DEAŞ’ın düşüşünden sonrası

Suriye ve Irak'taki yenilgilerinden önce Rakka’da güç gösterisinde bulunan DEAŞ unsurları (AP)
Suriye ve Irak'taki yenilgilerinden önce Rakka’da güç gösterisinde bulunan DEAŞ unsurları (AP)
TT

DEAŞ’ın düşüşünden sonrası

Suriye ve Irak'taki yenilgilerinden önce Rakka’da güç gösterisinde bulunan DEAŞ unsurları (AP)
Suriye ve Irak'taki yenilgilerinden önce Rakka’da güç gösterisinde bulunan DEAŞ unsurları (AP)

Terör örgütlerinin köklerinin kurutulmasına ve ortaya çıkış sebeplerinin ortadan kalkmasına rağmen halen varlıklarını nasıl sürdürdüğünü anlamak güç. Bunun en yakın örneği DEAŞ. Örgüt, her ne kadar dağılmış ve parçalanmış olsa da değişiyor ve dönüşüyor. DEAŞ, Irak ile Suriye arasında uzanan bir İslam halifeliği kurma ilanının ardından parça parça milis grupları halinde dünyanın çeşitli yerlerine dağıldı. Sonrasında hızlı bir şekilde dönüşerek yalnız avlanan kurtlar gibi hareket etmeye başladılar. Terör saldırılarında bulundular. Bütün bunlar, bazı örgütlerin devamlılığının sebepleri ile meşgul olunmasını gerektiriyor.
Peki, stratejik olarak Batı ile küresel çatışma fikrini temel alan DEAŞ ve el-Kaide gibi örgütlerin kararlılıklarını artıran ve devamlılıklarını sağlayan şey nedir?
Yazar Muhammed Tevfik, “Çağdaş Savaşçı Gruplar: Fikirler, Semboller, Referanslar ve Dayanak Noktaları” isimli kitabında söz konusu örgütlerin devamlılığının esasları konularını ele alıyor.
Ebubekir Naci’nin ‘Vahşetin Yönetimi’ isimli kitabının içeriği ve uygulamaları, küresel çatışma modeline atıfta bulunuyor. Bu model, el-Kaide örgütü tarafından benimsenmiş ve kabul edilmiştir.
Bu, örgütün yerinden yönetim temelinde savaşı Suriye topraklarının dışına çıkarırken dayandığı noktalardan biridir. Geçmişte el-Kaide’nin yaptığından daha etkilidir. DEAŞ örgütü, geniş boyutları ve hedefleriyle ‘demografik bakımdan diğer örgütlerden farklı bir durumu temsil ediyor.
Washington merkezli Heritage Enstitüsü araştırmacısı Robin Simcox, örgütün kendisini bir marka olarak lanse etmekte başarılı olduğunu dile getiriyor ve bu durumun sosyal medya araçlarıyla radikal mesajlar yayarak etkilenenlerin büyük çoğunluğunu kendi saflarına katan örgütün insanları teşvik etmedeki kapasitesine işaret ettiğine dikkat çekiyor.
Burada böyle bir radikal dini ideolojinin etkisinin kapsamını tespit etmek için modern asırdaki terör dalgaları teorisine değinmek gerekiyor.
Modern asırdaki terör dalgaları
2004 yılında, terörizm çalışmalarının en önemli isimlerinden biri olan David Rapoport’un konuya dair bir çalışması yayınlandı. Rapoport, modern çağda dünyanın ‘anarşist terörizm dalgası, sömürge sonrası terörizm dalgası, yeni sol dalga ve dini terörizm dalgası’ olmak üzere dört terör dalgasına maruz kaldığını söylüyor.
İlk terör dalgasının ‘anarşist terörizm dalgası’ olduğunu kaydeden Rapoport, bunun 24 Ocak 1878’de Vera İvanovna Zasuliç’in Rusya'nın Petersburg kentinde bir polise ateş etmesiyle başladığını belirtiyor. Zasuliç’in şu ünlü sözüne atıfta bulunuyor:
“Ben bir teröristim, katil değil.”
Rapoport, bu dalganın 1890 yılının sonuna kadar devam ettiğini söylüyor.
Rapoport, ‘sömürge sonrası terörizm dalgası’ olarak isimlendirdiği ikinci terör dalgasının ise Birinci Dünya Savaşı sonrasında ve ilk dalganın etkisini kaybetmesiyle başladığını dile getirerek bu dalganın Avrupa sömürgeciliği ihlallerinin bir sonucu olarak tırmandığını belirtiyor. Rapoport, bu bağlamda kurulan başlıca örgütün Kuzey İrlanda'yı kurtarmak ve İrlanda’yı yeniden birleştirmek amacıyla kurulan İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) olduğunu söylüyor. Rapoport, bu dönemde ‘özgür savaşçılar’ kavramının dolaşıma girdiğini kaydediyor.
Üçüncü terör dalgası olan ‘yeni sol dalga’nın 1960'ların ortalarında ortaya çıktığını ifade eden Rapoport, bunun iletişim ve teknoloji devrimi ile birlikte Vietnam’daki savaşa bir tepki olarak oluştuğunu belirtiyor.
Rapoport, yeni sol dalganın dünya arenasından çekilmesi ile birlikte dördüncü bir dalganın gün yüzüne çıktığını ifade ediyor ve bu dalgayı ‘dini terörizm’ olarak adlandırıyor. Bu dalganın Lenin’in Rus devriminin ve Mao Zedong liderliğindeki Çin devriminin ardından başladığını kaydeden Rapoport, bunu İran’daki Humeyni devriminin takip ettiğini dile getiriyor.
Rapoport, dini dalganın gerilemesiyle birlikte beşinci terör dalgasının yükseleceğini ve bunun etnik milliyetçiliğe daha yakın bir renge bürüneceğini belirtiyor.
Parçalanma ve genişleme
Uluslararası Koalisyon’un DEAŞ örgütünü hedef almasıyla birlikte her ne kadar örgütün Suriye ve Irak'taki varlığının ortadan kaldırılması sürecinde sona gelinse de örgütün halen bölgede, özellikle de istikrarsız olan sınır bölgelerinde yeninden yapılanacağına dair endişeler devam ediyor.
ABD Merkez Kuvvetler (Centcom) Komutanı General Joseph Votel, bu hususta uyarıda bulundu ve örgüt savaşçılarının Suriye ve Irak'ta birçok farklı bölgeye dağılmak için konuşlandıkları bölgeleri terk ettiklerini söyledi. Bu adımın örgüt tarafından çalışılmış olduğunu kaydeden General Votel, örgütün böylece gelecekte mücadele etme yeteneğini sürdürmeyi, ailelerini korumayı ve zamanı geldiğinde yeniden yükselmeyi hedeflediğini belirtti.
ABD liderliğindeki Uluslararası Koalisyon, 2014 yılında Irak'taki Nur Camii’nde verdiği ünlü hutbesinde örgütün kuruluşunu ilan eden Ebu Bekir el-Bağdadi'den başlayarak DEAŞ hilafetinin ortadan kaldırılması için çalışıyor. Örgüt liderinin başına ödül koyan Uluslararası Koalisyon, yerini bildiren kişiye 25 milyon dolar vereceğini duyurdu. Iraklı yetkililer, Bağdadi’nin Irak’ta bulunmadığını ve Suriye'nin doğusunda olabileceğine işaret ediyor. Irak’ın Ramadi şehrinde dağıtılan broşürlerde şu ifadeler yer alıyordu:
“DEAŞ lideri ve onun savaşçıları toprağınızı çaldı ve ailenizi öldürdü. Şimdi ektiği ölüm ve yıkımdan uzak bir şekilde güvende yaşıyor. Sizin vereceğiniz bilgilerle ondan intikamınızı alabilirsiniz.”
Örgüt tehlike oluşturuyor
“Terörist bir marka” haline gelen DEAŞ örgütünün kimliği ortadan kaldırılmadıkça örgüt tehdit saçmaya devam edecek. Bu durum, söz konusu örgütün sosyal medya mesajlarıyla daha fazla ön plana çıkmalarına ve daha fazla kişiye ulaşmalarına yardımcı oluyor. DEAŞ örgütü, el-Kaide gibi elitist bir örgüt olmadığından dolayı her taraftan birçok yabancı savaşçıyı kendine çekti. Bu durum, birçok ülkede aşırılık yanlısı ideolojiyi benimseyen uyuyan hücrelerin oluşmasına yol açtı.
İngiliz Polis Teşkilatı Scotland Yard'ın Terörle Mücadele Şubesi'nden Peter Clarke, DEAŞ ve el-Kaide örgütlerinin son zamanlarda yeni grupları kendi saflarına çekmek amacıyla medya kampanyası başlattıkları konusunda uyarıda bulundu. Clarke ayrıca bu durumun söz konusu örgütlerin internet ve sosyal medya üzerindeki uluslararası sansür ile yüzleşme konusundaki donanımlarını gösterdiğini dile getirdi.
Örgütün kendini adadığı bu ideoloji, son zamanlarda İngiliz Şamima Begüm ve Hollandalı Janita Yahani gibi Avrupalı DEAŞ mensubu olan bazı isimleri ünlü yaptı. Nitekim bu isimler çatışma alanlarında doğan çocukları ile normal bir hayata dönme arzularını dile getirdi. Yabancı savaşçıların geri dönüşüne ilişkin krizin tırmanması ve bir dizi devletin onları ülkeye geri alma konusundaki isteksizliği ile birlikte bu kişilerin niyetlerinde samimi olup olmadıklarına dair uluslararası tartışmalar arttı.
Uluslararası eğilim, söz konusu kişilerin çatışma alanlarında yaşamalarının ardından rehabilite edilmelerinin zor olduğu ve topluma entegre edilmeleri sırasında aşırılık yanlısı ideolojiyi yayma tehditlerinin bulunduğu yönünde.
Bütün bu durum, ele alınmadığı takdirde yabancı savaşçıların saatli bombalara dönüşebileceği konusunda birer uyarı niteliği taşıyor. Bunun başlıca örnekleri arasında bir dizi kampta bulunan DEAŞ’lı kadınların ifadeleri yer alıyor. Söz konusu kişiler örgüt ideolojisine olan inançlarını ve sadakatlerini dile getirdi. Ayrıca devam etmek ve ilerlemek konusunda yeterince donanımlı olduklarını belirttiler ve dünyanın farklı yerlerinde terör saldırıları gerçekleştirebileceklerini söylediler. Bu hususlar, radikal ideolojinin nüfuzunun ciddiyetini ve bunu ortadan kaldırmanın gerekliliğini gösteriyor.
DEAŞ örgütü bölgedeki politik ve entelektüel koşulların bir neticesidir. Bu gibi aşırılık yanlısı örgütler çatışma alanlarındaki boşluğu doldurmak ve güvensizlikten yararlanmak için ortaya çıkar.
Aşırılıkçı örgütlerin ortaya çıkışının ve devamlılığının nedenleri ele alınmadığı takdirde söz konusu örgütlerin kendilerini yeniden toparlaması veya diğer benzer örgütlerin ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Ayrıca örgüt, sempatizanlarının artmasıyla birlikte dünyanın birçok bölgesinde de uyuyan hücreler oluşturabilir.



Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
TT

Arap dünyasındaki özgürlük tartışması

Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)
Arap dünyası, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat rejimlerin çöküşüyle diktatörlüklere darbe vurdu. (Reuters)

Mustafa el-Feki
Eski ve modern Arap tarihini araştıran herhangi biri olayların bağlamından, liderliğin doğasından ve yönetimin kalitesinden özgürlüğün her zaman kritik bir konu olduğunu görecektir. Şiirde ve nesirde, övgüde ve hicivde ağırlığı olan bir konuşma özgürlüğünün mirasçısı olan Arapçanın kökenlerinin özgürlük duygusuna ve savunuculuğuna dayandığını keşfedecektir. Burada, ulusal çıkarların sınırlarını aşmayan, ‘diğerleri arasından sivrilme’ mantığıyla şöhret peşinde koşmayan, başkalarının haklarını ihlal etmeyen ve diğerini rencide etmeyen sorumlu özgürlüğü kastediyoruz. Özgürlük, insanlığın yaradılışından itibaren alışık olduğu açık ve net bir kavramdır. “Hiç elleri kelepçeli doğan bir bebek gördünüz mü?” diyenler haklılar.  Zira insan hür yaratılmıştır. Hür yaşar ve hür ölür. Bunlar tartışmaya kapalı konulardır. Ama bizi ilgilendiren, insan hakları arasında öne çıkan özgürlük hakkını, modern dünyamızın içinde bulunduğu mevcut koşulları çerçevesinde Araplara ve Arap dünyasında olan bitenlere özel bir uygulamayla nasıl kullanacağımızdır. Bu yüzden Arap ülkelerindeki özgürlük tartışması ve halkların bu tartışmaya karşı tutumu ile ilgili olarak şu maddeleri ele aldık:
1 - Arap dünyası, son on yıl içinde Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi'nin yok olmasının yanı sıra Tunus ve Mısır'da otokrat (buyurgan) rejimlerin çöküşüyle ​​diktatörlüklere darbe vurdu. Bu gelişmelerin ardından bölgedeki siyasi harita, olduğu gibi değişti. ‘Arap Baharı’ olayları, Arap dünyasında daha önce var olmayan bir özgürlüğe kapıyı araladığını kabul etmemize rağmen tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak tartışmanın koşulları, konunun netleşmediğini anlamamızı sağlıyor. Arap Baharı olaylarının, büyük güçlerin bazı Arap ülkelerinin içinde bulundukları şartlar üzerinden bölgeyi şekillendirmek istedikleri stratejik bir planın ve bu ülkelerde yaygın olan yolsuzluk, ihmalkârlık ve zayıflığın bir parçası olduğunu düşünenlerdenim. Aynı şekilde bu olayların, halkların çektiği acılardan ve yaygın işsizlik oranlarından yararlanılarak değişim sloganlarıyla bu ülkelerin tek bir sisteme dönüştürülmeleri için kullanıldığını da düşünüyorum. Bunu bir kenara bırakalım. Zira bu sistemlerin ömrü, ya devrim niteliğindeki teklifler ya sloganlar sonucunda ya da bazılarının gevşemesi ve kendilerine biçilen ömrün sona ermesiyle bitmiştir.
2 – Araplar bir yanda siyasi bağımsızlık, diğer yanda özgürlükler arasında kemikleşmiş ve yaygın bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Değerler ve fikirlerin kaybolduğu ve özellikle özgürlük tek başına yeterli olmadığından, buna ekonomik özgürlüğün elde edildiği, en kalabalık ve en yoksul sınıfları hesaba katan, çağın ruhuna ve modern teknolojiye ayak uyduran, arzulanan toplumsal dönüşüme de kapıları ardına kadar açan bir reform programının eşlik etmesi gerektiğinden dolayı rahatlığı çağrıştırmayan sahnelerle karşı karşıyayız. Aynı şekilde günümüz dünyasında, gelişmiş ülkelerin geçtiği ve yükselen ulusların her zaman yöneldiği vizyona doğru değişim ve ilerleme yoluyla reform yapabilmemizi zorunlu kılan bazı büyük değişimlerle de karşı karşıyayız. Arapların zamanın medeniyetine çok sınırlı bir yaklaşıma sahip olmaları ve zenginliklerimizin büyük bir bölümünün Arap olmayanlar tarafından kullanılması bizim çıkarımıza değil. Bu yüzden kalıcı bir zihinsel ve entelektüel olgunlaştırma süreci başlatmak da bize düşüyor. Akıl, davranışların belirleyicisidir. Geri kalmışlığın entelektüel bir durgunluk olması gibi değişim de zihinsel bir karardır.
3 – Araplar olarak özellikle büyük bir mirasın gölgesinde yaşadığımız için siyaset ve din arasında bir ayrım yapmamızın zamanı geldi. Memleketimiz semavi mesajların diyarıdır. Bu yüzden dinlerin ve medeniyetlerin döndüğü noktadır. Bu yüzden dinin derinliklerimize kök salması doğal bir durum ve bu iyi bir şey. Fakat asıl sorun, dinin siyasetle iç içe geçmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden taraflar kendi amaçlarına hizmet etmesi için dini kullanmalarına imkan doğar. Bize din adına farklı bir yaşam tarzı dayatmak isterler. Oysa din tüm bunlardan uzaktır. Özgürlük tartışması, semavi mesajları uzaklaşmadan ya da abartmadan anlamak adına dini ılımlılıkla bağlantılı olmalı. Böylece gerçek din, makasidu'ş-şeriat (dini kuralların amaçları) ile tutarlı olarak hayatımızdaki baskın maneviyat kavramı haline gelir. İslam dünyasında dini siyasete alet etme girişiminin ilk etapta dine zarar verdiğini bile düşünüyorum. Siyasete gelince; siyaset petrol gibidir. Yapışkan ve kirlidir. Sonuç, manevraya, ertelemeye, ilerlemeye ve geciktirmeye başvuran siyasi oyunlar ile dini değerler arasında bariz çelişkinin varlığıyla onu takip edenler ve takipçilerinden nefret edenler karşısında dinin yüce çehresini çarpıtır! Siyaset, ahlak nedir bilmezken din, manevi değerlerin damarı ve bizi daha iyiye götüren inancın kaynağıdır.
4 - Ülkemizde özgürlük tartışması, kimi zaman dinle kimi zaman rejimlerle olmak üzere her defasında geçmişten miras kalan değerlerle kesişiyor. Dolayısıyla özgürlüğün insanların ödediği ve milletlerin uğruna çabaladığı bir bedeli vardır. Bu zorlu denklem, bir yanda özgürlükleri, diğer yanda dini duyguları, diğer yanda ise yönetim sistemlerini uzlaştırmaya başlar. Buna sınıflar arasındaki eşitsizliğinin etkisini ve ekonomik durumun bu mesele üzerindeki etkisini eklediğimizde ortaya bir ikilem çıkar. Eskiler, seçim özgürlüğünün bir somun ekmekle bağlantılı olduğunu söylerler. Bunun siyasi anlamı, özgürlük, ekonominin doğal bir ürünü demektir. Bazıları insanların özgürlük ile arayış içerisinde oldukları ufuklara doğru yola çıkmak arasındaki bağı koparmak için halkların öne atıldığı bir tür diktatörlükten bahsedebilirler.
5 – Özgürlük, doğası gereği göreceli bir meseledir. Mutlak özgürlük, gerçeklikten ziyade kurguya daha yakındır. Özgürlüğün önündeki engeller genellikle eğitim, medya ve dini kurumun rolü gibi diğer faktörlerle ilgilidir. Bu yüzden özgürlükler geniş bir cephede ilerliyor. Toplumun bileşenlerini ve halkın mirasını, geleneklerini ve göreneklerini bir araya getiriyor. Bir ülkede belirli bir zamanda kabul edilebilir olan, başka bir ülkede ve farklı bir zamanda kabul edilemeyebilir. Özgürlük, insan hakları sorunlarının en başında geliyor. Bu yüzden imzalanan farklı sözleşmelerde insan hakları ile karakterize edilen aynı ölçülere sahip olması doğaldır. Düşünce, ifade ve inanç özgürlüğü ortak unsurları olduğundan bu konuda büyük bir eşitsizlik yoktur. Aynı durum, ikamet ve hareket özgürlüğü gibi sınırları başkalarının özgürlüğüyle biten kişisel özgürlükler için de geçerli. Burada ‘özgürlük kültürü’ olarak adlandırılabilecek duruma dikkati çekmeliyim. Özgürlük kültürü, eğitimin kalitesine ve her bireyin kendi birikmiş deneyimlerine bağlı olarak oluşan kültürel bir kalıptır. Eskilerin bir sözü vardır: Senin adına ne suçlar işleniyor ey özgürlük!
Bu söz kültürün, insan davranışı ve sosyal düzeyi olduğuna işaret eder. Özgürlüğün anlamı, her döneme ve mevcut koşullara göre şekillenir ve doğasını anlamada önemli bir faktör oluşturur.
Tüm bu maddelerle Arap dünyasındaki özgürlükler tartışmasını aktarmaya çalıştık. Herkesin ülkelerinin günümüz dünyasında modern toplumların çabaladığı amaç ve hedeflerine ulaşmadaki sorunlarına bağlı olarak özgürlüğün anlamıyla ilgili ortak bir formül ve tek bir kavram belirlemeleri için bir uyarıda bulunmayı istedik. Zaman faktörü her zaman siyasi ve toplumsal hareketle bağlantılı olduğundan, görmezden gelinmesi zor bir dönüm noktasından geçtiğimizi anlamalıyız. Dünya bugün çelişkili akımlarla dalgalanan ve sonuçları halkların çıkarları uğruna bazı özgürlüklerin geçici olarak askıya alınması olan bir salgınla karşı karşıya. Burada, özgürlüğün mutlak hakim olmadığını, zaman ve mekan şartlarının yanı sıra eğitim, kültür ve çağdaş dünyamızdaki diğer gelişim tezahürleri gibi bir takım faktörlere bağlı olduğunu bir kez daha vurgulamalıyız.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.