendirmelerinden farklı bir şekilde ele almaları çağrısında bulundum. Çünkü Sudan çok büyük bir ülke. Kültürleri ve dinleri farklı milletlere ev sahipliği yapıyor. Burası uçsuz bucaksız bir ülke. Tüm bu milletler, Sudan'ın her karışını seviyor. Sudan'da iyi insanların yanında kötü insanların da olduğunu kabul etmezler. Dışarıdan gelen ve iyi biri olarak tanımlanan kişi Sudan’da sorun yaşayabilir. Bu yüzden onları Sudan'da istikrarın sağlanması ve Sudan halkının sevgisinin kazanılması için tüm sivil ve siyasi güçlerle temasa geçmeye çağırdım.
*Sanki siz de böyle olduğunu düşünmüyorsunuz?
Bilmiyorum. Çünkü atanan kişi henüz görevinde ilerleme kaydetmedi. Fakat son iki yıldır Sudan dosyasını bizi savaşa sürükleyecek şekilde yönetenlerle deneyimlerimiz oldu. Elbette onlarla birlikte başkaları da vardı. Onların değerlendirmeleri yanlış olabilir.
*Sudan'daki savaşta ABD’nin Sudan politikasının etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Belki de bu, ABD’nin Sudan politikası değil, Sudan dosyasını yöneten kişilerin politikasıdır. Çünkü ABD, kendileri için belki de Sudan'dan daha büyük olan başka sorunlarla, Ukrayna gibi başka ülkelerle, başka eksenlerle ilgileniyordu. ABD’nin yol açtığı insani felaketlerin yanında büyük sorunlar da vardı. Örneğin Ukrayna, ABD’liler için bir iç felaketti. Belki de dosyaları yöneten kişiler tahminlerinde hata yapmışlardı.
Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım.
*Bu belki de şu ya da bu şekilde, Sudan hükümeti ile Rusya arasında, Port Sudan’da askeri bir deniz üssü kurulmasına ilişkin anlaşmaya atıftır. Belki de ABD’nin bu anlaşmayı engellemekte çıkarı vardır. Bize bu anlaşmayla ilgili daha fazla bilgi verebilir misiniz?
Bu anlaşma eski olmadığı gibi yeni de değil. Hatta bir anlaşma da değil, daha ziyade bir anlaşma taslağıydı ve henüz hayata geçirilmedi. Mevcut hükümetten ABD ile özel ilişkileri olduğuna dair herhangi bir sinyal almadım. Kimse bu konuyu gündeme getirmiyor.
*Ben Rusya’nın Port Sudan’a kurmak istediği askeri üsle ilgili anlaşmayı kastediyorum. Ordu ile Rusya arasında Port Sudan’da askeri üs kurulması konusunda sanırım bir taslak anlaşma vardı...
Şu an böyle bir anlaşma yok. Daha görüşülmedi bile. Ben bu anlaşmanın ölü doğmuş olabileceğine inananlardanım.
*İran’ın, Kızıldeniz kıyısında bir deniz üssüne sahip olma karşılığında Sudan ordusunun envanterine SİHA sağlamayı teklif ettiğine dair haberleri okumuşsunuzdur. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Tüm bunlar gerçek olmaktan ziyade basında dolaşan söylentiler. Sizin gibi ben de bu haberleri okudum, ancak şimdiye kadar bununla ilgili resmi bir hükümet kaynağından bilgi almadım. Ben de hükümetin içindeyim. Bu haberin doğru mu yanlış mı olduğunu herhangi bir zamanda herhangi bir kaynaktan tespit edebilirim. Ancak sorduğum insanlardan hiçbiri bana bunun doğruluğunu teyit edemedi. İran ya da başka ülkelerle iş birliği konusuna gelince, tüm bunlar ülkeler arası ilişkilere, özellikle Sudan gibi bir ülkenin değerlendirmesine, dış politikasına ve şu andaki mevcut durumuna bağlı. Ordu değil, devlet hisseder. Burada devlet ile orduyu birbirinden ayırmamız gerekiyor. Çünkü ordu devletin bir organıdır. Eğer devlet çevresinde bir kuşatma, kapatma, komplo olduğunu hissederse kuşatmayı kırabilecek herkesten yardım ister.
*Rusya, Port Sudan'da askeri üs kurmaya çalıştı, İran'ın da böyle bir girişimde bulunduğundan bahsediliyor. Aynı şekilde bölgedeki başka ülkeler için de aynı durum geçerli. Sudan konusunda bölgesel ve uluslararası bir rekabet olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu savaş, Sudan konusunda uluslararası ve bölgesel rekabetin bir özelliğidir.
Sudan halkının tanık oldukları hiç kolay değil.
*Bu savaşın yakın zamanda sona ereceğini düşünüyor musunuz? Sizce bu savaşı sonlandırmanın en iyi yolu hangisi?
Elbette bu savaş bir gün bitecek. Çünkü savaş Sudan’da, dünyada ve hiçbir yerde normal olmayıp aksine anormal bir durumdur ve belli koşullar altında bitebilir. Dolayısıyla bu savaşa yol açan koşulların artık savaşa son vermenin bir yolunu bulması gerekiyor. Savaş, Sudan siyasi ve sivil güçlerinin onayı, birbirini tanıması, ulusal diyalog ve tüm tarafların rızasıyla sona erecektir. Sudan halkı bu noktaya ve bu kanaate ulaşırsa savaş bir daha başlamamak üzere biter.
*Gerçekten bunun olacağını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. Çünkü Sudan halkının sadece 15 Nisan savaşıyla değil, 70 yıllık bağımsızlık tarihi boyunca tanık oldukları hiç kolay değil.
*Size özel bir soru: Neden biraz ağır bir Arapça konuşuyorsunuz?
Ben Arapça konuşmayan bir kabileden geliyorum. Kabilemin farklı bir dili var. On yaşımdayken okula girdim ve Arapçayı burada öğrendim. İlk kez Arapça bir kelime duyduğumda on yaşındaydım. Arapça dersleri gördüm. Bu yüzden Arapçada dilim ağır geliyor, çünkü ana dilim değil.
*Darfur bölgesinde öğretmendiniz. Sonra Sudan Kurtuluş Hareketi'ne mi katıldınız?
Evet, bu doğru.
*Bu özel soruları size geçmişinizle ilgili okuyucularımıza daha fazla bilgi aktarmak için sordum.
Çok memnun oldum, teşekkür ederim.
*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.