Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı

Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı
TT

Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı

Mazlum Abdi’nin sosyal medyadan yaptığı tanınma çağrısının anlamı

Salah Bedreddin
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) lideri Mazlum Abdi, yurt içinde ve dışında çeşitli isimlerle PKK’ya bağlı olan tüm görsel-işitsel medyanın seferberliğinde sosyal medyada bir hashtag (etiket) yayınlayarak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin tanınması çağrısında bulundu. Ancak Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni tanımasını istediği kişi veya kuruluşların isimlerini belirtmedi.
Sosyal ağlarda ve medya kuruluşlarında başlatılan bu kampanyanın zamanlamasının aşağıdakiler de dahil olmak üzere birtakım faktörler ve göstergelerle örtüştüğüne hiç şüphe yok. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1 - ABD’nin Afganistan'da yirmi yıl süren muazzam askeri varlığının ardından Afganistan'dan başlayan, 2003 yılında ABD işgaline tanık olan, daha sonra 2011'de neredeyse tamamen geri çekilmişken Uluslararası Koalisyon çatısı altında DEAŞ’la mücadele için yeniden döndüğü, ardından Irak parlamentosunun ülkedeki yabancı güçlerin tamamen çekilmesi kararı aldığı Irak'tan geçen ve DEAŞ’A karşı savaş yıllarından bugüne kadar askeri güç olarak kabul edilen SDG'yi desteklediği Suriye ile son bulan Ortadoğu'dan askeri olarak geri çekilmeye yönelik art arda attığı adımlar bu faktörlerin başında geliyor. Ancak konunun uzmanı birçok kaynağa göre ABD’nin Ortadoğu’dan kademeli olarak geri çekilme niyeti henüz netlik kazanmış değil.
2 - ABD Başkanı Joe Biden ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in İsviçre zirvesinden sonra başlayan Suriye konulu mutabakatları da yine bu faktörlerden biridir. Gözlemciler söz konusu mutabakatları, özellikle Washington’ın dünya arenasına geri dönüşü çerçevesinde ABD’nin dünyanın diğer bölgelerindeki nüfuzu lehine vereceği birtakım tavizler karşılığında, Rusya'nın Suriye'deki nüfuzunu güçlendirmek için ABD’nin yürüttüğü bir çeşit yatıştırıcı diplomasi olarak görüyorlar.
3 - Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) deneyiminin sorunlu ve gerçekçi olmayan şahitliğinde, bu gruplarla rejim arasındaki eski mutabakatları yeniden canlandırmaya ve Rus tarafının himayesinde 2017 yılında yapılan kendi kaderini tayin etme referandumundan sonra yine Bağdat yönetimine dönüş için yeni adımlar atmaya yönelik çağrısını da yine bu faktörler arasında sayabiliriz.
4 - Ankara’nın bir NATO üyesi olarak ABD'nin çekilmesinden sonra Kabil Havalimanı’nın güvenliğini ve emniyetini sağlama talebini Washington'ın karşılamaya hazır olmasından bu yana ABD-Türkiye ilişkilerinde sıcak temasların olduğuna dair bazı göstergeler de söz konusu. Tabii ki bu, SDG'nin ve Özerk Yönetim'in geleceği ile ilgili bir bedel karşılığında olacaktır.
Peki, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin tanınması çağrısının amacı ne?
Yukarıda belirtilen faktörler ve göstergelerin yanı sıra Suriye dosyasına ilişkin Suriye’nin yanı sıra bölgesel ve uluslararası düzeydeki hızlı siyasi gelişmelere dayanarak basın ve sosyal medya üzerinden yapılan bu yoğun ve aceleci tanıma çağrısının arkasındaki amaç gördüğüm kadarıyla, sadece Suriye Kürtleri adına değil, aynı zamanda Suriye kuzeydoğusundaki Kürtlerin, Arapların ve Hıristiyanların yanı sıra Şam rejimiyle Rusya'nın himayesindeki bir diyalogla Haseke, Deyrizor ve Rakka sakinlerinin tek meşru temsilcisi olarak da ilgili tarafların tanınmasını ve onayını kazanmaktır. Askeri ve güvenlik güçlerinin rejim güçleriyle entegrasyonu hakkında sızan bilgilerle birlikte Şam’ın, illere göre yerel yönetim bazında ilgili bölge ile Baas rejiminin iktidara gelmesinden bu yana yürürlükte olan Suriye Anayasası çerçevesinde yasal ve idari olarak ilgilendiği de gelen bilgiler arasında. Mazlum Abdi’nin rejiminin tanınması çağrısındaki amaç ise rejimini ve temsilcilerini tek bir siyasi, idari ve otoriter referans haline getirmek veya Suriye’nin kuzeydoğu bölgelerinin gerçek yönetimi olmak konusunda sözde müzakere kartlarını güçlendirmek için zamanla yarışma girişimidir.
Bu bağlamda şu soru işaretleri ortaya çıkıyor: Mazlum Abdi, yönettiği rejimi ne olarak değerlendiriyor? Bir PYD partisi mi yoksa fiili bir otorite olarak öz-yönetim mi? Ya da PKK’nın merkezi Kandil'e bağlı askeri güçler mi? Yahut bir otoriteyi, bir kurtuluş hareketini veya ideolojik bir partiyi mi temsil ediyor? 1920’li yıllarda Hoybun Hareketi ile başlayan tarihi Suriye Kürt ulusal hareketinin, 1957'de Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’nin (SKDP) kurulması, 1965'te 5 Ağustos Konferansı'nın köklü dönüşümleri ve mevcut parçalanma durumunun, Kürt Demokratlar Hareketi (TEV-DEM) ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi’nin (ENKS) ortaya çıktığı partizan kutuplaşmanın bittiğini mi ifade ediyor? Yoksa bu çağrı, birkaç gün önce Abdullah Öcalan’ın 1980’lerin başında Esed ailesine başvurduğu ve şu ana kadar Suriye rejimine hizmet ettiğinin ortaya çıkmasından mı kaynaklanıyor?
Büyük ihtimalle Mazlum Abdi de dünya ülkeleri tarafından tanınmayı beklemiyor. Çünkü kendisi devlete benzer bir yapıyı dahi temsil etmiyor. Bağımsız ülkeler birbirlerini tanırlar. Askeri örgütleri ve grupları bilhassa şiddet eylemlerinde bulunduklarından şüpheleniliyorlarsa tanımazlar. Bunları mali ve askeri destek karşılığında kullanırlar. Ayrıca Rusya, ABD, İran, Türkiye ve İsrail gibi Suriye dosyasıyla ilgili ülkeler, halen Suriye devletine paralel oluşumları tanımıyor ve silahlı milisler veya siyasi örgütlerle uğraşıyorlar. Uzun vadede tüm toprakların ve fiili otoritelerin iktidardaki rejimin kollarına geri dönmesinin amaçlandığı da artık bir sır değil.
Suriye Kürt hareketinin meşruiyeti için neler gerekiyor?
Geleneksel Kürt partileri, Suriye devriminin başlangıcından bu yana ve hatta ondan yıllar önce, başta hareketin mücadele çizgisinden siyasi sapma olmak üzere birçok nedenden ötürü Kürt halkını ve onların ulusal hareketini temsil etme özelliklerini kaybetti. Tüm bunlar söz konusu partilerin kendi içlerinde seçim ve konferanslarla ilgili hükümlerin bozulmasıyla demokrasinin kaybolması, parti yönetimlerinin hısım-akraba kollanarak aile şirketlerine dönüşmesi ve ardından partilerin siyasi sermayeye bağımlı hale gelmesi, bağımsız karar alma özelliğinin yitirilmesi, partilerin yabancı gündemlerin hizmetine sunulması ve Suriye Kürtleri için ulusal projenin tanımlanması, formüle edilmesi ve benimsenmesinde pusulanın şaşmasıyla oldu.
Ulusal düzeyde geniş bir boşluk yaratan bu trajik sahnenin, Suriye devriminin başlangıcından bu yana yeni gelenin (eski ve yeni özellikleriyle PKK sisteminin) kontrolüne daha fazla alan açtığına şüphe yoktur. Suriye devrimi ve Türkiye karşıtı olan iki gücün bir siyasi temelde yakın iş birliğine ilişkin Öcalan'ın Esed’in kapısına gittiği dönemde yapılandan farklı bir anlaşma çerçevesinde, birinci temelin silah zoruyla ve Esed rejiminin doğrudan desteğiyle gerçekleştiği, ikincisinin ise önemli bir etkisinin olmadığı görüldü.
Mazlum Abdi, Suriyeli Kürtlerin kendisini ve sistemini tek meşru temsilci olarak tanımasını güvence altına almak istediğinde, birçok adımı tamamlamalı ve daha fazla açıklık, şeffaflık, ilkelere bağlılık, hata ve günahları kabul etme dahil olmak üzere birçok koşulu sağlamalıdır. Abdi, sistemi ENKS çatısı altındaki taraflarca tanınmadıktan ve onu Kürt-Kürt anlaşmasının hamisi veya kotaların ortağı olarak görmedikten sonra çağrısının içeriği boş bir konuşma olduğunu kesinlikle bilmelidir.
Evet, 2011'den bu yana rejiminin Suriye Kürtlerine, onların hareketlerine ve genel olarak Suriyelilere yönelik tüm olumsuz ve yıkıcı davranışlarını kapsamlı bir şekilde eleştirmeli. Bunlar arasında Esed’in diktatör rejimiyle anlaşmalar yapması, ulusal düzeyde ihlallerde bulunması, petrol, gaz ve gümrük gelirlerini denetimsiz ve hesap sorulmadan dağıtması, adam kaçırma suçları, tasfiyeler, Kürt bölgelerinin nüfuslarından arındırılması, ideolojik ve politik olarak farklı savaşçıların takip edilmesi gibi tamamı belgelenmiş davranışlar yer alıyor.
Mazlum Abdi eğer rejiminin Kürtleri temsil etmesini istiyorsa, Suriye Kürtlerinin çıkarlarına bağlı kalmalı ve Kandil’den ideolojik, örgütsel, siyasi ve devlet olarak ayrıldığını ilan etmelidir. PKK'nın genel olarak IKBY’ye ve IKBY başkanlığına, IKBY halkı tarafından seçilen hükümet ve parlamentodaki Kürt kardeşlerine karşı sürdürdüğü düşmanca tutumu kınamalıdır. Ayrıca Suriye Kürtleri arasındaki fikri ve siyasi çoğulculuğu tanımalıdır. Suriye Kürtlerinin siyasi hayatının ve mücadelesinin kendi rejimiyle başlamadığını ve yine onun rejimiyle bitmeyeceğini de bilmelidir. Abdi’nin kendi rejimi de dahil olmak üzere tüm partilerin, Kürt hareketini tam olarak temsil etmediğini ve Suriyeli Kürt vatanseverlerin yaklaşık yüzde sekseninin bu partilerden olmadığını kabul etmesi gerekiyor. Meşruiyetini yeniden sağlamak ve zorluklarla mücadele etmek için bağımsız yurtseverlerin üçte ikisi ve iki kutup TEV-DEM ve ENKS’nin üçte biri için en uygun seçenek olarak Suriye Kürt hareketini Kürt konferansı aracılığıyla yeniden inşa etme ilkesine bağlı kalmalıdır. Bu konferans, tanınma talebinde bulunmak veya herhangi bir teklif sunmak için en uygun yerdir. Bu nedenle, meşru bir temsilci olarak tanınmak isteyen (bir parti, örgüt veya şahıs vb.) kim olursa olsun halkın çoğunluğunun güvenini silahların gölgesinde değil, özgür, sivil demokratik yollarla elde etmelidir.
Bu makale Şarku’l Avsat tarafından ahewar.org sitesinden çevrilmiştir.



Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
TT

Bölgesel güç dengeleri

 İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP
İsrail, ilk kez içeride derin bir darbe aldı ve iç hedefler benzeri görülmemiş şekilde vuruldu (AFP

Mustafa Feki

Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Arap Körfezi, son zamanlarda karşılaştıkları krizlerin büyüklüğünü önemli ölçüde vurgulayan benzeri görülmemiş ve zor koşullar yaşadı. Bu krizler, yalnızca sınırlı bir bölgesel sorun olmaktan çıkıp büyük bir uluslararası sorun haline geldiler.

Bölgedeki kanlı diziyle başlarsak, ki bu nihayetinde Filistin topraklarının İsrail tarafından vahşice işgal edilmesinin beklenen bir sonucu gibi görünüyor, 7 Ekim 2023 tarihinin işgalin dirençli Filistin halkına her düzeyde uyguladığı baskının otomatik ve doğal bir sonucu olduğunu hemen fark ederiz. Söz konusu baskı, şiddet döngüsünün genişlemesine ve Gazze'nin mevcut koşulları altında yaşanmaz bir alana dönüşmesine yol açtı. Öldürülmemesi gereken on binlerce çocuk, kadın ve sivili içeren şehit kafileleri her gün birbirini takip ediyor. Karşı karşıya kaldıkları katliamlar hem kardeşlerinden hem de dostlarından hiçbir insani yardım veya destek alamadan katlandıkları zor yaşam koşulları unutulamaz.

Son İran-İsrail çatışmasındaki ateşkesin, Gazze'deki acı verici duruma olumlu bir yansıması olabilir, ne var ki İsrail'in uzlaşmazlığı ve Netanyahu modelinin sabah akşam yaydığı nefret dolu söylemlerin temsil ettiği güç despotluğu, acıların devam edeceğinin, güven ve barış kıyısından hâlâ uzak olunduğunun en iyi kanıtı.

Belki okuyucuyla birlikte ülkelerin ağırlıklarını, gerçekleşen dönüşümlerin doğasını ve bazı tarafların ağırlıkları açısından bölgesel borsa üzerindeki etkilerini düşünebilir ve aşağıdaki kanıtları gözlemleyebiliriz:

İlk olarak, bir yandan Lübnan'da Hizbullah'ın başına gelenlere, diğer yandan Suriye'de yaşananlara bakıldığında, İran toplamda kaybeden gibi görünüyor. Tahran, Esed ailesinin yönetimi boyunca sadakatini sürdüren itaatkar bir müttefikini kaybetti. Buna ilaveten, ABD'nin tam desteğiyle İsrail, İran'ın nükleer projesinin temellerini büyük ölçüde yok etti. İran ayrıca siyasi yaşamının, askeri mevkilerinin ve bilimsel uzmanlıklarının en ön saflarından onlarca şehit verdi.

Burada, İran'ın direndiğini ve inkar edilmesi zor birçok güçlü karşılık verdiğini dolaylı olarak kabul etmeliyiz. İsrail'e gönderdiği füze ve insansız hava araçlarının, on binlerce sakinini İran saldırılarından kaçmak için sığınaklara yönelmeye zorladığını itiraf etmeliyiz. Ancak, bu elbette, İsrail Hava Kuvvetleri'nin İran'ın kalelerini vurması, İran içindeki bir dizi önemli ekonomik ve askeri konumda hayati öneme sahip arterleri hedef almasıyla kıyaslanamaz.

ABD Başkanı Donald Trump, başlangıcından itibaren İran-İsrail çatışmasının baş vaftiz babası rolünü oynadı. Gelişmelerin ayrıntılarına doğrudan kişisel olarak müdahale etti. Öyle ki hem İran hem de İsrail tarafı kazandıklarını iddia ettikleri bir zafer veya rakiplerine karşı sağladıklarını iddia ettikleri bir üstünlükle gururlanarak savaştan çıktılar. Her halükarda durum ve medyatik gelişmeler alanı yorumlara açık, tüm tarafların bakış açılarının kabul edilmesine olanak tanıyor. Zira silahlı çatışmalar geride bir kazanan bırakmaz, aksine kayıp ve zararları tüm taraflara dağıtır.

Burada, İran nükleer programının geçici bir süreliğine de olsa çökertilmesinin, Netanyahu için gurur duyacağı yanıltıcı bir zafer olduğuna dikkat etmeliyiz. Bu zafer, onu siyasi durumunu ve İsrail hükümetinin başkanı olarak konumunu güçlendirebilecek bir erken genel seçim çağrısında bulunmaya itebilir. Tahran ve Tel Aviv arasında yaklaşık iki hafta süren bu askeri çatışma hakkında ne söylenirse söylensin, İsrail'in imajına bir çizik atıldığını, her koşulda etkilendiğini dürüstçe belirtmeliyiz. İran, bölgedeki en büyük askeri cephaneliğe karşı mücadelede kahramanlıktan veya cesaretten yoksun olmayan bir duruş sergiledi. İsrail'e verilen Amerikan desteği, o savaşta gerçek belirleyici faktördü, kimsenin itiraz edemeyeceği ve olaylar tarafından gölgede bırakılmış gibi görünen bir kriterdi. Zira İsrail ilk kez içeride derin bir darbe aldı, iç hedefler benzeri görülmemiş bir şekilde vuruldu. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu da yenilmez ordu efsanesinin ve son on yıllarda yarattığımız büyük putun ne sandığımız kadar sağlam ne de hayal ettiğimiz kadar güçlü olmadığını teyit etti.

İkincisi; eğer şimdi uzun bir geçmişe ve geniş topraklara sahip bir İslam devleti olarak İran'dan bahsedeceksek, kendisinin üstünden atlanması zor birkaç hatasını kaydetmeliyiz. Bunların ilki, arenalar birliği dediğimiz şey ve son kırk yıldır komşu ülkelerde onlar aracılığıyla savaştığı çeşitli kollardır. Lübnan'daki Hizbullah ile başlayıp Suriye ve Irak'tan geçerek Yemen'deki Ensarullah-Husi grubuna kadar uzanan bu kollar, kanlı çatışmaların ve tekrarlanan çekişmelerin bir tarafı olarak kendini dayattı. Böylece İran Batı'nın, Batı Asya, Arap Yarımadası, Arap Körfez bölgesi ve hatta Kuzey Afrika'daki Araplar, Türkler, Kürtler ve diğer etnik gruplara karşı kullandığı bir korkuluğa dönüştü.

İran'ın benimsediği kollar inşa etme politikası, İran'da İslam Devrimi'nin patlak vermesi ve Şah'ın Şubat 1979'da devrilmesi ile başlayan geniş çaplı bir kaosa yol açtı. Ama iş bununla bitmedi. İran, Arap Körfez bölgesindeki Amerikan hedeflerini vurmaya çalışarak ve Katar hava sahasını ihlal ederek de büyük bir hata yaptı. İlave olarak, İran'ın hatalarına sık sık tahammül eden, işlerine karışmasını ve yanlışlarını görmezden gelen Körfez'de de tahribat yaratmaya çalıştı. İşleri daha da kötüleştiren ise İran parlamentosunun, bu hayati bölgede dünya petrol nakliyatının yüzde 20'sinin geçtiği, büyük öneme sahip bir ticaret ve deniz yolu olan Hürmüz Boğazı'nı kapatma kararı almasıydı.

İran'ın son eylemleriyle Körfez’in duygularını geçici de olsa kendisine karşı yabancılaştırarak kaybettiğine şüphe yok. Oysa Körfez ülkeleri, Maşrık (Levant) ülkeleri, Mısır ve diğerleri, İsrail'in İran'a yönelik saldırganlığını en başından kınadılar. Tahran, düşman listesine geçici de olsa başka ülkeler eklemek yerine dostlarının desteğini almaya çalışmalıydı.

Bu nedenle, İran'ın çok şey kaybettiğine, yalnızca Beyaz Saray'daki güçlü adamın, Tahran ve Tel Aviv arasındaki savaşı sona erdirme başarısını kendisine nispet etmeye çalışan Donald Trump'ın göreceli, geçici memnuniyetini elde ettiğine inanıyorum. Trump daha önce de Pakistan ve Hindistan arasındaki ateşkesi kendisine mal etmişti. Buna bir de ABD’nin Tahran'daki rejimi devirmeye çalışmadığını, bunun yerine yalnızca İran nükleer projesini yok etmeyi ve onu en azından gelecekte aciz hale getirmeyi amaçladığını defalarca dile getirenin de o olduğunu eklemeliyiz.

Üçüncüsü; nükleer programını kaybeden İran'ın, siyasi rejiminin devamı ve onu zayıflatma girişimlerini durdurma konusunda geçici bir kabul kazandığı açıkça ortaya çıktı. İran’ın artık sona eren bu çatışmada en önemli ve en öne çıkan devlet olduğuna şüphe yok. Ancak, Trump'ın gözdesi Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki Türk tarafını da göz ardı etmemeliyiz. Türkiye'nin bir Avrupa-Asya, Akdeniz ve Ortadoğu ülkesi, NATO'nun aktif bir üyesi, bölgede ve genel olarak güç denkleminde hem İsrail hem de İran ile birlikte hesaba katılması gereken bir güç olduğunu aklımızda tutmalıyız. Türkiye de Suriye'de yaptıkları ve Körfez'de elde ettikleri sayesinde ve ayrıca ABD’nin bölgedeki politikalarından duyduğu memnuniyet sayesinde yaşananlardan kazançlı çıktı.

Güç dengesinin, Körfez ülkelerinin de şu ana kadar kazandığını gösterdiğine inanıyorum, çünkü İran tarihsel olarak dost bir ülke ancak onlarla ilişkileri varlığı inkar edilemez veya görmezden gelinemez endişelerden yoksun değil. Biz Araplar olarak, İranlı ve Türk komşularımızın, akıllardan hiç çıkmayan adil Arap davası, yani tüm sonuçları, tarihsel gelişmeleri ve onu çevreleyen koşullarıyla Filistin davası için kalıcı bir çözüme ulaşmada aktif oyuncular olmalarını umut ediyoruz.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.