Suudi Arabistan’ın İsrail’le normalleşme şartları neler?

Filistin Yönetiminin kafası karışmış görünüyor ve Arap-İsrail ilişkileri ortamında meydana gelen dönüşümler konusunda hiçbir şey yapamıyor

Andrei Cojocaru
Andrei Cojocaru
TT

Suudi Arabistan’ın İsrail’le normalleşme şartları neler?

Andrei Cojocaru
Andrei Cojocaru

Macid Kiyali

ABD’nin eski Başkanı Donald Trump'ın Arap ülkelerini İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye davet etmesinden ve üç yıl önce onlarla bu tür anlaşmalar imzalamasından bu yana (Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Fas ve ardından Sudan), daha önce ilişkiler kuran ülkelere eklenen (Mısır ve Ürdün, tabii ki Umman Sultanlığı ve Filistin Yönetimi'ne ek olarak), dikkatler, ABD'nin özellikle önceki ve mevcut ABD yönetimleri altında sarf ettiği çabalara rağmen, bu çerçevenin dışında kalmayı tercih eden Suudi Arabistan'a çevrildi.

Suudi Arabistan Yönetimi’nin şu ana kadar bu yola girme konusundaki isteksizliği çeşitli nedenlere bağlanabilir; bunlardan en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:

1. İsrail'in küstahlığı ve Arap çevrelere, özellikle de Filistinlilere yönelik haklar da dahil olmak üzere herhangi bir hak sağlamayı reddetmesi ve onların haklarına ilişkin adaletsizliklerine rağmen 1993 Oslo Anlaşmalarını reddetmesi.

2. Geçmiş deneyimin başarısızlığından ders almak, İsrail'in ‘Suudi Arabistan Girişimi’ olarak bilinen ve çekilme karşılığında normalleşmeyi öngören ve Arap Zirvesi (Beyrut 2002) tarafından kabul edilen Arap Girişimi'ni reddetmesi.

3.Suudi Yönetiminin, Suudi Arabistan'ın gelişmiş Amerikan silahlarına erişmesine mani olan engellerden duyduğu hayal kırıklığı ve endişe.

4. Suudi Arabistan’ın, İran'ın, Yemen'den Arap Yarımadası'ndaki ülkelere kadar daha fazla ülkede yayılmış mezhepsel milisleri ve nükleer ve füze gücü elde etme çabaları gibi bölgedeki tehditlere karşı ABD'nin kayıtsızlığından endişe duyması, bunun da ABD'nin dostlarını terk ettiğine işaret etmesi.

İsrail'in küstahlığı ve Arap çevrelere, özellikle de Filistinlilere yönelik haklar da dahil olmak üzere herhangi bir hak sağlamayı reddetmesi ve onların haklarına ilişkin adaletsizliklerine rağmen 1993 Oslo Anlaşmalarını reddetmesi.

Ancak, ABD'nin Suudi Yönetimine yönelik çabaları o zamandan beri durmadı. Hatta Başkan Joe Biden yönetimi, onu Ortadoğu'daki politikalarının en üst sırasına koydu ve son dönemde yönetim yetkilileri ile Suudi liderliği arasında yapılan görüşmelerin merkezinde yer aldı. Bu dosya, Özellikle İsrail'in şu anda içinde bulunduğu kriz ve Başkan Biden ile ilişkisindeki gerginlik göz önüne alındığında İsrail siyasetinde, İsrail gazetelerinin tartışmalarında ve makalelerinde günlük bir konuşma konusu haline geldi.

İsrail - Suudi Arabistan ilişkileri

Aslında, İsrail'in mevcut hükümeti, kuruluşundan bu yanaki en aşırılık yanlısı hükümet olarak tanımlanıyor. Bu hükümet, Suudi Arabistan'ı kendisiyle normalleştirmeye çekmeye büyük önem veriyor. Bu adım, İsrail'in içinde bulunduğu krizin ortasında, sağcı ve dindar partilerden oluşan koalisyon hükümetinin kurulmasından bu yana İsrail için çok önemli bir koz olacak. Bu hükümet, İsrail siyasi sisteminde bir tür devrim yaratmaya çalışıyor. Ayrıca, iki taraf arasındaki gerginlik göz önüne alındığında böyle bir adım, ABD yönetimiyle arasındaki buzları eritebilir.

Andrei Cojocaru
Andrei Cojocaru

Ayrıca Suudi Arabistan'ın Arap ve İslam dünyasında sahip olduğu merkezi konumla ilgisi de bir başka nedeni oluşturuyor. Uluslararası önemi ve ekonomik gücü göz önüne alındığında, Suudi Arabistan, 2022 yılı için gayrisafi yurt içi hasılası (1,1 trilyon dolar) ve ihracat değeri (410 milyar dolar) açısından dünyanın en güçlü ekonomik güçlerinden biri haline geldi. Ayrıca, muazzam petrol zenginliğine sahip ve geçen yılki 75 milyar dolarlık harcamasıyla askeri harcama açısından beşinci sırada yer alıyor.

Ancak, bu gerçekler ile sınırlı kalmadı. İsrail, bu kez, normalleşme için şartlar öne süren bir ülke ile karşı karşıya buldu kendini. Bu şartlar hem İsrail'in hem de ABD'nin yerine getirme taahhüdünü gerektiriyor. Bu, İsrail'in önceki Arap devletleri ile normalleşme deneyimlerinde alışkın olmadığı bir gelişme. Çoğu Arap ülkesinin, İsrail'in kuruluşundan (1948) bu yana, farklı şekillerde de olsa, sessiz veya fiili bir normalleşme içinde olduğu doğru olsa da özellikle 1967 Haziran Savaşı'ndan sonra, varlığına karşı savaştan (en azından sözde), işgal ettiği Arap topraklarına karşı savaşa geçişle, İsrail'in varlığını kabul ettiği anlamına geliyor.

Normalleşme şartları

İsraillileri en çok ilgilendiren, İsrail ve ABD'nin Suudi Arabistan ile normalleşme şartlarının tek bir paket olması ve bunun bilinen normalleşme deneyimlerinden farklı bir emsal. Suudi Arabistan'ın elinde örneğin, ABD'nin petrol ihracatı taleplerini geri çevirmesi gibi kullandığı ve kullanabileceği birçok kart var. Bu, Çin ile ilişkilerinin güçlendirilmesi, Ukrayna savaşı konusundaki tutumu ve ABD-Rusya çatışmasını da kapsıyor.

İsrailli analist Michael Harari'ye göre, Suudi Arabistan'ın talepleri veya şartları arasında ABD’den, ‘İran'a karşı caydırıcı olacak NATO tarzı bir savunma şemsiyesi, makul olarak ABD ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın gözetimi altında olabilecek sivil bir nükleer reaktör, son derece gelişmiş bir ABD silahına erişim imkânı ve Filistin-İsrail bağlamında yapıcı adımlar da’ bulunuyor. (Maariv - 11/8/2023)

Bu koşullar uluslararası ve Filistin niteliğiyle İsrail'in hükümeti ve muhalefetiyle bu yönde ilerleyemeyeceğini gösteriyor. Çünkü bunların karşılanması, Suudi Arabistan'ı ABD için siyasi, ekonomik ve askerî açıdan özel bir konuma sahip bir ülke haline getirecek. İsrail'in konumunu ve özellikle de bölgedeki nükleer güç üzerindeki tekelini kırmakla ilgili olarak çıkarlarını zarara uğratacaktır. Bu da İsrail'in stratejik ulusal güvenliği için bir tehdit oluşturuyor.

Ancak bu şartlarda Netanyahu hükümetinin sorunu, İsrail'in tepkilerine ek olarak, içeride kritik bir dönemde, Tel Aviv ile Washington yönetimi arasında bir gerilim yaşandığı bir zamanda gelmesi ve ABD'nin istekleriyle birçok alanda kesişmesi. Çünkü uluslararası ve bölgesel düzeyde ve Rusya, Çin ve İran karşısında çıkarları, öncelikleri ve politikalarıyla tutarlı.

İsrail'in Çin'in bölgedeki konumunu zayıflatmaya, İran'ı izole etmeye ve Suudi Arabistan'a bölgesel ve uluslararası düzeyde siyasi ve ekonomik olarak yatırım yapmaya katkıda bulunacak rolünü oynaması gereken İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşme konusunda ABD’nin çıkarı olduğu anlamına geliyor. Bu, Filistin meselesi de dahil olmak üzere, ihtiyaçlarını az ya da çok karşılamaya hazırlanarak yapılır. İsrail, bu konuda bir miktar taviz verebilir, ancak her durumda Filistinlilerin durumlarını iyileştirmek için adımlar atmalı, Batı Şeria ve Kudüs'teki yerleşim faaliyetlerini dondurmalı ve oradaki bölgeleri (örneğin C Bölgesi) resmen ilhak etmeye yönelik herhangi bir adımdan kaçınmalıdır.

Her halükârda, önceki deneyimlere bakılırsa, İsrail herhangi bir zor yükümlülükten kaçmaya çalışacaktır. Bu, daha önce de oldu. Örneğin, Madrid Konferansı'ndan çıkan çok taraflı müzakerelerde ve 1990'ların başındaki Ortadoğu zirvelerinde, ‘Yeni Ortadoğu’ projesi kapsamında Arap-İsrail iş birliği için yollar bulmaya odaklanıldı. İsrail, son 30 yılda Filistinliler ile uzlaşmada kendisinden istenen taahhütleri yerine getirmeyi reddederek bunu tekrarladı. Ayrıca, eski ABD Başkanı George W. Bush'un (Oğul) önerdiği 2003 Yol Haritasını feshederek aynı şeyi yaptı. 2002'deki Arap Barış Girişimi'ni şiddetle reddetmesini de tabii ki buna bir örnek teşkil ediyor.

Her halükârda ve önceki deneyimlere dayanarak, İsrail her türlü zorlu yükümlülükten kaçınmaya çalışacaktır ve bu daha önce örneğin Madrid Konferansı'ndan çıkan çok taraflı müzakerelerde de yaşanmıştı.

Aslında, İsrail, kendi içinde sorunlu olan akımlarını birleştiremeyen bir ülke. Bu, mevcut krizinde, dindar/doğulu ve laik/batılılar arasındaki bölünme ve kutuplaşmada görülebilir. İsrail, Filistinli vatandaşlarıyla veya Filistin halkının bir kısmı için bir toprak parçasında bir devlete razı olan Filistin Yönetimi ile de uzlaşamıyor. İsrail, herhangi bir şartı reddederken veya bunları göz ardı ederken, ABD'nin ona olan sempatisine ve politikalarını, ne olursa olsun, korumasına güvenmeye devam edecek. Ayrıca, bazı Arap rejimlerinin, İran'ın Körfez bölgesi, Irak, Suriye ve Lübnan'daki nüfuzunun artmasından kaynaklanan riskler altında, onunla karşılıksız normalleşmeye istekli olduğu, zayıf ve dağınık Arap tutumuna da güvenecek.

Şaşkınlık ve çaresizlik arasında

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığına göre bu bağlamda, Filistin Yönetimi, Arap-İsrail ilişkilerinin çevresindeki değişimler karşısında şaşkın ve çaresiz görünüyor. Filistin yönetimi, 1967'de işgal edilen topraklarda, yani Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir Filistin devleti kurmayı amaçlayan programını onlarca yıldır sınırladı. İsrail'in tanınmasını da buna dahildi. Bu, Filistin yönetiminin, Beyrut'taki Arap Zirvesi Konferansı'nda (2002) barış karşılığında normalleşme fikrinin benimsenmesiyle kanıtlandığı gibi, İsrail ile ilişkilerde Arap değişiminin önünü açmış veya kolaylaştırmış gibi görünmesine neden oldu. Bugün Filistin yönetimi, İsrail ile Arap ilişkilerindeki herhangi bir açılımın, Filistinlilerin haklarına, yani gerçekte sadece bir kısmının kendi kaderini tayin etme hakkına, yani Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir devlet kurmasına cevap vermesini talep ediyor.

Bu alandaki sorun, Filistin söylemlerinin, yani Filistin Özerk Yönetimi'nin kurulmasından önce, ‘barış Filistin'den başlar’ fikrine dayanmasıdır. Bu, Filistin'in Arap milletinin merkezi meselesi olduğu anlamına gelir. Ancak bu fikir pratikte kanıtlanmadı ve hatta teorik olarak geçerliliğini yitirdi. Filistinlilerden ve onların davalarından izole edilerek İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesinin mümkün olduğu görüldü. Bu, 2018'de imzalanan normalleşme anlaşmaları (Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan ile) ile gerçekleşti. Bu sırada Filistin Yönetimi, anlaşmalardan memnun olmasa da hiçbir şey yapamadı.

Fotoğraf Altı:  Andrei Cojocaru
Andrei Cojocaru

Genel olarak, Filistin Yönetimi, Suudi Arabistan liderliğinden, endişelerini hafifletecek için birçok işaret veya güvence aldı. Bu güvenceler, Suudi Arabistan'ın İsrail ile bedelsiz herhangi bir normalleşme adımı atılmayacağını içeriyor. Suudi Arabistan'ın Filistin Yönetimi'nde bir temsilci ataması ve Kudüs'te bir konsolosluk açması da bu güvencelere örnek olarak gösterilebilir. Suudi Arabistan ayrıca, Filistin'deki iki ana fraksiyonun (Fetih ve Hamas) bir araya gelmesine ev sahipliği yaptı. Ayrıca, Suudi Arabistan, İsrail ile ilişkileri normalleştirmenin bir koşulunun, Filistin ile bir anlaşmaya varılması ve İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırılarını durdurması olduğunu defalarca vurguladı. Bu, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın Riyad'a yaptığı çoklu ziyaretler ve Suudi Arabistan Yönetimi ile yaptığı görüşmelerde de tekrarlandı.

Ancak, Suudi Arabistan'ın Filistinlilere verdiği en önemli güvence, geçtiğimiz Mayıs ayında Cidde'de düzenlenen Arap Zirvesi'nin sonuç bildirgesinde yer aldı. Bildirge, Filistin davasının merkeziliğini ve Filistin davası için kapsamlı ve adil bir çözümü, Arap Barış Girişimi ve uluslararası kararlar temelinde, 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti'nin kurulmasını sağlayacak şekilde yineledi.

Bağımsız Filistinli entelektüeller, akademisyenler ve politikacılar, geçtiğimiz Haziran ayında Suudi Yönetimine hitaben yazılan bir mektupta, Filistin liderliğindeki kafa karışıklığını ve ortaya çıkan resmi boşluğu örtbas eden, ancak popüler düzeyde, bağımsız Filistinli entelektüeller, akademisyenler ve politikacılardan oluşan farklı bir Filistin tutumu ortaya çıktı. Mektupta ‘Filistin halkının, Filistin davasının çözümü olmadan İsrail varlığıyla normalleşmeyi reddeden Suudi Arabistan'ın tutumuna olan güveni ve umudu’ vurgulanıyordu. Ayrıca, ‘ABD ve İsrail baskısı’ kınanarak bu baskının ‘Filistinlilerin meşru haklarını feda etmek ve onlara boyun eğdirmek için bedelsiz normalleşmeyi sürdürmek istediği’ ifade edildi. Son olarak, "Suudi Arabistan'ın, sahip olduğu bölgesel, küresel, dini konumu, zenginlikleri, siyasi coğrafyası ve çeşitli uluslararası ilişkileri nedeniyle İsrail'e ve onunla normalleşmeye ihtiyacı olmadığı" vurgulandı.

Filistinlilerin, İsrail, Arap ülkeleri ve uluslararası alanda neredeyse siyasi denklemlerin dışında kaldıkları açık. Filistinliler, son derece zayıf, dağınık, hayal kırıklığına uğramış ve bölünmüş durumdalar. Ayrıca, Filistin siyasi sisteminde derin bir kriz var. Bu kriz, siyasi varlıklarının meşruiyetinin ve güncelliğinin aşınmasından kaynaklanıyor. Bu krize, Filistinlilerin ortak bir ulusal vizyondan yoksun olmaları da katkıda bulunuyor. Bu durum, Filistin ulusal hareketinin bir kurtuluş hareketinden işgal altındaki bir otoriteye, İsrail tarafından kısıtlanan ve Arap ve yabancı ülkelerden gelen dış siyasi ve maddi desteğe bağımlı bir otoriteye dönüşmesiyle daha da kötüleşti.

Dolayısıyla böyle bir durumda, Filistin Yönetimi’nin Arap dünyasında ve özellikle Arap-İsrail ilişkilerinde gündemini dayatması zor olacaktır. Özellikle, mevcut uluslararası ve bölgesel çatışmalarda kutuplaşmanın artmasıyla, Filistin liderliğinin bu çatışmalardan kendi lehine fayda sağlaması da zor olacaktır.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Halid bin Selman, ABD yetkilileriyle ortaklık ve son gelişmeleri görüştü

Prens Halid bin Salman bin Abdulaziz, Suudi Arabistan Savunma Bakanı (SPA)
Prens Halid bin Salman bin Abdulaziz, Suudi Arabistan Savunma Bakanı (SPA)
TT

Halid bin Selman, ABD yetkilileriyle ortaklık ve son gelişmeleri görüştü

Prens Halid bin Salman bin Abdulaziz, Suudi Arabistan Savunma Bakanı (SPA)
Prens Halid bin Salman bin Abdulaziz, Suudi Arabistan Savunma Bakanı (SPA)

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman bin Abdülaziz, Beyaz Saray'da ABD Dışişleri Bakanı ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Vekili Marco Rubio, Savunma Bakanı Pete Higseth ve Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile bir araya geldi.

Görüşmede Suudi Arabistan-ABD ilişkileri, iki ülke arasındaki stratejik ortaklığın çeşitli yönleri gözden geçirildi, bölgesel ve uluslararası gelişmeler, ortak ilgi alanları ve bunların çözümüne yönelik çabalar ele alındı.

Toplantıya Suudi Arabistan tarafından ABD Büyükelçisi Prenses Rima bint Bender bin Sultan, Devlet Bakanı, Bakanlar Kurulu Üyesi ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Dr. Musaid el-Ayban ve Savunma Bakanı İstihbarat Danışmanı Hişam bin Saif katıldı. Amerikan tarafında da çok sayıda üst düzey yetkili toplantıda hazır bulundu.


Suudi Arabistan, bölgede ve dünyada güvenliğin sağlanması çabalarına desteğini yineledi

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. (SPA)
TT

Suudi Arabistan, bölgede ve dünyada güvenliğin sağlanması çabalarına desteğini yineledi

Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. (SPA)
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Bakanlar Kurulu toplantısına başkanlık etti. (SPA)

Suudi Arabistan Bakanlar Kurulu bugün gerçekleşen toplantıda, ülkenin bölge ve dünyada güvenlik ile istikrarın sağlanmasına yönelik çabalara verdiği sürekli desteği bir kez daha teyit etti. Başkent Riyad’da, Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman başkanlığında gerçekleştirilen oturumda, güncel gelişmeler ile bölgesel ve uluslararası alandaki son durum görüşüldü.

Toplantının başında Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Bakanlar Kurulu’na, Malezya Kralı Sultan İbrahim İskender ile gerçekleştirdiği görüşmenin sonuçları hakkında bilgi verdi. Görüşmede, iki ülke arasındaki iş birliğinin farklı alanlarda geliştirilmesi ve derinleştirilmesi konuları ele alındı.

Suudi Arabistan Devlet Bakanı Dr. İsam bin Saad, Bakanlar Kurulu toplantısının ardından yaptığı açıklamada, devletin ilgili tüm kurumlarıyla hac, umre ve ziyaret hizmetlerine gösterdiği özen ve ilgiyi değerlendirdiklerini belirtti. Saad, Kral Selman bin Abdulaziz’in 1447 Hac Konferansı ve Fuarı’nda yaptığı konuşmada, Suudi Arabistan’ın iki kutsal caminin hizmetinde çabalarını sürdürme, hacı ve umre ziyaretçilerine en iyi hizmeti sunma, bu hizmetleri sürekli geliştirme ve iyileştirme kararlılığını vurguladığını hatırlattı.

Bakanlar Kurulu, Kral Abdulaziz Vakfı tarafından ilk kez düzenlenen Hac ve Haremeyn Tarihi Forumu’nu da takdirle karşıladı. Etkinliğin, kurucu lider Kral Abdulaziz Al Suud döneminden bu yana Krallığın ve liderliğinin Haremeyn’e hizmet konusundaki çabalarını gözler önüne serdiği belirtildi. Ayrıca Bakanlar Kurulu, Suudi Arabistan’ın Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından onaylanan 16 sağlıklı şehirle Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika bölgesinde ilk sırada yer almasını, insan sağlığını kalkınmanın merkezine koyma ve önleyici sağlık anlayışını yerleştirme taahhüdünün bir göstergesi olarak değerlendirdi. Bu başarının, Vizyon 2030 hedeflerini desteklediği vurgulandı.

Toplantıda ayrıca, Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinde düzenlenen ve 57 ülkeden 3 bin sporcunun katıldığı 6. İslami Dayanışma Oyunları’na da değinildi. Etkinliğin, sporu İslam kardeşliğini güçlendiren, barış, sevgi ve centilmenlik ruhunu pekiştiren bir araç olarak öne çıkardığı ifade edildi.

rgt
Bakanlar Kurulu, Suudi Arabistan’ın Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından onaylanan 16 sağlıklı şehirle Doğu Akdeniz ve Kuzey Afrika bölgesinde ilk sırada yer almasını, insan sağlığını kalkınmanın merkezine koyma ve önleyici sağlık anlayışını yerleştirme taahhüdünün bir göstergesi olarak değerlendirdi. (SPA)

Suudi Arabistan Bakanlar Kurulu, Riyad’da düzenlenen Biban 2025 Forumu’nda, girişimciliği desteklemek ve küçük ve orta ölçekli işletmelerin büyümesini teşvik etmek amacıyla 38 milyar riyali aşan anlaşma ve girişimlerin imzalanmasını memnuniyetle karşıladı.

Bakanlar Kurulu, Dünya Bankası’nın yayımladığı raporda yer alan ve Suudi Arabistan’da eğitim kalitesinin değerlendirme, ölçme ve ulusal programlar aracılığıyla iyileştirildiğini ortaya koyan bulguların, devletin eğitime verdiği önemin bir yansıması olduğunu vurguladı. Bakanlar Kurulu, eğitimin, insan kapasitesinin geliştirilmesi ve sürdürülebilir ekonomik büyümenin desteklenmesi açısından temel bir unsur olduğunu ifade etti.

Toplantıda, Şura Meclisi’nin katkıda bulunduğu konuların yanı sıra, Ekonomik ve Kalkınma İşleri Konseyi, Siyasi ve Güvenlik İşleri Konseyi, Bakanlar Kurulu Genel Komitesi ve Uzmanlar Heyeti’nin sonuç raporları da değerlendirildi.

Bakanlar Kurulu bir dizi karar da aldı. Bu kapsamda, Kültür Bakanı’na Çatışma Bölgelerinde Kültürel Mirası Koruma İttifakı (ALIPH) ile Riyad’da bölgesel bir ofis kurulmasına ilişkin müzakerelerde bulunma ve anlaşmayı imzalama yetkisi verildi. Ayrıca, Kültür Bakanlığı ile Nijerya Sanat, Kültür, Turizm ve Yaratıcı Ekonomi Bakanlığı arasında kültürel iş birliği mutabakat zaptı hazırlanması ve imzalanması için de yetki verildi.

Eğitim Bakanı’na da Bahreyn Eğitim Bakanlığı ile bilimsel ve eğitimsel iş birliği mutabakatı imzalanmasına yönelik görüşmeleri yürütme yetkisi tanındı.

Bakanlar Kurulu ayrıca, Suudi Arabistan ile Suriye arasında enerji alanında iş birliği yapılmasını öngören mutabakat zaptını, Uluslararası Su Örgütü’nün kuruluş tüzüğünü ve Asya Olimpiyat Konseyi (OCA) ile Suudi Arabistan Olimpiyat ve Paralimpik Komitesi arasındaki anlaşmayı onayladı.

zsad
Başkent Riyad'da gerçekleşen Suudi Arabistan Bakanlar Kurulu toplantısından (SPA)

Suudi Arabistan Bakanlar Kurulu, Adalet Bakanlığı ile ABD Adalet Bakanlığı arasında yargı alanında iş birliğini öngören mutabakat zaptını onayladı. Ayrıca, Suudi Arabistan Ekonomi ve Planlama Bakanlığı ile İspanya Ekonomi, Ticaret ve İş Bakanlığı arasında ekonomik iş birliğine dair mutabakat zaptı ve Suudi Arabistan Ulusal Sağlık Araştırmaları Enstitüsü ile ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri’ne bağlı Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü arasında iş birliği anlaşmasını da kabul etti.

Bakanlar Kurulu ayrıca, coğrafi işaretlerin korunmasına ilişkin yasayı ve iki deniz koruma alanının oluşturulmasını onayladı.


COP30 bugün başlıyor... Trump, Şi ve Modi'nin yokluğu zorluklar doğuruyor

Belem'deki Estaçao das Docas turistik limanında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nın afişiyle fotoğraf çektiren kadınlar (AFP)
Belem'deki Estaçao das Docas turistik limanında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nın afişiyle fotoğraf çektiren kadınlar (AFP)
TT

COP30 bugün başlıyor... Trump, Şi ve Modi'nin yokluğu zorluklar doğuruyor

Belem'deki Estaçao das Docas turistik limanında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nın afişiyle fotoğraf çektiren kadınlar (AFP)
Belem'deki Estaçao das Docas turistik limanında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nın afişiyle fotoğraf çektiren kadınlar (AFP)

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP30) bugün Amazon yağmur ormanlarının kapısı olan Brezilya'nın Belem kentinde başlıyor.

Konferans, iklim değişikliğini ‘büyük bir aldatmaca’ olarak nitelendiren ABD Başkanı Donald Trump'ın yanı sıra, ülkelerini temsil etmek üzere heyetler gönderen Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Hindistan Başbakanı Narendra Modi gibi önemli liderlerin yokluğunda gerçekleştiriliyor.

Avrupalı liderler, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve gelişmekte olan ülkelere finansman sağlamak için COP30'da bir araya gelirken, dünyanın en büyük kirleticileri Belem'deki zirveye katılmayacak. ABD ise konferansı tamamen görmezden geldi. Öyle ki Washington'dan hiçbir temsilci zirveye katılmayacak.

Washington’un yokluğu, Paris Anlaşması’ndan çekilmesinin ardından beklenen bir durum olarak değerlendiriliyor. Bu anlaşma, dünya liderlerinin 1990 yılı seviyelerine kıyasla küresel ısınmayı 1,5 santigrat derece ile sınırlamayı taahhüt ettiği bir çerçeveyi öngörüyordu.

Çin Devlet Başkanı Şi Cinping de konferansa katılmayacak, ancak yardımcısı Ding Xuexiang Pekin'i temsil edecek. Hindistan Başbakanı Narendra Modi ise ülkesini temsil etme görevini Brezilya Büyükelçisi Dinesh Bhatia'ya verdi.

Avrupa Komisyonu Ortak Araştırma Merkezi’nin (Joint Research Center – JRC) 2024 verilerine göre, Çin (yüzde 29,2), ABD (yüzde 11,1) ve Hindistan (yüzde 8,2) küresel emisyonların neredeyse yarısını oluştururken, 27 Avrupa Birliği (AB) ülkesinin payı sadece yüzde 5,9.

zs
Belem'deki Estaçao das Docas turistik limanında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nın afişiyle fotoğraf çektiren bir turist (AFP)

Bu eksiklik, küresel iklim eylemine verilen desteğin azalacağı endişelerini beraberinde getiriyor. Buna rağmen, organizatörler ve analistler bu oturumu ‘uygulama konferansı’ olarak nitelendiriyor; çünkü önceki taahhütlerin somut eylemlere dönüştürülmesine odaklanılıyor.

Kolombiya ve Şili liderleri, iklim bilimini reddettiği için Trump'ı yalancı olarak nitelendirdi. Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer, iklim değişikliğine yönelik siyasi desteğin azaldığını kabul etti. Eskiden bu konunun uluslararası ve ulusal düzeyde birleştirici bir konu olduğunu, ‘ancak ne yazık ki bugün bu konsensüsün ortadan kalktığını’ söyledi.

Amazonlar gündemde

Amazonların kapısı olan Belem'de konferansa ev sahipliği yapmak, iklim değişikliğiyle mücadelede yerli halkların ve ormanların korunmasının rolünü vurgulamak için stratejik bir hamle. Geçen yılki zirveye sadece 170 yerli delegenin katıldığı konferansa bu yıl 3 binden fazla yerli delegenin katılması bekleniyor.

Olumlu bir adım olarak, Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, Sonsuza Kadar Tropikal Orman Fonu’nu (Tropical Forests Forever Facility) başlatacağını duyurdu. Bu fon, tropik ormanların korunmasını finanse etmek için 125 milyar dolar toplamayı hedefliyor ve ağaçların kesilmesinden ziyade korunmasının daha kârlı olmasını sağlayacak bir mekanizma sunuyor.

Paris Anlaşması'nın gözden geçirilmesi

COP30, küresel ısınmayı endüstri öncesi seviyelerin 1,5 santigrat derece üzerinde sınırlamayı amaçlayan Paris İklim Anlaşması'nın onuncu yıldönümünde düzenleniyor. Ancak veriler, gezegenin yıllık sıcaklığının sadece son on yılda yaklaşık 0,46 santigrat derece arttığını gösteriyor. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, eylemdeki gecikmenin ‘ahlaki bir başarısızlık ve ölümcül bir ihmal’ olduğunu vurguluyor; çünkü 1,5 santigrat derece hedefinin aşılması giderek daha olası hâle gelmiş durumda, buna rağmen yenilenebilir enerji maliyetlerindeki düşüş önemli bir ilerleme olarak kaydediliyor.

Geçtiğimiz yıl Bakü'de düzenlenen COP29’u temel alan Küresel Güney, dünyanın en zengin ülkeleri tarafından yılda en az 1,3 trilyon dolar ayrılmasını talep ediyor.

Geçen yıl, en gelişmiş ekonomiler iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmek için yıllık 300 milyar dolar tahsis etme sözü verdiler. Ancak, gelişmekte olan ülkeler bu miktarı yetersiz buldu.