Umman, İsrail-Filistin arasında köprü oluyor peki ya İran?

Umman, İsrail-Filistin arasında köprü oluyor peki ya İran?
TT

Umman, İsrail-Filistin arasında köprü oluyor peki ya İran?

Umman, İsrail-Filistin arasında köprü oluyor peki ya İran?

Umman diplomatları, İsrail Başbakanı’nın Umman Sultanlığı’na yönelik ziyaretinden yaklaşık bir hafta sora Maskat ile Ramallah arasında mekik dokuyor.

İsrail Başbakanı söz konusu ziyaretinde Sultan Kâbus b. Said tarafından karşılandı ki bu ender görülen bir durum teşkil ediyor.

Bununla birlikte gözlemciler Binyamin Netanyahu’nun Maskat’a yönelik bu dikkat çekici ziyaretinin İran ile ilişkili işaretler taşımasını da uzak bir ihtimal olarak görmüyor.

Ummanlı bir heyetin Filistin Cumhurbaşkanı’na bir mektup iletmesinden iki gün sonra Umman Dışişleri Bakanı Yusuf b. Alevi, Ramallah’a giderek Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’a Sultan Kâbus’tan Netanyahu’nun Sultanlığa olan ziyaretine ilişkin bir mesaj iletti. Abbas 22 Ekim’de yani Netanyahu’nun hemen öncesinde Maskat’ı ziyaret etmiş; Yusuf b. Alevi de Bahreyn’deki Manama Diyalog Forumu’na katıldığında “İsrail-Filistin barışındaki temel rolümüzün, Amerikan yönetiminin Yüzyılın Anlaşması’nda yaptığı şeyle bağlantısı olduğunu kabul ediyoruz” ifadelerini kullanarak Sultanlığın yakınlaşma konusunda hem Filistin hem İsrail taraflarına yardımcı olacak fikirler öne sürdüğünü ancak aracı rolü oynamayacağını açıklamıştı.

İsrail, İran konusunda duyulan endişeyi Körfez ülkeleri ile paylaşmak derdinde. Bu sebeple söz konusu ülkelerle yakınlaşmak için açık diplomasi kampanyası yürütüyor. Bununla birlikte kendisini Filistinlilere taviz sunma ya da iki taraf arasında herhangi bir görüşme için ABD’nin dışında uluslararası gözlemcilere izin vermeye mecbur edecek baskılara karşı da direniyor.

Umman Sultanlığı, İsrail ile diplomatik ilişki geliştirmiyor ancak diplomatik temas hattını aktif tutmaya çalışıyor. Nitekim 1994’te dönemin İsrail Başbakanı İzak Rabin, Sultanlığı ziyaret etmiş; 1995 yılında da Rabin’in suikasta uğramasından birkaç gün sonra geçici olarak başbakanlık koltuğuna oturan Şimon Peres, Umman Dışişleri Bakanı Yusuf b. Alevi’yi Kudüs’te ağırlamıştı. 1996 yılında ise iki taraf arasında ticari temsilcilik ofisleri açılması için bir anlaşma imzalanmış ancak bu ofisler, el-Aksa İntifadası’nın başlamasından birkaç hafta sonra Ekim 2000’de kapatılmıştı.

Geçtiğimiz Şubat ayının ortalarında Umman Dışişleri Bakanı Yusuf b. Alevi, Kudüs’e işgal altındaki Doğu Kudüs’te yer alan Mescid-i Aksa, Kubbetu’s-Sahra ve Kıyamet Kilisesi’ni de kapsayan bir ziyaret gerçekleştirdi.

İsrail de aynı şekilde hiçbir Körfez ülkesi ile diplomatik ilişki kurmuyor. Ancak ekonomi ve spor heyetleri, hem Abu Dabi hem de Doha’yı ziyaret etti. Netanyahu’nun ziyaretinin birkaç gün sonrasında İsrail Kültür ve Spor Bakanı Miri Regev, Abu Dabi’yi ziyaret ederken İsrail Enformasyon Bakanı Eyub Kara da Dubai Emirliği’ndeki konferansta bir konuşma yaptı.

Şarku’l-Avsat’a konuşan bir kaynağa göre Netanyahu’nun Sultanlık ziyareti, daha önceden hazırlanmış ve Netanyahu’ya yakın ABD’li bir Yahudi tarafından ayarlanmış. Kaynaklar, İsrail Başbakanı’nın yakın zamanda başka bir Körfez ülkesine ziyaret gerçekleştirmesini öngörüyor. Yine bu kaynaklara göre İsrailliler, Filistinlileri Yüzyılın Anlaşması’na katılma noktasında ikna etmek için Umman diplomasisini kullanmak istiyor ki bu Bin Alevi’nin Bahreyn Forumu’ndaki açıklamalarında da belirgindi.

Dile getirdiği ifadelerde kaynaklar, Ummanlıların 22 Ekim’de Maskat’taki görüşmede Abbas’a İsrail ile doğrudan müzakerelere dönüşü önerdiğini, kendilerinin Yüzyılın Anlaşması konusunda birtakım tavizleri kabul etmesi için Netanyahu’yu ikna etmeye çalışacaklarını söylediğini ve Abbas’ın da bu öneri üzerinde yoğunlaşma sözü verdiğini belirtti.

İsrail ve İran arasındaki köprü: Umman
Umman Sultanlığı ile İsrail arasındaki temasların Arap-İsrail çatışmasının sonlandırılması konusunda ne gibi bir ilerleme kaydedeceği üzerinde durulurken gözlemciler, bu temasları başka bir yönden de ele almakta.

Söz konusu gözlemcilere göre İsrail, Umman’ın Filistin-İsrail çatışması ile Mısır ve Ürdün kadar detaylı ilgilenmediğini daha önceden biliyor. Öte yandan Maskat, Tahran ile sıkı ilişkilerini koruyor ve Umman diplomasisi, İranlılar ve Amerikalıların uzlaşması için uzun zamandır tüm imkânlarını seferber ediyor.

İran Umman’a günlük yaklaşık 28 milyon metreküp kapasiteye sahip doğalgaz boru hattı döşemeyi planlıyor ve bunun 2020’de uygulanması bekleniyor.

Tahran ile sıkı bağlara sahip Umman Sultanlığı, 9 Kasım 2014’te İran ve ABD arasındaki açık görüşmelere ev sahipliği yapmış ve bu görüşmelerde iki ülkenin yanı sıra AB Dış Politika Koordinatörü Catherine Ashton da yer almıştı. Bu görüşmeleri, ABD ve İran arasındaki gizli diyaloglar izlemişti.

Uluslararası ilişkiler ve işbirliğinden sorumlu Başbakan Yardımcısı ve Sultan Kâbus’un özel temsilcisi olan Esad b. Tarık Âl-i Said, Salı günü ziyaret için İran’dan resmi bir davet aldı. Daveti de İran’ın Maskat Büyükelçisi Muhammed Rıza Nuri huzurunda İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri yaptı.

Bu davet, Tahran’ın Netanyahu ziyareti ardından Sultanlığa yönelttiği ‘yoğun’ eleştirilere rağmen geldi.

İran Şura Meclisi Uluslararası İlişkiler Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Umman’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu ağırlamasını, ‘Sultan Kâbus’un alışıldık hikmetli tavrından uzak’ olarak değerlendirdi. İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi ise sakin bir ses tonuyla İsrail’i kast ederek şu ifadeleri kullandı: “Hiç şüphesiz bu oluşum, İslam ülkeleri arasında anlaşmazlık çıkarmaya ve 70 yıllık işgalin üstünü kapamaya çalışıyor.”

Körfez Araştırma Merkezi Başkanı Dr. Abdülaziz b. Osman b. Sakar, Netanyahu’nun Maskat ziyaretinin İran’la dolaylı diyalog amacı taşımasını uzak bir ihtimal olarak görmüyor. Bin Sakar, Şarku’l-Avsat’a verdiği demeçte İsraillilerin İranlılar ile özellikle bir iletişim kanalı kurmakla ilgilendiğini ve bu iletişimin İsrail’in tehdit olarak gördüğü İran’ın Suriye’deki varlığı, Lübnan’daki Hizbullah’a silah takviyesini sürdürmesi, orta menzilli füzeler gibi güvenlik ve siyasete ilişkin gündem konularına ilişkin olduğunu söyledi.

İsrail, İran’ın Suriye’deki varlığını güçlendirmesini engellemeye çalışıyor ki bu hedef, Arap ve Körfez ülkeleri ile kendisi arasındaki ortak noktalardan birisini oluşturuyor.

Uluslararası Kriz Topluluğu’ndan Elizabeth Dickinson ise “Bu ülkeler aslında bir arada olmasa da benzer politikalar onları daha yakın kılıyor” ifadelerini kullandı.

Dickinson’un ifadeleri şu şekilde devam ediyor: “İran’a baskı kurarak bölgesel faaliyetlerini azaltma, İsrail ve belirli Körfez ülkelerinin en önemli önceliği. Riyad ve Abu Dabi ve hatta Tel Aviv, hazır Trump yönetimi de İran’a öncelik vermişken mevcut fırsatı değerlendirmenin önemli olduğunu düşünüyor”.

Tahran, ABD Başkanı Donald Trump’ın İran petrol ihracatını durdurmaya yönelik ikinci yaptırım paketini yürürlüğe sokacağı 5 Kasım tarihinin yaklaşması ile kendisini köşeye sıkışmış hissediyor.

Analistler, İranlıların İsraillilere kendilerini endişelendiren konuları ele alma ihtimaline yönelik mesajlar vermeye çalıştığını ve bu mesajların özellikle Suriye’deki İran varlığı veya Lübnan’daki Hizbullah’ın oluşturduğu tehdidi hafifletme ihtimaline yönelik olduğunu söylüyor. İsraillilerin en büyük endişe kaynaklarından biri olan balistik füze projesi konusunda ise İranlıların bunu daha geniş kapsamlı müzakereler için bir kart olarak koruduğu düşünülebilir.

Tahran, 1979 İslam Devrimi’ne kadar İsrail ile ayrıcalıklı ilişkilerini sürdürmüş ancak devrimin ardından bu ilişkiler kopmuştu. Bununla birlikte 1986’nın sonlarındaki Irak-İran zirvesinde Tahran, Tel Aviv ve Washington arasında uzun müzakereler gerçekleştirilmiş ve bu, dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ın Lübnan’da kaçırılan Amerikan vatandaşlarını serbest bırakması karşılığında İran’a silah satmayı kabul etmesi ile sonuçlanmıştı. Bu müzakerelerde İsrail’in de önemli bir rolü vardı. Nitekim İran’a Amerikan silahlarının nakliyatı, İsrail’den gerçeklemişti.



Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
TT

Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)

Mustafa el-Feki
Eski ve modern Arap tarihini araştıran herhangi biri olayların bağlamından, liderliğin doğasından ve yönetimin kalitesinden özgürlüğün her zaman kritik bir konu olduğunu görecektir. Şiirde ve nesirde, övgüde ve hicivde ağırlığı olan bir konuşma özgürlüğünün mirasçısı olan Arapçanın kökenlerinin özgürlük duygusuna ve savunuculuğuna dayandığını keşfedecektir. Burada, ulusal çıkarların sınırlarını aşmayan, ‘diğerleri arasından sivrilme’ mantığıyla şöhret peşinde koşmayan, başkalarının haklarını ihlal etmeyen ve diğerini rencide etmeyen sorumlu özgürlüğü kastediyoruz. Özgürlük, insanlığın yaradılışından itibaren alışık olduğu açık ve net bir kavramdır. “Hiç elleri kelepçeli doğan bir bebek gördünüz mü?” diyenler haklılar.  Zira insan hür yaratılmıştır. Hür yaşar ve hür ölür. Bunlar tartışmaya kapalı konulardır. Ama bizi ilgilendiren, insan hakları arasında öne çıkan özgürlük hakkını, modern dünyamızın içinde bulunduğu mevcut koşulları çerçevesinde Araplara ve Arap dünyasında olan bitenlere özel bir uygulamayla nasıl kullanacağımızdır. Bu yüzden Arap ülkelerindeki özgürlük tartışması ve halkların bu tartışmaya karşı tutumu ile ilgili olarak şu maddeleri ele aldık:
1 - Arap dünyası, son on yıl içinde Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat (buyurgan) rejimlerin çöküşüyle ​​diktatörlüklere darbe vurdu. Bu gelişmelerin ardından bölgedeki siyasi harita, olduğu gibi değişti. ‘Arap Baharı’ olayları, Arap dünyasında daha önce var olmayan bir özgürlüğe kapıyı araladığını kabul etmemize rağmen tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak tartışmanın koşulları, konunun netleşmediğini anlamamızı sağlıyor. Arap Baharı olaylarının, büyük güçlerin bazı Arap ülkelerinin içinde bulundukları şartlar üzerinden bölgeyi şekillendirmek istedikleri stratejik bir planın ve bu ülkelerde yaygın olan yolsuzluk, ihmalkârlık ve zayıflığın bir parçası olduğunu düşünenlerdenim. Aynı şekilde bu olayların, halkların çektiği acılardan ve yaygın işsizlik oranlarından yararlanılarak değişim sloganlarıyla bu ülkelerin tek bir sisteme dönüştürülmeleri için kullanıldığını da düşünüyorum. Bunu bir kenara bırakalım. Zira bu sistemlerin ömrü, ya devrim niteliğindeki teklifler ya sloganlar sonucunda ya da bazılarının gevşemesi ve kendilerine biçilen ömrün sona ermesiyle bitmiştir.
2 – Araplar bir yanda siyasi bağımsızlık, diğer yanda özgürlükler arasında kemikleşmiş ve yaygın bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Değerler ve fikirlerin kaybolduğu ve özellikle özgürlük tek başına yeterli olmadığından, buna ekonomik özgürlüğün elde edildiği, en kalabalık ve en yoksul sınıfları hesaba katan, çağın ruhuna ve modern teknolojiye ayak uyduran, arzulanan toplumsal dönüşüme de kapıları ardına kadar açan bir reform programının eşlik etmesi gerektiğinden dolayı rahatlığı çağrıştırmayan sahnelerle karşı karşıyayız. Aynı şekilde günümüz dünyasında, gelişmiş ülkelerin geçtiği ve yükselen ulusların her zaman yöneldiği vizyona doğru değişim ve ilerleme yoluyla reform yapabilmemizi zorunlu kılan bazı büyük değişimlerle de karşı karşıyayız. Arapların zamanın medeniyetine çok sınırlı bir yaklaşıma sahip olmaları ve zenginliklerimizin büyük bir bölümünün Arap olmayanlar tarafından kullanılması bizim çıkarımıza değil. Bu yüzden kalıcı bir zihinsel ve entelektüel olgunlaştırma süreci başlatmak da bize düşüyor. Akıl, davranışların belirleyicisidir. Geri kalmışlığın entelektüel bir durgunluk olması gibi değişim de zihinsel bir karardır.
3 – Araplar olarak özellikle büyük bir mirasın gölgesinde yaşadığımız için siyaset ve din arasında bir ayrım yapmamızın zamanı geldi. Memleketimiz semavi mesajların diyarıdır. Bu yüzden dinlerin ve medeniyetlerin döndüğü noktadır. Bu yüzden dinin derinliklerimize kök salması doğal bir durum ve bu iyi bir şey. Fakat asıl sorun, dinin siyasetle iç içe geçmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden taraflar kendi amaçlarına hizmet etmesi için dini kullanmalarına imkan doğar. Bize din adına farklı bir yaşam tarzı dayatmak isterler. Oysa din tüm bunlardan uzaktır. Özgürlük tartışması, semavi mesajları uzaklaşmadan ya da abartmadan anlamak adına dini ılımlılıkla bağlantılı olmalı. Böylece gerçek din, makasidu'ş-şeriat (dini kuralların amaçları) ile tutarlı olarak hayatımızdaki baskın maneviyat kavramı haline gelir. İslam dünyasında dini siyasete alet etme girişiminin ilk etapta dine zarar verdiğini bile düşünüyorum. Siyasete gelince; siyaset petrol gibidir. Yapışkan ve kirlidir. Sonuç, manevraya, ertelemeye, ilerlemeye ve geciktirmeye başvuran siyasi oyunlar ile dini değerler arasında bariz çelişkinin varlığıyla onu takip edenler ve takipçilerinden nefret edenler karşısında dinin yüce çehresini çarpıtır! Siyaset, ahlak nedir bilmezken din, manevi değerlerin damarı ve bizi daha iyiye götüren inancın kaynağıdır.
4 - Ülkemizde özgürlük tartışması, kimi zaman dinle kimi zaman rejimlerle olmak üzere her defasında geçmişten miras kalan değerlerle kesişiyor. Dolayısıyla özgürlüğün insanların ödediği ve milletlerin uğruna çabaladığı bir bedeli vardır. Bu zorlu denklem, bir yanda özgürlükleri, diğer yanda dini duyguları, diğer yanda ise yönetim sistemlerini uzlaştırmaya başlar. Buna sınıflar arasındaki eşitsizliğinin etkisini ve ekonomik durumun bu mesele üzerindeki etkisini eklediğimizde ortaya bir ikilem çıkar. Eskiler, seçim özgürlüğünün bir somun ekmekle bağlantılı olduğunu söylerler. Bunun siyasi anlamı, özgürlük, ekonominin doğal bir ürünü demektir. Bazıları insanların özgürlük ile arayış içerisinde oldukları ufuklara doğru yola çıkmak arasındaki bağı koparmak için halkların öne atıldığı bir tür diktatörlükten bahsedebilirler.
5 – Özgürlük, doğası gereği göreceli bir meseledir. Mutlak özgürlük, gerçeklikten ziyade kurguya daha yakındır. Özgürlüğün önündeki engeller genellikle eğitim, medya ve dini kurumun rolü gibi diğer faktörlerle ilgilidir. Bu yüzden özgürlükler geniş bir cephede ilerliyor. Toplumun bileşenlerini ve halkın mirasını, geleneklerini ve göreneklerini bir araya getiriyor. Bir ülkede belirli bir zamanda kabul edilebilir olan, başka bir ülkede ve farklı bir zamanda kabul edilemeyebilir. Özgürlük, insan hakları sorunlarının en başında geliyor. Bu yüzden imzalanan farklı sözleşmelerde insan hakları ile karakterize edilen aynı ölçülere sahip olması doğaldır. Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü ortak unsurları olduğundan bu konuda büyük bir eşitsizlik yoktur. Aynı durum, ikamet ve hareket özgürlüğü gibi sınırları başkalarının özgürlüğüyle biten kişisel özgürlükler için de geçerli. Burada ‘özgürlük kültürü’ olarak adlandırılabilecek duruma dikkati çekmeliyim. Özgürlük kültürü, eğitimin kalitesine ve her bireyin kendi birikmiş deneyimlerine bağlı olarak oluşan kültürel bir kalıptır. Eskilerin bir sözü vardır: Senin adına ne suçlar işleniyor ey özgürlük!
Bu söz kültürün, insan davranışı ve sosyal düzeyi olduğuna işaret eder. Özgürlüğün anlamı, her döneme ve mevcut koşullara göre şekillenir ve doğasını anlamada önemli bir faktör oluşturur.
Tüm bu maddelerle Arap dünyasındaki özgürlükler tartışmasını aktarmaya çalıştık. Herkesin ülkelerinin günümüz dünyasında modern toplumların çabaladığı amaç ve hedeflerine ulaşmadaki sorunlarına bağlı olarak özgürlüğün anlamıyla ilgili ortak bir formül ve tek bir kavram belirlemeleri için bir uyarıda bulunmayı istedik. Zaman faktörü her zaman siyasi ve toplumsal hareketle bağlantılı olduğundan, görmezden gelinmesi zor bir dönüm noktasından geçtiğimizi anlamalıyız. Dünya bugün çelişkili akımlarla dalgalanan ve sonuçları halkların çıkarları uğruna bazı özgürlüklerin geçici olarak askıya alınması olan bir salgınla karşı karşıya. Burada, özgürlüğün mutlak hakim olmadığını, zaman ve mekan şartlarının yanı sıra eğitim, kültür ve çağdaş dünyamızdaki diğer gelişim tezahürleri gibi bir takım faktörlere bağlı olduğunu bir kez daha vurgulamalıyız.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.