Mesud Barzani'den Şarku'l Avsat'a özel açıklamalar: Gizli görüşmeye gittiğimizde Amerikalılar Saddam'ı devirme kararı aldıklarını söylediler

Şarku’l Avsat’a konuşan Mesud Barzani: Türkiye, askeri güçlerinin Musul ve Kerkük'e girmesini şart koştu, biz de Washington'a onlarla (Türk askerleriyle) savaşacağımızı bildirdik

Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
TT

Mesud Barzani'den Şarku'l Avsat'a özel açıklamalar: Gizli görüşmeye gittiğimizde Amerikalılar Saddam'ı devirme kararı aldıklarını söylediler

Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi

Ne zaman Mesud Barzani'yi ziyaret etsem, görüşmemiz üçlü bir toplantıya dönüşüyor. Her zaman Saddam Hüseyin'in gölgesi aramızda geziyor ve kapıyı anılara aralıyor. Mesleğim, beni hep, Irak denen kaynayan kazanın üzerinde demir iradeli iki adamın heyecan verici ve acı dolu hikayesini takip etmeye itmiştir. Saddam Hüseyin, millet ruhunun kendisine Irak’ı yeniden o eski gösterişli ve ihtişamlı günlerine kavuşturma görevini verdiğine inanıyordu. Mesud Barzani ise kaderin, kendisi için Kürt rüyasının koruyucusu rolünü seçtiğine inanıyor. Saddam, Kürtlerin taleplerini karşılama konusunda en cüretkar davranan Irak lideriydi. Ardından Kürt beldelerine ve köylerine olağanüstü bir felaket yaşatan en katı lider haline geldi. Barzani, Kürtlerin efsanevi lideri olan babası Mele (Molla) Mustafa Barzani'nin çizdiği yolu korumakta ısrarcıydı.
Ne Barzani, Saddam’ı ne de Saddam Barzani’yi alt edebilmişti. Aralarındaki uzun ilişki, zorunlu el sıkışmalara ve acı verici darbelere tanık oldu. Bundan tam yirmi yıl önce kader, aralarındaki anlaşmazlığı sona erdirdi. Daha doğrusu ABD emperyalizmi Irak'a girdi ve ülkeyi işgal etti. Saddam darağacına gönderildi. Mesut Barzani ise biri federal Irak bayrağı biri de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) bayrağı olmak üzere iki bayrağın altında oturmaya devam etti. Türkiye, İran ve Suriye Kürtlerinin başaramadığını Barzani başardı. Yaser Arafat'ın hayalleri suya düştü. Saddam Hüseyin ve Mesud Barzani arasında heyecan verici ayrıntılarla dolu bir ahbaplık vardı.
Irak'ta içinde bulunduğumuz yüzyıl, uzun bir devam olduğunu düşündüren bir tabloyla başladı. Kürtler, ülkenin kuzeyinde uçuş yasağı getirilen bölgeden yararlanmaya devam ediyorlar. Bağdat'ta ise Saddam Hüseyin rejimi bir tırnak makası gibi yaşıyor. Uluslararası kurumlardan müfettişleri manipüle ederken ‘gıda karşılığı petrol’ şartlarını ihlal ediyor. Ancak, Saddam rejiminin, Kuveyt'ten çekilmek zorunda kalmasının ardından Kürt ve Şii ayaklanmalarını bastırmasının dehşeti apaçık ortadaydı.

Barzani ve Talabani, ABD’nin Irak'a atadığı geçici işgal yönetiminin lideri emekli general Jay Garner ile Nisan 2003'te Süleymaniye'de çekilmiş bir fotoğrafları (Getty)
Muhalefet, rejimi devirme konusundaki eskiden beri kurduğu hayali kurmaya devam etse de Saddam'ın askeri gücünü kendi güçleriyle alt edemeyeceğinden bu oldukça güç görünüyordu. ABD Hava Kuvvetleri, Iraklı gruplara kendi iç ve bölgesel programlarına göre ilerlemeleri adına hava koruması sağlaması için kiralanamazdı. Hesapları ve denklemleri değiştirmek için bir deprem gerekliydi ve bu deprem daha uzun süre beklenmeyecekti.

Uçaklar ve kuleler
11 Eylül Kürtlerin hafızalarına kazınmış bir gündür. 11 Eylül 1961’de, Mele Mustafa Barzani, iki yıl önce yeniden iktidara gelen Baas Partisi ile yaptığı anlaşmayla, alevi 1970'te sönene kadar yanmaya devam edecek olan Kürt ayaklanmasını başlattı. Mele Mustafa, ayaklanmayı başlattığında, aralarında Mesud'un da bulunduğu oğulları onun yanındaydı.
11 Eylül 2001’e gelindiğinde ise Mesud, yanında oğlu Mesrur ​​ile birlikte Duhok şehrindeydi. Ekranda, bir uçağın yüksek bir kuleye çarpışını izliyordu. Başlarda ekranda bir film gösterildiğini düşünürken ikinci bir uçağın başka bir kuleye çarptığını gördü. Son dakika haberi geldiğinde çevresindekilere ABD’de büyük ve tehlikeli bir şeyler olduğunu söyledi. Bir ülkenin kendi evindeki tek süper güce saldırmaya cüret edip onun prestij ve başarı sembollerini hedef alması kesinlikle söz konusu bile olamazdı.
ABD büyük bir güçtür ve dünyanın en uzak noktasına ulaşabilecek devasa bir orduya sahiptir. Saldırının arkasında El Kaide'nin olduğu ortaya çıktığında dahi Saddam rejiminin ağır bir bedel ödeyeceğini düşünmek ve her ne kadar ABD’den nefret etseler de ve ona karşı olduklarına dair benzer açıklamalar yapsalar da Saddam rejimi ile El Kaide arasında bir bağlantı olduğunu varsaymak son derece güçtü. Çünkü her biri diğeriyle çelişen bir terminoloji kullanıyordu. Ayrıca El Kaide lideri Usame bin Ladin, Baas rejimini kafir bir rejim olarak görüyordu.
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani, tehlikelerin boyutları henüz netleşmemiş olsa da yeni bir dönemin başladığını hissetmişti. Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ilişkileri yeniden tesis etmeye karar verdi. Türkiye, Suriye ve İran'a temsilciler göndererek bu ülkelerin New York ve Washington'daki saldırıların olası yansımalarına ilişkin okumalarının nabzını tuttu. Üç ülke, ABD’nin vereceği olası tepkiyi merak ediyor ve anlamaya çalışıyorlardı, ancak hiçbirinin verebilecekleri cevapları yoktu.

Barzani’nin, 2003 yazında Selahaddin şehrinde ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer ile bir araya geldiği bir kare (Getty)
İran, başka bir heyet daha gönderilmesini istedi. Bunun üzerine derhal bir heyet daha İran’a gönderildi. Tahran, İstiklal (Hilton) Oteli’nde Kürt heyetini ağırlarken kasıtlı olarak aynı yerde ve aynı saatte Saddam rejiminden İstihbarat Direktörü Tahir Celil Habuş başkanlığındaki bir heyeti de ağırladı. İki heyetin üyeleri otel lobisinde tokalaştılar. Bağdat, bu yeni süreci anlamaya ve tehlikelerinden kaçınmaya çalışırken endişeli ve kafası karışık haldeydi. Ancak Kürt lider artık çok geç olduğunu, ‘sadece Basra'nın değil, Irak'ın da yıkılmasından sonra’ rejimle yapılacak herhangi bir anlaşmanın uzun sürmeyeceğini ve Kürt halkı üzerinde büyük bir yük’ getireceğini anladı.
ABD yaralanmıştı ve öfkeyle köpürüyordu. Dünya, onun bu öfkesiyle bundan sonraki senaryolara dair spekülasyon yapıyordu. 2002 yılı, Mesud Barzani’nin gidişatı anlamasına yardımcı olduğunu düşündüğü art arda işaretler taşıyacaktı. Dönemin ABD Başkanı George Bush, 30 Ocak 2022’de Irak rejimine karşı sert saldırının emrini verdi. Bush’a göre Irak, aralarında İran ve Kuzey Kore'nin de olduğu bir ‘şer ekseninde’ yer alıyordu. Şubat ayına gelindiğinde, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Irak rejimini değiştirmenin gerektiğinden ve bunun için gerekirse ABD’nin bu görevi tek başına üstlenebileceğinden söz etti. İngiltere Başbakanı Tony Blair de sahneye dahil olmaktan çekinmedi.
Mesud Barzani, Şarku'l Avsat'ın ayrıntıları öğrenme talebine cömertçe karşılık vererek olaylar ve manşetlerle dolu hafızasını sorgulamaya devam ediyor.

Kritik gizli görüşme
Mesud Barzani, 17 Şubat 2002 tarihinde ABD’nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı’ndan (CIA) bir heyeti kabul etti. Heyet, görüşme sırasında “ABD, Saddam rejimini devirme kararı aldı, saldırı birkaç yönden başlatılacak, hesaplamalarımızda bölgenin rolü büyük önem taşıyor ve Washington'u ziyaret etmeye davetlisiniz” şeklinde dikkat çekici ifadeler kullandı. Mesud Barzani, Kürtlerin ‘demokratik, federal, çoğulcu bir Irak kurmayı amaçlayan her türlü süreci’ destekleyeceğini ve ABD’den ‘Kürtlerin geleceğine’ dair bir garanti talep ettiklerini söyledi. Washington'ın komşu ülkelere ‘Kürtlerin herhangi bir kişiye ya da tarafa karşı hiçbir şekilde tehdit oluşturmadıklarını ve oluşturmayacaklarını’ bildirebileceğini düşünen Barzani, Washington'ın davetini kabul etti. Mesud Barzani, 1 Nisan’da ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan Bakan Yardımcısı Ryan Crocker başkanlığındaki bir heyeti kabul etti. Toplantıda KDP’nin önde gelen isimleri de hazır bulundu. Heyet, ABD’nin Saddam rejimiyle ilgili görüşünü yineledi ve 14 Nisan’da Mesud Barzani’nin Washington'ı ziyaret etmesini önerdi. Aynı tarihlerde Celal Talabani de Washington’ı ziyaret edecekti.

Irak’ın Nasıriye şehrinde Saddam'ın posterini kaldıran iki ABD askeri, 3 Nisan 2003 (EPA)
Her ne kadar verilen sinyaller açık olsa da Barzani, en tepedeki karar alma merkezlerinden daha net sözler duymayı bekliyordu.
Mesud Barzani, 15 Nisan'da beraberinde oğlu Mesrur Barzani ve daha sonra dışişleri bakanı olacak KDP’nin önde gelen isimlerinden Hoşyar Zebari ile Frankfurt Havalimanı'nda bekleyen özel bir uçağa bindi. ABD’ye giden Kürt heyeti, Celal Talabani, oğlu Bafıl ve dönemin KYB lideri ve daha sonra Irak’ın cumhurbaşkanı olacak olan Berham Salih'in katılımıyla yeniden bir araya gelecekti. Bu kritik görüşme, ABD’li istihbarat servislerinin Virginia'da seçtikleri bir misafirhanede gerçekleşecekti. ABD’yi temsilen görüşmeye katılanlar arasında dönemin CIA Başkan Yardımcısı John E. McLaughlin, Ulusal Güvenlik'ten General Wayne A. Downing ve Dışişleri Bakanlığı'ndan Ryan Crocker vardı. Bu isimlerin katılımı, görüşmenin Beyaz Saray, CIA ve Dışişleri Bakanlığı’nın katılımı ve koordinasyonu ile olduğu anlamına geliyordu.
ABD tarafı, Saddam'ı devirme kararının alındığını ve bundan geri dönüşün olmadığını belirtti. “ABD, Saddam'ın iktidardan indirilmesi gerektiğine karar verdi, Kürtler tüm haklarını almalı ve ABD, Irak'ta federal sistemin benimsenmesini kabul ediyor” gibi açık ifadeler kullandı. ABD’nin dışarıdan herhangi bir müdahaleye izin vermeyeceği ve Kürtlerin Irak muhalefetini toplama ve hazırlamadaki rolü konusunda büyük umutları olduğu vurgulandı.
ABD tarafının söylemi açık ve netti. Kürtler de buna “ABD, Saddam rejimini devirme kararlılığını sonuna kadar sürdürdüğü, Irak rejimine demokratik bir alternatif olduğu ve Kürt bölgesi için federalizm benimsendiği sürece bunu başarmak için elimizden gelen her şeyi yaparız. Elimizden ne geliyorsa yapacağız. Muhalefeti birleştirmek için harekete geçeceğimize söz veriyoruz” diyerek karşılık verdiler.
Mesud Barzani, o gece, Kürtlerin bölgedeki büyük güçler ve bazı ülkelerle ilişkilerinde yaşadıkları sancılı dönemleri hatırladı. Bunlardan biri eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın Şah Muhammed Rıza Pehlevi'yi 1975 yılında ‘Bay Temsilci’ Saddam Hüseyin ile Cezayir Anlaşması'nı imzalamaya ikna etmede rol oynaması ve anlaşma sonucunda İran’ın, korkunç bir çöküş yaşayan Kürt devrimine verdiği tüm desteği durdurmasıydı. Burada Bağdat'ın 1972 yılında Moskova ile Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nı imzalamasından sonra Iraklı Kürtlere mütevazi yardımlarda bulunan Sovyetler Birliği'nin onlardan yüz çevirdiği de unutulmamalı. Komşu ülkeler ise bazen başka bölgelerdeki Kürtlere anlayış gösteriyor, ancak aynı anlayışı kendi topraklarındaki Kürtlere asla göstermiyorlardı. Kürtleri bir kart olarak ele alıyor ve Kürtlerin diğer bölgelerde de haklarını arayacaklarından korkuyorlardı.

Barzani, 2002 yılının Nisan ayında Londra'da düzenlenen Irak muhalefeti konferansına katıldı (Getty)
Kürt heyetini ABD’ye taşıyan özel uçak, heyeti 18 Nisan’da Frankfurt'a geri getirdi. Barzani, Franfurt’ta Mam Celal (Talabani) ile olası gelişmelere ve değişikliklere ayak uydurmak için çabaları birleştirme ve gerekli tüm hazırlıkları yapma konusunda anlaştı.
Mesud Barzani ve beraberindeki heyet, Frankfurt'tan Fransa’nın başkenti Paris'e gittiler. Başkentteki Fransız yetkililer, ABD’nin Saddam Hüseyin'i devirme konusunda kararlı olduğuna ikna olmuşlardı. Bu yüzden soruları, genellikle Saddam rejiminin alternatifine yönelikti. Barzani, alternatif yönetimle ilgili mutabakata Iraklı muhalif gruplarla istişare edilerek ulaşılacağını ve bir sonraki yönetimin çeşitli tarafların haklarını garanti eden demokratik ve federal olması gerektiğini vurguladı.
Heyet, Paris’in ardından Şam'a hareket etti. Barzani, Suriye ile eski Devlet Başkanı Hafız Esed'in iktidar günlerinden beri süregelen ilişkilerin Kürtleri, bazı konularda Devlet Başkanı Beşşar Esed'e ve onun yönetiminin önde gelen diğer isimlerine danışmaya mecbur bıraktığını düşünüyordu. Buradaki görüşmelerde bölgedeki genel durumdan bahsettikten sonra Irak rejiminin devrilmesi ihtimalini sorduklarını söyleyen Barzani, onlara nihai kararın çoktan verildiğini bildirdiğinde bunun onları çok memnun ettiğini ve kendisinin de bundan mutlu olduğunu belirtti. Irak'ın geleceği ile ilgili olarak, Irak'ı bölme planı olmadığına ve hiçbir dış müdahaleye izin verilmeyeceğine dair güvence verdiğini ekleyen Barzani, “Saddam rejimini devirme kararının uygulanma tarihini ise yalnızca ABD’lilerin bildiğini söyledim. Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı, ABD’nin Irak'a askeri olarak müdahale etmeyeceğine inanıyordu. Öyle ki bu konuda bahse girmeye dahi hazırdı” ifadelerini kullandı.

Washington’dan Türkiye’nin ‘şantajına’ eleştiri
2002 yılı yazı başlarında ABD’nin Saddam rejimini devirme kararından vazgeçmiş ya da bu konudaki hazırlıklarını yavaşlatmış olabileceğine dair birtakım işaretler vardı. Aynı sıralarda Hoşyar Zebari ve Neçirvan Barzani, ABD’de kapsamlı görüşmeler yürütüyorlardı. Takvimler 21 Temmuz 2002’yi gösterdiğinde, ‘Sam’ olarak bilinen Charles Fettis başkanlığında, ABD’li uzmanlardan oluşan bir heyet Erbil'e geldi.
Heyetle yapılan görüşmeler, Türkiye'nin Irak'taki değişimin bir Kürt devletinin kurulmasına yol açmasından korktuğunu ortaya koyuyordu. Durum değerlendirmesi yapmaya geldiklerini belirten ABD’li yetkili, Türkiye'nin bölgenin iç işlerine hiçbir şekilde müdahale etmesine izin verilmeyeceklerinin altını çizdi. Ancak ABD’nin askeri müdahalesinin tarihi yaklaştıkça Türkiye’nin kaprisleri de daha görünür hale gelmeye başlayacaktı.
ABD dışişleri ve savunma bakanlıkları, Temmuz ayında Irak muhalefetinin önde gelen bazı isimlerini toplantıya çağırdı. Celal Talabani, ABD tarafıyla görüşmelerin düzeyini yükseltmek için manevra yapmayı önerdi. Öte yandan Mesud Barzani, Suriye’nin, ABD tarafından kendisini Kamışlı’dan almak üzere gönderilen özel uçağın inişine izin vermediği için görüşmeye katılamamıştı. Celal Talabani, İyad Allavi, Ahmed Çelebi, Abdulaziz el-Hekim ve Şerif Ali bin el-Hüseyin'in katıldığı toplantıda Mesud Barzani’yi Hoşyar Zebari temsil etti. Heyet, dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Richard Myers ile bir araya geldi. Rumsfeld, Irak'ı ablukaya alma politikasının başarılı bir politika olmadığını, Irak'a yönelik saldırının aynı anda hem güneyden hem de kuzeyden başlatılması gerektiğini söyledi.

Barzani, 2003 yılı Temmuz ayında Bağdat'ta yapılan bir toplantının ardından Yönetim Konseyi üyeleriyle kameralar karşısına geçti (Getty)
Saddam rejimini yıkacak Amerikan fırtınasının yaklaşan ayak seslerini dinleyen İran, Irak lideri ile arasında yıllarca süren savaşın ve soğukluğun ardından, etkilerini ve sınırlarını tahmin etmekte zorlandığı Amerikan işgalini desteklediğini kamuoyu önünde açıklamakta da zorlanıyordu. Bunun yanında, Saddam rejiminin devrilmesinin, Irak ve bölgedeki hareketini engelleyen önündeki duvarı da yıkacağını hissediyordu. İran’a yakınlığıyla bilinen Iraklı grupların savaştan önce Irak muhalefeti ile yapılan müzakerelere katılması ve Irak'ta rejimin ABD tarafından devrilmesine uygun zemin hazırlamaya çalışması İran'ın ABD’nin görevini kolaylaştırdığını en açık ifadesiydi. Sonraki gelişmeler, Saddam rejiminin devrilmesini kolaylaştırma kararı alan İran'ın aynı zamanda, temelleri ABD'nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştırmaya ve Bağdat'ta istikrarlı, Batı yanlısı bir Irak rejiminin kurulmasını engellemeye dayanan bir karar aldığını gösterdi. Bunun yanında Şam'ın da İran'la anlaşarak benzer bir karar aldığı ortaya çıktı. İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani, İran’ın Afganistan ve Irak’ı birbirine bağlayan ABD ordusunu yıpratma sürecini yönetmekle görevlendirildi.
ABD savaşa girme kararı aldı. ABD basını, Amerikan ve uluslararası kamuoyunu Baas rejimini Usame bin Ladin liderliğindeki El Kaide ile ilişkilendirmeye ikna edecek bahaneler üretmekle meşguldü. Saddam rejimi, kitle imha silahları bulundurmakla suçlandı. Gezici nükleer laboratuvarların varlığından söz ediliyordu. Mesud Barzani, partisinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) yanı sıra basında geçen bu tür bahanelere yakından uzaktan hiçbir katkısının olmadığını savunuyor.

Türkiye düğümü
ABD’nin Irak’a giriş tarihi yaklaştıkça Türkiye'nin endişeleri de artıyordu. Bir kaynak, Barzani'ye dönemin ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Tommy Franks ile Türk yetkililer arasında yapılan bir görüşmenin içeriğinden söz etti. Buna göre Türk yetkililer, CENTCOM Komutanı ile yapılan görüşmede dört talepte bulundular. Bu talepler şunlardı:
1- Kesinlikle herhangi bir Kürt devleti kurulmamalı
2- Kürtlerin Musul ve Kerkük'ü kontrol etmesine izin verilmemeli
3- Türkiye Irak’ta kurulacak yeni yönetimde söz sahibi olmalı
4- Kürtler, mevcut Irak rejiminin düşürülmesinde yer almamalı
ABD'nin eski Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad, Türkiye'nin Saddam rejimini devirecek koalisyona katılmasının önemli ve gerekli olduğunu Kürtlere aktardı. ABD’nin planına göre Saddam rejimine güneyden ve kuzeyden aynı anda saldırılacaktı. Bu da Türkiye topraklarından girileceği ve Zaho üzerinden ilerleneceği anlamına geliyordu. Kürtlerin tutumu ise açıktı. Gerek İran olsun gerekse Türkiye olsun, bölge ülkelerinden askeri bir katılıma karşıydılar. Görüşmeler, özellikle Türkiye'nin Saddam rejiminin düşürülmesi ve ABD ordusunun topraklarını kullanmasına izin vermesi için Musul ve Kerkük'e Türk askeri göndermesi gerektiğini bildirmesinin ardından çetrefilli bir hal aldı. Görüşmelerden birinde Barzani’ye dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı'ndan Türk ordusunun Kuzey Irak'a girip peşmerge güçlerini silahsızlandıracağı mesajının yer aldığı bir kağıt verildi.
Mesud Barzani, buna yanıtı sert oldu. Barzani ABD tarafına hitaben şunları söyledi:
“İster sizinle ister kendi başlarına gelsinler onlarla (Türk askerleriyle) savaşacağız. Başta terörizmle suçlanacağız, ardından çatışan taraflardan biri olacağız.”
Türkiye'nin bir devlet ve güçlü bir orduya sahip olduğunu bildiğini ancak peşmerge güçlerinin silahlarını teslim etmektense cesetlerini teslim etmeyi tercih ettiğini söyleyen Barzani, tek başına kalsa bile Türk askeriyle savaşacağını ve onları Zaho'da bekleyeceğini söyleyecek kadar ileri gitti.
Türkiye ile karşı karşıya gelinmedi. Çünkü ABD, Türkiye’nin şartlarını kabul etmedi. Buna karşılık TBMM, ABD güçlerinin Türkiye topraklarını kullanmasına izin vermedi. Türkiye kıyılarında gemilerde konuşlandırılan ABD güçleri varış noktalarını değiştirmek zorunda kaldı.
Savaş yaklaşıyordu, ama ABD yönetimi, müttefiklerine saldırı günü bildirmemişti. Ancak 2003 yılında 19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece hem Irak'ın çehresini hem de bölgedeki tüm dengeleri değiştirecek savaş patlak verdi.

Yaralı bir ABD ve uluslararası bir boşluk
11 Eylül saldırıları, dünyadaki ‘tek süper gücün’ ruhunda derin bir yara izi bıraktı. Başkan George W. Bush yönetimindeki şahin olarak adlandırılan bazı isimler, saldırıların ABD'nin Berlin Duvarı'nın yıkıldığı ve Sovyetler Birliği'nin çöktüğü gün kazandığı unvanı hak ettiğini göstermek için bir fırsat olduğuna inanıyorlardı. Bu isimler arasında ‘radikalizmi ve terörizmi besleyen dünyanın’ bedenine demokrasi tohumları ekilmesini sağlayan askeri ameliyatlarla tedavi edilebildiğine inananlar da vardı.
O sıralar ABD’yi bu maceraya atılmaktan vazgeçirebilecek yeterli ağırlığa sahip uluslararası bir cephe yoktu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, selefi Boris Yeltsin döneminde Sovyetler Birliği'ni sarsan dağılma rüzgarlarının esmesinin ardından Rusya Federasyonu'nu yeniden ayağa kaldırmakla meşguldü. Bununla birlikte Rusya ordusunun, eski gücünü ve ruhunu geri kazanması ve ülkenin yağmalanmasını durdurması gerekiyordu. Sovyetler Birliği döneminde uzun yıllar KGB dış istihbarat subayı olarak görev yapan Putin’in Batı'ya ve onun ortaya koyduğu modele karşı büyük bir intikam projesi başlattığını açıklaması için henüz çok erkendi. Öte yandan Çin de mevcut yüzyılın başlarında kendisini ABD’nin dünyadaki nüfuzuna meydan okuyacak büyük bir boksör olarak sunmakla henüz ilgilenmiyordu. Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olmak, yoksullukla mücadelede daha fazla başarı elde etmek ve teknolojik yarışta yer almak için daha fazla zamana ihtiyacı vardı.
Mesut Barzani, uluslararası sahnede olan biteni takip ediyordu. ABD’nin Irak’a müdahalesine en büyük itiraz dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’dan geldi. Chirac, Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag'da düzenlenen bir NATO zirvesi sırasında ABD Başkanı Bush'a ‘savaşın bölgeyi istikrarsızlaştıracağını, bunun sonuçlarından birinin İran yanlılarının Irak’ta iktidara gelmesi olacağını, Tahran'ın Hizbullah üzerinden Lübnan'da olduğu kadar Suriye’de de nüfuzunun güçleneceğini ve bu savaşın meşru bir savaş olmayacağını’ söyledi. Bush yönetimi, özellikle İngiltere Başbakanı Tony Blair'in ABD’ye katılmayı seçmesinden ötürü yaşlı kıtadaki bazı tarafların bu konudaki tutumları üzerinde fazla durmadı.
Savaş geliyordu ve başta İran olmak üzere Irak'a sınırı olan ülkelere dikkat etmek gerekiyordu. Birçok kişinin zihnini “Humeynici İran, ‘Büyük Şeytan’ ABD’nin bir numaralı düşmanı Saddam Hüseyin'i devirme görevini kolaylaştırabilir mi?” şeklindeki karmaşık soru meşgul ediyordu.

İran'ın ‘büyük zafer’ beklentisi
Kürt heyetinin 2002 yılının Nisan ayında ABD’ye yaptığı gizli ziyarette duydukları çerçevesinde Irak muhalefeti aynı yıl Aralık ayında Londra'da bir konferans düzenledi. Konferansa İslami Dava Partisi ve Komünist Parti ve Suriye yanlısı Baas Partisi katılmadı. Mesud Barzani, İran'ın gerçek tutumunun, özellikle Tahran'ın Iraklı bazı güçleri etkileme konusunda belirleyici bir yeteneğe sahip olduğunu ortaya çıkarmaya çalışıyordu.
Mesud Barzani, şunları söyledi:
“Irak muhalefetinin Londra'daki konferansında ortaya çıkan çelişkiler, beni Tahran'ı ziyaret etmeye itti. Orada (dönemin İran) Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ile görüştüm. Sadece ABD savaşı konusundaki tutumlarını değil, aynı zamanda Kürt bölgesi için anayasal bir çözüm anlamına gelen federal sistemin kurulması konusunda üzerinde anlaşmaya varılan formülle de ilgileniyordum. Rafsancani her zamanki gibi esnekti. Güç dengesini ve ülkesinin çıkarlarını dikkate alarak gerçekçi konuştu. Saddam rejiminin düşmesini büyük bir zafer olarak göreceklerini, ancak bu sürece açıkça destek veremeyeceklerini söyledi. Rafsancani, Irak’ta federal bir sistem kurulmasını da destekledi. Görüşmemizin bu kısmı bizim için çok önemliydi. Ziyaretim sırasında General Kasım Süleyman ile de görüştüm. O dönemde sonraki yıllarda olduğu kadar tanınmıyordu, ama Irak dosyasından sorumluydu.”
Şii lider Muhammed Bâkır El-Hakim ile de görüşen Barzani, ondan Irak’taki en etkili Şii gruplardan biri olan Irak İslâm Devrimi Yüksek Meclisi’ne (SCIRI) Saddam rejiminin devrilmesinden sonraki dönemle ilgili görüşmelerde daha gerçekçi olmasını tavsiye etmesini istedi. Daha sonra Irak’ın Kürt bölgesi Selahaddin'de Irak muhalefetinin düzenlediği bir başka konferansta Tahran'ın müttefiklerine Saddam rejimini devirme sürecine katılmaları için yeşil ışık yaktığı ortaya çıktı.
İran, Saddam rejiminin düşürülmesini kolaylaştırmayı seçerken bir yandan da General Süleymani'ye ABD’nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştırma ve Batı yanlısı istikrarlı bir yönetimin kurulmasını engelleme görevi verdi.
Barzani’ye İran'ın ABD’nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştıran ilk taraf olup olmadığını sorduğum da bunun olduğunu doğruladı.
Barzani, kendisine sorduğum ABD’nin İran'ı Irak'tan sonra olası bir ikinci hedef olarak görüp görmediği sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“O sıralarda, ABD’nin Irak'a girişinin daha sonra İran’a ve Suriye'ye karşı düzenlenecek askeri operasyonların da yer aldığı bölgeye yönelik bir planının ilk aşaması olduğuna dair söylentiler dolaşıyordu. Gerçek şu ki, ister sivil ister askeri ABD’li yetkililerle yaptığım görüşmelerde böyle bir yaklaşım olduğunu hiç duymadım. ABD’liler buna dair hiçbir sinyal vermediler. Belki de bu tür söylemler yalnızca bir analizden ibaretti. Yahut başka taraflarca bölgede daha fazla gerilim yaratmak için ortaya atılmış spekülasyonlardı. ABD’li yetkililer, görüşmelerimizde İran'ın rolüne dair bazı şikayetlerini dile getirdiler. Daha sonra General Süleymani'nin kendilerini hedef alan silahlı gruplarla ilgili rolünden şikayet ettilerse de ABD’nin Irak'taki güçleriyle savaşmaları için sınırlarını milislere ve aşırılık yanlılarına açmakla suçladıkları İran'ı ya da Suriye'yi hedef alma planlarından hiç bahsetmediler.”

Ahmedinejad işgal altındaki Irak'ı ziyaret etti
Tahran, ilerleyen süreçte daha fazla mesaj gönderecekti. ABD, Irak’ta geçici bir devlet konseyi oluşturulduğunda, İran yanlısı muhalefetin tarafları, tıpkı diğerleri gibi koltuklarına dağıtılmıştı. Ardından 2007'de bir mesaj daha geldi. Tahran’dan havalanan bir uçak Bağdat havaalanına inmişti ve alışılmadık bir ziyaretçiyi taşıyordu. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, ülkesinin Irak'ın coğrafi kaderinin bir parçası olduğunu ve ABD yorulup çekilme kararı aldıktan sonra da İran'ın komşusu olarak kalacağını hatırlatmak istercesine işgal altındaki Irak'a gelmişti.
Ahmedinejad, ABD’nin Irak’ta 170 bin civarında askerin yer aldığı devasa konuşlandırmasına kendi gözleriyle tanık oldu. Ahmedinejad'a eşlik eden heyetin başında, Barzani’nin akrabası ve lideri olduğu KDP’nin önde gelen isimlerinden dönemin Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari vardı. Zebari, ABD tarafından kurulan kontrol noktalarında Ahmedinejad’ın konvoyunun durdurulmaması için çeşitli temaslar gerçekleştirdi. Ancak kontrol noktalarından biri buna uymadı. Daha sonra kontrol noktasındakilerin Ahmedinejad ile fotoğraf çektirmeyi istedikleri ortaya çıktı. Ahmedinejad, bunu sorun etmedi, ancak ona eşlik eden heyettekiler arabasından inmemesini tavsiye ettiler. Arapların Bağdat’ta var olmayışı, İran’ın varlığının izlerini taşıyan bazı izler bıraktı.

Barzani, Saddam’ın düşmesi karşısında şamata yapmadı
Mesud Barzani, bir ateşkes ve anlaşma imzalanmasına rağmen onlarca yıl Saddam'ı devirme hayali kurdu. Barzani’ye göre Saddam’a karşı girişilecek bir planda onun yerine gelecek alternatif demokratik ve federal olmalıydı.
Saddam'ı hapishanede ziyaret etmeye kalkışmayan ve duruşmalarına katılmayan Barzani, bu tutumunu “Şamata yapmak erkek işi değil” diyerek özetledi.
Saddam'ın Kürtlere yaptıklarına rağmen Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkıyla ilgili başlarda en cüretkar kişinin Saddam olduğunu itiraf eden Barzani, “Dünya, Saddam'ın heykelinin düşmesini bir dönemin sonu olarak görüyordu ve öyleydi” ifadelerini kullandı. Düşmanının düşmesinden memnun olsa da Irak'ın pek çok kanlı hesaplaşma içinde boğulmasından çekinen Mesut Barzani, onlarca yıldır rejimin bel kemiği olan Saddam'ı denklemden çıkarmanın yaratacağı boşluktan, Şiiler ile Sünniler, Araplar ile Kürtler arasında bir çatışma çıkmasından ve bölgesel güçlerin Irak'ı eski ve yeni hayalleri için bir hesaplaşma arenası haline getirmelerinden korkuyordu. Irak, daha nefes alamadan Bağdat'ın içinde ve dışında çok fazla kanın akmasıyla zaman, Barzani’nin korkularının haklı olduğunu gösterdi.
ABD ordusu Irak'a girmişti ve sonuç önceden biliniyordu. İran'la girdiği şiddetli savaşın ve Kuveyt'in işgalinin ardından bitkin düşen Irak ordusu, ablukanın neden olduğu kısıtlamalardan zarar görmüştü. İki ordu arasında hazırlık durumu, teknoloji ve imkanlar açısından büyük bir boşluk vardı. Üstelik Saddam'ın düşünce tarzı, İkinci Dünya Savaşı döneminden kalma bir savaşçı gibiydi. Öyle ki İran-Irak savaşı sırasında, üst düzey komutanlarla yapılan bir toplantıya Sovyet lideri Joseph Stalin'in bir defterini getirmişti.
Mesud Barzani, Irak ordusunun Kürt bölgelerinde gerçekleştirdiği el-Enfal Operasyonu ve binlerce köyün yıkılmasına misillemede bulunmasından çekiniyordu. Bu yüzden kesin emirlerini verdi ve amaçlarına ulaştı.  Yaklaşık 15 bin subay ve asker teslim oldu. Teslim olan askerler kamplarda toplandılar. Memleketlerine dönmeden önce yanlarına azık verildi ve bakımları sağlandı. Kürt bölgeleri, savaşa tanık olmadı ve ordu, ABD’nin hava saldırılarına karşı koyamadı.
Barzani, Saddam rejimi devrildiğinde “De ki: Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin” (Âl-i İmrân Suresi - 26) ayetini hatırladığını söyledi.
Henüz küçük bir çocukken, 1958 yılında kraliyet ailesinin katledildiği Rehab Sarayı'na gittiğinde orada ‘Adaletsizlik devam etmez’ yazısını okuduğu günü de hatırlıyordu.

Bağdat'a hakim olan şaşkınlık ve kaybolmuşluk hali
Bağdat'a bir şaşkınlık ve kaybolmuşluk hali hakimdi. 1958 yılındaki darbeden sonra art arda iktidara gelen rejimler, Iraklı güçleri aynı masa etrafında toplanmaları ve ortak paydalara ulaşmaları yönünde eğitmediler. Peki bunun ülkenin yönetilme biçimiyle ne gibi bir alakası vardı?
Saddam'a karşı olan tarafların Bağdat'ta merkezleri yoktu. Mesud Barzani ve ekibi, alelacele Bağdat’a giderek müzakerelere ve toplantılara ev sahipliği yapan Burj el-Hayat Oteli’nde kalmaya başladı. Bağdat'a gelen güçler, henüz anlaşmaya hazır değildiler ve bu yüzden fırsatı kaçırdılar. Mesud Barzani, ABD’nin Irak'a geçici işgal yönetiminin lideri olarak atadığını emekli General Jay Garner’ın Iraklı güçlerinden yönetim yetkilerinin devredileceği geçici bir hükümet üzerinde uzlaşmalarını istediğini söyledi. Barzani’ye göre Iraklı güçler, uzlaşı ve taviz verme fikrine alışık değildi ve çoğu, daha fazla kazanım için tarihi bir fırsata sahipmiş gibi davrandılar. Iraklılar, haftalarca, ülkelerini daha fazla acı çekmekten kurtarabilecek bir hükümet formülü üzerinde anlaşmaya varamadılar.
Barzani, sözlerine şöyle devam etti:
“Ahmed Çelebi, bir hükümet kurulması gerektiğini farkındaydı. Kartları karan ve meseleyi karmaşıklaştıran bir kararla şaşkınlığa uğramadan önce hükümetin kurulması gerektiğini söyleyerek bir anlaşmaya varılmasında ısrar ediyordu. Sorunun çözülmesi gerektiğini defalarca vurguladı, ama başarılı olamadı. Bu makam falanca parti için, şu makam ise başka bir parti için diyerek her görüşmeden sonra en başa dönüyorduk. Görüşmeler sırasında birçok anlaşmazlık ortaya çıkardı. Çelebi'nin tahmini doğruydu. General Garner, Irak’ta fazla kalmayacak ve ardından Paul Bremer gelecekti. ABD’nin kendi arzusuyla işgalci bir güce dönüşeceği büyük bir gelişme yaşanacaktı.”

“Ölü adam idama mahkum edildi”
Bremer’in Irak ordusunu dağıtma kararını ‘ölü bir adama idam cezası vermeye’ benzeten Mesud Barzani, “ABD’nin Irak’a saldırısı, Irak ordusunun dağılmasına ve çözülmesine yol açtı. Artık ne kışlalar ne birlikler ne komuta kademesi ne de rütbeler vardı. Fesih, yerinde bir karar değildi. Orduyu sağlam ulusal ve demokratik temeller üzerinde yeniden yapılandırma kararı alınması daha yerinde olurdu” dedi.
O dönemde ABD ordusu ile halk arasındaki sürtüşmeyi önlemek için Iraklı subayların ve askerlerin şehirlerde güvenliğin sağlanmasında rol oynayacağı bir plan olduğunu reddeden Barzani, ayrıca daha önce öne sürülen partisinin eski Genelkurmay Başkanı Korgeneral Nizar el-Hazreci'nin Bağdat'tan çıkarılmasında rol oynadığına dair iddiaları da yalanladı. Barzani, Hazreci'nin Bağdat’tan çıkarılmasının arkasında CIA’nin olduğunu ve Kürt bölgelerinden geçmesine izin verdiklerini vurguladı.
Barzani, rejimin çeşitli unsurlarıyla Irak halkına uyguladığı adaletsizliğin, ülkenin kuzeyinden ve güneyinden birçok kişinin ABD ordusunu Irak’a girdiği günlerde çiçeklerle karşılamasına neden olduğu da sözlerine ekledi.

Tarihin onur sayfalarına geçmek gerine boynuna ip geçirilmesi
Saddam, ABD Irak’a girene kadar saraydan ayrılmayı aklının ucuna dahi getirmemiş olabilir. Hayali, Irak tarihinde Bağdat'ı inşa eden Selahaddin ve Ebu Cafer el-Mansur'un yanında yer almaktı. Ancak Irak, her zaman yöneticileri için zehirli bir şölen olmuştur. Saddam, Usame bin Ladin'in planladığı New York ve Washington'daki saldırıların bedelini ödemeyi beklemiyordu. Zira iki adam arasında birbirlerine karşı duydukları nefret dışında hiçbir bağ yoktu. Ayrıca ABD ordusuna ait bir zırhlı aracın gelip Firdevs Meydanı'ndaki heykelini sökeceğini, heykelinin düşüş anlarının televizyon ekranlarından naklen yayınlanacağını, parmaklıkların arkasına gönderileceğini, birçok kişiye yaptığı gibi yağlı urganın boynuna geçirileceğini ve cesedinin idam kararına imza atan kişinin Yeşil Bölge’deki evinin yakınlarına atılmasını da beklemiyordu.
Arap liderden birinin bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Saddam’ın ABD askerlerinin arasında dar ağacının önüne getirilmesi zorlu bir sahneydi. Hataları bir kenara bırakılırsa son derece sert bir mesajdı. Ancak yine de şanslı sayılıyor. Çünkü eğer sınırdan gelen milislerin eline düşseydi, Nuri es-Said gibi Bağdat sokaklarında sürüklerlerdi. En nihayetinde, gardiyanlarına kendisini ve sözlerini küçük düşürme fırsatı vermedi.”
Öte yandan Saddam'ın ABD askerleri arasındaki görüntüsü ve sevinç çığlıkları arasında dar ağacına götürülmesi iki Arap lideri endişelendirmişti. Bunlardan biri Muammer Kaddafi, diğeri Ali Abdullah Salih idi. Her ikisi de bu endişelerini ifade etmekten çekinmediler. Kaddafi, ABD jetlerinin 1986 yılında Bab el-Aziziye kışlasındaki karargahını basmasından sonra ABD’lilerden korkma hastalığına yakalanmıştı. Barzani, o gece Albay Kaddafi’nin ısrarı üzerine Trablus'ta kalmıştı ve saldırıdan şans eseri kurtulmuştu.
Saddam, boyun eğmeden ölümü kabul etmeyi seçti. Bir gün eski Başbakan Yardımcısı Abdulgani er-Ravi, bana Saddam’ın eski Başbakan Abdulkerim Kasım’ın Bağdat’taki radyo binasında infaz edilmesi emrini nasıl verdiğini ve Kasım’ın baş düşmanı General Abdusselam Arif'e boyun eğmeyi ve gözlerini bağlamayı nasıl reddettiğini anlatmıştı. Irak liderlerinin ölümü sessizce yataklarında karşıladıkları alışılagelmiş bir durum değildir.



 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

 Fransız yazar Jelloun, İsrail'in Gazze'deki saldırıları ve İslamofobi'ye ilişkin AA'ya konuştu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birçok ülke ve Türkiye'de kitapları sevilerek okunan Fas asıllı Fransız yazar Tahar Ben Jelloun, İsrail'in Gazze'ye yönelik katliamlarının bir soykırım olduğunu belirterek, "Netanyahu'ya mektup yazdım. 'Savaşı kaybettiğini, çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim." ifadesini kullandı.

"Kum Çocuk", "Kutsal Gece", "Yoksullar Hanı", "Bay Ahlak'ın Çöküşü", "Kızıma Irkçılığı Anlatıyorum" gibi Türkçeye çevrilenlerin yanı sıra "Çocuklara İslam'ı Anlattım" ve "Kazablanka Aşıkları"nın da aralarında bulunduğu kitapların yazarı, Fransa'nın prestijli edebiyat ödüllerinden Goncourt Ödülü sahibi Tahar Ben Jelloun, Institut Français organizasyonuyla Ankara'ya geldi.

Fas'ta 1944'te doğan, ortaöğrenimi­ni Tanca şehrinde tamamlayan Ben Jelloun, 1971'de Fransa'ya göç ederek sosyoloji ve sosyal psikiyatri alanında öğrenim gördü.

30'dan fazla kitap kaleme alan Ben Jelloun, 1987'de "Kut­­sal Gece" romanıyla Gon­court Ödülü'nü alarak Fransa'da bu ödüle layık görülen ilk Faslı yazar oldu.

Eserlerinde ülkesinin sıkıntılarını, ırkçılık, göçmen soruları ve İslam karşıtlığını konu edinen Ben Jelloun, 1970'lerde başladığı gazeteciliği, Fransa'nın Le Monde gazetesinde sosyal ve siyasal konuları ele aldığı yazılarıyla sürdürüyor.

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet Ünüvar'ın ev sahipliğinde öğrenciler ve akademisyenlerle söyleşide bir araya gelen Ben Jelloun, öncesinde, yazarlık serüveni, kitaplarına konu aldığı Filistin ve Gazze'deki katliamlar ile dünyada artan İslamofobi'ye ilişkin Anadolu Ajansı (AA) muhabirinin sorularını yanıtladı.

Soru: Türkiye'yi gezme şansınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Ne yazık ki Türkiye'yi gezme şansım olmadı. İstanbul'a kitaplarımı tanıtmak için 20 sene önce geldim ve çok hızlı bir gezi olmuştu.

Soru: Şu an üzerinde çalıştığınız bir roman var mı? Edebiyatçılar hakkında merak edilen bir şeydir, eski romanlarınızı dönüp okuyor musunuz, "Bugün yazsam farklı yazardım." diyor musunuz?

Tahar Ben Jelloun: Geçen yıl çıkan "Kazablanka Aşıkları" adlı romanımın devamı üzerinde çalışıyorum. Günümüz Fas'ında, Kazablanka'nın orta sınıfında evlilik üzerine bir hikaye. Şu anda ikinci cildi üzerinde çalışıyorum. Kitaplarımı geriye dönüp okumuyorum. Kitaplarımı asla tekrar okumam ve sonra onları unuturum.

Soru: Fransa'da yaşıyorsunuz ve ana vatanınız Fas ile bağlantınızı asla kesmemişsiniz, öyle değil mi?

Tahar Ben Jelloun: Evet, tabii ki yılda 4-5 ay oraya gidiyorum. Fas'a ihtiyacım var çünkü kitaplarımın çoğu Fas hakkında. Balzac'ın bir romancının ne olduğuna dair tanımını ele alırsak, "Bir romancı kendi çağının tanığıdır." der ve benim çağım Fas. Ülkemden kopamam.

Soru: Edebiyatçılık yaş aldıkça farklı bir çehreye bürünüyor mu? Edebiyata başladığınız ilk dönem ile bugünü kıyasladığınızda değerlendirmeniz nasıl olur?

Tahar Ben Jelloun: Yazmaya ilk başladığımda çok zorlandım. Romanı beni eleştirmeyecek, "İyi, bu güzel." diyecek bir yayıncıya teslim etmek istiyordum. Bugün de aynı zorluğu yaşıyorum ancak buna alıştım ve bir romanın yayımlanmasından bir gün önce, 50 yıl önce hissettiğim kaygıyı, heyecanı hissediyorum. Her yaşta hata yapabilirsin, her yaşta kötü bir kitap yazabilirsin. Bir yazar kendinden çok şey talep etmelidir.

- "Sinemacılardan ilham aldım"

Soru: Kitaplarınız akıcı ve betimlemeyi çok seviyorsunuz. Gençliğinizde hangi edebiyatçılardan etkilendiniz? Yazın hayatınıza etki eden, besleyen unsurlar neler oldu?

Tahar Ben Jelloun: Gençliğimde Tanca'da olduğumuz için dikkatimizi dağıtacak çok az şey vardı. Haftada iki kitap ödünç alıp okuduğum bir Fransız kütüphanesi vardı. Balzac, Victor Hugo, Jules Verne ve farklı şairleri okudum. Yazmaya başladığımda, beni en çok etkileyen kişiler yazarlar değil, film yapımcıları, sinemacılardı. Hikaye anlatma tekniği, okuyucuyu ya da izleyiciyi sıkmamak için dikkatli olmanızı gerektirir. Alfred Hitchcock, Fritz Lang ve John Ford gibi büyük sinemacılardan, ülkelerini ve hikayelerini film aracılığıyla anlatmayı seven insanlardan ilham aldım. Yazarların da üzerimde etkisi vardı elbette çünkü sürekli okurdum.

- "İnsanoğluna güvenmiyorum"

Soru: İnsanı merkeze alan kitaplar yazıyorsunuz. 1970'lerden bu yana gittiğiniz ülkelerdeki gözlemlerinize göre toplumların ve insanların davranış modelleri değişti mi, değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Her zaman bir hümanist oldum. Ülkem Fas'ta kadın haklarından başlayarak insan hakları için kampanya yürüttüm. İlk romanım kadınların durumuyla ilgiliydi ve sonra devam ettim. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyoruz. Ukrayna, Gazze, Afrika'nın daha karmaşık hale gelmesi, bazı coğrafyalarda diktatörlerin iktidara gelmesi... Hepsi çok korkutucu çünkü hukuka ve adalete saygısı olmayan insanlarla uğraşıyoruz. Bu yüzden insanlığa, insanoğluna güvenmiyorum. Ancak sade bir vatandaş olarak yazmaya ve politikacılardaki bu insanlık yoksunluğunu kınamaya devam ediyorum.

- "Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur"

Soru: Dünyanın her yerinde göçmen sorunu var. Siz de 27 yaşında Fas'tan Fransa'ya göç etmişsiniz ve belki de bir süre Fransa sizi göçmen olarak kabul etti. Kitaplarınızda da bu konuyu irdeliyorsunuz. Son 40-50 yılda göçmenlerin durumu nasıl bir hal aldı?

Tahar Ben Jelloun: Göçmenlerin her yerde olduğu bir zamanda yaşıyoruz ve bunlar önceki dönemin politikaları olan sömürge politikaları, az gelişmişlik ve ırkçı politikalardan kaynaklandı. Şimdi bu nedenlere bir de iklim sorununu ekliyoruz. Fransa'da göç, sömürgeciliğin doğrudan bir sonucuydu. 40'lı, 50'li ve 60'lı yıllarda Fransızlar fabrikalarında çalıştırmak ve insan gücü edinmek için Cezayir, Fas ve Tunus'a gitti. Fransız hükümeti 70'li ve 75'li yıllardan itibaren insani bir bakış açısıyla göçmenler ve ailelerini bir araya getirmeye karar verdi. Fransa'da çalışan erkekler, eşlerini ve çocuklarını ülkeye getirme hakkına sahip oldu. O andan itibaren yeni doğumlar başlayacak ve göçmenlerden değil ama göçmenlerin çocuklarından oluşan yeni bir nesil ortaya çıkacaktı. Bu çocuklar bunu çok ağır yaşadı. Tanınmadıklarını, düzgün bir şekilde karşılanmadıklarını hissettiler. Kalitesiz okullara devam ettiler ve sonuçta ikinci sınıf Fransızlar oldular.

Ben ekonomik bir göçmen değildim. Bir dönem entelektüeller için Fas'ta yaşamak çok zordu, bu yüzden Fransa'ya geldim çünkü bazı arkadaşlarım fikirleri yüzünden çeşitli sıkıntılar çekiyordu. Fransa'da göçmenlere okuma yazma dersleri verdim. Göçmenlik, edebiyatımda her zaman konu olmuştur. Günümüze kadar onların neler yaşadığına tanıklık etmenin ve buna yönelik yazmanın önemli olduğunu düşünüyorum çünkü pek de iyi şeyler yaşamıyorlar.

- "Gazze'de yaşananlar bir trajedidir, soykırımdır"

Soru: İslam'ı anlatmak için kitaplar yazdınız ve Fransa'da İslam'ı anlatıyorsunuz. Bugün artan bir şekilde İslamofobi var. Gazze'de 14 bin çocuk İsrail'in katliamlarıyla hayatını kaybetti. Bu katliam nasıl son bulacak, dünyanın her yerinde kaygı uyandıran bu sıkıntı için değerlendirmeniz nedir?

Tahar Ben Jelloun: Ben edebiyatçı, yazar ve sosyolog olarak değil, sıradan bir vatandaş, bir aile babası olarak, tıpkı "Kızıma Irkçılığı Anlattım" kitabını yazdığım gibi, "Çocuklara İslam'ı Anlattım" kitabını da Fransız çocukların İslam'ın ne olduğunu anlamalarını teşvik etmek için yazdım. Bu bir eğitim ve pedagoji meselesi. Ancak başörtüsüyle ilgili yaşanan olaylar, İslamcılığın bir ideoloji haline gelmesi, terörizm, pek çok konu var. İslam dininin kötüye kullanılmasını İslam devleti ideolojisiyle birbirine karıştırıyoruz. Batı'da İslam'ın ne olduğu konusunda bir bilgi eksikliği var, İslam farklı gösteriliyor. İslam hakkında doğru bir şekilde konuşabilen çok az insan var.

Gazze'de yaşananlar bizim için bir acıdır. Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısını bir makale yayımlayarak alenen kınadığım doğrudur. Ancak korkunç olan İsrail'in 6 aydır sivilleri bilerek katletmek, çocukları öldürmek ve her şeyden önemlisi Filistin halkını aç bırakmak için gıda yardımının gelmesini engellemesi. Gazze'de yaşananlar bir trajedidir ve dünyada suçu tersine çevirmek için çok fazla baskı var. Netanyahu ve ordusunun planı tüm Filistinlileri yok etmek. Bu kesinlikle onun saplantısı, mümkün olduğunca çok Filistinliyi öldürmek ve böylece yeryüzünde hiç Filistinli bırakmamak... İsrailliler, soykırım kelimesinin Yahudilerin soykırımından başka bir şey için kullanılmasını istemiyor. Ancak bir hastaneyi, bir okulu ya da sadece uyuyan ailelerin olduğu bir köyü bombaladığınızda ve herkesi katlettiğinizde, bu soykırımdır. Trajedi şu ki diyalog ve müzakere olabilmesi için herhangi bir uzlaşma göremiyoruz. Bunu istemiyorlar, İsrailliler barışla ilgilenmiyor. Dolayısıyla bu trajedinin olumlu bir sonuca ulaşacağını düşünmüyorum.

- Netanyahu'ya yazdığı mektupla BM'den arandı

Soru: Gazze'de yaşananları romanlaştırma düşünceniz var mı?

Tahar Ben Jelloun: Filistin hakkında şiirler, tiyatro piyesleri yazdım. Gazze'de olanlar için İtalya'da "Çığlık" adında küçük bir kitap yayımladım. Çünkü Fransa'da yayımlamak için ortam müsait değildi. Hem 7 Ekim'in dehşetini hem de İsrail ordusunun dehşetini anlattım. Bir yandan Hamas'ın saldırılarını yazdığım için Arap arkadaşlarım tarafından hakarete uğradım, diğer yandan da İsrail ordusuyla ilgili metinlerimi yayımladığımda Yahudi arkadaşlarım tarafından antisemitik olduğum söylenerek saldırıya uğradım. Düşündüğünü söyleyen özgür bir entelektüelim ve kimseyi memnun etmeye çalışmıyorum. Bir insan olarak her gün gördüklerimi kınıyorum. Ve yazıyorum, yapmam gereken tek şey bu. Ayrıca Netanyahu'ya bir ay önce açık bir mektup yazdım ve bu mektup birkaç gazetede yayımlandı, Netanyahu'ya 'savaşı kaybettiğini çünkü herkesi öldürse bile Filistin'in orada kalacağını, Filistin halkının her zaman var olacağını' söyledim. Bir gazete beni Yahudi karşıtı olarak suçladı. Le Point'te genç bir Yahudi kadın tarafından yayımlanan, bana hakaret eden ve beni karalayan bir yazı yazıldı. İsrail'den bana karşı çok fazla tepki geldi. Bu mektup BM'ye kadar ulaşan ve oradaki pek çok yetkili tarafından okunan bir mektuptu. BM'den bu konuda beni aradılar. Mektup hala sosyal ağlarda dolaşıyor.

- "Batı'daki entelektüeller İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor"

Soru: Faslı Fransız yazar olarak İslamofobi'nin çözümleneceğini düşünüyor musunuz? Edebiyat ve edebiyatçılar bu soruna kulak tıkıyor mu?

Tahar Ben Jelloun: Fransa'da bir din olarak İslam'ın çok kötü bir imajı var. Hem İslam'ı ve Müslümanları sevmeyenler hem de İslamofobi olarak adlandırılan İslam karşıtı ırkçılığı savunanlar var. İslam'dan korkan pek çok kişi var. Batı'daki entelektüeller, sanatçılar ve yazarlar, İslam'a ve Müslüman nüfusa pek ilgi duymuyor.

İslam'ı nefret konusu haline getiren aşırı sağcı siyasi partilerimiz var. Örneğin Eric Zemmour adında, partisi olmayan ama seçimlere katılmış eski bir gazeteci, aşırı sağa çok bağlı bir politikacı, İslam'ın Fransa için bir tehlike olduğunu söylüyor. Ayrıca "Tesettürlü bir kadın hareket halindeki bir camidir." demiş ve bunu sık sık tekrarlamıştır. Irkçı nefreti kışkırtmaktan hüküm giydi. Ancak bu durum Müslüman karşıtı duyguların yayılmasını engellemedi.

- Fransız yazar, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk ve Nedim Gürsel okumuş

Soru: Türkiye, Fransa'nın prestijli ödüllerinden Goncourt'ta ödül alacak eserlerin seçimine dahil oldu. Pek çok ülke bu seçimi yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Türk edebiyatını ve kitaplarını okuma fırsatınız oldu mu?

Tahar Ben Jelloun: Gençken Yaşar Kemal'i okurdum, Fransa'da en çok tanınan Türk yazardı. Orhan Pamuk'un eserleri ile Fransızca ve Türkçe yazan arkadaşım Nedim Gürsel'i okudum. Türk kültürüne ve Türk sinemasına çok sempati duyuyorum. Fas ve Türkiye arasında pek çok benzerlik var. Fas'ta Türkiye'ye büyük saygı duyuluyor. Türkiye, Fas'ta endüstriyel, ticari ve zanaat düzeyinde varlık gösteriyor. İki ülke arasında büyük ilişkiler var. Bu da memnuniyet verici. Sizi şaşırtabilir belki ama yaklaşık 10 yıl önce Fas'ta Arapça yayımlanan bir Türk dizisi büyük beğeni kazandı. Dolayısıyla Türkiye bizim için çok tanıdık ve dost bir ülke.

Türkiye'nin Goncourt seçimini lanse etmek için Ankara'ya geldim ve perşembe günü İstanbul'a gidiyorum. Dünyada yaklaşık 42 ülkede öğrenciler bizim hazırladığımız kısa listedeki kitapları okuyor, bir araya gelip bir kitap için oy kullanıyor ve o kitap, prensip olarak Goncourt seçiminin yapıldığı ülkenin diline çevriliyor. Brezilya, Yunanistan ve Fas'tan Cezayir, Polonya ve Romanya'ya kadar, Goncourt seçimini yapan 42 ülke var ve bu Fransızca konuşulan ülkelerdeki gençlerin daha çok okumasını sağlıyor, bu yüzden önemli bir proje.

Yazar Ben Jelloun, röportaj sonrasında, Anadolu Ajansının, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarında beyaz fosfor kullanması başta olmak üzere işlediği savaş suçlarına yönelik belge niteliğindeki fotoğrafların yer aldığı "Kanıt" kitabını inceleyerek, AA'ya tebrik ve çalışmadan dolayı teşekkürlerini iletti.