Suudi Arabistan’ın İsrail’le normalleşme şartları neler?

Filistin Yönetiminin kafası karışmış görünüyor ve Arap-İsrail ilişkileri ortamında meydana gelen dönüşümler konusunda hiçbir şey yapamıyor

Andrei Cojocaru
Andrei Cojocaru
TT

Suudi Arabistan’ın İsrail’le normalleşme şartları neler?

Andrei Cojocaru
Andrei Cojocaru

Macid Kiyali

ABD’nin eski Başkanı Donald Trump'ın Arap ülkelerini İsrail ile ilişkileri normalleştirmeye davet etmesinden ve üç yıl önce onlarla bu tür anlaşmalar imzalamasından bu yana (Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Fas ve ardından Sudan), daha önce ilişkiler kuran ülkelere eklenen (Mısır ve Ürdün, tabii ki Umman Sultanlığı ve Filistin Yönetimi'ne ek olarak), dikkatler, ABD'nin özellikle önceki ve mevcut ABD yönetimleri altında sarf ettiği çabalara rağmen, bu çerçevenin dışında kalmayı tercih eden Suudi Arabistan'a çevrildi.

Suudi Arabistan Yönetimi’nin şu ana kadar bu yola girme konusundaki isteksizliği çeşitli nedenlere bağlanabilir; bunlardan en önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:

1. İsrail'in küstahlığı ve Arap çevrelere, özellikle de Filistinlilere yönelik haklar da dahil olmak üzere herhangi bir hak sağlamayı reddetmesi ve onların haklarına ilişkin adaletsizliklerine rağmen 1993 Oslo Anlaşmalarını reddetmesi.

2. Geçmiş deneyimin başarısızlığından ders almak, İsrail'in ‘Suudi Arabistan Girişimi’ olarak bilinen ve çekilme karşılığında normalleşmeyi öngören ve Arap Zirvesi (Beyrut 2002) tarafından kabul edilen Arap Girişimi'ni reddetmesi.

3.Suudi Yönetiminin, Suudi Arabistan'ın gelişmiş Amerikan silahlarına erişmesine mani olan engellerden duyduğu hayal kırıklığı ve endişe.

4. Suudi Arabistan’ın, İran'ın, Yemen'den Arap Yarımadası'ndaki ülkelere kadar daha fazla ülkede yayılmış mezhepsel milisleri ve nükleer ve füze gücü elde etme çabaları gibi bölgedeki tehditlere karşı ABD'nin kayıtsızlığından endişe duyması, bunun da ABD'nin dostlarını terk ettiğine işaret etmesi.

İsrail'in küstahlığı ve Arap çevrelere, özellikle de Filistinlilere yönelik haklar da dahil olmak üzere herhangi bir hak sağlamayı reddetmesi ve onların haklarına ilişkin adaletsizliklerine rağmen 1993 Oslo Anlaşmalarını reddetmesi.

Ancak, ABD'nin Suudi Yönetimine yönelik çabaları o zamandan beri durmadı. Hatta Başkan Joe Biden yönetimi, onu Ortadoğu'daki politikalarının en üst sırasına koydu ve son dönemde yönetim yetkilileri ile Suudi liderliği arasında yapılan görüşmelerin merkezinde yer aldı. Bu dosya, Özellikle İsrail'in şu anda içinde bulunduğu kriz ve Başkan Biden ile ilişkisindeki gerginlik göz önüne alındığında İsrail siyasetinde, İsrail gazetelerinin tartışmalarında ve makalelerinde günlük bir konuşma konusu haline geldi.

İsrail - Suudi Arabistan ilişkileri

Aslında, İsrail'in mevcut hükümeti, kuruluşundan bu yanaki en aşırılık yanlısı hükümet olarak tanımlanıyor. Bu hükümet, Suudi Arabistan'ı kendisiyle normalleştirmeye çekmeye büyük önem veriyor. Bu adım, İsrail'in içinde bulunduğu krizin ortasında, sağcı ve dindar partilerden oluşan koalisyon hükümetinin kurulmasından bu yana İsrail için çok önemli bir koz olacak. Bu hükümet, İsrail siyasi sisteminde bir tür devrim yaratmaya çalışıyor. Ayrıca, iki taraf arasındaki gerginlik göz önüne alındığında böyle bir adım, ABD yönetimiyle arasındaki buzları eritebilir.

Andrei Cojocaru
Andrei Cojocaru

Ayrıca Suudi Arabistan'ın Arap ve İslam dünyasında sahip olduğu merkezi konumla ilgisi de bir başka nedeni oluşturuyor. Uluslararası önemi ve ekonomik gücü göz önüne alındığında, Suudi Arabistan, 2022 yılı için gayrisafi yurt içi hasılası (1,1 trilyon dolar) ve ihracat değeri (410 milyar dolar) açısından dünyanın en güçlü ekonomik güçlerinden biri haline geldi. Ayrıca, muazzam petrol zenginliğine sahip ve geçen yılki 75 milyar dolarlık harcamasıyla askeri harcama açısından beşinci sırada yer alıyor.

Ancak, bu gerçekler ile sınırlı kalmadı. İsrail, bu kez, normalleşme için şartlar öne süren bir ülke ile karşı karşıya buldu kendini. Bu şartlar hem İsrail'in hem de ABD'nin yerine getirme taahhüdünü gerektiriyor. Bu, İsrail'in önceki Arap devletleri ile normalleşme deneyimlerinde alışkın olmadığı bir gelişme. Çoğu Arap ülkesinin, İsrail'in kuruluşundan (1948) bu yana, farklı şekillerde de olsa, sessiz veya fiili bir normalleşme içinde olduğu doğru olsa da özellikle 1967 Haziran Savaşı'ndan sonra, varlığına karşı savaştan (en azından sözde), işgal ettiği Arap topraklarına karşı savaşa geçişle, İsrail'in varlığını kabul ettiği anlamına geliyor.

Normalleşme şartları

İsraillileri en çok ilgilendiren, İsrail ve ABD'nin Suudi Arabistan ile normalleşme şartlarının tek bir paket olması ve bunun bilinen normalleşme deneyimlerinden farklı bir emsal. Suudi Arabistan'ın elinde örneğin, ABD'nin petrol ihracatı taleplerini geri çevirmesi gibi kullandığı ve kullanabileceği birçok kart var. Bu, Çin ile ilişkilerinin güçlendirilmesi, Ukrayna savaşı konusundaki tutumu ve ABD-Rusya çatışmasını da kapsıyor.

İsrailli analist Michael Harari'ye göre, Suudi Arabistan'ın talepleri veya şartları arasında ABD’den, ‘İran'a karşı caydırıcı olacak NATO tarzı bir savunma şemsiyesi, makul olarak ABD ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın gözetimi altında olabilecek sivil bir nükleer reaktör, son derece gelişmiş bir ABD silahına erişim imkânı ve Filistin-İsrail bağlamında yapıcı adımlar da’ bulunuyor. (Maariv - 11/8/2023)

Bu koşullar uluslararası ve Filistin niteliğiyle İsrail'in hükümeti ve muhalefetiyle bu yönde ilerleyemeyeceğini gösteriyor. Çünkü bunların karşılanması, Suudi Arabistan'ı ABD için siyasi, ekonomik ve askerî açıdan özel bir konuma sahip bir ülke haline getirecek. İsrail'in konumunu ve özellikle de bölgedeki nükleer güç üzerindeki tekelini kırmakla ilgili olarak çıkarlarını zarara uğratacaktır. Bu da İsrail'in stratejik ulusal güvenliği için bir tehdit oluşturuyor.

Ancak bu şartlarda Netanyahu hükümetinin sorunu, İsrail'in tepkilerine ek olarak, içeride kritik bir dönemde, Tel Aviv ile Washington yönetimi arasında bir gerilim yaşandığı bir zamanda gelmesi ve ABD'nin istekleriyle birçok alanda kesişmesi. Çünkü uluslararası ve bölgesel düzeyde ve Rusya, Çin ve İran karşısında çıkarları, öncelikleri ve politikalarıyla tutarlı.

İsrail'in Çin'in bölgedeki konumunu zayıflatmaya, İran'ı izole etmeye ve Suudi Arabistan'a bölgesel ve uluslararası düzeyde siyasi ve ekonomik olarak yatırım yapmaya katkıda bulunacak rolünü oynaması gereken İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşme konusunda ABD’nin çıkarı olduğu anlamına geliyor. Bu, Filistin meselesi de dahil olmak üzere, ihtiyaçlarını az ya da çok karşılamaya hazırlanarak yapılır. İsrail, bu konuda bir miktar taviz verebilir, ancak her durumda Filistinlilerin durumlarını iyileştirmek için adımlar atmalı, Batı Şeria ve Kudüs'teki yerleşim faaliyetlerini dondurmalı ve oradaki bölgeleri (örneğin C Bölgesi) resmen ilhak etmeye yönelik herhangi bir adımdan kaçınmalıdır.

Her halükârda, önceki deneyimlere bakılırsa, İsrail herhangi bir zor yükümlülükten kaçmaya çalışacaktır. Bu, daha önce de oldu. Örneğin, Madrid Konferansı'ndan çıkan çok taraflı müzakerelerde ve 1990'ların başındaki Ortadoğu zirvelerinde, ‘Yeni Ortadoğu’ projesi kapsamında Arap-İsrail iş birliği için yollar bulmaya odaklanıldı. İsrail, son 30 yılda Filistinliler ile uzlaşmada kendisinden istenen taahhütleri yerine getirmeyi reddederek bunu tekrarladı. Ayrıca, eski ABD Başkanı George W. Bush'un (Oğul) önerdiği 2003 Yol Haritasını feshederek aynı şeyi yaptı. 2002'deki Arap Barış Girişimi'ni şiddetle reddetmesini de tabii ki buna bir örnek teşkil ediyor.

Her halükârda ve önceki deneyimlere dayanarak, İsrail her türlü zorlu yükümlülükten kaçınmaya çalışacaktır ve bu daha önce örneğin Madrid Konferansı'ndan çıkan çok taraflı müzakerelerde de yaşanmıştı.

Aslında, İsrail, kendi içinde sorunlu olan akımlarını birleştiremeyen bir ülke. Bu, mevcut krizinde, dindar/doğulu ve laik/batılılar arasındaki bölünme ve kutuplaşmada görülebilir. İsrail, Filistinli vatandaşlarıyla veya Filistin halkının bir kısmı için bir toprak parçasında bir devlete razı olan Filistin Yönetimi ile de uzlaşamıyor. İsrail, herhangi bir şartı reddederken veya bunları göz ardı ederken, ABD'nin ona olan sempatisine ve politikalarını, ne olursa olsun, korumasına güvenmeye devam edecek. Ayrıca, bazı Arap rejimlerinin, İran'ın Körfez bölgesi, Irak, Suriye ve Lübnan'daki nüfuzunun artmasından kaynaklanan riskler altında, onunla karşılıksız normalleşmeye istekli olduğu, zayıf ve dağınık Arap tutumuna da güvenecek.

Şaşkınlık ve çaresizlik arasında

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığına göre bu bağlamda, Filistin Yönetimi, Arap-İsrail ilişkilerinin çevresindeki değişimler karşısında şaşkın ve çaresiz görünüyor. Filistin yönetimi, 1967'de işgal edilen topraklarda, yani Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir Filistin devleti kurmayı amaçlayan programını onlarca yıldır sınırladı. İsrail'in tanınmasını da buna dahildi. Bu, Filistin yönetiminin, Beyrut'taki Arap Zirvesi Konferansı'nda (2002) barış karşılığında normalleşme fikrinin benimsenmesiyle kanıtlandığı gibi, İsrail ile ilişkilerde Arap değişiminin önünü açmış veya kolaylaştırmış gibi görünmesine neden oldu. Bugün Filistin yönetimi, İsrail ile Arap ilişkilerindeki herhangi bir açılımın, Filistinlilerin haklarına, yani gerçekte sadece bir kısmının kendi kaderini tayin etme hakkına, yani Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir devlet kurmasına cevap vermesini talep ediyor.

Bu alandaki sorun, Filistin söylemlerinin, yani Filistin Özerk Yönetimi'nin kurulmasından önce, ‘barış Filistin'den başlar’ fikrine dayanmasıdır. Bu, Filistin'in Arap milletinin merkezi meselesi olduğu anlamına gelir. Ancak bu fikir pratikte kanıtlanmadı ve hatta teorik olarak geçerliliğini yitirdi. Filistinlilerden ve onların davalarından izole edilerek İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesinin mümkün olduğu görüldü. Bu, 2018'de imzalanan normalleşme anlaşmaları (Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas ve Sudan ile) ile gerçekleşti. Bu sırada Filistin Yönetimi, anlaşmalardan memnun olmasa da hiçbir şey yapamadı.

Fotoğraf Altı:  Andrei Cojocaru
Andrei Cojocaru

Genel olarak, Filistin Yönetimi, Suudi Arabistan liderliğinden, endişelerini hafifletecek için birçok işaret veya güvence aldı. Bu güvenceler, Suudi Arabistan'ın İsrail ile bedelsiz herhangi bir normalleşme adımı atılmayacağını içeriyor. Suudi Arabistan'ın Filistin Yönetimi'nde bir temsilci ataması ve Kudüs'te bir konsolosluk açması da bu güvencelere örnek olarak gösterilebilir. Suudi Arabistan ayrıca, Filistin'deki iki ana fraksiyonun (Fetih ve Hamas) bir araya gelmesine ev sahipliği yaptı. Ayrıca, Suudi Arabistan, İsrail ile ilişkileri normalleştirmenin bir koşulunun, Filistin ile bir anlaşmaya varılması ve İsrail'in Filistinlilere yönelik saldırılarını durdurması olduğunu defalarca vurguladı. Bu, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın Riyad'a yaptığı çoklu ziyaretler ve Suudi Arabistan Yönetimi ile yaptığı görüşmelerde de tekrarlandı.

Ancak, Suudi Arabistan'ın Filistinlilere verdiği en önemli güvence, geçtiğimiz Mayıs ayında Cidde'de düzenlenen Arap Zirvesi'nin sonuç bildirgesinde yer aldı. Bildirge, Filistin davasının merkeziliğini ve Filistin davası için kapsamlı ve adil bir çözümü, Arap Barış Girişimi ve uluslararası kararlar temelinde, 1967 sınırları içinde başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti'nin kurulmasını sağlayacak şekilde yineledi.

Bağımsız Filistinli entelektüeller, akademisyenler ve politikacılar, geçtiğimiz Haziran ayında Suudi Yönetimine hitaben yazılan bir mektupta, Filistin liderliğindeki kafa karışıklığını ve ortaya çıkan resmi boşluğu örtbas eden, ancak popüler düzeyde, bağımsız Filistinli entelektüeller, akademisyenler ve politikacılardan oluşan farklı bir Filistin tutumu ortaya çıktı. Mektupta ‘Filistin halkının, Filistin davasının çözümü olmadan İsrail varlığıyla normalleşmeyi reddeden Suudi Arabistan'ın tutumuna olan güveni ve umudu’ vurgulanıyordu. Ayrıca, ‘ABD ve İsrail baskısı’ kınanarak bu baskının ‘Filistinlilerin meşru haklarını feda etmek ve onlara boyun eğdirmek için bedelsiz normalleşmeyi sürdürmek istediği’ ifade edildi. Son olarak, "Suudi Arabistan'ın, sahip olduğu bölgesel, küresel, dini konumu, zenginlikleri, siyasi coğrafyası ve çeşitli uluslararası ilişkileri nedeniyle İsrail'e ve onunla normalleşmeye ihtiyacı olmadığı" vurgulandı.

Filistinlilerin, İsrail, Arap ülkeleri ve uluslararası alanda neredeyse siyasi denklemlerin dışında kaldıkları açık. Filistinliler, son derece zayıf, dağınık, hayal kırıklığına uğramış ve bölünmüş durumdalar. Ayrıca, Filistin siyasi sisteminde derin bir kriz var. Bu kriz, siyasi varlıklarının meşruiyetinin ve güncelliğinin aşınmasından kaynaklanıyor. Bu krize, Filistinlilerin ortak bir ulusal vizyondan yoksun olmaları da katkıda bulunuyor. Bu durum, Filistin ulusal hareketinin bir kurtuluş hareketinden işgal altındaki bir otoriteye, İsrail tarafından kısıtlanan ve Arap ve yabancı ülkelerden gelen dış siyasi ve maddi desteğe bağımlı bir otoriteye dönüşmesiyle daha da kötüleşti.

Dolayısıyla böyle bir durumda, Filistin Yönetimi’nin Arap dünyasında ve özellikle Arap-İsrail ilişkilerinde gündemini dayatması zor olacaktır. Özellikle, mevcut uluslararası ve bölgesel çatışmalarda kutuplaşmanın artmasıyla, Filistin liderliğinin bu çatışmalardan kendi lehine fayda sağlaması da zor olacaktır.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Katar Başbakanı, İsrail'i rehineleri ihmal etmekle suçladı

TT

Katar Başbakanı, İsrail'i rehineleri ihmal etmekle suçladı

Katar Başbakanı, İsrail'i rehineleri ihmal etmekle suçladı

Katar Başbakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, İsrail'in Doha'daki Hamas liderlerine saldırırken Gazze Şeridi'ndeki rehineleri görmezden geldiğini iddia etti, ancak yaklaşık iki yıldır süren savaşı sona erdirmek için çabalarını sürdüreceğini taahhüt etti.

Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin acil toplantısında, İsrail'in bu hafta Katar'ın başkentine hava saldırısı düzenleyerek ‘tüm sınırları aştığını’, ülkesinin egemenliğini ihlal ettiğini ve bölgesel barışı tehdit ettiğini söyledi.

Al Sani, “İsrail, bölgeyi zorla yeniden düzenlemeye çalışıyor. Ancak kan dökülmesini durdurmak için insani ve diplomatik rolümüzü tereddüt etmeden sürdüreceğiz” ifadelerini kullandı.

frgthy
Katar’ın başkenti Doha'da Hamas liderlerine yönelik İsrail saldırısında hasar gören bina (Reuters)

Hamas liderleri Gazze'de ateşkes için ABD'nin önerisini görüşmek üzere toplanmışken, İsrail'in hava saldırısında en az altı kişi yaşamını yitirdi.

İsrail'in saldırısı, Katar, Mısır ve ABD'nin arabuluculuğunda yürütülen müzakereleri tehlikeye attı ve BM Güvenlik Konseyi'nin saldırıyı kınaması da dahil olmak üzere İsrail'in uluslararası izolasyonunu artırdı.

Katar Başbakanı, “Bugün İsrail'i yöneten aşırılıkçılar rehineleri umursamıyor, aksi takdirde bu saldırının zamanlamasını nasıl açıklayabiliriz?” dedi. Al Sani çarşamba günü geç saatlerde CNN'e verdiği demeçte, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ‘rehineler için tüm umutları yok etmekten’ doğrudan sorumlu olduğunu söyledi.

Buna yanıt olarak İsrail'in BM Daimî Temsilcisi Danny Danon şu ifadeleri kullandı: “Tarih, bu suça ortak olanlara merhametli davranmayacak. Katar ya Hamas'ı kınayacak, Hamas mensuplarını sınır dışı edecek ve onları adalete teslim edecek, ya da İsrail bunu yapacak” dedi.

Katar Başbakanı 15 üyeli konseye hitap etmeden önce, ABD dışındaki tüm ülkeler saldırı ve daha geniş bölgesel çatışmalardan İsrail'i sorumlu tuttu ve ülkenin rehinelerin geri dönüşünü sağlama konusundaki ciddiyetine ilişkin şüphelerini yineledi.

Pakistan’ın BM Daimî Temsilcisi Asım İftikhar Ahmed, “İşgalci güç olan İsrail'in barış olasılığını baltalamak ve yok etmek için her şeyi yapmaya kararlı olduğu açık. Olanlar, rehinelerin geri dönüşünün gerçekten bir öncelik olup olmadığı konusunda da ciddi soru işaretleri ortaya çıkarıyor” şeklinde konuştu.

ABD'nin BM Daimî Temsilciliği Geçici Maslahatgüzarı Dorothy Shea ise “Hiçbir üyenin bunu, İsrail'in rehineleri eve geri getirme taahhüdünü sorgulamak için kullanması uygun değildir” dedi.

78ı
Katar’ın başkenti Doha'da Hamas liderlerine yönelik İsrail saldırısının ardından yükselen dumanlar (Reuters)

Oturumun başında BM Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo, İsrail saldırısının ‘dünyayı şok ettiğini’ ve Gazze Şeridi'ndeki savaşta ‘yeni ve tehlikeli bir sayfa açabileceğini’ söyledi.

DiCarlo şöyle devam etti: “Bu endişe verici bir adım oldu… Saldırının hedefi, ABD'nin Gazze'deki ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılmasına yönelik son önerisini ele almak için bir araya geldiği söylenen kişilerdi.”

Katar Başbakanı, ülkesinin ‘arabuluculuk ve anlaşmazlıkların barışçıl çözümünü’ tam olarak desteklediğini ve Katar'ın rolünün tüm dünyada takdir edildiğini söyledi. Al Sani, bundan sonraki adımlar hakkında herhangi bir ipucu vermedi.

“İsrail'in çatışması Hamas ile, Gazze halkı veya Katar devleti ile değil” diyen Danon, İsrail'in 7 Ekim 2023 saldırılarından sorumlu olanları her yerde takip etme hakkına sahip olduğunu vurguladı.

Katar Dışişleri Bakanlığı'na göre Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, BM'yi ziyaret etmenin yanı sıra bugün Beyaz Saray'da ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile de görüşmeyi planlıyor. Katar ayrıca, saldırının ardından atılacak adımları görüşmek üzere önümüzdeki hafta Doha'da bir Arap Birliği-İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesi düzenleneceğini açıkladı.

frg78ı
ABD Başkanı Donald Trump, dün Pentagon'da düzenlenen 11 Eylül saldırılarının 24. yıldönümü töreninde konuşma yaptı. (AP)

Katar Başbakanı bugün üst düzey ABD'li yetkililerle görüşmeler yapmayı planlıyor. ABD Dışişleri Bakanlığı dün geç saatlerde, Katar Başbakanı’nın Washington'daki Beyaz Saray'da ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ile görüşeceğini açıkladı. Politico ve Axios, Başbakan’ın ayrıca Başkan Donald Trump, Başkan Yardımcısı J.D. Vance ve ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff ile de görüşmesinin beklendiğini bildirdi. Trump salı günü, İsrail'in Katar'a saldırı kararının Başbakan Binyamin Netanyahu tarafından alındığını doğruladı ve Katar'a yapılan saldırının ABD veya İsrail'in çıkarlarına hizmet etmediğini vurguladı. Saldırıdan duyduğu memnuniyetsizliği dile getiren Trump, ocak ayında göreve başladığında İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki savaşını sona erdireceğine söz vermişti, ancak bu hedefe halen ulaşılamadı.


BM Güvenlik Konseyi, İsrail'den bahsetmeden Katar'a yönelik saldırıyı kınadı

İsrail'in geçtiğimiz salı günü Doha'da düzenlediği hava saldırılarının ardından yükselen dumanlar (AP)
İsrail'in geçtiğimiz salı günü Doha'da düzenlediği hava saldırılarının ardından yükselen dumanlar (AP)
TT

BM Güvenlik Konseyi, İsrail'den bahsetmeden Katar'a yönelik saldırıyı kınadı

İsrail'in geçtiğimiz salı günü Doha'da düzenlediği hava saldırılarının ardından yükselen dumanlar (AP)
İsrail'in geçtiğimiz salı günü Doha'da düzenlediği hava saldırılarının ardından yükselen dumanlar (AP)

Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi Katar'ın başkenti Doha'ya yapılan son saldırıyı kınadı, ancak İsrail'in müttefiki ABD dahil 15 üye ülkenin tamamı tarafından onaylanan açıklamada İsrail'den bahsedilmedi.

Birleşik Krallık ve Fransa tarafından hazırlanan açıklamada, “BM Güvenlik Konseyi üyeleri gerilimin azaltılmasının önemini vurguladılar, Katar ile dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler ve Katar'ın egemenliği ve toprak bütünlüğüne desteklerini yinelediler” denildi.

Açıklamada ayrıca, “Üyeler, Hamas tarafından öldürülenler de dahil olmak üzere rehinelerin serbest bırakılması ve Gazze'deki savaş ve acıların sona erdirilmesinin en önemli öncelik olmaya devam etmesi gerektiğini vurguladılar” ifadesi yer aldı.

7 Ekim 2023'te Hamas'ın saldırısı ve ardından İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik savaşı başlatmasından bu yana BM Güvenlik Konseyi, özellikle ABD'nin tekrar tekrar veto hakkını kullanması nedeniyle, büyük ölçüde herhangi bir adım atamadı.

Ancak ABD Başkanı Donald Trump, salı günü Katar'da Hamas liderlerini hedef alan hava saldırılarının ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu nadir görülen bir şekilde eleştirdi ve saldırıdan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi.

İsrail, Doha'ya düzenlediği hava saldırısında Hamas'ın siyasi liderlerini öldürmeye çalıştı. ABD'li yetkililer bu saldırıyı, ABD ve İsrail'in çıkarlarına hizmet etmeyen izole bir adım olarak nitelendirdi.

Hamas, saldırıda Hamas Siyasi Büro Üyesi Halil el-Hayye'nin oğlu da dahil olmak üzere beş üyesinin öldürüldüğünü açıkladı. Saldırı, ABD'nin desteklediği ateşkes ve yaklaşık iki yıldır süren savaşı sona erdirme çabalarını tehlikeye attı.

‘Dünyayı şok eden tehlikeli bir gerilim’

BM Siyasi İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary DiCarlo dün yaptığı açıklamada, bu hafta Doha'da Hamas liderlerini hedef alan İsrail saldırılarının ‘dünyayı şok eden tehlikeli bir gerilim’ olduğunu söyledi.

İsrail saldırısını tartışmak üzere düzenlenen BM Güvenlik Konseyi toplantısında DiCarlo, saldırının Katar'ın güvenliği ve emniyeti için ciddi bir tehdit oluşturduğunu belirterek, Doha'yı ‘istikrar ve barış için önemli bir ortak’ olarak nitelendirdi.

DiCarlo, tarafları ‘bu hassas dönemde azami itidal göstermeye ve diplomasiye bağlı kalmaya’ çağırdı ve ‘Gazze Şeridi'nde ateşkes anlaşmasına varmanın her zamankinden daha acil olduğunu’ bildirdi.

Diğer yandan Cezayir'in BM Güvenlik Konseyi Daimî Temsilcisi Ammar bin Cami saldırıları kınayarak, İsrail'in sanki kanunların üstündeymiş ve sınırlar yokmuş gibi davrandığını söyledi. Bin Cami, İsrail'in yaptıklarının bir güç gösterisi değil, ‘aşırıcı bir hükümetin pervasız eylemleri’ olduğunu ifade etti.

Bin Cami ayrıca, İsrail'in Katar'a yönelik saldırısını ‘diplomasi ve arabuluculuğa yönelik bir saldırı’ olarak nitelendirerek, bu adımın İsrail’in Gazze konusunda bir anlaşma imzalamak istemediğini açıkça ortaya koyduğunu belirtti. Bin Cami, BM Güvenlik Konseyi'nden İsrail'i caydırmak için mevcut tüm araçları kullanmasını istedi.

ABD'nin BM Daimî Temsilciliği Geçici Maslahatgüzarı Dorothy Shea ise konuşmasında, Trump'ın Katar Emiri'ne açtığı telefonda, böyle bir şeyin kendi topraklarında bir daha olmayacağına dair güvence verdiğini söyledi ve ‘Katar'ın içinde tek taraflı bombardıman yapmanın İsrail veya ABD'nin hedeflerine ulaşmasına katkısı olmadığını’ bildirdi.

Ancak Shea, ‘Hamas'ı ortadan kaldırmanın takdir edilmeye değer bir hedef’ olduğunu düşündüğünü belirterek, Trump'ın rehineleri serbest bırakmak ve savaşı sona erdirmek istediğini söyledi. Shea ayrıca, Netanyahu'nun Trump'a barış istediğini garanti ettiğini de kaydetti.


İsrail güvenlik birimleri, Katar'daki Hamas liderlerine yönelik saldırının başarısız olduğuna giderek daha fazla inanıyor

İsrail'in Katar'ın başkenti Doha'ya düzenlediği saldırıda hasar gören bina (AP)
İsrail'in Katar'ın başkenti Doha'ya düzenlediği saldırıda hasar gören bina (AP)
TT

İsrail güvenlik birimleri, Katar'daki Hamas liderlerine yönelik saldırının başarısız olduğuna giderek daha fazla inanıyor

İsrail'in Katar'ın başkenti Doha'ya düzenlediği saldırıda hasar gören bina (AP)
İsrail'in Katar'ın başkenti Doha'ya düzenlediği saldırıda hasar gören bina (AP)

İsrail Kanal 12 televizyonu dün, güvenlik kurumlarının değerlendirmelerinin şu anda salı günü Doha'daki Hamas liderliğini hedef alan saldırının başarısız olduğu ve hükümetin saldırıların sonuçları konusunda ‘iyimser olmadığı’ yönünde olduğunu bildirdi.

Kanal, güvenlik kurumlarının aldığı son bilgilere göre operasyonda hedef alınan kişilerin çoğunun hayatta kaldığını açıkladı.

Kanal, güvenlik kurumlarının dün bakanlara İsrail'in ‘saldırının sonuçları konusunda iyimser olmadığını’ bildirdiğini ve benzer bir mesajın Washington'a da gönderildiğini belirtti.

Ancak Kanal 12 televizyonu, ismi açıklanmayan bir İsrailli yetkilinin, yetkililerin bazı hedeflerin öldürüldüğünü umduğunu söylediğini aktardı.

Şarku’l Avsat’ın İsrail Kanal 12 televizyonundan aktardığına göre, güvenlik yetkilileri saldırıda kullanılan patlayıcıların yetersiz olup olmadığını veya Hamas yetkililerinin bombalar düşmeden önce hedef alınan binanın başka bir bölümüne geçip geçemediklerini belirlemeye çalışıyor.

Katar dün, Emir Şeyh Temim bin Hamad Al Sani'nin katılımıyla, Doha'daki Hamas liderlerini hedef alan eşi görülmemiş İsrail bombardımanında öldürülen altı kişi (beş Hamas mensubu ve bir Katarlı güvenlik görevlisi) için cenaze töreni düzenledi.