Lübnan’da yoksulluk artıyor

Lübnan lirasının değerindeki rekor düşüşün ardından orta sınıfın yaşam şartları daha daa kötüleşiyor.

Alım gücü azalan Lübnanlılar, Ramazan Ayı’nda en fazla talebin olduğu tatlıları dahi artık satın alamıyor. (Reuters)
Alım gücü azalan Lübnanlılar, Ramazan Ayı’nda en fazla talebin olduğu tatlıları dahi artık satın alamıyor. (Reuters)
TT

Lübnan’da yoksulluk artıyor

Alım gücü azalan Lübnanlılar, Ramazan Ayı’nda en fazla talebin olduğu tatlıları dahi artık satın alamıyor. (Reuters)
Alım gücü azalan Lübnanlılar, Ramazan Ayı’nda en fazla talebin olduğu tatlıları dahi artık satın alamıyor. (Reuters)

Sebze hallerinin kalabalık ve insanların ihtiyaçlarını karşılamak için var gücüyle çalıştığı Trablusşam şehrinde bir hayır kurumundan yardım isteyen aile sayısı son dönemde 5 binden 20 bine yükseldi.
Hayır kurumunun yöneticisi Suad Şehita, Şarku’l Avsat’a şu açıklamalarda bulundu:
“Trablusşam’da ihtiyaçlar çok hızlı bir şekilde hız kazandı ve bağışlarımızı artık kısa bir süre öncesine kıyasla yüzde 80 oranında artırmamız gerekiyor. Son aylarda, liranın değeri sert bir şekilde düşmeden önce yardıma ihtiyacı olmayan öğretmenler, çalışanlar ve taksiciler gibi farklı sosyal sınıflar artık yardım ister hale geldi.”
Krizden önce Lübnan’ın en yoksul şehri olan Trablusşam’da yoksulluk artıyor ve yardımlar giderek azalıyor. Ramazan’daki geleneksel süslemeler bile artık yapılmıyor ve Ramazan kutlamaları sade ve solgun görünüyor. Tatlıları ile öne çıkan bu şehirde, tatlı almak pek çok kişi için ulaşılmaz bir lüks haline gelirken kuzey bölgelerinin farklı yörelerinden Ramazan Ayı boyunca gelenlerin uğrak noktası olan mekânların solgun ve ışıltısını kaybetmiş olduğu fark ediliyor. Ancak başta Attarine sebze hali olmak üzere tarihi pazarlardaki kalabalık, alımların azaldığı gerçeğini yansıtmıyor.
Başka bir hayır kurumunun ofisleri ise gün boyu yardım arayanların akınına uğruyor. Bunlardan birine gelen bir öğretmen maaşı yetmediği için ağlıyor. Asık suratlı bir adam bir bidon benzin almak için yardım istiyor. Hüzünlü yüz hatları herkeste aynı. Ayrıca karanlıktan şikayet edenler, elektrik aboneliği için az miktarda para isteyenler ile çocuk bezi ve bir kutu süt isteyen kadınlar da var. Hayır kurumunu başkanı Maha el-Atassi el-Cisr duruma dair şunları söyledi:
“Fiyatlar çılgınca yükseldikten sonra büyük bir sefalet yaşıyoruz. Sorun artık sadece yoksulları ilgilendirmiyor, yardım almak için yardım kuruluşlarının önüne gelmeye alışkın olmayan ailelerin çocuklarına kadar uzanıyor. Ev tipi gazın yüksek maliyeti nedeniyle evde yemek pişiremeyen yeni grupları görüyoruz. Bu da büyük bir sorun. Günde yaklaşık 80 aileye yemek dağıtıyoruz.”
İhtiyaç artsa da önceki yıllarda 500 aileye yemek pişiren dernek, diğer oluşumların da yaptığı gibi çeşitli alanlardaki yardımlarını azalttı. Cisr konuya dair şu açıklamada bulundu:
“Bankaların durumu ve Lübnan’a yapılan transferlere uygulanan şartların yanı sıra akrabalarımız ve arkadaşlarımızdan finansmana katkıda bulunan kişilerin olduğu ülkelerde de ekonomik krizlerin olması sebebiyle sorun yaşanıyor.”
Maha el-Atassi el-Cisr, yardımın çeşitli yerlerden sağlanması, dernekler arasında koordinasyon bulunmaması ve devlet yardımından, derneklerin veya kurumların yardımından yararlananların adlarını gösteren birleşik verilerin bulunmamasının, bazı kişilerin birden fazla taraftan yardım almasına yol açtığını vurguladı.
Trablus’taki acıyı tarif etmek zor. Bir süpermarkette çalışan Ebu Riyad, Ramazan Ayı’nın başlamasıyla birlikte çılgın bir sıçrayışla 1 doların değerinin 100 bin Lübnan liraya ulaşmasının ardından yaşanan durumu şöyle aktardı:
“Devam etmemiz imkansız. Patates bile alamıyoruz çünkü bir kilo fiyatı 50 bine ulaştı. Benim gelirim günlük 250 bin lira. Bu, ekmek ve biraz dahi olsa sebze almaya bile yetmiyor.”
Riyad, bir bebeğin de bulunduğu beş kişilik ailesinin bazen sadece ekmek yemek zorunda kaldığını vurguladı.
Yardımlar konusu oldukça kaotik bir durumda ve her taraf anlaştıkları şekilde çalışmaya devam ediyor. Emekli babası ve annesiyle yaşayan yardım kuruluşun çalışanı 25 yaşındaki Diana şu açıklamada bulundu:
“Krizden önce işim kritik önemde değildi. Ablam evlenmeden önce evde dört kişiydik. Babamın emekli maaşı bize yetiyordu. İki arabamız vardı ve anneme bir kadın yardım ediyordu. Artık her şey değişti. Şartlarımız değişti, arabaları sattık, yardımcı kadından vazgeçtik ve temel olan şeyleri bile hayatımızdan çıkardık. Üç ayda bir zar zor et veya tavuk alabiliyoruz. Sebzelerle, domatesle ve salatalıkla yetinip marul ve lahanadan, hatta çoğu zaman satın alamadığımız soğan ve sarımsaktan bile vazgeçiyoruz.”
Diana, kilosu 1 milyon 200 bin liraya (yaklaşık 10 dolar) ulaşması nedeniyle ayrıcalıklı hale gelen et hakkında “Alırsak birçok şeyden vazgeçmiş oluruz” dedi. Diana sözlerini şöyle sürdürdü:
“Meyvelerden ise fiyatı artan muzları değil, portakalları alıyoruz. Bazı insanlar halen bolluk zamanında biriktirdiklerini harcıyorlar ama elimizdeki az miktarda para da tükeniyor. Sakladığımız son şey annemle babamın evlilik yüzükleriydi. Hastalık durumunda kullanmak üzere onları elimizde tutmak istedik ama satmak zorunda kaldık ve artık hiçbir şeyimiz yok. Bu hayata alışamadık. Uyum sağlayamayacağız. Kimse buna dayanamaz ama sabırlıyız ve durumun değişmesini bekliyoruz.”
Hastanede çalışan ve tüm altınını satmak zorunda kalan Fatıma el-Hasan’ın durumu da aynı ancak bunun yanı sıra kadın krizden önce, maaşı lirayla olmasına rağmen dolar ile aldığı evinin taksitlerini ödemek için borçlanıyor. Beş çocuğu olan Fatıma ve kocasının geliri ayda 10 milyon lirayı (100 dolardan az) geçmiyor. Fatıma el-Hasan duruma dair şu açıklamayı yaptı:
“Sosyal İşler Bakanlığı’ndan yardım almaya çalıştım ama olmadı. Birçok kişiyle görüştüm, yeni isim kaydetmediklerini söylediler. Yurt dışında bana yardım edecek akrabam yok. Burada bizi zaman zaman hatırlayan bazı akrabalarım olmasaydı durumumuz gerçek bir felaket olurdu.”
Fatıma biraz elektrik alabilmek için mümkün olan en az aboneliğe başvurdu. Bir restoranda çalışan Um Rami’nin de durumu aynı. Ayda 25 dolar ödediği evinde bir lamba ve bir TV için yeterli olan elektrik miktarı ile yetiniyor. Um Rami “Elektriğin olmaması beni günlük olarak yiyecek almaya ve günlük yemek yapmaya zorluyor. Çünkü buzdolabı olmadan ertesi gün için yiyecek saklayamam” diyerek bunun daha pahalı maliyetler ve daha büyük ıstırap anlamına geldiğini aktardı.



PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.


Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
TT

Suriye Savunma Bakanlığı: SDG ile çıkan çatışmada iki asker hayatını kaybetti

Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)
Deyrizor'daki SDG milisleri (Arşiv – Reuters)

Suriye Savunma Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada, dün akşam Rakka kırsalında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile çıkan çatışmalarda iki askerin öldürüldüğünü duyurdu.

Suriye devlet televizyonu dün akşam, SDG'nin bölgedeki Suriye ordusu mevzilerine sürpriz bir saldırı düzenlemesinin ardından Rakka'nın doğusundaki Ma'adan şehri civarında şiddetli çatışmaların çıktığını bildirdi. Kanal, SDG'nin bölgedeki ordu mevzilerini hedef almasının ardından ordu topçularının SDG'nin ateşine karşılık verdiğini de ekledi. SDG ise güçlerinin DEAŞ unsurlarının Rakka'nın doğusundaki Ganem el-Ali çölünde bulunan mevzilerine insansız hava araçları (İHA) fırlatmak için kullandıkları bir dizi mevziyle mücadele ettiğini söyledi. SDG tarafından yapılan açıklamada, “Bölge, bu hafta Şam hükümetine bağlı gruplar tarafından bir dizi saldırıya maruz kaldı. Bu saldırılar, terörist saldırılarını gerçekleştirmek için bu bölgeleri kullanan DEAŞ unsurlarının faaliyetleriyle paralel olarak gerçekleşti” denildi. SDG, ‘Suriye'nin kuzey ve doğusunu meşru bir şekilde savunmaya ve sivilleri hedef alan her türlü terörist tehdidi önlemeye’ kararlı olduğunu vurguladı.

Bu hafta başında SDG, doğu Rakka'da Suriye hükümeti gruplarının saldırısını engellediğini duyurmuş ve çatışmanın tırmanmasını önlemek için orantılı bir yanıt verildiğini belirtmişti.

SDG, Suriye'nin kuzey ve doğusunun büyük bir bölümünü kontrol ediyor.

Suriye Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra geçen ay, başkent Şam'da SDG lideri Mazlum Abdi ile görüştüğünü ve ülkenin kuzey ve kuzeydoğusundaki tüm cephelerde ve askeri konuşlanma noktalarında derhal kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaştıklarını söyledi.


İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
TT

İsrail'in Gazze'nin güneyine düzenlediği hava saldırısı sonucu 3 kişi hayatını kaybetti, 15 kişi yaralandı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta bulunan Nasır Hastanesi'nde İsrail saldırısı sonucu hayatını kaybedenlerin cenaze namazını kılan Filistinliler (Reuters)

İsrail savaş uçakları, Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'un doğusuna hava saldırısı düzenlerken, sivil savunma ekipleri kanlı bir günün ardından bölgeden üç ceset çıkardı ve 15 yaralıyı tahliye etti.

Filistin Enformasyon Merkezi, ‘işgal uçaklarının bu sabah erken saatlerde Han Yunus'un doğusunda, ağır topçu bombardımanı ile eşzamanlı olarak birkaç hava saldırısı düzenlediğini’ bildirdi.

Gazze Şeridi'ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü, ‘işgal güçlerinin Han Yunus'un doğusundaki Beni Suheyla bölgesinde bir evi bombalamasının ardından üç şehit çıkarıldığını ve 15 yaralı tahliye edildiğini’ duyurdu.

Gazze Şeridi'ndeki hastanelerin sağlık kaynakları dün, ‘İsrail ordusunun 10 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasını açıkça ihlal ederek, Gazze ve Han Yunus şehirlerinde 17'si çocuk ve kadın olmak üzere 28 kişiyi öldürdüğünü’ bildirdi.

Hamas Sözcüsü Hazım Kasım bugün yaptığı açıklamada, İsrail’i Gazze anlaşmasını ihlal etmekle suçladı. Kasım, İsrail’in aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu çok sayıda kişiyi öldürdüğünü ve yaraladığını belirterek, Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi bu ‘ihlalleri’ derhal durdurmak için harekete geçmeye çağırdı.

Kasım, İsrail ordusunun ‘anlaşmanın varlığına rağmen Gazze’de büyük bir katliam gerçekleştirdiğini’ ve bu tutumun, İsrail hükümetinin arabulucular ve garantör ülkeler nezdindeki açık saygısızlığını yansıttığını söyledi. Kasım ayrıca, bu ülkelerin işgalci güçlerin Gazze’ye yönelik saldırılarını durdurmakta yetersiz kaldığını ifade etti.

dwef
İsrail'in düzenlediği hava saldırısının gerçekleştiği bölgeyi inceleyen Filistinliler (Reuters)

Kasım, “Şarm eş-Şeyh'te anlaşmayı imzalayan tüm tarafları, özellikle Mısır, Katar, Türkiye ve ABD'yi, sorumluluklarını yerine getirmeye ve işgalin saldırganlığını ve Gazze'deki savaşı sona erdirmek için yapılan anlaşmanın ihlallerini durdurmak için acil önlemler almaya çağırıyoruz” dedi.