Mesud Barzani'den Şarku'l Avsat'a özel açıklamalar: Gizli görüşmeye gittiğimizde Amerikalılar Saddam'ı devirme kararı aldıklarını söylediler

Şarku’l Avsat’a konuşan Mesud Barzani: Türkiye, askeri güçlerinin Musul ve Kerkük'e girmesini şart koştu, biz de Washington'a onlarla (Türk askerleriyle) savaşacağımızı bildirdik

Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
TT

Mesud Barzani'den Şarku'l Avsat'a özel açıklamalar: Gizli görüşmeye gittiğimizde Amerikalılar Saddam'ı devirme kararı aldıklarını söylediler

Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi
Mesud Barzani, Şarku’l Avsat’ın Genel Yayın Yönetmeni Gassan Şerbil’e röportaj verdi

Ne zaman Mesud Barzani'yi ziyaret etsem, görüşmemiz üçlü bir toplantıya dönüşüyor. Her zaman Saddam Hüseyin'in gölgesi aramızda geziyor ve kapıyı anılara aralıyor. Mesleğim, beni hep, Irak denen kaynayan kazanın üzerinde demir iradeli iki adamın heyecan verici ve acı dolu hikayesini takip etmeye itmiştir. Saddam Hüseyin, millet ruhunun kendisine Irak’ı yeniden o eski gösterişli ve ihtişamlı günlerine kavuşturma görevini verdiğine inanıyordu. Mesud Barzani ise kaderin, kendisi için Kürt rüyasının koruyucusu rolünü seçtiğine inanıyor. Saddam, Kürtlerin taleplerini karşılama konusunda en cüretkar davranan Irak lideriydi. Ardından Kürt beldelerine ve köylerine olağanüstü bir felaket yaşatan en katı lider haline geldi. Barzani, Kürtlerin efsanevi lideri olan babası Mele (Molla) Mustafa Barzani'nin çizdiği yolu korumakta ısrarcıydı.
Ne Barzani, Saddam’ı ne de Saddam Barzani’yi alt edebilmişti. Aralarındaki uzun ilişki, zorunlu el sıkışmalara ve acı verici darbelere tanık oldu. Bundan tam yirmi yıl önce kader, aralarındaki anlaşmazlığı sona erdirdi. Daha doğrusu ABD emperyalizmi Irak'a girdi ve ülkeyi işgal etti. Saddam darağacına gönderildi. Mesut Barzani ise biri federal Irak bayrağı biri de Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) bayrağı olmak üzere iki bayrağın altında oturmaya devam etti. Türkiye, İran ve Suriye Kürtlerinin başaramadığını Barzani başardı. Yaser Arafat'ın hayalleri suya düştü. Saddam Hüseyin ve Mesud Barzani arasında heyecan verici ayrıntılarla dolu bir ahbaplık vardı.
Irak'ta içinde bulunduğumuz yüzyıl, uzun bir devam olduğunu düşündüren bir tabloyla başladı. Kürtler, ülkenin kuzeyinde uçuş yasağı getirilen bölgeden yararlanmaya devam ediyorlar. Bağdat'ta ise Saddam Hüseyin rejimi bir tırnak makası gibi yaşıyor. Uluslararası kurumlardan müfettişleri manipüle ederken ‘gıda karşılığı petrol’ şartlarını ihlal ediyor. Ancak, Saddam rejiminin, Kuveyt'ten çekilmek zorunda kalmasının ardından Kürt ve Şii ayaklanmalarını bastırmasının dehşeti apaçık ortadaydı.

Barzani ve Talabani, ABD’nin Irak'a atadığı geçici işgal yönetiminin lideri emekli general Jay Garner ile Nisan 2003'te Süleymaniye'de çekilmiş bir fotoğrafları (Getty)
Muhalefet, rejimi devirme konusundaki eskiden beri kurduğu hayali kurmaya devam etse de Saddam'ın askeri gücünü kendi güçleriyle alt edemeyeceğinden bu oldukça güç görünüyordu. ABD Hava Kuvvetleri, Iraklı gruplara kendi iç ve bölgesel programlarına göre ilerlemeleri adına hava koruması sağlaması için kiralanamazdı. Hesapları ve denklemleri değiştirmek için bir deprem gerekliydi ve bu deprem daha uzun süre beklenmeyecekti.

Uçaklar ve kuleler
11 Eylül Kürtlerin hafızalarına kazınmış bir gündür. 11 Eylül 1961’de, Mele Mustafa Barzani, iki yıl önce yeniden iktidara gelen Baas Partisi ile yaptığı anlaşmayla, alevi 1970'te sönene kadar yanmaya devam edecek olan Kürt ayaklanmasını başlattı. Mele Mustafa, ayaklanmayı başlattığında, aralarında Mesud'un da bulunduğu oğulları onun yanındaydı.
11 Eylül 2001’e gelindiğinde ise Mesud, yanında oğlu Mesrur ​​ile birlikte Duhok şehrindeydi. Ekranda, bir uçağın yüksek bir kuleye çarpışını izliyordu. Başlarda ekranda bir film gösterildiğini düşünürken ikinci bir uçağın başka bir kuleye çarptığını gördü. Son dakika haberi geldiğinde çevresindekilere ABD’de büyük ve tehlikeli bir şeyler olduğunu söyledi. Bir ülkenin kendi evindeki tek süper güce saldırmaya cüret edip onun prestij ve başarı sembollerini hedef alması kesinlikle söz konusu bile olamazdı.
ABD büyük bir güçtür ve dünyanın en uzak noktasına ulaşabilecek devasa bir orduya sahiptir. Saldırının arkasında El Kaide'nin olduğu ortaya çıktığında dahi Saddam rejiminin ağır bir bedel ödeyeceğini düşünmek ve her ne kadar ABD’den nefret etseler de ve ona karşı olduklarına dair benzer açıklamalar yapsalar da Saddam rejimi ile El Kaide arasında bir bağlantı olduğunu varsaymak son derece güçtü. Çünkü her biri diğeriyle çelişen bir terminoloji kullanıyordu. Ayrıca El Kaide lideri Usame bin Ladin, Baas rejimini kafir bir rejim olarak görüyordu.
Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) lideri Mesud Barzani, tehlikelerin boyutları henüz netleşmemiş olsa da yeni bir dönemin başladığını hissetmişti. Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ilişkileri yeniden tesis etmeye karar verdi. Türkiye, Suriye ve İran'a temsilciler göndererek bu ülkelerin New York ve Washington'daki saldırıların olası yansımalarına ilişkin okumalarının nabzını tuttu. Üç ülke, ABD’nin vereceği olası tepkiyi merak ediyor ve anlamaya çalışıyorlardı, ancak hiçbirinin verebilecekleri cevapları yoktu.

Barzani’nin, 2003 yazında Selahaddin şehrinde ABD'nin Irak'taki sivil yöneticisi Paul Bremer ile bir araya geldiği bir kare (Getty)
İran, başka bir heyet daha gönderilmesini istedi. Bunun üzerine derhal bir heyet daha İran’a gönderildi. Tahran, İstiklal (Hilton) Oteli’nde Kürt heyetini ağırlarken kasıtlı olarak aynı yerde ve aynı saatte Saddam rejiminden İstihbarat Direktörü Tahir Celil Habuş başkanlığındaki bir heyeti de ağırladı. İki heyetin üyeleri otel lobisinde tokalaştılar. Bağdat, bu yeni süreci anlamaya ve tehlikelerinden kaçınmaya çalışırken endişeli ve kafası karışık haldeydi. Ancak Kürt lider artık çok geç olduğunu, ‘sadece Basra'nın değil, Irak'ın da yıkılmasından sonra’ rejimle yapılacak herhangi bir anlaşmanın uzun sürmeyeceğini ve Kürt halkı üzerinde büyük bir yük’ getireceğini anladı.
ABD yaralanmıştı ve öfkeyle köpürüyordu. Dünya, onun bu öfkesiyle bundan sonraki senaryolara dair spekülasyon yapıyordu. 2002 yılı, Mesud Barzani’nin gidişatı anlamasına yardımcı olduğunu düşündüğü art arda işaretler taşıyacaktı. Dönemin ABD Başkanı George Bush, 30 Ocak 2022’de Irak rejimine karşı sert saldırının emrini verdi. Bush’a göre Irak, aralarında İran ve Kuzey Kore'nin de olduğu bir ‘şer ekseninde’ yer alıyordu. Şubat ayına gelindiğinde, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, Irak rejimini değiştirmenin gerektiğinden ve bunun için gerekirse ABD’nin bu görevi tek başına üstlenebileceğinden söz etti. İngiltere Başbakanı Tony Blair de sahneye dahil olmaktan çekinmedi.
Mesud Barzani, Şarku'l Avsat'ın ayrıntıları öğrenme talebine cömertçe karşılık vererek olaylar ve manşetlerle dolu hafızasını sorgulamaya devam ediyor.

Kritik gizli görüşme
Mesud Barzani, 17 Şubat 2002 tarihinde ABD’nin Merkezi İstihbarat Teşkilatı’ndan (CIA) bir heyeti kabul etti. Heyet, görüşme sırasında “ABD, Saddam rejimini devirme kararı aldı, saldırı birkaç yönden başlatılacak, hesaplamalarımızda bölgenin rolü büyük önem taşıyor ve Washington'u ziyaret etmeye davetlisiniz” şeklinde dikkat çekici ifadeler kullandı. Mesud Barzani, Kürtlerin ‘demokratik, federal, çoğulcu bir Irak kurmayı amaçlayan her türlü süreci’ destekleyeceğini ve ABD’den ‘Kürtlerin geleceğine’ dair bir garanti talep ettiklerini söyledi. Washington'ın komşu ülkelere ‘Kürtlerin herhangi bir kişiye ya da tarafa karşı hiçbir şekilde tehdit oluşturmadıklarını ve oluşturmayacaklarını’ bildirebileceğini düşünen Barzani, Washington'ın davetini kabul etti. Mesud Barzani, 1 Nisan’da ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan Bakan Yardımcısı Ryan Crocker başkanlığındaki bir heyeti kabul etti. Toplantıda KDP’nin önde gelen isimleri de hazır bulundu. Heyet, ABD’nin Saddam rejimiyle ilgili görüşünü yineledi ve 14 Nisan’da Mesud Barzani’nin Washington'ı ziyaret etmesini önerdi. Aynı tarihlerde Celal Talabani de Washington’ı ziyaret edecekti.

Irak’ın Nasıriye şehrinde Saddam'ın posterini kaldıran iki ABD askeri, 3 Nisan 2003 (EPA)
Her ne kadar verilen sinyaller açık olsa da Barzani, en tepedeki karar alma merkezlerinden daha net sözler duymayı bekliyordu.
Mesud Barzani, 15 Nisan'da beraberinde oğlu Mesrur Barzani ve daha sonra dışişleri bakanı olacak KDP’nin önde gelen isimlerinden Hoşyar Zebari ile Frankfurt Havalimanı'nda bekleyen özel bir uçağa bindi. ABD’ye giden Kürt heyeti, Celal Talabani, oğlu Bafıl ve dönemin KYB lideri ve daha sonra Irak’ın cumhurbaşkanı olacak olan Berham Salih'in katılımıyla yeniden bir araya gelecekti. Bu kritik görüşme, ABD’li istihbarat servislerinin Virginia'da seçtikleri bir misafirhanede gerçekleşecekti. ABD’yi temsilen görüşmeye katılanlar arasında dönemin CIA Başkan Yardımcısı John E. McLaughlin, Ulusal Güvenlik'ten General Wayne A. Downing ve Dışişleri Bakanlığı'ndan Ryan Crocker vardı. Bu isimlerin katılımı, görüşmenin Beyaz Saray, CIA ve Dışişleri Bakanlığı’nın katılımı ve koordinasyonu ile olduğu anlamına geliyordu.
ABD tarafı, Saddam'ı devirme kararının alındığını ve bundan geri dönüşün olmadığını belirtti. “ABD, Saddam'ın iktidardan indirilmesi gerektiğine karar verdi, Kürtler tüm haklarını almalı ve ABD, Irak'ta federal sistemin benimsenmesini kabul ediyor” gibi açık ifadeler kullandı. ABD’nin dışarıdan herhangi bir müdahaleye izin vermeyeceği ve Kürtlerin Irak muhalefetini toplama ve hazırlamadaki rolü konusunda büyük umutları olduğu vurgulandı.
ABD tarafının söylemi açık ve netti. Kürtler de buna “ABD, Saddam rejimini devirme kararlılığını sonuna kadar sürdürdüğü, Irak rejimine demokratik bir alternatif olduğu ve Kürt bölgesi için federalizm benimsendiği sürece bunu başarmak için elimizden gelen her şeyi yaparız. Elimizden ne geliyorsa yapacağız. Muhalefeti birleştirmek için harekete geçeceğimize söz veriyoruz” diyerek karşılık verdiler.
Mesud Barzani, o gece, Kürtlerin bölgedeki büyük güçler ve bazı ülkelerle ilişkilerinde yaşadıkları sancılı dönemleri hatırladı. Bunlardan biri eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın Şah Muhammed Rıza Pehlevi'yi 1975 yılında ‘Bay Temsilci’ Saddam Hüseyin ile Cezayir Anlaşması'nı imzalamaya ikna etmede rol oynaması ve anlaşma sonucunda İran’ın, korkunç bir çöküş yaşayan Kürt devrimine verdiği tüm desteği durdurmasıydı. Burada Bağdat'ın 1972 yılında Moskova ile Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nı imzalamasından sonra Iraklı Kürtlere mütevazi yardımlarda bulunan Sovyetler Birliği'nin onlardan yüz çevirdiği de unutulmamalı. Komşu ülkeler ise bazen başka bölgelerdeki Kürtlere anlayış gösteriyor, ancak aynı anlayışı kendi topraklarındaki Kürtlere asla göstermiyorlardı. Kürtleri bir kart olarak ele alıyor ve Kürtlerin diğer bölgelerde de haklarını arayacaklarından korkuyorlardı.

Barzani, 2002 yılının Nisan ayında Londra'da düzenlenen Irak muhalefeti konferansına katıldı (Getty)
Kürt heyetini ABD’ye taşıyan özel uçak, heyeti 18 Nisan’da Frankfurt'a geri getirdi. Barzani, Franfurt’ta Mam Celal (Talabani) ile olası gelişmelere ve değişikliklere ayak uydurmak için çabaları birleştirme ve gerekli tüm hazırlıkları yapma konusunda anlaştı.
Mesud Barzani ve beraberindeki heyet, Frankfurt'tan Fransa’nın başkenti Paris'e gittiler. Başkentteki Fransız yetkililer, ABD’nin Saddam Hüseyin'i devirme konusunda kararlı olduğuna ikna olmuşlardı. Bu yüzden soruları, genellikle Saddam rejiminin alternatifine yönelikti. Barzani, alternatif yönetimle ilgili mutabakata Iraklı muhalif gruplarla istişare edilerek ulaşılacağını ve bir sonraki yönetimin çeşitli tarafların haklarını garanti eden demokratik ve federal olması gerektiğini vurguladı.
Heyet, Paris’in ardından Şam'a hareket etti. Barzani, Suriye ile eski Devlet Başkanı Hafız Esed'in iktidar günlerinden beri süregelen ilişkilerin Kürtleri, bazı konularda Devlet Başkanı Beşşar Esed'e ve onun yönetiminin önde gelen diğer isimlerine danışmaya mecbur bıraktığını düşünüyordu. Buradaki görüşmelerde bölgedeki genel durumdan bahsettikten sonra Irak rejiminin devrilmesi ihtimalini sorduklarını söyleyen Barzani, onlara nihai kararın çoktan verildiğini bildirdiğinde bunun onları çok memnun ettiğini ve kendisinin de bundan mutlu olduğunu belirtti. Irak'ın geleceği ile ilgili olarak, Irak'ı bölme planı olmadığına ve hiçbir dış müdahaleye izin verilmeyeceğine dair güvence verdiğini ekleyen Barzani, “Saddam rejimini devirme kararının uygulanma tarihini ise yalnızca ABD’lilerin bildiğini söyledim. Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı, ABD’nin Irak'a askeri olarak müdahale etmeyeceğine inanıyordu. Öyle ki bu konuda bahse girmeye dahi hazırdı” ifadelerini kullandı.

Washington’dan Türkiye’nin ‘şantajına’ eleştiri
2002 yılı yazı başlarında ABD’nin Saddam rejimini devirme kararından vazgeçmiş ya da bu konudaki hazırlıklarını yavaşlatmış olabileceğine dair birtakım işaretler vardı. Aynı sıralarda Hoşyar Zebari ve Neçirvan Barzani, ABD’de kapsamlı görüşmeler yürütüyorlardı. Takvimler 21 Temmuz 2002’yi gösterdiğinde, ‘Sam’ olarak bilinen Charles Fettis başkanlığında, ABD’li uzmanlardan oluşan bir heyet Erbil'e geldi.
Heyetle yapılan görüşmeler, Türkiye'nin Irak'taki değişimin bir Kürt devletinin kurulmasına yol açmasından korktuğunu ortaya koyuyordu. Durum değerlendirmesi yapmaya geldiklerini belirten ABD’li yetkili, Türkiye'nin bölgenin iç işlerine hiçbir şekilde müdahale etmesine izin verilmeyeceklerinin altını çizdi. Ancak ABD’nin askeri müdahalesinin tarihi yaklaştıkça Türkiye’nin kaprisleri de daha görünür hale gelmeye başlayacaktı.
ABD dışişleri ve savunma bakanlıkları, Temmuz ayında Irak muhalefetinin önde gelen bazı isimlerini toplantıya çağırdı. Celal Talabani, ABD tarafıyla görüşmelerin düzeyini yükseltmek için manevra yapmayı önerdi. Öte yandan Mesud Barzani, Suriye’nin, ABD tarafından kendisini Kamışlı’dan almak üzere gönderilen özel uçağın inişine izin vermediği için görüşmeye katılamamıştı. Celal Talabani, İyad Allavi, Ahmed Çelebi, Abdulaziz el-Hekim ve Şerif Ali bin el-Hüseyin'in katıldığı toplantıda Mesud Barzani’yi Hoşyar Zebari temsil etti. Heyet, dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Richard Myers ile bir araya geldi. Rumsfeld, Irak'ı ablukaya alma politikasının başarılı bir politika olmadığını, Irak'a yönelik saldırının aynı anda hem güneyden hem de kuzeyden başlatılması gerektiğini söyledi.

Barzani, 2003 yılı Temmuz ayında Bağdat'ta yapılan bir toplantının ardından Yönetim Konseyi üyeleriyle kameralar karşısına geçti (Getty)
Saddam rejimini yıkacak Amerikan fırtınasının yaklaşan ayak seslerini dinleyen İran, Irak lideri ile arasında yıllarca süren savaşın ve soğukluğun ardından, etkilerini ve sınırlarını tahmin etmekte zorlandığı Amerikan işgalini desteklediğini kamuoyu önünde açıklamakta da zorlanıyordu. Bunun yanında, Saddam rejiminin devrilmesinin, Irak ve bölgedeki hareketini engelleyen önündeki duvarı da yıkacağını hissediyordu. İran’a yakınlığıyla bilinen Iraklı grupların savaştan önce Irak muhalefeti ile yapılan müzakerelere katılması ve Irak'ta rejimin ABD tarafından devrilmesine uygun zemin hazırlamaya çalışması İran'ın ABD’nin görevini kolaylaştırdığını en açık ifadesiydi. Sonraki gelişmeler, Saddam rejiminin devrilmesini kolaylaştırma kararı alan İran'ın aynı zamanda, temelleri ABD'nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştırmaya ve Bağdat'ta istikrarlı, Batı yanlısı bir Irak rejiminin kurulmasını engellemeye dayanan bir karar aldığını gösterdi. Bunun yanında Şam'ın da İran'la anlaşarak benzer bir karar aldığı ortaya çıktı. İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani, İran’ın Afganistan ve Irak’ı birbirine bağlayan ABD ordusunu yıpratma sürecini yönetmekle görevlendirildi.
ABD savaşa girme kararı aldı. ABD basını, Amerikan ve uluslararası kamuoyunu Baas rejimini Usame bin Ladin liderliğindeki El Kaide ile ilişkilendirmeye ikna edecek bahaneler üretmekle meşguldü. Saddam rejimi, kitle imha silahları bulundurmakla suçlandı. Gezici nükleer laboratuvarların varlığından söz ediliyordu. Mesud Barzani, partisinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) yanı sıra basında geçen bu tür bahanelere yakından uzaktan hiçbir katkısının olmadığını savunuyor.

Türkiye düğümü
ABD’nin Irak’a giriş tarihi yaklaştıkça Türkiye'nin endişeleri de artıyordu. Bir kaynak, Barzani'ye dönemin ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Tommy Franks ile Türk yetkililer arasında yapılan bir görüşmenin içeriğinden söz etti. Buna göre Türk yetkililer, CENTCOM Komutanı ile yapılan görüşmede dört talepte bulundular. Bu talepler şunlardı:
1- Kesinlikle herhangi bir Kürt devleti kurulmamalı
2- Kürtlerin Musul ve Kerkük'ü kontrol etmesine izin verilmemeli
3- Türkiye Irak’ta kurulacak yeni yönetimde söz sahibi olmalı
4- Kürtler, mevcut Irak rejiminin düşürülmesinde yer almamalı
ABD'nin eski Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad, Türkiye'nin Saddam rejimini devirecek koalisyona katılmasının önemli ve gerekli olduğunu Kürtlere aktardı. ABD’nin planına göre Saddam rejimine güneyden ve kuzeyden aynı anda saldırılacaktı. Bu da Türkiye topraklarından girileceği ve Zaho üzerinden ilerleneceği anlamına geliyordu. Kürtlerin tutumu ise açıktı. Gerek İran olsun gerekse Türkiye olsun, bölge ülkelerinden askeri bir katılıma karşıydılar. Görüşmeler, özellikle Türkiye'nin Saddam rejiminin düşürülmesi ve ABD ordusunun topraklarını kullanmasına izin vermesi için Musul ve Kerkük'e Türk askeri göndermesi gerektiğini bildirmesinin ardından çetrefilli bir hal aldı. Görüşmelerden birinde Barzani’ye dönemin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanı'ndan Türk ordusunun Kuzey Irak'a girip peşmerge güçlerini silahsızlandıracağı mesajının yer aldığı bir kağıt verildi.
Mesud Barzani, buna yanıtı sert oldu. Barzani ABD tarafına hitaben şunları söyledi:
“İster sizinle ister kendi başlarına gelsinler onlarla (Türk askerleriyle) savaşacağız. Başta terörizmle suçlanacağız, ardından çatışan taraflardan biri olacağız.”
Türkiye'nin bir devlet ve güçlü bir orduya sahip olduğunu bildiğini ancak peşmerge güçlerinin silahlarını teslim etmektense cesetlerini teslim etmeyi tercih ettiğini söyleyen Barzani, tek başına kalsa bile Türk askeriyle savaşacağını ve onları Zaho'da bekleyeceğini söyleyecek kadar ileri gitti.
Türkiye ile karşı karşıya gelinmedi. Çünkü ABD, Türkiye’nin şartlarını kabul etmedi. Buna karşılık TBMM, ABD güçlerinin Türkiye topraklarını kullanmasına izin vermedi. Türkiye kıyılarında gemilerde konuşlandırılan ABD güçleri varış noktalarını değiştirmek zorunda kaldı.
Savaş yaklaşıyordu, ama ABD yönetimi, müttefiklerine saldırı günü bildirmemişti. Ancak 2003 yılında 19 Mart’ı 20 Mart’a bağlayan gece hem Irak'ın çehresini hem de bölgedeki tüm dengeleri değiştirecek savaş patlak verdi.

Yaralı bir ABD ve uluslararası bir boşluk
11 Eylül saldırıları, dünyadaki ‘tek süper gücün’ ruhunda derin bir yara izi bıraktı. Başkan George W. Bush yönetimindeki şahin olarak adlandırılan bazı isimler, saldırıların ABD'nin Berlin Duvarı'nın yıkıldığı ve Sovyetler Birliği'nin çöktüğü gün kazandığı unvanı hak ettiğini göstermek için bir fırsat olduğuna inanıyorlardı. Bu isimler arasında ‘radikalizmi ve terörizmi besleyen dünyanın’ bedenine demokrasi tohumları ekilmesini sağlayan askeri ameliyatlarla tedavi edilebildiğine inananlar da vardı.
O sıralar ABD’yi bu maceraya atılmaktan vazgeçirebilecek yeterli ağırlığa sahip uluslararası bir cephe yoktu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, selefi Boris Yeltsin döneminde Sovyetler Birliği'ni sarsan dağılma rüzgarlarının esmesinin ardından Rusya Federasyonu'nu yeniden ayağa kaldırmakla meşguldü. Bununla birlikte Rusya ordusunun, eski gücünü ve ruhunu geri kazanması ve ülkenin yağmalanmasını durdurması gerekiyordu. Sovyetler Birliği döneminde uzun yıllar KGB dış istihbarat subayı olarak görev yapan Putin’in Batı'ya ve onun ortaya koyduğu modele karşı büyük bir intikam projesi başlattığını açıklaması için henüz çok erkendi. Öte yandan Çin de mevcut yüzyılın başlarında kendisini ABD’nin dünyadaki nüfuzuna meydan okuyacak büyük bir boksör olarak sunmakla henüz ilgilenmiyordu. Dünyanın en büyük ikinci ekonomisi olmak, yoksullukla mücadelede daha fazla başarı elde etmek ve teknolojik yarışta yer almak için daha fazla zamana ihtiyacı vardı.
Mesut Barzani, uluslararası sahnede olan biteni takip ediyordu. ABD’nin Irak’a müdahalesine en büyük itiraz dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’dan geldi. Chirac, Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag'da düzenlenen bir NATO zirvesi sırasında ABD Başkanı Bush'a ‘savaşın bölgeyi istikrarsızlaştıracağını, bunun sonuçlarından birinin İran yanlılarının Irak’ta iktidara gelmesi olacağını, Tahran'ın Hizbullah üzerinden Lübnan'da olduğu kadar Suriye’de de nüfuzunun güçleneceğini ve bu savaşın meşru bir savaş olmayacağını’ söyledi. Bush yönetimi, özellikle İngiltere Başbakanı Tony Blair'in ABD’ye katılmayı seçmesinden ötürü yaşlı kıtadaki bazı tarafların bu konudaki tutumları üzerinde fazla durmadı.
Savaş geliyordu ve başta İran olmak üzere Irak'a sınırı olan ülkelere dikkat etmek gerekiyordu. Birçok kişinin zihnini “Humeynici İran, ‘Büyük Şeytan’ ABD’nin bir numaralı düşmanı Saddam Hüseyin'i devirme görevini kolaylaştırabilir mi?” şeklindeki karmaşık soru meşgul ediyordu.

İran'ın ‘büyük zafer’ beklentisi
Kürt heyetinin 2002 yılının Nisan ayında ABD’ye yaptığı gizli ziyarette duydukları çerçevesinde Irak muhalefeti aynı yıl Aralık ayında Londra'da bir konferans düzenledi. Konferansa İslami Dava Partisi ve Komünist Parti ve Suriye yanlısı Baas Partisi katılmadı. Mesud Barzani, İran'ın gerçek tutumunun, özellikle Tahran'ın Iraklı bazı güçleri etkileme konusunda belirleyici bir yeteneğe sahip olduğunu ortaya çıkarmaya çalışıyordu.
Mesud Barzani, şunları söyledi:
“Irak muhalefetinin Londra'daki konferansında ortaya çıkan çelişkiler, beni Tahran'ı ziyaret etmeye itti. Orada (dönemin İran) Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ile görüştüm. Sadece ABD savaşı konusundaki tutumlarını değil, aynı zamanda Kürt bölgesi için anayasal bir çözüm anlamına gelen federal sistemin kurulması konusunda üzerinde anlaşmaya varılan formülle de ilgileniyordum. Rafsancani her zamanki gibi esnekti. Güç dengesini ve ülkesinin çıkarlarını dikkate alarak gerçekçi konuştu. Saddam rejiminin düşmesini büyük bir zafer olarak göreceklerini, ancak bu sürece açıkça destek veremeyeceklerini söyledi. Rafsancani, Irak’ta federal bir sistem kurulmasını da destekledi. Görüşmemizin bu kısmı bizim için çok önemliydi. Ziyaretim sırasında General Kasım Süleyman ile de görüştüm. O dönemde sonraki yıllarda olduğu kadar tanınmıyordu, ama Irak dosyasından sorumluydu.”
Şii lider Muhammed Bâkır El-Hakim ile de görüşen Barzani, ondan Irak’taki en etkili Şii gruplardan biri olan Irak İslâm Devrimi Yüksek Meclisi’ne (SCIRI) Saddam rejiminin devrilmesinden sonraki dönemle ilgili görüşmelerde daha gerçekçi olmasını tavsiye etmesini istedi. Daha sonra Irak’ın Kürt bölgesi Selahaddin'de Irak muhalefetinin düzenlediği bir başka konferansta Tahran'ın müttefiklerine Saddam rejimini devirme sürecine katılmaları için yeşil ışık yaktığı ortaya çıktı.
İran, Saddam rejiminin düşürülmesini kolaylaştırmayı seçerken bir yandan da General Süleymani'ye ABD’nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştırma ve Batı yanlısı istikrarlı bir yönetimin kurulmasını engelleme görevi verdi.
Barzani’ye İran'ın ABD’nin Irak'taki askeri varlığını istikrarsızlaştıran ilk taraf olup olmadığını sorduğum da bunun olduğunu doğruladı.
Barzani, kendisine sorduğum ABD’nin İran'ı Irak'tan sonra olası bir ikinci hedef olarak görüp görmediği sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“O sıralarda, ABD’nin Irak'a girişinin daha sonra İran’a ve Suriye'ye karşı düzenlenecek askeri operasyonların da yer aldığı bölgeye yönelik bir planının ilk aşaması olduğuna dair söylentiler dolaşıyordu. Gerçek şu ki, ister sivil ister askeri ABD’li yetkililerle yaptığım görüşmelerde böyle bir yaklaşım olduğunu hiç duymadım. ABD’liler buna dair hiçbir sinyal vermediler. Belki de bu tür söylemler yalnızca bir analizden ibaretti. Yahut başka taraflarca bölgede daha fazla gerilim yaratmak için ortaya atılmış spekülasyonlardı. ABD’li yetkililer, görüşmelerimizde İran'ın rolüne dair bazı şikayetlerini dile getirdiler. Daha sonra General Süleymani'nin kendilerini hedef alan silahlı gruplarla ilgili rolünden şikayet ettilerse de ABD’nin Irak'taki güçleriyle savaşmaları için sınırlarını milislere ve aşırılık yanlılarına açmakla suçladıkları İran'ı ya da Suriye'yi hedef alma planlarından hiç bahsetmediler.”

Ahmedinejad işgal altındaki Irak'ı ziyaret etti
Tahran, ilerleyen süreçte daha fazla mesaj gönderecekti. ABD, Irak’ta geçici bir devlet konseyi oluşturulduğunda, İran yanlısı muhalefetin tarafları, tıpkı diğerleri gibi koltuklarına dağıtılmıştı. Ardından 2007'de bir mesaj daha geldi. Tahran’dan havalanan bir uçak Bağdat havaalanına inmişti ve alışılmadık bir ziyaretçiyi taşıyordu. Dönemin İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, ülkesinin Irak'ın coğrafi kaderinin bir parçası olduğunu ve ABD yorulup çekilme kararı aldıktan sonra da İran'ın komşusu olarak kalacağını hatırlatmak istercesine işgal altındaki Irak'a gelmişti.
Ahmedinejad, ABD’nin Irak’ta 170 bin civarında askerin yer aldığı devasa konuşlandırmasına kendi gözleriyle tanık oldu. Ahmedinejad'a eşlik eden heyetin başında, Barzani’nin akrabası ve lideri olduğu KDP’nin önde gelen isimlerinden dönemin Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari vardı. Zebari, ABD tarafından kurulan kontrol noktalarında Ahmedinejad’ın konvoyunun durdurulmaması için çeşitli temaslar gerçekleştirdi. Ancak kontrol noktalarından biri buna uymadı. Daha sonra kontrol noktasındakilerin Ahmedinejad ile fotoğraf çektirmeyi istedikleri ortaya çıktı. Ahmedinejad, bunu sorun etmedi, ancak ona eşlik eden heyettekiler arabasından inmemesini tavsiye ettiler. Arapların Bağdat’ta var olmayışı, İran’ın varlığının izlerini taşıyan bazı izler bıraktı.

Barzani, Saddam’ın düşmesi karşısında şamata yapmadı
Mesud Barzani, bir ateşkes ve anlaşma imzalanmasına rağmen onlarca yıl Saddam'ı devirme hayali kurdu. Barzani’ye göre Saddam’a karşı girişilecek bir planda onun yerine gelecek alternatif demokratik ve federal olmalıydı.
Saddam'ı hapishanede ziyaret etmeye kalkışmayan ve duruşmalarına katılmayan Barzani, bu tutumunu “Şamata yapmak erkek işi değil” diyerek özetledi.
Saddam'ın Kürtlere yaptıklarına rağmen Kürtlerin kendi kendini yönetme hakkıyla ilgili başlarda en cüretkar kişinin Saddam olduğunu itiraf eden Barzani, “Dünya, Saddam'ın heykelinin düşmesini bir dönemin sonu olarak görüyordu ve öyleydi” ifadelerini kullandı. Düşmanının düşmesinden memnun olsa da Irak'ın pek çok kanlı hesaplaşma içinde boğulmasından çekinen Mesut Barzani, onlarca yıldır rejimin bel kemiği olan Saddam'ı denklemden çıkarmanın yaratacağı boşluktan, Şiiler ile Sünniler, Araplar ile Kürtler arasında bir çatışma çıkmasından ve bölgesel güçlerin Irak'ı eski ve yeni hayalleri için bir hesaplaşma arenası haline getirmelerinden korkuyordu. Irak, daha nefes alamadan Bağdat'ın içinde ve dışında çok fazla kanın akmasıyla zaman, Barzani’nin korkularının haklı olduğunu gösterdi.
ABD ordusu Irak'a girmişti ve sonuç önceden biliniyordu. İran'la girdiği şiddetli savaşın ve Kuveyt'in işgalinin ardından bitkin düşen Irak ordusu, ablukanın neden olduğu kısıtlamalardan zarar görmüştü. İki ordu arasında hazırlık durumu, teknoloji ve imkanlar açısından büyük bir boşluk vardı. Üstelik Saddam'ın düşünce tarzı, İkinci Dünya Savaşı döneminden kalma bir savaşçı gibiydi. Öyle ki İran-Irak savaşı sırasında, üst düzey komutanlarla yapılan bir toplantıya Sovyet lideri Joseph Stalin'in bir defterini getirmişti.
Mesud Barzani, Irak ordusunun Kürt bölgelerinde gerçekleştirdiği el-Enfal Operasyonu ve binlerce köyün yıkılmasına misillemede bulunmasından çekiniyordu. Bu yüzden kesin emirlerini verdi ve amaçlarına ulaştı.  Yaklaşık 15 bin subay ve asker teslim oldu. Teslim olan askerler kamplarda toplandılar. Memleketlerine dönmeden önce yanlarına azık verildi ve bakımları sağlandı. Kürt bölgeleri, savaşa tanık olmadı ve ordu, ABD’nin hava saldırılarına karşı koyamadı.
Barzani, Saddam rejimi devrildiğinde “De ki: Ey mülkün sahibi Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin” (Âl-i İmrân Suresi - 26) ayetini hatırladığını söyledi.
Henüz küçük bir çocukken, 1958 yılında kraliyet ailesinin katledildiği Rehab Sarayı'na gittiğinde orada ‘Adaletsizlik devam etmez’ yazısını okuduğu günü de hatırlıyordu.

Bağdat'a hakim olan şaşkınlık ve kaybolmuşluk hali
Bağdat'a bir şaşkınlık ve kaybolmuşluk hali hakimdi. 1958 yılındaki darbeden sonra art arda iktidara gelen rejimler, Iraklı güçleri aynı masa etrafında toplanmaları ve ortak paydalara ulaşmaları yönünde eğitmediler. Peki bunun ülkenin yönetilme biçimiyle ne gibi bir alakası vardı?
Saddam'a karşı olan tarafların Bağdat'ta merkezleri yoktu. Mesud Barzani ve ekibi, alelacele Bağdat’a giderek müzakerelere ve toplantılara ev sahipliği yapan Burj el-Hayat Oteli’nde kalmaya başladı. Bağdat'a gelen güçler, henüz anlaşmaya hazır değildiler ve bu yüzden fırsatı kaçırdılar. Mesud Barzani, ABD’nin Irak'a geçici işgal yönetiminin lideri olarak atadığını emekli General Jay Garner’ın Iraklı güçlerinden yönetim yetkilerinin devredileceği geçici bir hükümet üzerinde uzlaşmalarını istediğini söyledi. Barzani’ye göre Iraklı güçler, uzlaşı ve taviz verme fikrine alışık değildi ve çoğu, daha fazla kazanım için tarihi bir fırsata sahipmiş gibi davrandılar. Iraklılar, haftalarca, ülkelerini daha fazla acı çekmekten kurtarabilecek bir hükümet formülü üzerinde anlaşmaya varamadılar.
Barzani, sözlerine şöyle devam etti:
“Ahmed Çelebi, bir hükümet kurulması gerektiğini farkındaydı. Kartları karan ve meseleyi karmaşıklaştıran bir kararla şaşkınlığa uğramadan önce hükümetin kurulması gerektiğini söyleyerek bir anlaşmaya varılmasında ısrar ediyordu. Sorunun çözülmesi gerektiğini defalarca vurguladı, ama başarılı olamadı. Bu makam falanca parti için, şu makam ise başka bir parti için diyerek her görüşmeden sonra en başa dönüyorduk. Görüşmeler sırasında birçok anlaşmazlık ortaya çıkardı. Çelebi'nin tahmini doğruydu. General Garner, Irak’ta fazla kalmayacak ve ardından Paul Bremer gelecekti. ABD’nin kendi arzusuyla işgalci bir güce dönüşeceği büyük bir gelişme yaşanacaktı.”

“Ölü adam idama mahkum edildi”
Bremer’in Irak ordusunu dağıtma kararını ‘ölü bir adama idam cezası vermeye’ benzeten Mesud Barzani, “ABD’nin Irak’a saldırısı, Irak ordusunun dağılmasına ve çözülmesine yol açtı. Artık ne kışlalar ne birlikler ne komuta kademesi ne de rütbeler vardı. Fesih, yerinde bir karar değildi. Orduyu sağlam ulusal ve demokratik temeller üzerinde yeniden yapılandırma kararı alınması daha yerinde olurdu” dedi.
O dönemde ABD ordusu ile halk arasındaki sürtüşmeyi önlemek için Iraklı subayların ve askerlerin şehirlerde güvenliğin sağlanmasında rol oynayacağı bir plan olduğunu reddeden Barzani, ayrıca daha önce öne sürülen partisinin eski Genelkurmay Başkanı Korgeneral Nizar el-Hazreci'nin Bağdat'tan çıkarılmasında rol oynadığına dair iddiaları da yalanladı. Barzani, Hazreci'nin Bağdat’tan çıkarılmasının arkasında CIA’nin olduğunu ve Kürt bölgelerinden geçmesine izin verdiklerini vurguladı.
Barzani, rejimin çeşitli unsurlarıyla Irak halkına uyguladığı adaletsizliğin, ülkenin kuzeyinden ve güneyinden birçok kişinin ABD ordusunu Irak’a girdiği günlerde çiçeklerle karşılamasına neden olduğu da sözlerine ekledi.

Tarihin onur sayfalarına geçmek gerine boynuna ip geçirilmesi
Saddam, ABD Irak’a girene kadar saraydan ayrılmayı aklının ucuna dahi getirmemiş olabilir. Hayali, Irak tarihinde Bağdat'ı inşa eden Selahaddin ve Ebu Cafer el-Mansur'un yanında yer almaktı. Ancak Irak, her zaman yöneticileri için zehirli bir şölen olmuştur. Saddam, Usame bin Ladin'in planladığı New York ve Washington'daki saldırıların bedelini ödemeyi beklemiyordu. Zira iki adam arasında birbirlerine karşı duydukları nefret dışında hiçbir bağ yoktu. Ayrıca ABD ordusuna ait bir zırhlı aracın gelip Firdevs Meydanı'ndaki heykelini sökeceğini, heykelinin düşüş anlarının televizyon ekranlarından naklen yayınlanacağını, parmaklıkların arkasına gönderileceğini, birçok kişiye yaptığı gibi yağlı urganın boynuna geçirileceğini ve cesedinin idam kararına imza atan kişinin Yeşil Bölge’deki evinin yakınlarına atılmasını da beklemiyordu.
Arap liderden birinin bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Saddam’ın ABD askerlerinin arasında dar ağacının önüne getirilmesi zorlu bir sahneydi. Hataları bir kenara bırakılırsa son derece sert bir mesajdı. Ancak yine de şanslı sayılıyor. Çünkü eğer sınırdan gelen milislerin eline düşseydi, Nuri es-Said gibi Bağdat sokaklarında sürüklerlerdi. En nihayetinde, gardiyanlarına kendisini ve sözlerini küçük düşürme fırsatı vermedi.”
Öte yandan Saddam'ın ABD askerleri arasındaki görüntüsü ve sevinç çığlıkları arasında dar ağacına götürülmesi iki Arap lideri endişelendirmişti. Bunlardan biri Muammer Kaddafi, diğeri Ali Abdullah Salih idi. Her ikisi de bu endişelerini ifade etmekten çekinmediler. Kaddafi, ABD jetlerinin 1986 yılında Bab el-Aziziye kışlasındaki karargahını basmasından sonra ABD’lilerden korkma hastalığına yakalanmıştı. Barzani, o gece Albay Kaddafi’nin ısrarı üzerine Trablus'ta kalmıştı ve saldırıdan şans eseri kurtulmuştu.
Saddam, boyun eğmeden ölümü kabul etmeyi seçti. Bir gün eski Başbakan Yardımcısı Abdulgani er-Ravi, bana Saddam’ın eski Başbakan Abdulkerim Kasım’ın Bağdat’taki radyo binasında infaz edilmesi emrini nasıl verdiğini ve Kasım’ın baş düşmanı General Abdusselam Arif'e boyun eğmeyi ve gözlerini bağlamayı nasıl reddettiğini anlatmıştı. Irak liderlerinin ölümü sessizce yataklarında karşıladıkları alışılagelmiş bir durum değildir.



Halep Valisi Azzam el-Garib: Kürtler ve Şeyh Maksud mahallesi sakinleri ile ilişkilerimiz iyi, devletin egemenliğine geri dönecekler

Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)
Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)
TT

Halep Valisi Azzam el-Garib: Kürtler ve Şeyh Maksud mahallesi sakinleri ile ilişkilerimiz iyi, devletin egemenliğine geri dönecekler

Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)
Halep Valisi Azzam el-Garib (Al Majalla)

Abbas Şerife

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı röportajda Halep Valisi Azzam el-Garib, ‘Kürtlerle ilişkilerin olumlu olduğunu ve bu ilişkilerin köklü bir arada yaşama temeline dayandığını’ söyledi. Vali Garib, 10 Mart'ta Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile yapılan anlaşmanın Halep'teki Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerini kapsadığını ve ‘bu mahallelerin tamamen devletin egemenliğine geri dönmesinin ve Halep Şehir Konseyi'nin yönetimi altında hizmetlerin yeniden sağlanmasının öngörüldüğünü belirtti.

Şehrin DEAŞ’a bağlı hücreler de dahil olmak üzere ‘karmaşık güvenlik sorunları’ ile karşı karşıya olduğunu belirten Vali Garib, güvenlik güçlerinin ‘Hayderiya, el-Halk ve es-Safira mahallelerinde terörist faaliyetlere karışan kişileri yakalamak amacıyla özel operasyonlar düzenlediğini’ açıkladı. Suriye'nin ikinci büyük şehri olan Halep'te silahların kontrol altına alınamamasının büyük bir sorun olduğunu ve gönüllü silah teslim programları aracılığıyla yasadışı silahları topladıklarını ifade eden Vali Garib, yetkililerin güvenliği artırmak için 2 bin güvenlik kamerasının kurulması çalışmasına başladığını belirtti. Vali Garib, istikrar ve yeniden yapılanma ile Halep’in 5-10 yıl içinde ekonomik başkent olarak eski konumunu geri kazanacağını söyledi.

Türkiye'nin Halep'in istikrarında ‘merkezi’ bir rol oynadığını ve ‘stratejik bir ortak’ olduğunu vurgulayan Vali Garib, “Türkiye'nin Suriye topraklarında herhangi bir emeli olduğunu düşünmüyorum” diye devam etti.

İşte Halep Valisi Azzam el-Garib ile gerçekleştirilen röportajın tam metni:

*Bu geçiş döneminde özellikle Halep rejim ordusu tarafından savaş ve yıkımdan çok fazla zarar gördüğünden karşılaştığınız zorluklar neler? Birkaç gün önce başlatılan “Senin için ey Halep” girişimi ne anlama geliyor?

Suriye'nin karşı karşıya olduğu zorluklara rağmen Halep, güvenlik istikrarını güçlendirme, idari performansı iyileştirme, enerji krizlerini çözme ve devlet kurumlarını yeniden kurma ve kamu hayatının düzenini sağlama konusunda ulusal uzlaşıları uygulama çabalarını sürdürüyor.

Birkaç gün önce, ‘Senin için ey Halep’ adlı bir girişim başlattık. Bu girişim altyapıyı iyileştirmek, güvenlik durumunu düzeltmek, parkları ve sokakları güzelleştirmek, sağlık ve eğitim hizmetlerini iyileştirmek ve yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşünü hızlandırmak amacıyla valiliğin desteğiyle başlatılan bir sivil girişimdir.

İstikrar ve yeniden yapılanma ile Halep, uluslararası ve yerel destek sağlanması koşuluyla Halep’in 5-10 yıl içinde ekonomik başkent olarak eski konumunu geri kazanacak.

*Halep vilayetinin karşı karşıya olduğu en önemli güvenlik sorunları nelerdir? Özellikle güvenlik, kalkınmanın iyileştirilmesi ve yatırımcıların çekilmesi için en önemli faktör olduğu bilindiği üzere, güvenlik istikrarını sağlamak için ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Halep, Beşşar Esed rejiminin düşüşünden sonra karmaşık güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya. Ancak, özellikle SDG ile yapılan ve Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerini kapsayan anlaşmanın ardından, güvenlik tehditlerinde önemli bir azalma görüldü. Bununla birlikte, başta aşağıdakiler olmak üzere birçok sorun halen devam ediyor:

1- DEAŞ’a bağlı hücreler: Güvenlik güçlerinin Hayderiya, Helek ve Safira mahallelerinde gerçekleştirdiği operasyonlar sonucunda terör faaliyetlerine karışan unsurlar yakalandı.

2- Eski rejimin kalıntıları: Güvenlik operasyonları kapsamında ihlallere karışan kaçak kişilerle sert bir şekilde mücadele edilirken, geçiş dönemi adalet komisyonları da faaliyete geçirildi.

3- Kaçak silahlar: Gönüllü teslim programları aracılığıyla yasadışı silahların toplanması.

4- Daha fazla istikrar sağlamak için, güvenlik güçlerinin yeniden yapılandırılması, birleşik yerel güçlerin eğitilmesi ve toplumsal diyalog ve girişimler yoluyla güvenin güçlendirilmesi.

5- Senin için ey Halep Girişimi kapsamında güvenlik kameraları yerleştirmek üzere ‘Güvenliğimiz Geleceğimiz’ projesi başlatıldı. Fiber optik kabloların döşenmesinin yüzde 80'ini tamamladık ve ikinci aşamada güvenliği artırmak için 800 bin dolarlık bir maliyetle 2 bin kamera kurmayı hedefleniyor.

df
Başkent Şam'ın Duveylia bölgesindeki Mar İlyas Kilisesi'nde meydana gelen intihar saldırısının yol açtığı hasar ve kan, 22 Haziran 2025 (AFP)

*Halep, ulusal üretime büyük katkı sağlayan Suriye'nin ekonomik başkenti olduğu biliniyor. Yerel ekonomiyi canlandırmak ve yatırımı teşvik etmek için ne gibi planlarınız var? Halep yeniden Suriye’nin ekonomik başkenti olacak mı?

Halep muazzam bir ekonomik potansiyele sahip. Ancak önceki rejimin mirası olan kurumsal gevşeklik, idari yolsuzluk, verimsizlik ve dengesiz vergi sistemi gibi sorunlarla boğuşuyor. Planımız şunları içeriyor:

İlk olarak, vergi sistemini reform etmek ve büyümeyi teşvik etmek için hükümetle koordinasyon içinde vergileri yeniden düzenlenmesi.

İkincisi, geleneksel sektörlerin canlandırılması ve Şeyh Neccar gibi sanayi bölgelerinin yeniden yapılandırılması, vergi kolaylıkları ve enerji desteği sağlanması. Ayrıca Halep’teki turizm sektörünü destekleyecek çeşitli atölye çalışmaları düzenledik.

Senin için ey Halep girişimi kapsamında, ‘Işılda ey Halep’ projesi Halep'in doğu ve batı sokaklarını aydınlatmaya devam ediyor. 2,3 milyon dolarlık bir bütçeyle 11 bölgede 3544 aydınlatma ünitesi kurmayı hedefledik. Sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği içinde ilk aşamayı (45 km için 932 aydınlatma ünitesi) tamamladık ve ikinci ve üçüncü aşamaları Halep kırsalını da kapsayacak şekilde tamamlayarak ticari faaliyetleri güçlendirdik.

Halep'in yeniden ekonomik başkent olmasına gelince istikrar ve yeniden yapılanma ile Halep, uluslararası ve yerel destek sağlanması koşuluyla, 5-10 yıl içinde eski konumunu geri kazanma adaylığı için uygun olacak.

Türkiye'nin Suriye topraklarında herhangi bir emeli olduğunu sanmıyorum, özellikle de Türkiye her zaman Suriye topraklarının bütünlüğünü desteklemiş ve bölünme projelerini reddetmiştir.

Kürt sorunu, Suriye genelinde zorlu bir sorun oluşturuyor. Ancak Halep düzeyinde sorarsak, Eşrefiye ve Şeyh Maksud'daki Kürt nüfusla ilişkisini nasıl tanımlarsınız?

Kürt bileşenle ilişkiler olumlu ve tarihsel bir arada yaşama üzerine kuruludur. SDG ile yapılan anlaşma, Eşrefiye ve Şeyh Maksud mahallelerini kapsıyor. Dolayısıyla bu mahallelerin kaderi, devletin egemenliğine tamamen geri dönmek ve Halep Belediye Meclisi'nin yönetimi altında hizmetlerin geri gelmesidir.

Yerel temsil konusunda, yerel meclislerde ve yönetim kurumlarında Kürtleri dahil ediyor ve adil temsilini sağlıyoruz.

u7ı
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara (sağda) ve SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi, Şam’da SDG'nin devlet kurumlarına entegrasyonu için anlaşma imzaladı, 10 Mart 2025 (AFP)

*Türkiye, geçtiğimiz yıllarda Suriye'nin kuzeyinde açık bir nüfuza sahipti, ancak şimdi (Beşşar Esed rejiminden) kurtarılmasından sonra Türkiye'nin Halep'teki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu stratejik bir ortaklık mı yoksa geçici bir iş birliği mi?

Türkiye, altyapı ve hizmetleri destekleyerek Halep'in istikrarında merkezi bir rol oynuyor.

Rolün değerlendirilmesine gelince, şu anda stratejik bir ortaklık var, ancak bu ortaklık bölgesel dengelerle ilgili bazı koşullu yönler içeriyor. İş birliği örnekleri arasında Gaziantep ile imzalanan kardeş şehir anlaşması, mültecilerin geri dönüşünü destekleyen projeler ve Türkiye'nin eğitim ve sağlık alanındaki projeleri sayılabilir. İş birliğinin Halep’in çıkarlarına uygun olmasını ve Halep'in egemenliğini ve önceliklerini saygı duyulmasını önemsiyoruz.

*Türkiye’nin Halep'te stratejik çıkarları olduğuna şüphe yok. Bazıları bu hedefleri Suriye'nin kuzeyindeki hırslar olarak tanımlamaya çalışsa da sizin bakış açınızdan Halep Türkiye için stratejik olarak ne kadar önemli?

Türkiye'nin Suriye topraklarında özellikle de Suriye'nin toprak bütünlüğünü her zaman desteklemiş ve bölünme projelerini reddetmiş olması nedeniyle herhangi bir emeli olduğunu sanmıyorum. Ancak Halep'in Türkiye için birçok nedenden dolayı büyük önemi olduğu söylenebilir:

1- Coğrafi konumu. Halep, Suriye'nin kuzey kapısıdır ve bu da onu ticari bir merkez ve Türkiye'nin ulusal güvenliğinin destekçisi haline getiriyor.

2- Mülteci akınını sınırlayan ve (DEAŞ, kontrolsüz silahlı gruplar gibi) güvenlik tehditlerini azaltan istikrar.

3- Ekonomik çıkarlar: Halep tarihi bir ticaret merkezidir ve Türkiye ticaret ilişkilerini güçlendirmeyi hedefliyor. Halep'in çıkarları, dengeli ortaklıklar aracılığıyla bu ilişkinin bir parçası olacaktır.

Eğitim ve sağlık alanlarında, ‘İzini Bırak’ girişimi ve eğitim desteği planlarımız kapsamında okul ve hastanelerin iyileştirilmesi için çalışıyoruz.

*Halep Valisi olduğunuzda bir vizyonunuz ve çalışma planınız olduğuna şüphe yok. Bu yüzden size şunu sormak istiyorum: Önümüzdeki beş yıl içinde Halep'in Suriye haritasındaki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Halep, konumu ve geçmişi sayesinde hayati bir merkez olmaya devam edecek. Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Halep'e yaptığı son ziyaretinde, şehrin en büyük ekonomik fener olacağını vurguladı ve kalenin kalbinden, zorbalarla savaşımızın sona erdiğini ve yoksullukla mücadelemizin başladığını açıkladı.

Ekonomik olarak, sanayi bölgelerinin yeniden inşası ve altyapının iyileştirilmesi ile sanayi ve ticaret merkezi olarak rolünü geri kazanacak. İdari olarak, siyasi gidişata bağlı olarak, ademi merkeziyetçilik kapsamında daha bağımsız bir idari merkez haline gelebilir. Mevcut zorluklar arasında güvenlik ve finansman eksikliği de yer alıyor. Ancak vizyonumuz ve hedeflerimiz Halep'i hızlı toparlanmanın bir örneği haline getiriyor.

cdy
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara, Halep’teki Hristiyan mezhebinden bir heyeti kabul etti, 28 Mayıs 2025 (Suriye Cumhurbaşkanlığı)

*Karşılaştığınız zorlukların büyük ve çetin olduğuna şüphe yok. Ancak önümüzdeki dönemde önceliklerinizi belirlediğinizi düşünüyorum. Vali olarak acil ve başlıca öncelikleriniz neler?

Önceliklerimiz; güvenlik, yani kaçak silahların toplanması ve ihlallerin kontrol altına alınması, Güvenliğimiz Geleceğimiz Girişimi kapsamında 800 bin dolarlık bir maliyetle 2 bin adet güvenlik kamerasının kurulması gibi birçok alanı kapsıyor.

Altyapı konusunda ise elektrik ve su şebekelerinin onarımına devam ediyoruz. Hükümet, 5 bin megavat kapasiteli elektrik santralleri kurmak üzere Katarlı bir şirketle sözleşme imzaladı. Bu sayede üç yıl içinde elektrik kapsama oranı yüzde 70-85'e çıkacak. Yerel düzeyde Deyr Hafir santralini faaliyete geçiriyor, iç şebekeyi onarıyor, endüstriyel şebekeyi ev şebekesinden ayırıyor ve kablo hırsızlığıyla mücadele ediyoruz.

Eğitim ve sağlık alanında, İzini Bırak Girişimi ve eğitim desteği planlarımız kapsamında okulları ve hastaneleri yenileme çalışmaları yürütüyoruz. Bu planlar arasında okulların onarımı, model okulların kurulması ve üniversite hastanesi için endoskopi gibi gelişmiş cihazlarla hastanelerin geliştirilmesi yer alıyor. Ekonomi alanında ise bürokrasiyi reform ederken, yatırımı teşvik etmek ve fabrikaları çalıştırmak için çalışıyoruz.

*Hiç şüphesiz yükler ağır ve devlet ile valilik tek başına tüm bu yükleri kaldıramaz. Peki, yerel topluma alan açmayı düşünüyor musunuz? Yerel toplum ve yerel konseylerin Halep'in istikrarında rolü nedir?

Yerel toplum ve yerel konseyler temel bir dayanak noktası. Toplumun rolüne gelince biz sivil girişimleri teşvik ediyor, memnuniyetle karşılıyor ve destekliyoruz. Halep, geçtiğimiz aylarda bu türden birçok girişime sahne oldu ve bunların şehrin gerçekliği üzerinde doğrudan bir etkisi olduğunu gördük.

Ayrıca, idari ademi merkeziyetçiliği destekliyoruz. Yerel konseylerin hizmet ve kalkınma kararlarını almalarını sağlarken, tüm bileşenlerin temsil edilmesini garanti ediyoruz.

Şu an karşı karşıya olduğumuz en büyük zorluk, geçiş dönemi ve geçiş aşaması nedeniyle mevcut merkeziyetçilik, ancak yerel temsilciliği desteklemek için yasal bir çerçeve üzerinde çalışıyoruz.

Halep'i ekonomik ve sosyal bir merkez olarak yeniden inşa etme taahhüdümüzü, şehrin çeşitliliğini ve tarihini koruyarak teyit ediyoruz. Ayrıca, halkının ve ortaklarının desteğiyle, ilin eski ihtişamını geri kazandıracak bir gelecek hayal ediyoruz.

*Biliyorsunuz, Halep’in doğusu rejim ordusu tarafından büyük bir yıkıma uğradı. Bu durum bir göç ve sığınma dalgasına neden oldu. Halep’in doğu mahallelerini yeniden inşa etmek ve mültecilerin geri dönüşünü hızlandırmak için nasıl bir planınız var?

Halep'in doğu mahalleleri büyük bir yıkıma uğradı. Şu anda yeniden inşa, altyapı (su, elektrik, yollar) ve konutların hedef alınması, enkazın kaldırılması ve okulların ve hastanelerin rehabilite edilmesini içeren bir planımız var. Senin için ey Halep Girişimi kapsamındaki Işılda Ey Halep Projesi, ilk aşamada doğu mahallelerine 45 kilometre karelik bir alana aydınlatma desteği sağlıyor ve şehirdeki kavşakları ve girişleri güzelleştiriyor. 

Karşılaştığımız zorluklar ise finansman eksikliği ve mülkiyet haklarının karmaşıklığıdır. Eski rejimin milisleri, birçok vatandaşın mülklerini yasadışı yollarla ele geçirmiştir. Ancak, daha önce el konulan tüm mülklerin mülkiyet haklarını incelemek ve gözden geçirmek üzere ‘Zorla El Koyma Komitesi’ni kurduk.

yh
Halep’te hasar görmüş bir binanın önünden motosikletle geçenler, 14 Mayıs 2025 (Reuters)

*Halep'in yurtdışındaki evlatlarına, Halep'li tüccarların ve Arap yatırımcıların sermayedarlarına ne söylemek istersiniz?

Mülteci olunan ülkelerde ve mülteci kamplarında yaşayan Halep halkına mesajım şu: “Halep sizi bekliyor, size çok ihtiyacı var ve yaralarını sarmanız ve ona yeniden hayat vermeniz için size sesleniyor. Eskisi gibi ona sadık kalın!” Ayrıca Suriyeli ve Arap yatırımcıları, Suriye'nin kalbi ve ekonomik başkenti olan Halep'e yatırım yapma fırsatını kaçırmamaya davet ediyorum. 

Şu anda, lojistik kolaylıklar ve desteklerle birlikte, endüstri (tekstil, gıda), ticaret ve hizmetler (turizm, lojistik) alanlarında büyük yatırım fırsatları bulunuyor. Altyapı ve güvenlik iyileştiriliyor.

Yatırımcılara mesajım: “Halep'in yeniden canlanmasına yaptığınız yatırım ve katkınız, sadece ekonomik bir kazanç değil, şehrin geleceğini inşa etmek anlamına da geliyor. Bu, kâr elde etme çabasından önce ahlaki ve vatansever bir tutum olacaktır.

*Peki Halep’in geleceği için ne söyleyeceksiniz?

Halep'i ekonomik ve sosyal bir merkez olarak yeniden inşa etme taahhüdümüzü, şehrin çeşitliliğini ve tarihini koruyarak teyit ediyoruz. Ayrıca, halkının ve ortaklarının desteğiyle, ilin eski ihtişamını geri kazandıracak bir gelecek hayal ediyoruz.


Şera bir Yahudi gazetesine ilk röportajını verdi: İstikrarlı bir Suriye nutuk ve sloganlarla inşa edilmeyecek

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
TT

Şera bir Yahudi gazetesine ilk röportajını verdi: İstikrarlı bir Suriye nutuk ve sloganlarla inşa edilmeyecek

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, iç ve dış politikadaki sorumlulukları veya pozisyonları hakkında yorum yaparken devrik lider Beşşar Esed'i çevreleyen tüm duvarları yıkıyor. Şera doğrudan konuşuyor; İsrail ile ilişkiler ve Suriye topraklarının işgali gibi daha önce çifte dille konuşulan, bazıları sloganlarla kamuoyuna duyurulan ancak gerçeklerin masanın altında olduğu ‘tabu konular’ hakkında açıkça konuşmaktan çekinmiyor. Şera, 6 aydan kısa bir süre önce iktidara gelmesinden bu yana ilk kez  bir Yahudi medya kuruluşuna konuştu. Şera, The Jewish Journal’a röportaj verdi.

Esed rejiminin mirası

28 Mayıs'ta yayınlanan röportaj, Jonathon Bass'ın şu sözleriyle başlıyor: “Pek çok Suriyeli, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'da bir devrimci değil; savaş yorgunu, kimliği yıpranmış bir ulusu yeniden inşa edebilecek, yenilenmiş bir lider görüyor. Tarihin her duvarından fısıldadığı, yaşayan en eski şehir olan Şam, iktidarla değil, yeniden inşa, uzlaşma ve uzun süredir parçalanmış bir ulusa liderlik etme yüküyle ilgili bir diyalog için uygun bir yer.”

Bass, Suriye Cumhurbaşkanı hakkındaki izlenimlerini şöyle aktarıyor: “Sessiz biri ama söylediği her kelimeyi düşünerek söylüyor. Sesinde zafer tonu yok, sadece kastettiği ve vurguladığı kelimeler var.”

Şera röportajın başında, “Bize enkazdan daha fazlası miras kaldı. Travma, güvensizlik ve yorgunluk miras aldık. Ama aynı zamanda umudu da miras aldık. Kırılgan bir umut” ifadelerini kullandı.

fgthyj
Sednaya Hapishanesi’ndeki tutukluların ailelerinden oluşan bir kalabalık, hayatta kalanları arama çalışmalarının sürdüğü binanın dışında bekliyor. (Suriye Sivil Savunma Müdürlüğü)

Suriye on yıllar boyunca sadakat ve sessizliği, bir arada yaşama ve nefreti, istikrar ve baskıyı birbirine karıştıran bir sistemle yönetildi. Esed hanedanı, Hafız ve ardından Beşşar, ülke üzerindeki kontrollerini sağlamlaştırmak için korku ve infazları kullanarak demir yumrukla yönetirken, ülkenin kurumları soldu ve muhalefet ölümcül bir ayaklanmaya dönüştü.

Gazeteci Jonathon Bass, Şera'nın aldığı miras konusunda açık görüşlü olduğunu düşünüyor. Zira Şera şöyle diyor: “Temiz bir sayfadan bahsetmek sahtekârlık olur. Geçmiş, her insanın gözünde, her sokakta, her ailede mevcuttur. Şimdi görevimiz bunu tekrarlamamak. Daha hafif versiyonu yok. Tamamen yeni bir şey yaratmalıyız.”

Suriyelilerin güveni

Eş-Şera'nın iktidara geldiğinden beri attığı ilk adımlar, röportajı yapan kişinin de belirttiği gibi, temkinli ama son derece sembolik oldu. Siyasi tutukluların serbest bırakılmasını emretti, sürgün edilen ya da susturulan muhalif gruplarla diyalog başlattı ve kötü şöhretli Suriye güvenlik aygıtında reform yapma sözü verdi. Ayrıca, kayıp ve ölülerin akıbetini ele almak üzere bir bakanlık kurulmasını önerdi.

Suriye'deki toplu mezarların ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak için Şera, DNA veri tabanları oluşturmaktan geçmişteki zulümlerden sorumlu olanların iş birliğini sağlamaya kadar adli tıp teknikleri ve ekipmanları sağlamak için ABD ile bir ortaklığa ihtiyaç olduğunu söyledi.

Şera, “Eğer konuşan tek kişi bensem, Suriye hiçbir şey öğrenmemiştir. Tüm sesleri diyalog masasına davet ediyoruz. Devlet artık başkalarına dikte ettiğinden daha fazla dinlemelidir” dedi.

‘Ama insanlar bir kez daha güvenecek mi? Diktatörlüğün küllerinden doğan bir hükümetin vaatlerine inanacaklar mı?’ sorusuna Şera şöyle cevap verdi: “Ben güven istemiyorum, sabır ve inceleme istiyorum. Beni sorumlu tutun. Güven bu şekilde sağlanır.”

Suriyelilerin evlerini yeniden inşa etmeleri gerekiyor

Şera, Suriyelilerin şu anda en çok neye ihtiyacı olduğu sorusuna tereddüt etmeden cevap verdi: “Eylem yoluyla haysiyet. Amaç yoluyla barış.”

Savaşın boşalttığı şehirlerde ve çatışmanın etkilerinden halen mustarip olan köylerde kimse siyaset istemiyor, normale dönüş istiyor; evlerini yeniden inşa etme, çocuklarını büyütme ve barış içinde hayatlarını kazanmak istiyorlar.

dfgthy
Halep'te yıkılan evlerin yeniden inşası bazı bölge sakinlerinin kişisel inisiyatifiyle gerçekleştiriliyor. (Reuters)

Şera bunun gayet farkında. Tarım, sanayi, inşaat ve kamu hizmetlerinde istihdam yaratmaya odaklanan acil ekonomik programlar için bastırıyor. Şera, “Artık mesele ideoloji değil, mesele insanlara kalmak için bir neden, yaşamak için bir neden, inanmak için bir neden vermek. Bir işi olan her gencin radikalleşme riski daha az olacak. Okuldaki her çocuk gelecek için bir ses” dedi.

Şera, bölgesel yatırımcılarla ortaklıkların, geri dönenlere yönelik küçük işletme hibelerinin ve ‘gençler için mesleki eğitimin’ önemini vurguladı. Şera, “İstikrarlı bir Suriye nutuklarla ya da sloganlarla değil, eylemlerle inşa edilecek; pazarlarda, sınıflarda, çiftliklerde, atölyelerde... Tedarik zincirlerini yeniden inşa edeceğiz. Suriye bir ticaret merkezi olarak geri dönecek” şeklinde konuştu.

İsrail ile ilişkiler

Bu ekonomik vizyonun ardında daha derin bir vizyon var. Bir neslin kaybından sonra Suriyeliler çatışmadan yoruldu. Barışa, sadece savaşın yokluğuna değil, fırsatların varlığına da hasretler. Bass şöyle diyor: “Sohbetimizin en hassas bölümlerinden birinde Şera, Suriye'nin İsrail ile gelecekteki ilişkisine değindi. 1948'den bu yana bölgeyi rahatsız eden bu konu, her hava saldırısı, gizli operasyon ve vekalet savaşı suçlamasıyla daha da şiddetleniyor.”

ı89o
Golan'daki tampon bölge sınırında duran bir İsrail askeri (AFP)

Şera, “Açık konuşmak istiyorum. Sonsuz karşılıklı bombardıman dönemi sona ermeli. Hiçbir ülke korku ile doluyken gelişemez. Gerçek şu ki ortak düşmanlarımız var ve bölgesel güvenlikte kilit bir rol oynayabiliriz” ifadelerini kullandı.

dwert5y6
İsrail saldırılarına tepki olarak 25 Şubat'ta Suriyeli Dürziler tarafından açılan bir pankart: ‘Suveyda, Suriye'nin sırtındaki zehirli hançer olmayacak.’ (AP)

Şera, sadece bir ateşkes hattı olarak değil, karşılıklı itidal ve sivillerin, özellikle de güney Suriye ve Golan Tepeleri’ndeki Dürzilerin korunması için bir temel olarak 1974 Ayrılma Anlaşması’nın ruhuna geri dönme arzusunu dile getirdi. Şera, “Suriye'nin Dürzileri piyon değildir. Onlar vatandaştır, köklüdür, tarihsel olarak sadıktır ve yasalar çerçevesinde her türlü korumayı hak etmektedir. Onların güvenliği müzakere edilemez” dedi.

Derhal normalleşme önermekten kaçınan Şera, uluslararası hukuk ve egemenlik temelinde gelecekteki görüşmelere açık olduğunu belirtti.

Trump bir barış adamı

Belki de Trump'ın yaptığı en önemli diplomatik jest, doğrudan masaya oturma isteğiydi. Şera şunları söyledi: “Medya onun hakkında ne imaj çizerse çizsin, ben onu bir barış adamı olarak görüyorum. İkimiz de aynı düşman tarafından saldırıya uğradık. Trump nüfuzun, gücün ve sonuçların ne anlama geldiğini biliyor. Suriye'nin diyaloğu yeniden başlatabilecek dürüst bir arabulucuya ihtiyacı var. Eğer bölgede istikrara ve ABD ile müttefiklerinin güvenliğine katkıda bulunacak bir uzlaşma ihtimali varsa, ben bu diyaloğu kurmaya hazırım. Bu bölgeyi onarabilecek ve bizi adım adım bir araya getirebilecek tek kişi o.”

ferty6
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şera, 14 Mayıs'ta Riyad'da bir araya geldi. (AP)

Bass şu yorumu yaptı: “Bu sadece açık sözlülüğü açısından değil, aynı zamanda içerdiği anlamlar açısından da dikkate değer bir açıklamaydı. Yeni Suriye, barış ve tanınma arayışında alışılmadık adımlar atmaktan korkmuyor. Şera Suriye'nin sorunlarını (toplu mezarlarda bir milyondan fazla ölü, 12 milyon yerinden edilmiş insan, yaşam destek ünitesine bağlı bir ekonomi, halen yürürlükte olan yaptırımlar ve kuzeyde saklanan milisler) yumuşatarak anlatmıyor. ‘Bu bir peri masalı değil. Bu bir iyileşme ve iyileşme sancılıdır’ diyor.”


Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
TT

Mustafa el-Kazımi Irak'a hangi nedenlerle döndüğünü ve yeni dünya düzenini nasıl gördüğünü anlattı

Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)
Irak eski Başbakanı Mustafa el-Kazımi (Nur Eyyub – Al Majalla)

İbrahim Hamidi

Eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi iki yılı aşkın bir sürelik ‘savaşçı molasının’ ardından Irak'a döndü. Titiz hesaplamaları ve adımlarıyla tanınan Kazımi'nin dönüşü birçok soru işaretine ve spekülasyona yol açtı. Tüm bunlara bir de ülkesine 7 Ekim 2023'ten sonra Ortadoğu'nun büyük dönüşümlere sahne olduğu ve ABD Başkanı Donald Trump'ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşüyle dünyanın yeni bir döneme girdiği bir dönemde dönmüş olması eklendi.

Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde sürgünde gazeteci olarak çalışan Kazımi, Irak'ta, bölgede ve dünyada, müttefikler ve çatışan taraflar arasındaki geniş ilişki yelpazesiyle tanınıyor. Kazımi aynı zamanda Bağdat'taki büyük değişimin ardından iç ve dış dönüşümler, krizler ve değişimler arasında bağlantı kurabilen, sinyallerin ve değişimlerin anlamlarını okuyabilen az sayıdaki isimden biri.

Kazımi’ye Irak, Ortadoğu'daki değişimler ve yeni dünya düzeni hakkında pek çok soru sordum. Bir kısmı Londra'da gerçekleşen röportaj, 26 Mart 2025 tarihinde e-posta yoluyla yazılı olarak tamamlandı.

Kendisine Bağdat'a dönüşünün ne anlama geldiğini, seçimlere katılmayı planlayıp planlamadığını ve ne tür garantiler istediğini, ABD askerlerinin Irak’tan çekilmesini ve Irak'ta Tahran ile Washington arasındaki ilişkileri, Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra Ortadoğu’yu ve Hizbullah’ın başarısızlıklarını, ABD Başkanı Donald Trump'ın İran'a yönelik ‘azami baskı’ tehditlerini, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerini, yeni dünya düzenini, ABD, Çin ve Rusya arasındaki ilişkileri ve Arap ülkelerinin uluslararası konumunu sordum.

İşte Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı  Mustafa el-Kazımi röportajın tam metni:

*Sayın Başbakan, iki yılı aşkın bir aradan sonra Irak'a geri döndünüz. Dönüşünüz hangi sebeplere dayanıyor?

Öncelikle bana bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim. Başbakanlık görevimi tamamladıktan sonra Irak'tan ayrılmaya karar verdim. Bu kararın kendince sebepleri ve gerekçeleri vardı. Kişisel olarak böyle bir çalışma döneminden sonra bir mola vermeye ihtiyacım vardı. Sorumluluk üstlendiğim dönem sadece başbakanlıkla sınırlı değildi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın başında bulunduğum 2016 yılından görevi mevcut Başbakan'a devrettiğim 2022 yılının ekim ayına kadar uzanıyordu.

Bazı kardeşler benim ‘savaşçı molası’ verdiğimi söylediler. Bu tanımda bir miktar doğruluk payı var. Birçok görüşmede tepede durduğumu ifade ettim. Bu da bir yandan durumun takibi ve gözlemlenmesiyle karışık bir mola, diğer yandan da görüşler, fikirler ve yaklaşımlar geliştirmenin yanı sıra deneyimin değerlendirilmesi, kaydedilmesi ve belgelenmesi için çalışma anlamına geliyordu. Özellikle bölgeyi ve dünyayı kasıp kavuran değişimler aynı zamanda sükûnet ve esneklik gerektirdiğinden, mevcut koşullara ve karmaşıklıklara rağmen uygun çözümler üretmemize yardımcı oldu. Duygulara kapılmamalı ve Irak'ın, halkının ve bölgenin genel çıkarlarını gerçekleştirmek için ahlaki, insani ve ulusal değerleri korumalıyız.

Beşşar Esed rejiminin çöküşü ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak’a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor.

Bölgedeki gelişmeler ve bunların genel olarak Arap dünyasına, özelde ise Irak'a yansımaları, engellerin aşılmasına ve hesapsız maceralardan uzak bir şekilde gerçeğe hızlı bir şekilde dönülmesine katkıda bulunacak fikirleri üretmeye açık bir şekilde çalışmak ve başlatmak için beni daha fazla motive etti.

Mola bitti İbrahim Bey. Arap dünyasındaki durumun bir parçası olmaya çalışmanın zamanı geldi. Irak, bu uzlaşıdan ve bu eğilimden sapmayan bir Arap ülkesi ve bundan uzak kalamaz. Bu derinlik başka bir derinlikle yer değiştiremez.

*Önümüzdeki seçimlere katılmak için ittifaklar kurmak istediğiniz doğru mu?

Önümüzdeki seçimlere katılma, ittifaklar kurma ya da koalisyonlara katılma konusunu zamana bırakıyorum. Çok sayıda ve çeşitli seçeneklerimiz var. Vizyonumuzla örtüşen ve farklı yaklaşımları paylaşan güçler ve partilerle açık ve kesintisiz olarak iletişim halindeyiz. Bu konu halen tartışılıyor.

İki önemli noktaya değinmek istiyorum. Bunlardan birincisi, eğer önümüzdeki seçimlere katılmaya karar verirsek özellikle 2005 yılından bu yana geçmiş seçimlerde yaşadığımız tecrübeler çerçevesinde, bu seçimlerin adil olacağına ve en üst düzeyde şeffaflığa sahip olacağına dair garantiler talep ediyoruz. Daha önce pek çok zorluk, aksaklık ve haksızlık yaşandı.

cfvgthy
Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi eski Irak Başbakanı Mustafa Kazımi ile bir röportaj gerçekleştirdi (Al Majalla)

İkincisi olarak seçimlere katılalım ya da katılmayalım, iktidarda olsun ya da olmasın, hükümete ya da siyasi sisteme yakın yahut muhalif olsun herkes, ulusal ve tarihi sorumluluklarını üstlenmeli. İçinde bulunduğumuz dönem ortak yarar için, Irak'ın iyiliği için çalışmamızı gerektiriyor. Çünkü fiyasko ve başarısızlığın bedelini hepimiz, Irak ve Iraklılar ödeyecek. Ben de her zaman bundan korkuyor ve buna karşı uyarıyorum.

*ABD, askerlerini bir takvim dahilinde Irak’tan geri çekmeye karar verdi. Sizce bunun Irak üzerinde nasıl bir etkisi olacak?

Hükümetim döneminde, ABD muharip güçlerinin Irak'tan çekilmesini tamamladık, ancak belirli sayıda askeri danışmanı bulundurmaya devam ettik. Onlara güvenlik güçlerimizin bazılarını eğitme ve DEAŞ çeteleriyle mücadele edebilmeleri için gerekli tavsiye ve desteği sağlama görevi verdim.

Bu anlaşmayı ve etkilerini değerlendirme sürecinde değilim. Ancak Irak'ın Amerika Birleşik Devletleri ile olan ilişkisinin stratejik ve önemli olduğu ve bundan taviz verilemeyeceğini söylemek istiyorum. Bu ilişkiyi nasıl güçlendireceklerini ve geliştireceklerini araştırıp ABD’nin yeteneklerinden, uluslararası konumundan ve Irak'a bir devlet, kurumlar ve halk olarak hizmet etme potansiyelinden yararlanmak yetkili kardeşlerimizin görevi.

Daha önemli ve talihsiz olan bir diğer konu ise Irak halkına cehaletle birlikte ikiyüzlülüğün ihraç edilmesidir. Bir yandan ABD ile bağların koparılması çağrısında bulunurken diğer yandan gizlice ve üstü kapalı bir şekilde köprüler kurmaya ve Irak içinde ve dışında ABD’li yetkililere kimliklerini sunmaya çalışan sahte slogancılardan bahsediyorum!

*Irak’a döndüğünüzde bölge çok değişmişti. Örneğin Beşşar Esed rejimi düşmüş ve Hizbullah başarısızlığa uğramıştı. Bu durum Irak'a da yansıdı mı?

Elbette. Beşşar Esed rejiminin düşmesi ve Lübnan'da Hizbullah'ın yaşadığı gerilemenin Irak'a yansımaları olacak. Henüz fırtınanın içindeyiz, dolayısıyla bu sonuçların kapsamını ve niteliğini tam olarak kestirmek zor. Sanırım önümüzdeki birkaç ay içinde bu daha da netleşecek.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez.

En önemlisi başkalarının deneyimlerinden ders çıkarmaktır. Iraklılar olarak, başkalarıyla aynı hataları yapmamak için kendi deneyimlerimizden ve başkalarının deneyimlerinden ders almalıyız. Aynı hataları yapmak ne haklı gösterilebilir ne de kabul edilebilir. Bugünün dersi, başkalarının deneyimlerini iyi anlamak, koşulları, faktörleri ve sonuçları iyi okumak ve bir sonraki aşamayı doğru bir şekilde kurmaktır. Ancak bu şekilde daha sonra bir gerileme yaşamaktan kaçınırız. Devlete, devletin tercihine ve devletin kurumlarına inanmalıyız, çünkü herkesi koruyan onlardır, tersi değil.

*Irak ve İran arasındaki ilişkiyi nasıl görüyorsunuz?

Irak ve İran arasındaki ilişkinin, her iki ülkenin özgünlüklerine saygı göstererek ve her iki ülke için de en iyisini elde etme çabası çerçevesinde, olumlu etkileşim ve iyi komşuluk temelinde olması gerekiyor. Irak'ın iç işlerine her türlü müdahaleyi reddediyorum. Her iki ülkenin de çıkarlarını korumak için Irak'ın İran'ın arka bahçesi olmasına izin verilmesine karşıyım.

Burada, İran’daki ilgili kardeşlerimi, genel olarak bölgeye ve özelde Irak'a ilişkin vizyonlarını yeniden gözden geçirmeye ve ikili iş birliği ve iletişimde devlet ve kurum mantığını yerleştirmeye çağırıyorum.

Bölgemizde değişimler yaşanıyor. Herkesin bu değişimlere ayak uydurması gerekiyor. Herkes, bölge ülkeleri ile halklarının çıkarlarına hizmet eden iş birliği ve ekonomik entegrasyon ilkeleri doğrultusunda çalışmalı. Ancak bu şekilde güvenlik ve istikrarın temelleri atılıp hiç kimsenin çıkarına olmayan bir çatışmaya herkesi itebilecek pervasız maceralar önlenebilir.

*Devletin kontrolü dışındaki silahlar ne olacak?

Silahlar devletin kontrolü dışında olduğu zaman Irak öldü demektir. Uluslararası toplum ve bölgesel komşular, devletin, devlet kurumlarının ve halkın iradesi olmaksızın savaşa ve barışa karar verme konusunda risk almaya ve ileri gitmeye hazır taraflara ve milislere sahip bir devletle uğraşmamaları konusunda uyarıyor.

Ne yazık ki, Irak'taki silahlar sınırların dışından kararlaştırılmış ve Irak'ın oyun sınırlarını aşan anlaşmaların bir parçası olarak birçok kez kullanılmıştır. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD karşıtı sloganlar atanlar, ABD’nin hükümetle koordineli olarak bulundurduğu askerlerini ‘işgal’ olarak değerlendirirken, devlet ve hükümet bu askeri varlığı dünyanın en güçlü askeri gücüyle güvenlik iş birliği ve stratejik ortaklığın bir parçası olarak görüyor.

Bu çelişkiyi nasıl açıklayabiliriz? Daha önce de söylediğim gibi, Irak halkının kasıtlı olarak cehaletiyle birleşen bir ikiyüzlülük var ve bu onlara çok pahalıya patlayacak. Çünkü halk artık gerçekleri ayırt edebiliyor.

*Pekin’deki anlaşmanın zeminini hazırlayan Suudi Arabistan-İran görüşmelerinin Bağdat’ta yapılmasında rol oynadınız. Üzerinden geçen iki yılın ardından anlaşmayı nasıl görüyorsunuz?

Bu görüşmeler karşılıklı iyi niyetlerle yapıldı. Irak, coğrafi konumu, yakınlığı ve iki komşusuyla da olan etkileşimi sayesinde bunun görüşmelere uygun ve elverişli bir zemin hazırlayabildi. Müzakerelerin sayısı beş tura ulaştı. Bu turlarda iki taraf arasında açıklık ve şeffaflık ön plandaydı. İki taraf arasında çözüm bekleyen konuların çoğu ele alındı. Irak, aradaki boşlukları doldurmaya istekli bir arabulucu olabildi, fakat -açıkça söylemek gerekirse- Irak bu tür görüşmelerin sonuçlarının garantörü olamaz. Bu tür görüşmelerin bölgesel değil, uluslararası bir garantöre ihtiyacı olduğu bir gerçek. Çin de her iki tarafa görüşmenin sonuçlarının garantörü olmayı önerdi.

7 Ekim'den önceki bölge ile sonraki bölge aynı değil. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel sistemde de büyük değişimler yaşandı.

Bölgemizde yaşanan onca şeyden sonra, bu diyaloğun bazılarının zaman kazanmak ve bir aşamayı geçmek için kurduğu geçici bir diyalog olarak değil, yeni bir strateji ve herkese olumlu yansıyacak farklı bir bölgesel yaklaşım için temel bir diyalog olarak görülmesini umuyorum. Ben halen her iki tarafta da iyi niyetin var olduğuna ve bu anlaşmayı geliştirme potansiyelinin bulunduğuna inanıyorum.

*Irak İran'ın komşusu. Trump İran'a ya azami baskı uygulayacağını ya da bir anlaşma yapacağını söylüyor. Siz bunu ve Irak üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başkan Trump, ABD'nin hasımlarına karşı azami baskı politikası uyguluyor. Bu bağlamda İran'a baskı uyguluyor ve davranışlarını değiştirmeye zorlamak için güç kullanma tehdidinde bulunuyor. Ancak bu politikayı daha tehlikeli kılan en temel değişken, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Ortadoğu'da yaşanan büyük çalkantıların ortasına denk gelmesidir. Bu durum, iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırırken bir yandan İran-Irak ilişkilerinin diğer yandan da ABD-Irak ilişkilerinin seyrini doğrudan etkiliyor.

fergt
ABD Başkanı Donald Trump, 2020 yılında ilk başkanlık döneminin sonlarında dönemin Irak Başbakanı Mustafa el-Kazımi'yi Beyaz Saray'da ağırladı (AFP)

Washington ve Tahran arasındaki gerilimin niteliği ne olursa olsun, Irak'ın menfaati bunun olumsuz yansımalarını kontrol altına almayı ve iki taraf arasında diyalog kanalları açabilecek etkin bir rol sahibi olmasını gerektiriyor. Aynı durum, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Katar gibi bölge ülkeleri için de geçerli.

Irak, ABD-İran çatışmasının somut jeostratejik ve tarihi gerçeklerine en fazla cevap veren ülke konumunda olduğundan bu boşluğu doldurmada ve perspektifleri yakınlaştırmada yapıcı bir rol oynamayı hak ediyor. Irak'ın, temel çıkarlar, ulusal güvenlik ve Arap derinliği olmak üzere bu üç temele dayanan dengeli bir vizyon temelinde değişikliklere uyum sağlama yeteneğine sahip olması da önem taşıyor.

Öte yandan İran’daki kardeşlerimizi bölgedeki, özellikle de Irak'taki deneyimlerini değerlendirmeye ve koşulları tek tarafın yararına kullanmak yerine çözümü düşünmenin ve çözüm bulmanın yanında komşularla ilişkilerde devlet ve kurumları kavramına geçmeye ve devrim fikrini kendi sınırlar içinde tutmaya ve onu ihraç edip orada burada sorun yaratmamaya dayalı kapsamlı bir vizyon geliştirmeye çağırıyorum.

*7 Ekim 2023 olaylarının ardından yeni bir bölgesel düzenin şekillenmekte olduğundan bahsediliyor. Siz bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bölgenin 7 Ekim öncesiyle sonrasında aynı olmadığı kesin. Sadece çatışmaların yaşandığı coğrafyada değil, bir bütün olarak bölgesel düzende de büyük dönüşümler yaşandı. Ancak tamamen yeni bir bölgesel düzenden bahsetmek için henüz çok erken.

Bölgedeki tüm aktörler yaşananları objektif ve cesur bir şekilde yeniden okumalı. Uzun süreli savaşların ardından zayıflık dengelerine dayalı bir stratejik alana girmek yerine bölge halklarının çok boyutlu ve çoğulcu çıkarlarıyla uyumlu bir siyasi bütünleşme mantığı oluşturmak üzere bazı dersler ve ibretler çıkarmalı. Bölgedeki bazı ülkelerin tanık olduğu ekonomik-kalkınma rönesansının temeli olarak her zamankinden daha acil hale gelen siyasi-güvenlik istikrarını tesis etmek için gerçekçilik ve dengeli sorumluluğu harmanlayan stratejik seçeneklere açık olmalı.

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Bölge ülkeleri arasında iş birliği, etkileşim ve ağ oluşturma alanları yaratmak ve küresel düzeyde ekonomik varlıklarını arttırmak için gerçek bir fırsatla karşı karşıyayız. Bu da çeşitli güçlerin inandığı, kendini dayatabilecek yeni bir gerçeklik üretebilecek yeni bir yaklaşım gerektiriyor.

Irak’ın devlet, hükümet, kurumlar ve aktif güçleri bunu dikkatle okumalı.

*Tüm bunlar Trump'ın ikinci başkanlık döneminin başlarında gerçekleşiyor. Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve bölgemiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Trump’ın ikinci dönemi, birinci döneminden farklı değil. Ortadoğu'ya yönelik dış politikası ilk dönemindeki politikasının bir uzantısı. Yine “Önce Amerika” ilkesiyle yola çıkıyor. Ekonomiye öncelik veriyor ve savaşa başvurmadan düşmanlarını kontrol altına almayı amaçlayan ‘baskıcı güç’ stratejisine çerçevesinde düşmanlarına karşı azami baskı politikasını izliyor. Trump yönetiminin yeni politikası ve uygulamaları temelde 7 Ekim sonrası yaşanan önemli gelişmelerin bıraktığı siyasi iklim ve stratejik dönemeçlerden dolayı farklılaşıyor. Bu da bölgedeki denge haritasının yeniden çizilmesi için ABD'nin aktif ve yoğun olarak katılım göstermesini gerektiriyor.

Burada, ABD'nin uluslararası arenada ve önemli meselelere yönelik politikasının Trump’ın şahsına indirgenemeyeceğini belirtmemiz gerekiyor. Bu konuda temelde belirleyici olan ABD'nin bölgedeki ve dünyadaki çıkarlarını ve ABD ulusal güvenliğinin korunmasını dikkate alan derin kurumsal yapısıdır.

Bu kritik tarihi anda, bölgede barışı ve istikrarı sağlamak için ABD ile olgun bir stratejik ortaklık üzerinde düşünmeli ve bu tür bir iş birliğini kalkınma ve ilerleme yollarına hizmet etmek ve nesillere gelecek vaat eden bağlamlar oluşturabilecek yaratıcı fırsatlar sağlamak için kullanmalıyız.

*Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile anlaşmaya varmak ve Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile rekabet etmek istiyor. Üç ülke arasındaki ilişkileri ve bunların dünya üzerindeki etkilerini nasıl okuyorsunuz?

Son otuz yıl, uluslararası sistemi Soğuk Savaş'ın gerçeklerine ve Sovyetler Birliği'nin çöküşüne uygun perspektifler temelinde şekillendirmeye yönelik yoğun girişimlerin yaşandığı bir dönem oldu.

Ancak bu rekabet tek kutuplu sistemde köklü bir değişikliğe yol açmadı. Uluslararası sistemin bu tek kutuplu yapısını değiştirme girişimleri, başta Çin ve Rusya olmak üzere, uluslararası arenadaki yerlerini ve rollerini yeniden kazanmaya çalışan ve özellikle jeostratejik etki alanlarında ABD’yi zayıflatmaya çalışan bazı uluslararası güçlerin ana hedeflerinden biri oldu ve olmaya devam ediyor.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik değişimler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya.

ABD için Çin, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) Direktörü William Burns'ün de belirttiği gibi, ‘21. yüzyılın en önemli jeopolitik tehdidini temsil ediyor’. Bu yüzden ABD vizyonu ve bundan kaynaklanan stratejiler ve taktikler açısından Rusya'dan farklı. Washington, küresel ekonomik dümene liderlik etmek için kızışan güç yarışında en tehlikeli rakip olarak Pekin ile karşı karşıya. Her ikisi de uluslararası sistemin doğasını yeniden tanımlamayı ve onu hem ekonomik hem de askeri açıdan çok kutuplu bir kimliğe taşımayı hedeflediğinden, ABD'nin tek taraflılığına karşı koymak Çin-Rusya ilişkilerinin en önemli ayağını oluşturuyor.

Rusya-Ukrayna savaşı ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından, uluslararası piramidin tepesine doğru çıkmaya başlayan Rusya'nın, ABD'nin dünya düzeni liderliğine tehdit oluşturan uluslararası bir güç olmaktan ziyade uluslararası boyutu olan bölgesel bir güç haline geldiğini söyleyebiliriz. Gerçekte ABD, Rusya-Çin stratejik ittifakı ile çatışma halkalarını dağıtmayı başardı. Washington, ABD’ye karşı giderek büyüyen bir tehdit olarak gördüğü Çin'i kuşatmayı amaçlayan stratejilerine kendini adama fırsatı buldu. ABD yönetimi, bu bakımdan pusulayı Çin'in yükselişini engellemeye çevirmek için bölgede ve uluslararası alanda meşgul olduğu arenaları azaltmaya çalışıyor. Dolayısıyla, ABD'nin Rusya-Ukrayna çatışmasını sona erdirme girişimi ve Trump'ın Putin ile yakınlaşması, Trump'ın ‘şahsi diplomasi’ ilkesine olan inancına, yani Putin ve Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile şahsi bağlantılar kurarak Rusya ve Kuzey Kore ile çelişkileri yönetme ve onları dizginleme çabasına ek olarak anlaşılabilir.

dfergty
Kazımi Londra'da Al Majalla Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’ye röportaj verdiği sırada (Nur Eyyub – Al Majalla)

Trump, küresel ekonominin dümenine geçmek isteyen Çin’i engelleyecek kararlı adımlar atmak için zamana karşı yarışıyor. Çünkü ABD'yi büyük zorluklardan kurtarıp sürdürülebilir fırsatlara ulaştırmayı başaran istisnai bir lider olarak tarihe geçmek istiyor.

*Yeni dünya düzenine nasıl bakıyorsunuz?

ABD, teknolojik, ekonomik, kültürel, askeri ve diplomatik olmak üzere çeşitli alanlarda üstünlüğünü korumaya çalışarak, uluslararası kurumlara ve Varşova Paktı'nın dağılmasından sonra uluslararası arenada tek başına kalan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü'ne (NATO) liderlik ederek ve başta Çin ve Rusya olmak üzere potansiyel rakiplerinin bir süper güç seviyesine yükselmesini engellemeye çabalayarak uluslararası sistem üzerindeki liderliğini sürdürmenin yollarını arıyor.

Günümüzün akışkan ve karmaşık dünyasında, uluslararası haritayı basit kavramlara indirgemeyen çok boyutlu bir okumayı tercih ediyorum.

ABD, özellikle dünyanın tanık olduğu jeopolitik ve ekonomik dönüşümler çerçevesinde uluslararası arenadaki gücünün ve liderlik rolünün geleceğiyle ilgili bazı zorlukla karşı karşıya. Bundan dolayı gücün artık tek bir kutbun elinde toplanmadığı, ancak üç boyuta bölünmüş bir modele göre dağıtıldığı ve böylece birden fazla gücün aynı anda etkileşime girdiği söylenebilir.

ABD, gerek bütçe gerek teknoloji gerekse dünyanın dört bir yanında sahip olduğu askeri üsler bakımından olsun askeri güç açısından açık ara tek taraflı hakim güç olmaya devam ediyor. ABD'nin askeri üstünlüğü Washington'ı eşsiz bir konuma oturtuyor. Ancak yükselen güçleri, özellikle de sessiz ve derinden devasa silah cephanelikleri geliştirmeye ve geçtiğimiz yüzyıldaki Sovyetler Birliği'nden farklı olarak ABD’nin gücüyle rekabet edebilecek bir askeri yapı inşa etmeye çalışan Çin'i izlemesi ve takip etmesi gerekiyor.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor.

Ekonomik güç düzeyinde, on yılı aşkın bir süredir ABD, Avrupa Birliği (AB), Çin ve Japonya gibi büyük ekonomik güçler arasındaki hararetli rekabet başta olmak üzere çok kutupluluk yönünde bir tablo çiziliyor. Buna yansımaları ve etkileri nedeniyle uluslararası arenada büyük önem kazanan Hindistan ve Brezilya gibi yeni oyuncular ekleniyor.

Burada dikkat edilmesi gereken üçüncü bir boyut daha var. O da ulus ötesi ilişkilerle ilgili boyuttur. Geleneksel anlamda devletleri temsil etmeyen geleneksel olmayan güçler bu boyutta etkileşime girer ve bu boyutta ulus ötesi terörizm, uluslararası suç ve siber güvenlik gibi zorluklar ortaya çıkar. Salgın hastalıklar ve iklim değişikliği gibi tüm insanlığın karşı karşıya olduğu ortak sorunlar uluslararası iş birliği yapılmasını gerektirdiğinden tek bir güç tarafından ele alınamamalı. Bu boyutta güç, çok çeşitli ölçeklere dağılmış olup, tek kutupluluk ya da çok kutupluluk kavramlarını, uluslararası gerçekliğin ve mücadelelerinin karmaşıklığını tanımayan basit bir kavram haline getiriyor.

*Arap ülkelerinin bu küresel sistemdeki konumlarını, rollerini ve katkılarını nasıl görüyorsunuz?

Arap dünyasının engin potansiyeline, bol kaynaklarına ve zengin medeniyet mirasına yakışacak şekilde küresel sahnede anlamlı bir etki kazanmasının en etkili yolu Arap entegrasyonu projesidir. Bu proje, çabaları birleştirecek, içerideki çelişkileri yapıcı bir farkındalıkla yönetecek ve Arap siyasi dokusunu yeniden yapılandırmak ve Arap dünyasının küresel meseleleri şekillendirmesine izin verebilecek muazzam enerjisini ortaya çıkarmak için gizli yetenekleri kullanacak. Bir süre önce, bölgemizi etkileyen kronik krizleri aşmak üzere tasarlanmış bir girişim olan ‘Yeni Levant (Maşrık) Projesi'ni önermiştim. Bölgenin çıkmaza girmiş gerçekliğine meydan okuyan Yeni Levant Projesi, maceracı ya da gerçekçi olmayan bir vizyon sunmaktan ziyade gerçekliğin akışkanlığına ve karmaşıklığına ayak uyduran, dönüşümün üretilmesine olanak tanıyan bir öneridir. Proje, bölgedeki kilit oyuncular olan Irak, Mısır ve Ürdün arasında stratejik ve yapıcı bir entegrasyon öngörüyor. Irak zengin doğal kaynaklara, Mısır büyük bir nüfusa ve önemli bir endüstriyel uzmanlığa, Ürdün ise önemli bir jeostratejik konuma sahip. Bu özelliklerin hepsi, bölgede kendi kabiliyetlerine dayalı yeni bir rota çizmek ve kendine daha fazla inanan ve yapısal ilerleme için dayanışmanın gerekliliğine daha fazla ikna olmuş bir bilinci yeniden üretebilecek hayati bir model oluşturmak için her ülkenin güçlü yanlarından karşılıklı olarak faydalanmak üzere iş birliği yapmak üzere bir araya getirilebilir.

Yeni Levant Projesi, ne yazık ki bölgesel söylemlerimizin çoğunda pratikten ziyade retorik bir değer haline gelen entegrasyon ilkesine yaptığı vurguyla öne çıkıyor.

Böyle bir projenin özellikle Körfez İşbirliği Konseyi’ndeki (KİK) kardeşlerin vizyonunu tamamlayacağını ve ortak Arap eylemine dayalı yeni bir Ortadoğu inşa etmek için ufuklar açabileceğini ve gerçek fırsatlar yaratabileceğini düşünüyorum.

Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkelerinin kalkınma deneyimleri cesaret verici olmanın da ötesinde, küresel düzeyde sıçramalar ve sınırlar çiziyor. Bu da kardeş Arap ülkeleri tarafından desteklenecek bir projeyle ilerlemek için bir teşvik ve motivasyon oluşturuyor. Çünkü ortak çıkarlar bu tür bir gücün engellenmesini değil, yükselmesini gerektiriyor. Bu güç, daha güvenli, gelişmiş ve ileri bir stratejik ortam yaratma ve sadece stratejik kısırlık üreten çatışma alanlarını boğma çerçevesinde etkili ve verimli ekonomik, siyasi ve güvenlik dinamiklerine dayanıyor. Bu da Arap dünyasını, küresel sahnede öne çıkan eylemin sadece bir alıcısı olmanın ötesine taşıyıp uluslararası dönüşümlerin oluşumuna daha fazla dâhil ediyor.