İran’ın Sana Temsilcisi İrlu için cenaze töreni düzenlenirken, BMGK, Yemen'de kapsamlı ateşkes çağrısında bulundu

BM Güvenlik Konseyi daimi üye ülkelerinin büyükelçileri ateşkes çağrısı yaptı.

İran’ın Sana Temsilcisi Hasan İrlu için dün Tahran’da cenaze töreni düzenlendi. (Reuters)
İran’ın Sana Temsilcisi Hasan İrlu için dün Tahran’da cenaze töreni düzenlendi. (Reuters)
TT

İran’ın Sana Temsilcisi İrlu için cenaze töreni düzenlenirken, BMGK, Yemen'de kapsamlı ateşkes çağrısında bulundu

İran’ın Sana Temsilcisi Hasan İrlu için dün Tahran’da cenaze töreni düzenlendi. (Reuters)
İran’ın Sana Temsilcisi Hasan İrlu için dün Tahran’da cenaze töreni düzenlendi. (Reuters)

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin büyükelçileri dün Yemenli taraflara kapsamlı bir ateşkes yapılması ve çatışmayı sona erdirmek için anlaşmaya varılması çağrısında bulundu. Bu yönde acilen istişarelere başlanması istendi. Meşru hükümetin Başbakanı Muin Abdulmelik de Husi milislerinin ve arkasındaki İran’ın savaşa son verme ve barış sağlama konusundaki ciddiyetsizliğine dikkat çekti.
Söz konusu açıklamalarla eş zamanlı olarak Tahran dün, Sana Temsilcisi Hasan İrlu’nun koronavirüs enfeksiyonunun neden olduğu komplikasyonlar nedeniyle öldüğünü duyurdu. Tahran’ın bu açıklamaları Yemenli taraflarda ise şüphe ile karşılandı. Zira İrlu’nun milislerin savaş yönetimlerini denetlediği mevkilerden birinde yaralandığına yönelik söylentiler mevcuttu.
İran medyası İrlu’yu ‘şehit’ olarak nitelendirirken Husi Sözcüsü Muhammed Abdusselam Felita da Twitter hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda aynı nitelendirmeyi kullandı.
Yemen’de meşru hükümeti destekleyen Arap Koalisyonu da insani nedenlerle İrlu’nun cumartesi günü Irak tıbbi tahliye uçağıyla Sana’dan Basra’ya, ardından da Tahran’a nakledilmesine izin verdi. Yemenli kaynaklar İrlu’nun sedyede hareketsiz halde görüldüğünü aktardı.
Yemen hükümetine göre Yemen büyükelçisi gibi davranan İran’ın Sana Temsilcisi, Husi grubunun siyasi ve askeri kararlarının kontrolünü sağlamak için geçen yılın ekim ayında gizli bir şekilde Sana’ya gelmişti.
Diğer yandan Yemen resmi kaynakları, Başbakan Muin Abdulmelik’in dün Riyad’da BM Güvenlik Konseyi’ne üye beş ülkenin büyükelçisi ile bir görüşme gerçekleştirdiğini aktardı. Görüşmede ulusal alandaki son gelişmeler, hükümeti destekleyecek adımlar, ekonomik istikrarı sağlamaya yönelik çabalar ve Yemen halkının acılarını hafifletilmesi gibi konuların gündeme geldiği kaydedildi.
Yemen resmi haber ajansı SABA’ya göre büyükelçiler Başbakan’ın Yemen halkına temel hizmetleri sağlanmasına, devlet kurumlarının çalışmalarının güçlendirilmesine, ekonomik istikrarın gerçekleştirilmesine ve geniş çaplı reformların yapılmasına verdikleri desteği vurguladılar. Aynı zamanda, Yemen’de kalıcı bir barışın sağlanması için kapsamlı bir plan yapılması amacıyla tüm taraflara Birleşmiş Milletler liderliğinde, birlikte çalışılması çağrısında bulunuldu.
Büyükelçiler ayrıca siyasi çözüme ulaşmayı hedefleyen müzakereleri kolaylaştırmak için tüm tarafları acilen ülkelerden kapsamlı bir ateşkes üzerinde anlaşmaya varılmasını istedi.
Aynı resmi kaynaklara göre görüşmede Husi milislerin özellikle Marib’de devam ettirdikleri askeri gerilim, Suudi Arabistan’daki sivil yerleşimleri tekrarlayan bir şekilde hedef almaları ve siyasi çözüme yönelik tüm uluslararası çağrılara karşı çıkmaları başlıklarında beş daimi üyenin oynayabileceği rolü ele alındı.
Kaynaklar, Abdulmelik’in BM Güvenlik Konseyi daimi üye ülkeleri büyükelçilerine hükümetin ülkedeki durumları askeri müdahale, güvenlik sağlama, ekonomiyi güçlendirme ve hizmetler sağlama gibi çeşitli başlıklardaki vizyonu hakkında bilgi verdi. Özellikle reformların acil olarak uygulanması ve ülkesindeki ekonomiye destek verilmesi konusunda söz konusu çabaların desteklenmesi için uluslararası alandan destek almak istediği aktarıldı.
Yemen Başbakanı ayrıca reform çalışmaları ve özellikle mali ve parasal açıdan performansları düzeltme konularında hükümetinin aldığı önlemleri, bunların ekonomik istikrarın sağlanmasında ve ulusal para biriminin döviz kurlarının kontrol edilmesinde gözle görülür etkisine ilişkin bilgi verdi. Ulusal para birimi konusunda döviz kurlarının ayarlanmasının yanı sıra kardeş ve dost ülkelerden, bağışçı kuruluşlardan, BM Güvenlik Konsey’i daimi üyelerinden ve Yemen’in ortaklarından beklenen desteğe dikkat çekti.
Kaynaklar Abdulmelik’in barış ile ilgili olarak hükümetinin BM Yemen Temsilcisi’nin çalışmalarını başarılı olması konusundaki isteğini, ayrıca yerel olarak onaylanan ve uluslararası düzeyde desteklenen üç referansa dayalı siyasi çözüm konusunda kararlılığını belirttiğini aktardılar..
Başbakan Abdulmelik, Husilerin gerilimi artırmaya devam etmesinin, Yemen halkına karşı savaş suçu işlemeyi sürdürmesinin ve Suudi Arabistan’daki sivil yerleşimleri tekrarlayan bir şekilde hedef almasının, milislerin ve arkalarındaki İran rejiminin barış konusunda ciddiyet göstermediklerinin ve barışın onlar için bir seçenek olmadığının göstergesi olduğunu söyledi.
Yemenli kaynaklar ayrıca Abdülmelik’in İsveç’in Yemen elçisi Peter Semneby ile Riyad’da görüştüğünü aktardı. Kaynaklara göre Abdulmelik görüşmede, Husilerin ve arkasındaki İran’ın barışa inanmadığını, sonuncusu Stockholm Anlaşması olmak üzere herhangi bir anlaşmanın maddelerine bağlı kalmadığını, ayrıca Stockholm Anlaşması’nı uluslararası denizcilik güvenliğini tehdit eden eylemlerini artırmak ve sivillere karşı suç işlemek için kullandığını belirttiğini aktardı.
Kaynaklara göre Yemen Başbakanı ayrıca daimi barışa ulaşmak için önemli bir adım olan söz konusu anlaşmaya uyulmasının takip edilmemesi ve anlaşmaya uyulmaması sebebiyle Husilere yönelik gerekli adımların atılmasında uluslararası alanda yaşanan rehavete dikkat çekti. 
SABA’ya göre Abdulmelik saldırıların, gerilimin yükselmesinin yanı sıra sivillerin ve sığınmacıların tekrarlanan bir şekilde hedef alınmasının durdurulması ve uluslararası barış çağrılarına olumlu bir yanıt alınması için uluslararası toplumun Husi milisleri ve İran rejimi üzerinde daha fazla baskı uygulanması gerektiğini vurguladı.



İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
TT

İran ve İsrail: Büyük projelerin açmazı

İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)
İran'ın Gazze ve Lübnan'daki kolları ağır darbeler aldı (AFP)

Refik Huri

İran'ın tarihi geriye dönük olarak düzeltmenin imkânsız bir iş olduğunu kabul etmesi kolay değil. Coğrafyayla oynaması ve Ürdün Kralı İkinci Abdullah'ın Arap ve Sünni ayından Şii Hilali koparmak olarak adlandırdığı projeyi gerçekleştirmek umuduyla, Hegel'in tarihin kurnazlığı olarak adlandırdığı şeye karşı koymaya devam etmesi bir yanılsamadır. Hiçbir orta güç, bölgesel projesine hizmet etmek için savaşlara, kaosa ve istikrarsızlığa İran kadar bel bağlamamıştır. Donald Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesinden önce bile, Mollaların yönettiği İslam Cumhuriyeti kadar fırtınanın ortasında duran bir bölgesel güç daha yoktur.

İran, onlarca yıl içinde İslami direniş adı altında silahlı mezhepçi örgütler kurarak en tehlikeli siyasi, askeri, güvenlik ve ideolojik yatırımı yaptı. Ardından bu örgütleri kendisini korumaya, İsrail ve en başta ABD olmak üzere Tahran'ın bütün düşmanlarına karşı vekaleten savaşmaya teşvik etti. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi aracılığıyla İsrail ile yaşanan çatışmada kendisini askeri bir aktör olarak dayattı. ABD'ye karşı olan ve onu Batı Asya’dan çıkarmak isteyen, ama bir anlaşma şansı varsa Washington’dan yana oynayan bir oyuncu, Arap sahnesinde bölgesel bir siyasi aktör olarak empoze etti. Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile Richard Fontaine ve Andrea Kendall Taylor'ın kargaşa ekseni adını verdiği bir tür örtülü ittifaka da ulaşmış durumda. Kargaşa ekseni, ABD öncülüğündeki uluslararası sisteme karşı duruş ve çok kutuplu sisteme çağrıdır. Çoğulcu bir sistemin yokluğunda, kargaşa ekseninin kaos yaratmak için bir sistem projesine ihtiyacı yoktur.

Ancak İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi'nin İslam Cumhuriyeti'nin gücünün en önemli bileşeni olarak kabul ettiği direniş ekseninin nispeten düşük maliyeti, jeopolitik ve stratejik olarak maliyetli hale geldi. Zira öncelikle Hamas, İsrail'i sarsan Aksa Tufanı operasyonunun Filistin'i özgürleştirme dalgasının başlangıcı olacağını sandı. İkincisi, Hizbullah Güney Lübnan cephesi üzerinden Hamas'a destek savaşı başlatmaya karar verdi. Üçüncüsü, İran Suriye'de yayıldı. İlk önce Gazze’nin yapıları ve halkı bir imha savaşına maruz kaldı. Ardından Hizbullah ağır darbe aldı. Son olarak da Suriye'de Esed rejimi devrildi, böylece İran Suriye köprüsünü, Filistin kalesini, Arap derinliğini ve Lübnan arenasını kaybetti.

Esasında İran'ın bölgesel projesi, Velayet-i Fakih yönetimine giden yolda bir aşama olan Filistin'i kurtarma projesinden daha büyük ve her iki proje de şu anda çıkmaza girmiş durumda. Filistin'i kurtarma projesi sadece İsrail ve kıyamet silahlarına değil, ABD ve Avrupa duvarlarına tosladı ve Rusya ile Çin tarafından da kabul edilebilir bir proje değil. Ayrıca 22 Arap ülkesini temsil eden Arap Zirvesi, 2000'li yılların başındaki Beyrut Zirvesi'nden itibaren barışın stratejik bir tercih olduğunu teyit etti. İran'ın bölgesel projesi, ABD'yi askeri, güvenlik ve hatta ekonomik olarak Ortadoğu'dan çıkarmak gibi zorlu bir meydan okuma ile çatışıyor. Aynı zamanda kendi halkı, liderleri, ittifakları ve önemli stratejik konumu bulunan büyük ve güçlü bir Arap dünyasıyla da çatışıyor.

Filistin’i gerçekten kurtarmak isteği bir yana, kurtarma gücüne sahip olmayan Tahran, İsrail ile anlaşmazlık yoluyla da olsa iki devletli çözüm yoluna taş koymaya katkıda bulunuyor.  Binyamin Netanyahu hükümeti Filistin devletinin kurulmasını reddediyor ve Batı Şeria ile Gazze'yi ilhak etmeyi amaçlıyor. Mollalar rejimi, Batı Şeria ve Gazze'de kurulacak Filistin devleti projesini engellemede İsrail’in ağırlığına ek ağırlık katıyor. Nitekim İsrail, Filistin devletinin kurulmasının Filistin'de bir İran terör üssü kurma projesi olduğunu iddia etmeye başladı. Netanyahu’ya göre sorun, İran'ın Suriye'den çekilmesinden ve İsrail'in Suriye ordusundan kalan stratejik silahları imha eden hava saldırıları düzenlemesinden ve Tahran adına savaşan örgütlerin zayıflatılmasından sonra bile devam ediyor. Hiçbir şey onun bu tutumunu değiştirmiyor. Oysa Irak’ın nükleer reaktörünü yerle bir eden saldırıyı düzenleyen 69. Filo'ya komuta eden pilotun İngiliz dergisi The Economist’e verdiği röportajda da söylediği gibi İsrail için en büyük tehdit İran değil, Filistinlilerle geçinememek ve birlikte yaşayamamaktır. Çünkü İsrail'in karşı karşıya olduğu asıl zorluk, ‘askeri gücünü stratejik kazanımlara ve barışa dönüştürmektir’, aksi takdirde kan daha uzun yıllar akmaya devam edecektir.

Büyük açmaz ikilidir; İran'ın bölgesel projesi, kendi kapasitesinden, Batı ile çatışmasından ve İsrail ile vekiller üzerinden savaşmasından daha büyüktür. Keza İsrail'in bölgesel projesi, Tel Aviv'in ekonomik, askeri ve sosyal olarak taşıyabileceğinden daha büyüktür. Batı ve Doğu'nun İsrail'in aşırılığına ve Filistin devletinin kurulması fırsatının kaçırılmasına yönelik sabrını zorlamaktadır. General Şaron'un dediği gibi, Washington'un hizmetinde olan “yüzen bir uçak gemisi” konumundan çıkıp Amerikan korumasına ihtiyaç duyan İsrail'in yükünü ABD'nin ne kadar süre ve ne ölçüde taşıyacağı da bilinmemektedir. Buradaki ders, herkesin göreceği şekilde duvara asılı olan Amerikalı stratejik analist Anthony Cordesman'ın şu sözüdür: “Savaşlar riskleri ortadan kaldırmakla ilgili değil, riskleri yönetmekle ilgilidir.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.