Lübnan eski Emniyet Genel Müdürü General Abbas İbrahim, Şarku’l Avsat’a konuştu: Lübnan’da güvenlik birimlerinin çok olmasının nedeni mezhepçilik

Lübnan’ın eski Emniyet Genel Müdürü, kamusal alanda bağımsız olarak çalışacağını ve kimseye katılmayacağını vurguladı.

Eski Lübnan Emniyet Genel Müdürü General Abbas İbrahim. (Şarku’l Avsat)
Eski Lübnan Emniyet Genel Müdürü General Abbas İbrahim. (Şarku’l Avsat)
TT

Lübnan eski Emniyet Genel Müdürü General Abbas İbrahim, Şarku’l Avsat’a konuştu: Lübnan’da güvenlik birimlerinin çok olmasının nedeni mezhepçilik

Eski Lübnan Emniyet Genel Müdürü General Abbas İbrahim. (Şarku’l Avsat)
Eski Lübnan Emniyet Genel Müdürü General Abbas İbrahim. (Şarku’l Avsat)

General Abbas İbrahim, Lübnan Emniyet Genel Müdürlüğü görevinden ayrılmış olsa da 2011 yılında atandığı görevde, söz konusu tarihten bu yana oynadığı rol peşini bırakmadı. Görevinin sona ermesinin ertesi sabahı ‘eski’ Emniyet Genel Müdürü, Bazzi ailesinden bir heyeti evinde kabul ediyordu. Bazzi ailesinin oğulları Muhammed, ABD’li yetkililerin talebi üzerine Romanya'da tutuklanmıştı. General İbrahim, Lübnan'ın Bükreş Büyükelçisi ile temaslarda bulundu. Ayrıca Lübnan Dışişleri ve Göçmenler Bakanı Abdallah Buhabib ile temasa geçen General İbrahim, sonunda bu dosyayla nasıl başa çıkılacağına dair bir dizi ‘gerçekçi’ ipucu bulmak için gerektiğinde Romanya'daki kamu güvenliği ve istihbarat müdürleriyle temasa geçmeye hazırdı.
2011 yılında başladığı görevinden ayrıldıktan sonra ‘gelecek planlarını hazırlamak’ için kısa bir ara veren General İbrahim, yurt dışında çalışmak için birçok teklif aldığını ve bunlardan bazılarının cazip teklifler olduğunu söyledi. Ancak Lübnan'da siyasi çalışmalar yapmak istediği ve ‘ümidini kaybetmedikçe’ Lübnan’dan ayrılmayacağı için tüm tekliflerin kendisini cezbetmediğini de sözlerine ekledi.
General İbrahim, ilişkileri ve tecrübesi nedeniyle Emniyet Genel Müdür olduğu dönemdeki rolünü sürdürse de görevden dramatik bir şekilde ayrıldı. Herkes geçtiğimiz hafta sona eren İbrahim'in görev süresinin uzatılmasını beklerken siyasetçilerin yasaları kendi isteklerine göre düzenlemeye alıştığı bir ülkede kapıların çözüme kapanması herkesi şaşırttı.
General İbrahim, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda görev süresini uzatma girişimlerinin başarısızlığından kimin sorumlu olduğunu açıklamaktan kaçınsa da bu konuda hukuka güveneceğini söyleyerek Başbakan Necid Mikati’ye işaret etti.
General İbrahim, liyakatli atama yapamama ve yeni bir cumhurbaşkanı seçilip liyakatli atama yapabilecek tam teşekküllü bir hükümet kuruluncaya kadar bu görevde kalmayı düşünmeseydi görev süresini uzatmak istemeyeceğini vurguladı. ‘İlgililere’ beş ay önce görev süresinin sonunda görevde kalmak istemediğini söylediğini belirten General İbrahim, ancak ‘geçici’ bir uzatma fikrine razı oldu. Buna karşın meselenin tamamen hukuki bir boyutu olduğunu söyleyen Başbakan Mikati, vatandaşlar ve siyasiler arasında kafa karışıklığına neden olacak bir üslupla “Siyasi eleştirileri kabul etmiyorum” dedi.
Bir grup hukukçunun görev süresinin uzatılması için yasal çıkış yolları bulduğunu ancak dikkate alınmadığını söyleyen General İbrahim, Mikati başlangıçta siyasetsiz hukuk, daha sonra da hukuksuz siyaset istediğini belirterek sözlerine şöyle devam etti:
“Burada olmamızın nedeni bu. Basitçe söylemek gerekirse; General Elias el-Biseri bu görevi vekaleten devraldı. O en iyi subaylardan biridir. Ona tüm deneyimim ve yeteneklerimle emrinde olduğunu söyledim. Hal böyle olunca herkes kendisinden bekleneni yaptı. Örneğin Meclis Başkanı Nebih Berri, bir toplantı talebinde bulundu, ama olmadı. Eski Bakan Cibran Basil ise zorunluluğu yasalaştırmak için Meclis’te yeter sayı sağlamaya hazır olduğunu ve zorunluluğun esnek bir kelime olduğunu söyledi. Basil, dikkate alınmayan uzatma yasasının tüm genel müdürler için geçerli olmasını şart koştu ancak bu da olmadı.”
Ancak halkın eski Emniyet Genel Müdürü'ne karşı duygularını ve vatandaşların bu müdürlüğe nasıl baktığını yansıtan olumlu bir hava olduğunu düşünen General İbrahim, “Bu benim çok gurur duyduğum, dramatik bir şekilde gerçekleşen görevden ayrılışımla onurlandırdığım ve telafi ettiğim bir konu” dedi.
‘Ülkenin arabulucusu’ rolünü oynayan General İbrahim, yetkililer arasında köprü görevi görüyor, birçok tartışmalı dosya üzerinde görüşlerini birleştirmeye çalışıyordu. İbrahim'in faaliyetleri, hükümetlerin kurulması sürecinde büyük bir paya sahipti. Bazı tartışmalı dosyalarda başarılı, bazılarında ise ‘siyasi çıkmaz’ nedeniyle başarısız oldu. Ancak İbrahim, yasal olarak geniş yetkilere sahip olan Emniyet Genel Müdürlüğü görevinde yetkilerinin aşmadığını vurguladı. İşinin merkezinde siyasi, sosyal ve ekonomik güvenlik olduğunu söyleyen İbrahim, bu göreve geldiğimde ilk işim müdürlüğün ve genel müdürün yetkilerini okumak oldu. Bugün aradan 12 yıl geçmesine rağmen yaptıklarımın hepsini yerine getirmiş değilim. Çünkü bu makamın yetkileri çok genişti.
General İbrahim sözlerini şöyle sürdürdü:
“Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ülkenin arabulucusu gibi bir görevi yoktu. Benim yaptığım, bu görevin yetkileri dışındaydı. Tüm bu yetkileri kullanmayan yöneticiler var. Ancak göreve başladığım dönem, çoğunlukla her düzeyde bir boşluk dönemiydi ve doğa boşluktan nefret eder. Bu boşluğu çalışmamla doldurdum. Çoğu yerde cumhuriyete aracılık edebildiğimi, köşeleri dönerek istenilen sonuçlara ulaşabildiğimi söyleyebilirim.”
General İbrahim, Lübnan'daki siyasetçilerin çalışmalarını da değerlendirdi:
“Sıkıntının siyasi performansa, eylem ve tepkinin siyasi görüşe üstün geldiğine inanıyorum. Genel olarak Lübnan'da bir planlama yok ve bir tepkiler dünyasında yaşıyoruz. Bu zihniyet böyle devam ederse kötü sonuçları olur. Bunun içinden çıkmalıyız. Bu, yıkıcı bir performans. Sonuçları önümüzde, bizim başardıklarımız onları değiştirmek için bir teşvik olmalı ama değişen bir şey yok.”
General İbrahim'in siyasi çalışmalar yapmak istediği biliniyor. Çünkü bunu birçok kez açıkça dile getirdi. Ama görevinden ayrılıp geniş siyaset dünyasına girdikten sonra hiçbir partiye girmeyeceğini belirten İbrahim konuya dair şunları söyledi:
“Tüm görevlerimde bağımsızdım. Lübnan gerçekliğinden sapmadan büyük ölçüde bağımsız olacağımı düşünüyorum. Yani mezhepçilik kendini dayatsa da ben bağımsızlığım olarak kabul edilen oldukça geniş olan hareket alanını koruyacağım ve herkesten bağımsız çalışacağım.”
İbrahim, insanların emniyetteki yetkililere ‘nefret’ duymasıyla ilgili olarak da şunları söyledi:
“Emniyet birimlerinin insanların hizmetinde olduğuna inananlardanım. Yıllardır yapılanlar anormal, sizin yaptığınız doğru olabilir. İnsanların bize sempati duymasını sağlayan da buydu. Ofisimiz, dünyanın dört bir yanında hizmet ve arabuluculuk talebinde bulunan kişiler için bir merkez haline geldi. Bu, biz ve vatandaşlar arasında bir güven inşa etti. Siyasi görüşlerinden ya da Emniyet Müdürlüğü’nü eleştirmelerinden dolayı kimseyi sorumlu tutmuyoruz.”
General İbrahim’in görevinin son yıllarında, Emniyet Genel Müdürlüğü büyük zorluklarla karşı karşıya kalırken hizmetlerinde de gerileme yaşandı. Bunların başında, pasaport almak için kapılarında uzayıp giden kuyruklar geliyordu.
İç duruma ilişkin de açıklamalarda bulunan General İbrahim, Emniyet Genel Müdürlüğü üyeleri ve memurları da dahil olmak üzere Lübnanlıların satın alma gücünün düşmesinden büyük ölçüde etkilendiğinin altını çizdi. İbrahim, Yunan filozofu Platon'un bir sözüne atıfla, “Askerimiz çalışıyor ve açlık çekiyordu. Ben de buna ikna oldum” ifadelerini kullandı.
Askerlerin ve ailelerinin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamak ve hayatlarını idame ettirmelerini sağlamak için birçok önlem almalarına rağmen durumu ne yazık ki kriz öncesi seviyelerine getiremediklerini, çünkü bunun kolektif olarak devletin sorumluluğunda olduğunu belirten İbrahim, pasaport kriziyle ilgili de değerlendirmelerde bulunu. Bu konunun ‘Emniyet Genel Müdürlüğü’nün değil, devletin sorumluluğunda olduğunu’ vurguladı. Bunun daha ziyade devlet ve hükümet ile Lübnan Merkez Bankası Başkanı arasındaki çekişmeden kaynaklı bir sorun olduğunu söyleyen General İbrahim, “Yani biz müdürlük olarak gerekli ihaleyi yaptık ve 15 milyon dolara ihtiyacımız vardı. Pasaport harçlarını ve diğer harcamaları tahsil ediyoruz, ardından doğrudan Maliye Bakanlığı’na aktarıyoruz” ifadelerini kullandı.
Emniyet Genel Müdürlüğü’nden ayrılan General İbrahim, güvenlik birimlerinin çalışma kalitesine olan güvenini yinelerken, ancak rehavete kapılmayı reddettiğini, çünkü bir güvenlik görevlisi rehavete kapıldığında felaketlerin yaşandığını vurguladı. General İbrahim, güvenlik birimlerinin ve ordunun iradesi ve vatandaşların farkındalığı ile güvenlik durumunun iyi olduğunu, ancak sosyal güvenlikle ilgili büyük bir korkunun hissedildiğini kaydetti. Bunun önemli bir korku ve faktör olduğunun altını çizen General İbrahim, “Lübnan halkı ilk kez bir konuda, yani yoksulluk ve açlıkta meselesinde birleşiyor” dedi. Toplumsal olarak bu meselenin sokakta vatandaşlarla güvenlik güçleri arasında çatışmalara dönüşebileceğini söyleyen General İbrahim, “Ancak güvenlik anlamında korku oluşturmaz” diye konuştu. Diğer yandan Lübnan'da terör örgütlerine bağlı uyuyan hücrelerin bulunduğuna ve bunların çoğunun gözetim ve takip altında olduğuna dikkat çekerek “Güvenlik servisleri arasındaki koordinasyon da bu konu üzerine kuruludur” ifadesini kullandı.
Güvenlik birimleri arasındaki koordinasyonu her fırsatta vurgulayan General İbrahim, ‘Lübnan’da bu kadar çok güvenlik birimi olmasının normal olup olmadığı’ sorusuna şu yanıtı verdi:
 “Hayır, bu normal değil. Bunun nedeni, mezhepsel çekişmelerimiz olması. Bu bir yığılmaya neden oluyor. Bu yüzden dünya ülkeleri, her fırsatta her biri kendi yetki alanında olmak üzere güvenlik birimlerini yeniden düzenleyip birleştiriyor. Bazı mezheplerin tarafları, güvenlik birimleri önünde engel oluşturuyor. Ne yazık ki Şiilerin ve Sünnilerin birer ve Hıristiyanların ise iki güvenlik birimi var. Bu da bizi bir mezhebin tarafı olarak değil, vatandaş olarak mezhepçiliği ortadan kaldırıp sivil devlete geçmeyi fiilen düşünmeye itiyor. Artık bu ülkenin vatandaşı ve daha dindar, ancak daha az mezhepçi olmamızın zamanı geldi. Mezhepçilikten uzaklaşalım ve Allah'a yaklaşalım.”
Emniyet Genel Müdürü olduğu sırada rolünün büyük bir bölümü görevinin yetkileri dışında olan General İbrahim açıklamasınaşöyle devam etti:
“Suriye krizinin başladığı sıralarda bu göreve geldim. Kriz sadece Lübnan'ı değil tüm dünyayı etkiledi. Çoğu ülkenin Suriye ile diplomatik ilişkileri koptu. Ardından bu ülkeler, güvenlik düzeyinde her şeye baştan başlamak zorunda kaldı. Suriye'ye tepeden bakan bir yerde bir üsse sahip olmaları gerekiyordu.”
General İbrahim'in hem Suriye hem de Batı ile aynı anda konuşabilen bir isim olması onun yaklaşık 12 yılda, bugüne kadar bazıları açıklanan, ancak çoğu duyurulmayan birçok görevi yerine getirmesini sağladı.
General İbrahim açıklamalarını şöyle sonlandırdı:
“Lübnan ve Suriye'den başlayarak dünyadaki kardeş ve dost ülkelerle birçok olumsuzluğu bu iletişim kanalıyla hafifletmeyi başardık. Dolayısıyla bu kanallar etkili oldu. Bazen güvenlik kanallarından diplomatik ve siyasi kanallara geçtik. Hassas olmaları nedeniyle açıklamadığım çok şey var ama üzerime düşeni sonuna kadar yaptığımı düşünüyorum.”



Mahmud Abbas, Şarku’l Avsat’a konuştu: Gazze, Filistin Yönetimi’nin sorumluluğundadır; saldırılar sona erdiğinde hemen harekete geçeceğiz

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)
TT

Mahmud Abbas, Şarku’l Avsat’a konuştu: Gazze, Filistin Yönetimi’nin sorumluluğundadır; saldırılar sona erdiğinde hemen harekete geçeceğiz

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (AFP)

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Filistin Yönetimi’nin Gazze Şeridi’nden sorumlu olup, ‘Filistin halkına yönelik saldırılar biter bitmez’ üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu belirtti. Abbas, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajında, “Gazze Şeridi’nden biz mesuldük, halen mesulüz ve mesul olmaya da devam edeceğiz” ifadesini kullandı.

Röportajın devamında Aksa Tufanı saldırısının herkes için sürpriz olduğunu söyleyen Abbas, “Kimse bunu beklemiyordu” dedi ve Filistin Yönetimi’nin ‘Filistin halkının yeni bir Nekbe (felaket) yaşamaması için’ Arap, bölgesel ve uluslararası tüm taraflarla birlikte hareket etmeye kararlı olduğunun altını çizdi.

Abbas, Suudi Arabistan’ın Filistin meselesine ilişkin tutumlarını ‘tarihî, onurlu, soylu ve tutarlı duruşlar’ şeklinde niteledi ve Suudi Arabistan’ın ‘bilhassa bölgenin ve dünyanın sahne olduğu bu tehlikeli koşullar altında’ Filistin devletinin tanınması meselesini herhangi bir kapsamlı barışın ve normalleşmenin önünde tutan açıklamasına dikkat çekti.

Başkan Joe Biden yönetiminin, bağımsız bir Filistin devleti kurulmasıyla sonuçlanacak siyasi çözüm sürecini derinleştirmek için İsrail hükümetine ‘gerçek anlamda ve ciddi bir baskı’ uygulamadığını düşünen Abbas, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun barış süreci önünde bir ‘engel’ haline gelmesinden sonra da artık ‘İsrailli bir ortağın’ olmadığından bahsetti.

Abbas, yeni bir hükümetin kurulması meselesinin de Filistin’in iç meselesi olduğunu ifade etti ve şöyle dedi:

“Filistin’in bağımsız kararını koruma yolunda ağır bedeller ödedik ve kimsenin bu karara müdahil olmasına ya da bunu kontrol etmeye çalışmasına müsaade etmeyeceğiz.”

Röportajın metni:

 -Sayın Başkan, bir Filistin devletine giden yolda mı ilerliyoruz yoksa ikinci bir Nekbe yolunda mı?

-Tüm Filistin ulusal konseylerinin kararlarına göre başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurmak, ulusal sabitelerimizdendir. Dünyanın çoğu ülkesinin tanıdığı Filistin devletimizin bağımsızlığını somutlaştırmak için sürekli ve özenli bir şekilde çalışıyoruz ve bu devletin tam bir uluslararası tanımaya mazhar olması ve Birleşmiş Milletler’deki (BM) konumunun tam üye ülke statüsüne yükseltilmesi için gayret gösteriyoruz. Bu esnada halkımız, onu kendi topraklarından söküp atmayı hedefleyen tüm girişimlere karşı koyacaktır. Biz de gerek Gazze Şeridi’nde gerekse Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te tehcirin önüne geçerek, Filistin halkının yeni bir felaket yaşamasını önlemek için ilgili Arap, bölgesel ve uluslararası taraflarla her düzeyde hareket edeceğiz. Tüm dünyayı, özellikle de ABD yönetimini bu konuda uyardık ve böyle tehlikeli bir adımın hem bölge hem de dünya için feci sonuçlar doğuracağına ve bölgeyi bir istikrarsızlık haline sokacağına işaret ettik.

İSRAİL’İN BÜYÜK HATASI

-Gazze’nin yaşadığı felaketi durduracak çözümün özellikleri nedir?

-Gazze ve Filistin topraklarının geri kalanı, benzeri görülmemiş bir felaket yaşıyor. İsrail ölüm makinesi, Filistinli varlığın tüm bileşenlerini ortadan kaldırmak için sistemli ve planlı bir tahribat uyguluyor. Zannediyor ki bu uygulamalar kendisine güvenlik ve istikrar sağlayacak. Ama bedelini ağır ödeyeceği büyük bir hata yapıyor. Çünkü güvenliği ve barışı sağlamak için tek çözüm; bu savaşı hemen durdurmak, işgal ordusunu bir karış toprak koparmadan Gazze Şeridi’nin tamamından çekmek ve Gazze Şeridi’ne insani ve tıbbi yardımların girişini hızlandırmaktır. Zira biz, bedeli ne olursa olsun Filistin halkının topraklarından tehcir edilmesine asla izin vermeyeceğiz.

Tüm bunlardan sonra uluslararası meşruiyet kararlarına ve Arap Barış Girişimi’ne dayalı bir siyasi çözüm için hazırlık yapmak gerekir. Bu çözüm de Filistin devletinin tanınması, bu devletin BM Güvenlik Konseyi kararıyla BM’ye tam üyelik kazanması ve iki devletli çözüme uygun olarak bağımsız Filistin devleti çözümünü somutlaştırmak üzere, 1967 sınırlarında ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti topraklarına yönelik İsrail işgalini durduracak belirli bir takvime ve uluslararası teminatlara sahip bir uluslararası barış konferansının düzenlenmesi ile başlar.

İsrail, Filistin halkına karşı güvenlik ve askerî temelli her türlü çözümü denedi ve bunların başarısızlığı ispatlandı. Şimdi uluslararası meşruiyet kararlarının ve uluslararası hukukun uygulanmasına ilişkin olarak uluslararası toplumun, özellikle de ABD yönetiminin sözünü söyleme vaktidir.

-ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken size, Filistin devletinin resmi olarak tanınmasına ilişkin bir taahhüt iletti mi?

-ABD yönetimi yetkilileriyle birkaç defa (Blinken’la beş defa, Jake Sullivan ve William Burns ile defalarca) görüştük ve kendilerinden iki devletli çözüm ve uluslararası meşruiyete dayalı barışı sağlama çabalarının desteklenmesi hakkında vaatler duyduk. Onlarla derin ve devam eden bir diyalog mevcuttu, ancak sahada herhangi bir şey değişmedi. Yani bu sözlerin pratik uygulamasını görebilmemiz için Başkan Biden yönetimi, sağcı İsrail hükümetine gerçek ve ciddi bir baskı uygulamadı. İşgalci İsrail, siyasi sürecin dayandığı tüm temelleri yıkma yolunda bariz bir yaklaşım sergiliyor, iki devletli çözüm de dahil olmak üzere uluslararası meşruiyet kararlarına alenen karşı çıkıyor, Filistin halkına karşı kapsamlı bir savaş yürütüyor ve bilhassa Gazze Şeridi’nde kanlı kıyımlar ve etnik temizlik, Batı Şeria’da ve Doğu Kudüs’te ise ırkçı ayrımcılık ve şiddet suçu işliyor.  

FOTO: Abbas, geçtiğimiz çarşamba günü Ramallah’ta Blinken’ı ağırladı (AFP)
Abbas, geçtiğimiz çarşamba günü Ramallah’ta Blinken’ı ağırladı (AFP)

ABD, bu işgale himaye ve destek sağlamaya devam ediyor. Bu da bizi, bizim ne duyduğumuzun ya da ABD yönetiminin ne söylediğinin bir önemi olmadığını, önemli olanın sahada olup bitenler olduğunu söylemeye sevk ediyor. Herkes için güvenlik ve istikrar sağlayacak ve uluslararası meşruiyete dayalı net ve ciddi bir siyasi süreç yolunda ilerleyebilmemiz için ABD yönetiminden uygulama talep ediyoruz.

ÇÖZÜM İÇİN ‘SAMİMİ BİR AMERİKAN İRADESİ’ LAZIM

-Güvenlik Konseyi kararı ya da başka bir formül yoluyla siyasi ufku açacak bir mekanizma tasavvuru var mı?

-Mekanizma belli; sadece uygulama gerekiyor: BM Güvenlik Konseyi’nin Filistin devletinin BM’ye tam üyeliğine dair bir karar açıklaması ve BM gözetiminde tüm uluslararası tarafların katılacağı bir uluslararası barış konferansı düzenlenmesi. Bu konferansın ilgili uluslararası meşruiyet kararlarına ve uluslararası hukuka uygun olarak tüm tarafların bağlı kalacağı ve belirli bir takvime dayalı olacak siyasi bir süreçle ve açık uluslararası teminatlarla desteklenen bir eylem mekanizması ortaya koyması lazım. Bunun için de başta ABD yönetimi olmak üzere samimi bir uluslararası irade gerekiyor.  

-Filistin devletinin kurulması için İsrail devletinin tanınması ve İbrani devletine uluslararası güvenlik garantileri sunulması şart mı?

-Oslo Anlaşması’na göre Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrail arasında karşılıklı tanıma gerçekleşti ve buna dayalı olarak uluslararası garantili geçici ikili anlaşmalar imzalandı. Geçici bir anlaşma vardı; bunu tüm nihai statü sorunları çözüldükten ve Filistin ile İsrail devletleri arasında bir barış anlaşması imzalandıktan sonra kalıcı bir anlaşma izleyecekti.

İsrail’in uzlaşmazlığına, tüm uluslararası meşruiyet kararlarına yönelik itirazına, hatta uluslararası hukuka meydan okumasına rağmen biz kendi açımızdan, bir Filistin devletinin mevcut olduğunun ve kurumlarının en iyi uluslararası standartlara göre faaliyet yürüttüğünün bilinciyle üzerimize düşen tüm yükümlülükleri yerine getirmeyi taahhüt ettik. Bu gerçekleştiğinde ilgili taraflar arasında anlaşmaya varılan teminatlarla, Filistin ve İsrail devletleri arasında tanıma, mevcut ve karşılıklı olacaktır. Artık gerekli olan, İsrail’in Filistin devletini tanımasıdır.

-Hamas’ın FKÖ’ye katılımı, FKÖ’nün daha önce tanıdığı gibi Hareketin de İsrail’i tanımasını gerektiriyor mu?

-Defalarca söyledik ve vurguladık: FKÖ, Filistin halkının tek ve meşru temsilcisidir. FKÖ’ye katılmak isteyenler, örgütün temsil birliğine, açık siyasi programına ve uluslararası yükümlülüklerine bağlı kalmalı ve FKÖ’nün tüm uluslararası taraflarla imzaladığı ve o temel üzerinde Filistin Ulusal Yönetimi’nin kurulduğu anlaşmaları kabul etmelidir. Bu yüzden FKÖ’nün tüm Filistinlilerin evi olduğunu kabul ederek, örgüte üyelik kapısının Filistin siyasi eyleminin tüm temsilcilerine açık olduğunun, ancak örgütün temsil birliğine bağlı kalmak ve örgütün Arap ve uluslararası düzeydeki yükümlülükleriyle Filistin ulusal konseylerinin kararlarına saygı duymak gerektiğinin her zaman altını çizdik.

‘ERTESİ GÜN’ MESELESİ

-Filistin Ulusal Yönetimi, savaşın ‘ertesi gününde’ Gazze Şeridi’ni yönetmeye hazır mı?

-Filistin Ulusal Yönetimi, Gazze Şeridi’ni hiç terk etmedi ki geri dönsün. Hamas hareketinin 2007 yılında darbe yapmasından bu yana Filistin hükümeti, (elektrik ve su, yakıt, hastaneler, emekli maaşları ve sosyal kalkınma için) Gazze Şeridi’ne aylık 140 milyon dolardan fazla ödeme yapıyor. Bu, bizim Gazze’deki halkımıza karşı vazifemiz. Gazze Şeridi’nden biz mesuldük, halen mesulüz ve mesul olmaya devam edeceğiz ve Batı Şeria ile Doğu Kudüs gibi diğer Filistin topraklarında nasılsa Gazze Şeridi’ndeki halkımıza ve evlatlarımıza karşı da görevlerimizi yerine getireceğiz. Gazze Şeridi’ndeki halkımıza yönelik saldırılar biter bitmez halkımızın sıkıntılarını hafifletmek için çalışmalara başlamaya ve Filistin Ulusal Yönetimi olarak nerede olurlarsa olsunlar Filistin halkının tüm evlatlarına karşı üzerimize düşen görevleri yerine getirmeye hazırız.  

-Filistin Yönetimi’nin kurumları, bu rolü yerine getirebilir mi? Blinken, Yönetimin yeniden düzenlenmesini talep etti mi? Teknokrat bir hükümet mi istedi yoksa bir uzlaşma mı?

-Filistin devletinin kurumları, en yüksek uluslararası standartlara uygun olarak inşa edilmiştir ve gerek Batı Şeria’da gerek Gazze Şeridi’nde gerekse Doğu Kudüs’te üzerine düşen görevleri olabildiğince mükemmel bir şekilde yerine getirebilir. Yeni bir Filistin hükümetinin kurulması; bölgesel veya uluslararası dış taleplere kulak vermek adına değil, Filistin halkının yüksek çıkarlarını gözetmek ve korumak için alınan, Filistin’e ait bir iç karardır. Filistin’in bağımsız ulusal kararını koruma yolunda ağır bedeller ödedik ve kimsenin bu karara müdahil olmasına ya da bunu kontrol etmeye çalışmasına müsaade etmeyeceğiz.

Suudi Arabistan’ın ‘şerefli ve tarihî’ tutumu

-Suudi Arabistan’ın Filistin devletinin tanınmasını kapsamlı barışın ve normalleşmenin önünde tutan açıklamasını memnuniyetle karşıladınız. Suudi Arabistan’la ilişkilerinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

-Kurucu Kral Abdülaziz Âl-i Suud’un (Allah rahmet eylesin) döneminden Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn (İki Kutsal Mescidin Hizmetkârı) Kral Selman bin Abdülaziz’in ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın dönemine kadar Suudi Arabistan Krallığı, Filistin halkına ve onun haklı davasına karşı tarihî, şerefli, soylu ve tutarlı duruşlar sergiledi.  

FOTO: Prens Muhammed bin Selman ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın daha önceki görüşmesinden bir kare (SPA)
Prens Muhammed bin Selman ile Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın daha önceki görüşmesinden bir kare (SPA)

Suudi Arabistan’ın, Krallığın Filistin meselesine ilişkin tutumlarını ve sabitelerini teyit eden açıklaması, bu büyük yolculuğun, Krallığın Filistin’e ve halkına karşı daima sergilediği cesur duruşun ve Filistin halkının özgürlük, bağımsızlık ve başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız devletini kurma haklarını somutlaştırmaya dönük özenli çabalarının devamından başka bir şey değildir. Bilhassa bölgenin ve dünyanın içinden geçtiği bu tehlikeli koşullarda Suudilerin bu köklü ve sağlam desteğine hepimizin güveni var. Bu destek, uluslararası meşruiyet kararlarıyla ve Arap Barış Girişimi’yle tutarlıdır ve aynı zamanda Suudi Arabistan Krallığı ile Filistin devleti arasındaki sürekli istişareyle koordinasyonun boyutunun ve bizi birbirimize bağlayan kardeşlik ilişkilerinin gücünün bir ifadesidir. Hadim-i Harameyn-i Şerifeyn Kral Selman bin Abdülaziz ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman başta olmak üzere Suudi yönetimiyle sürekli iletişim halindeyiz.

NETANYAHU BİR ENGEL TAŞI

-Sizce Binyamin Netanyahu, barış arayışında ortak rolünü oynamaya halen uygun mu?

-Açıkça söylüyoruz: Şu an adil ve kalıcı barış üretmek için İsrailli bir ortak yok. Netanyahu’nun uluslararası meşruiyete ve hukuka dayalı bir siyasi çözüme varmanın önünde açıkça engel teşkil ettiğini tüm dünyaya söyledik. O, Filistinlilerle İsraillilerin başarısızlığı defalarca ispatlanan güvenlik çözümleri ve savaşlar yerine güvenlik ve istikrarla yaşamaları için barışın sağlanması ve işgalin sona erdirilmesi gerektiğine inanmıyor ve aynı yolda ilerlemekte ısrar ediyor.

Kanaatimce dünya, görüş birliğine vardı ve Netanyahu’nun İsrail’in yürüttüğü savaşı durdurmak için halihazırda harcanan uluslararası çabaların önünde bir engel haline geldiğine dair sözlerimizin doğru olduğunu artık gayet iyi biliyor. Uluslararası meşruiyete dayalı bir siyasi yolun izlenmesi, şu an yaşanan ve tüm bölgeyi sıkıntıya sokan krizlerin ve gerilimin tekrarlanmasının önüne geçecektir. Netanyahu’nun iki devletli çözümü reddeden açıklamaları ve Gazze’ye karşı ilan ettiği savaşın sürdürülmesi, onun barış, güvenlik ve istikrar yolunun açıkça karşısında olduğunun bariz bir göstergesidir. O, sadece işgalin, güç kullanmanın ve yerleşimin mantığına inanıyor.

-Netanyahu, UNRWA’ya karşı yaygın bir kampanya yürütüyor. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?

-Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı (UNRWA), yurtlarından zorla uzaklaştırılan Filistinli mültecilere hizmet için 18 Aralık 1949 tarihli ve 302 sayılı BM kararıyla kuruldu. Filistinlilerin davası, 194 sayılı karar da dahil olmak üzere ilgili uluslararası meşruiyet kararlarına uygun olarak adil bir şekilde çözülene kadar da faaliyetini sürdürecek. Diğer nihai statü meseleleriyle birlikte mülteci meselesi, Filistin meselesinin özünü oluşturuyor.  

UNRWA’yı feshetme yönündeki tehdit, milyonlarca Filistinlimizi haksız ve insanlık dışı bir şekilde cezalandırma tehdididir. Filistinliler 1948 yılında topraklarından zorla göç ettirildi. İsrail onlara karşı suç işlemeye devam ediyor; Gazze Şeridi’ndeki soykırım savaşı da bunun son örneği. Herhangi bir adım atmadan önce UNRWA’nın yürüttüğü soruşturmanın sonuçlarını beklemek gerektiğini tüm dünyaya söyledik. Ancak açıkça görülüyor ki uluslararası meşruiyete ve hukuka aykırı olarak, Filistin meselesini tümüyle bitirmek üzere mülteci meselesini ortadan kaldırmaya dönük projelerini hayata geçirebilmek için UNRWA’yı saf dışı bırakmaya ve rolünü bitirmeye çalışan bir ülke var. Buna asla müsaade etmeyeceğiz. Bunun önüne geçmek için ilgili ülkelerle ve odaklarla temasa geçtik.

-Hamas’ın ‘ertesi gün’ Gazze’de iktidar olamayacağını kabul ettiği doğru mu? Bunun karşılığında ne istiyor?

-Bu soruyu Hamas’ın cevaplaması gerekir.

BATI ŞERİA’YI TUTUŞTURMA ÇABALARI

-Batı Şeria’da yeni bir intifadanın patlak vermesinden endişe ediliyor mu?

-İsrailli işgal yetkilileri, Gazze Şeridi’nde Filistin halkına karşı saldırılarını başlattıklarından beri öldürme, tutuklama, Filistin şehirlerine, köylerine ve kamplarına baskınlar düzenleme ve halkımıza karşı çirkin suçlar işlemeleri için terörist yerleşimcilere koruma sağlama yönündeki politikalarıyla Batı Şeria’yı ve Doğu Kudüs’ü alevlendirmeye çalışıyor. Başta ABD yönetimi olmak üzere tüm dünya ülkeleriyle iletişime geçtik ve onlara İsrail’in bu uygulamaları devam ettiği takdirde olayların kontrol edilemeyecek ve sonuçları öngörülemeyecek şekilde alevleneceğini bildirdik.

FOTO: Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (DPA)
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (DPA)

Gelgelelim İsrail’i bu suçları durdurmaya sevk edecek gerçek ve ciddi bir baskı yok. Buna rağmen biz, sükuneti korumak ve gerilimin tırmanmasını önlemek için çabalarımızı sürdürüyoruz. Bunu da halkımızı korumak ve işgalci İsrail’in durumu fırsat bilip olayları yeni bir intifadanın patlak vermesine yol açacak şekilde alevlendirmesine engel olmak için yapıyoruz. Çünkü onların amacı, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devletinin topraklarına yönelik İsrail işgalini sona erdirecek ve uluslararası meşruiyet kararlarına dayalı bir siyasi çözüme varılmasının önüne geçmek. İsrail’in gerilimi tırmandırmaya başvurmak ve bölgeyi tedirgin etmek suretiyle ödemekten kaçınmaya çalıştığı siyasi bedel bu çözümdür.  

-Sizinle Hamas liderliği arasında bir görüşme projesi var mı?

-Hamas liderliğiyle görüşmeye karşı değiliz. 2007 yılında gerçekleşen darbeden bu yana onlarla bir araya geliyoruz. Darbeyi sona erdirmek için Mekke, Mısır, Cezayir ve diğer yerlerde yapılan ve en sonuncusu el-Alameyn’deki olan anlaşmalar gibi pek çok anlaşma imzaladık. Bölünmeyi sona erdirmek için sarf edilen tüm Arap ve uluslararası çabalara da karşılık verdik. Bölünme meselesinin arkamızda kalması için uymamız gereken hususlar var. Bölünmenin tüm sonuçlarını ve tezahürlerini sona erdirmek, bunlardan biri. Böylece tek bir otoritemiz, tek bir meşru ordumuz ve tek bir yasamız olur. Ayrıca FKÖ’nün Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğunu kabul etmek, örgütün uluslararası anlaşmalarına bağlı kalmak ve sonra da genel seçimler için hazırlık yapmak gerekir. Kimi seçeceğine sandık yoluyla karar verecek olan, Filistin halkıdır. Daha önce bu konuda başarılı tecrübelere imza attık. En üst düzeyde dürüstlüğe ve şeffaflığa uygun olarak üç genel seçim gerçekleştirdiğimizi söyleyen uluslararası toplum da buna şahit.

-Aksa Tufanı operasyonu ya da ilk gün gerçekleştirdiklerinin boyutu sizi şaşırttı mı?

-Saldırı, herkes için sürpriz oldu. Kimse bunu beklemiyordu. 2007 yılındaki darbeden bu yana Hamas’la bir alakamız yok. Dünyadaki kardeşlerin ve dostların bu bölünmeyi sona erdirmek için ortaya koyduğu tüm girişimlere rağmen Hamas liderliği, içi boş bahaneler ileri sürerek bu girişimlerden kaçınıyor. En son Filistinli grupların genel sekreterlerinin geçtiğimiz temmuz ayında Mısır’ın el-Alameyn kentinde yaptığı toplantıda da böyle oldu. O zaman uzlaşma ve FKÖ’ye katılma konusu tartışıldı ve meselelerin takibi için bir komisyon oluşturulması kararlaştırıldı. Hamas, toplantılara katılım davetine henüz cevap vermedi. Bunu hep yapıyor.

-Yerinize vekil atamayı düşündünüz mü? Gazze’yi yönetmek için Arap veya başka güvenlik ortaklarına ihtiyacınız var mı?

-Bu, Filistin Anayasası’na ilişkin bir konudur. Bu yasa, Filistin Ulusal Konseyi toplanmadıkça ya da genel seçimler yapılıp, bu maddenin değiştirilmesini onaylayan yeni bir yasama meclisi seçilmedikçe değiştirilemez. 

Sorunun ikinci kısmına gelecek olursak; Arap kardeşlerimizle her konuda sürekli istişare ve koordinasyon halindeyiz. Güvenlik meselesine gelince; Filistin Ulusal Yönetimi, Gazze Şeridi’ndeki yetkilerini yeniden devraldığında ve orada siyasi merci haline geldiğinde Gazze Şeridi’ni yeniden inşa sürecine katkı sağlamaya hazır tüm taraflarla iş birliğine olumlu bakacağız.