Tarihçi Raşid bin Asakir Suudi Arabistan Kuruluş Günü hakkında Şarku'l Avsat'a konuştu: Birinci Suudi Devleti’nin kuruluşunun dini boyutu abartılıyor

Bin Asakir, Birinci Suudi Devleti’nin kuruluşuyla ilgili gizemi açıklığa kavuşturdu

Hanife Vadisi'nden 1917'ne yılına ait bir kare
Hanife Vadisi'nden 1917'ne yılına ait bir kare
TT

Tarihçi Raşid bin Asakir Suudi Arabistan Kuruluş Günü hakkında Şarku'l Avsat'a konuştu: Birinci Suudi Devleti’nin kuruluşunun dini boyutu abartılıyor

Hanife Vadisi'nden 1917'ne yılına ait bir kare
Hanife Vadisi'nden 1917'ne yılına ait bir kare

Arap Yarımadası'nın özellikle merkezinin (Necid ya da diğer adıyla Yemame) tarihini, İslam'ın ilk dönemlerinden son dört asra kadar kayıt altına alan bazı kitaplarda yazılanları okuyanlar, halk arasında cahilliğin, sapkınlığın ve şirkin (çok tanrıcılık) ne kadar yaygın olduğuna atıfta bulunulduğunu hatta dini, kültürel ve bilimsel bilincin hiçbir şekilde tezahür etmediğinin vurgulandığını görecekler. Bu durum, ünlü Hanife Vadisi'nin kıyı bölgesine dağılan ve her biri kendilerine ait siyasi yapılara sahip emirliklerden biri olan Diriye Emirliği için de geçerliydi. Mahalle büyüklüğündeki topraklara sahip bu emirliklerin her biri diğerinin pahasına topraklarını genişletmeyi hayal ediyordu. Aralarında güvenliğin olmadığı ve yoksulluğun yayıldığı çatışmalar, savaşlar ve anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Tüm bunların üzerine bir de bu küçük emirliklerin egemenliklerine son vermek ya da en azından onları kendi hamiyetleri altına almak için bekleyen bölge dışındaki düşmanların varlığı söz konusuydu. Bu emirliklerin bazıları hayatta kalmayı başarırken bazıları başaramadı. Sonuç olarak çoğu haritadan silindi.
Mani' ibn Rabi'a el-Muraydi’nin soyundan gelen yöneticilerin Diriye’den diğer bölgelere yayılan Diriye Emirliği merkezli bir devlet kurma fikrine sahip oldukları iyi bilinen bir gerçektir. Bu fikir, tam üç yüzyıl sonra Muhammed bin Suud'un ‘Birinci Suudi Devleti’ adını taşıyan devletin kurulduğunu ilan etmesiyle gerçekleşti. Bazı tarihçiler, Birinci Suudi Devleti’nin duyurulmasıyla ilgili olarak Muhammed bin Suud'un reformist çağrıyı savunmasına odaklanan tezler ortaya koymuşlar ve bunu devletin kuruluşunun temeli olarak görmüşlerdir. Ancak devletin kuruluşunun dini boyutlarını abartmışlardır. İmam Muhammed bin Suud'un reformist çağrıyı savunmasını, içeriden ve dışarıdan gelen müdahalelerle iki kez düşen, ancak üçüncü kez kurulan, modern bir devlet olarak kabul gören ve uluslararası dengelerde önemli bir yer edinen yeni devletin kuruluşunun baş motivasyonlarından biri olarak nitelemişlerdir.
Tarihçi ve Ortadoğu tarihi araştırmacısı yazar Dr. Raşid bin Asakir, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, o dönemin şartlarından ve Birinci Suudi Devleti’nin hangi koşullarda kurulduğundan bahsetti. Bin Asakir röportajının tam metni:

Siyasi ve sosyal sözleşme
Tarihçilerin Birinci Suudi Devleti’nin kurulmasından önceki son dört asırdan başlayarak Arap Yarımadası tarihi üzerine kaleme aldıkları kitaplarda ve tezlerde bilhassa Necid Bölgesi’nin ve cahilliğin ve sapkınlıkların yayıldığına yönelik aktardıklarını nasıl görüyorsunuz? İmam Muhammed bin Suud'un Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab’ın (kendisine bağlı olan ve Vahhabilik olarak adlandırılan) savunduğu çağrıya verdiği destekten öncesi Necid'deki mevcut durum doğru bir şekilde aktarılıyor mu?
Orta Arabistan tarihini, özellikle Necid Bölgesi’nde kültür ve bilincin henüz tezahür etmediği ve İslam'ın ilk dönemlerinden İmam Muhammed ibn Suud'un desteğiyle Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab arasındaki ‘reformist dava’ olarak adlandırılan davanın doğuşuna kadar sapkınlıkların yayıldığı aktarılmış ve bazı kitaplarda kaydedilmiştir. Ancak tarihi araştırmalar bu tezin hatalı ve yanlış olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü bölge siyasi açıdan bir bütünlükten yoksun olsa da her şeyden önce dini öğretilere, Kuran’a ve Sünnet'e dayalı, Hanbeli Mezhebi’ne bağlı dini bir bütünlük vardı.
İmam Muhammed bin Suud, siyasi ve askeri ittifakların yanı sıra Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab da dahil olmak üzere önde gelen din adamlarının desteğini alma arayışı içerisindeydi. Bu arayış, yaklaşık üç yüzyıl önce bu yeni siyasi ve sosyal sözleşmenin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Halen toplumdaki dönüşüme ve bu sözleşmenin üzerine inşa edildiği temellerin ve koşulların değişmesine rağmen bu sözleşme çerçevesinde hareket ediyoruz
Bölgenin o dönemdeki tarihi ile ilgilenen tarihçiler, özellikle resmi tarihçiler ve bilim insanları herhangi bir kültürel tezahürün yahut bilimsel bir gelişimin varlığına dair herhangi bir bulguya işaret edemezken söz konusu tarihçilerin bir bölümü, bölgede cahilliğin, İslam'ın ruhuna aykırı tezahürlerin ve şirkin yaygın olduğunu söylemişlerdir. Hatta bölgede, toplumun dizginlerini emniyete alacak, İslam'la çelişen uygulamaları ortadan kaldıracak yeterli sayıda ilim insanı ve fıkıhçının (İslam hukukçusu) olmadığına işaret etmişlerdir.

Ne cahillik, ne sapkınlık ne de şirk vardı
Bir tarihçi ve araştırmacı yazar olarak, o dönemde bölgenin durumu hakkında bazı tarihçilerin anlattıklarından farklı bir durum olduğunu söyleyebilir misiniz?
El yazmaları, belgeler, şiirler, eski eserler, kitabeler ve diğer veriler, herhangi bir ulusun tarihini incelemenin, düşünce ve eğilimlerini okumanın ve varlığının doğasının ve uygarlığının inşasına ne denli katkı sağladığı hakkında bir yargıya varmanın en büyük ve en güvenilir kaynakları olduğuna şüphe yok. Birçok el yazması, belge ve şiir, Birinci Suudi Devleti’nin kurulmasından önce Necid'de cahillik ve sapkınlıkların yaygınlaştığı ve şirkin çeşitli tezahürlerinin bulunduğu döneme ilişkin yazılanlardan farklı şeyler söylüyor. Örneğin ‘Reform çağrısı’ olarak bilinen dönemde ve öncesinde yaşamış olan şair Humeydan el-Şuveyir, Ramazan ayında kılınan teravih namazının Ramazan’ın son on gününde gecenin başında ve ortasında olmak üzere ikiye bölünmesine atıfta bulunur.
Şair “Helal kazançtan zekat vermeyen ahlaksız bir tüccar, on gün bozmadan oruç tutsa bile orucu sayılmaz” şeklindeki bir başka şiirinde (İslam'ın beş şartından biri olan) zekâtın verilmesine yöneticilerin ve toplumun ne denli önem verdiğine işaret etmesi, Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab'ın reform çağrısı öncesi Necid'deki dini duruma ilişkin başka bir göstergedir.
Şam bölgesinin önde gelen fıkıh ve hadis âlimi Evzai’nin ilim arayışıyla Riyad'a (o zamanlar Hacrulyemame deniyordu) doğru yola çıktığını, benzer şekilde, ünlü alim ve rüya tabircisi İbn Şirin’in Basra bölgesine daha iyi hizmet edebilmek amacıyla Hacrulyemame âlimlerinden ilim öğrenmek için Riyad’a gittiğini söylemek yeterli olacaktır. Aynı şekilde İshak bin el-İsrail ve İshan bin Rahveyh de hadis ilmi tahsil etmişlerdir. Hacrulyemame alimlerinden İmam Yahya bin Ebi Kesir, o dönemin hadis-i şeriflerde rivayet zinciri bilgisinin alındığı altı kişiden biri sayılmaktadır. Hacrulyemame’deki bazı ilim talebelerinin isimleri, hicri üçüncü asırda iki yüz elliden fazla âlim ve ilim talebesine ulaşmıştır. Örneğin 960 yıl önce yaşamış tarihçi ve gezgin Yakut el-Hamavi, Necidli bir şairin “Necid ne hoş, toprağı ne temiz, Necid halkının dünyası ve dini ne sağlam!” şeklindeki dizelerini aktararak Necidlilerin dinlerine olan bağlılığına işaret etmiştir.
Özetleyecek olursak Abdullah el-Bessam'ın Necid Alimleri kitabını okuyan bir kişi, 9. yüzyıldan 14. yüzyıla kadar olan dönemde yaşamış 800'den fazla Necidli âlimle tanışmış olur. Kitapta, Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab'ın çağrısı öncesi dönemde yaşamış âlimleri saydığında sayılarının 200'den fazla olduğunu görür. İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren Necid âlimlerinin sayılarına bakanlar hicri birinci asırdan dördüncü asra kadar 250'den fazla ilim ve hadis âlimi olduğunu göreceklerdir. Hicri beşinci asırdan yedinci asra kadar olan kesintili dönemlerde ise Necidli alimlerden bazılarının isimlerinin Müslüman ülkelerin konuştukları dillere tercüme edilen bazı kaynaklarda zikredildiğini ve bu sancakların bazılarına tercüme edildiğini görüyoruz.
Hicri yedinci asırdan sonra ise, sayılarının bin 500’ü aştığına işaret edildiğine görebiliriz. Necid illerinde ve köylerinde ise ismi duyulmamış belki de nice alimlerin olabileceği de unutulmamalı. Elime Necid Bölgesi’ndeki ailelerden birine ait çeşitli dönemlere dair sayıları bini aşan belgeler ve el yazmalar geçti. Bu belgeler ve el yazmalarında, zengin ve refah içindeki bu bölgede İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren ilmî, sosyal ve fikri hayat hakkında toplanan faydalı bilgiler yer alıyor. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu'nun altı asırdan fazla İslam dünyasına hükmettiği göz önüne alındığında ülke dışında özellikle Türkiye kütüphanelerinde korunan birçok belge bize bu konuda faydalı bilgiler sunuyor.
Hicri 10. asra ait belgeleri tesadüfen bulmamız belki de en büyük avantajımız olabilir. Bunlar arasında Suudi kraliyet ailesinin (Âl-i Suud) dedesi İbrahim bin Musa el-Muraydi ed-Dari el-Hanefi'nin İslam'dan önce ve sonra bu bölgeyi yöneten Hanife kabilesine mensup olduğunu gösteren belge de yer alıyor. Hicri 981 yılına tarihli belgeye göre İbrahim bin Musa el-Muraydi ed-Dari el-Hanefi,  Kral Abdulaziz bin Abdurrahman el-Faysal'ın onuncu kuşaktaki dedesidir. Belgede, dönemin bölgedeki diğer yerel emirleriyle birlikte Emir İbrahim bin Musa el-Muraydi ed-Dari el-Hanefi'nin Arap Yarımadası’nın doğusundan batısına doğru yol alırken Necid'den geçen hacıları koruduğuna işaret ediliyor.

Zengin bir medeniyet ve miras
Bu alanda çalışmalar yaptığınız kitabınızı tamamladınız mı?

Baş tarihçi, okuyucu, bilgin ve bilge bir eleştirmen olarak kabul edilen Kral Selman, benim ve birçok araştırmacının özelde Suudi Arabistan Krallığı'nın ve genel olarak Arap Yarımadası'nın tarihiyle ilgili araştırmalarını kolaylaştırdı. Kral Selman, çeşitli bilim, tarih, edebiyat ve soy ağacı alanlarında kaleme alınanların birçoğunu iyi bilir. Aynı şekilde Veliaht Prens Muhammed bin Selman, sağduyulu bir okuyucudur. Birinci, ikinci ve üçüncü Suudi Devleti dönemleri ile ilgili tarih okumaları yapıyor. Başka kimsenin erişemeyeceği bilgi ve araştırmalara sahiptir ve bu konuda bilgi ve tarihsel inceleme açısından uzun sohbetler yapabilir.  Veliaht Prens, ülkemizin mirası olan tarihi belgelere ve Suudi Arabistan Krallığı'na gösterilen özen de dahil olmak üzere şu an tanık olduğumuz kapsamlı gelişim süreçlerini yönetiyor.
Bu alanda yaptığım çalışmalarla ilgili sorunuza gelince bir süre önce, el-Uyayna, ed-Diriye, Irka, el-Masani’, Riyad, Menfuha’yı kapsayan Necid Bölgesi’ni oluşturan bölgelerden biri olan el-Arid bölgesi ile ilgili çalışmaya başladım. Kraliyet ailesine ait Necid Bölgesi’ndeki ilmî hayat, bu bölgenin alimleri, aileleri, mekanları, sosyal hayatı ve mirası ile ilgili belgelerden oluşan bir koleksiyonun yanı sıra topladığım birçok belgeyi ve el yazmasını inceledim. Bu ülkenin tarihi, medeniyeti ve mirası açısından zengin olduğunu gösteren sonuçlar çıkardım.

Tarihçi Hüseyin Bin Ganem Kurucu Kral’dan bahsetmeyi ihmal etti
Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab'ı eleştirenlerin belki de en önemlileri tarihçi Hüseyin Bin Ganem olmak üzere bazı tarihçilerin anlattıklarına dayanarak geçmişte ve günümüzde ‘Vahhabilik’ olarak adlandırılan mesele hakkında ortaya attıklarının tamamını olumsuz olarak görüyor musunuz?
Miladi 1810 yılında vefat eden tarihçi Hüseyin bin Ganem, 1727 yılında Birinci Suudi Devleti’nin kuruluşunda henüz doğmamıştı. İmam Muhammed bin Suud ile Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab’ın 1744’teki görüşmeleri sırasında dahi henüz üç yaşında olduğu ve El-Ahsa bölgesinde doğduğu biliniyor. Hüseyin Bin Ganem’in yazdıklarını okuyanlar, Şeyh Muhammed bin Abdulvahhab'ın kişiliğine, geçmişine ve yöntemine yönelik bahsettiği olaylarda abartılı ve kafiyeli bir dil kullandığını göreceklerdir. Bu da insanlara Şeyh’in sanki ondan bunu yazmasını istemiş olduğunu düşündürüyor. Bunun yanında Bin Ganem’in kitabını okuyan bir kişi, kitapta Suudi Arabistan devletinin ilk kurucusu Muhammed bin Suud'un ve Suud ailesinin önde gelen isimlerinin beşeri ve fikri yönlerinden bahsedilmediğini hemen fark eder. Bin Ganem ‘Fikir Bahçesi’ adlı kitabında, örneğin Necid Bölgesi’nde şirkin yaygın olduğunu ileri sürerken, kendisiyle aynı fikirde olmadığımız bir takım görüşlere de yer vermiştir. Onu takip eden hem Batılı hem de yerel tarihçiler, o dönemi ele alırken doğru olduklarını düşündükleri bu görüşleri aktardılar.
Büyük fetih ve güvenlik ihtiyacı

Bu konuda uzman olmanız nedeniyle dönemin gerçek tablosunu nasıl özetliyorsunuz?
Bölge tarihindeki en büyük olay ya da diğer bir deyişle en büyük fetih veya büyük dönüşüm, hicri 1139 yılında Arap Yarımadası'ndaki ilk merkezi devlet olan Suudi Devleti’nin kurulmasıdır. Savaşların ve çatışmaların yaşandığı bu bölgede, bölge sakinlerinin güvenliğini sağlamak için böyle bir devletin kurulması gerekiyordu. Bu da ancak önde gelen askeri, fikri ve idari yeteneklere sahip bir şahsiyetin yapabileceği bir iştir. Koşulların, güvenliği sağlayacak, zalimi caydıracak ve umut vaat edecek bir devletin kurulması için uygun olduğu bir zamanda bunu yaptı. Muhammed bin Suud ve ondan sonraki yöneticiler, dışarıdan bir müdahale ile düşen Birinci Suudi Devleti’nin ardından İkinci Suudi Devleti’nin kurulmasına ve ardından Kral Abdulaziz tarafından da Üçüncü Suudi Devleti’nin kurulmasına kadar birçok başarıya imza attılar. Suudi Devleti, bugün adı dünya haritasında önemli bir yeri olan bir ülke haline gelmiştir.
Muhammed bin Suud ve onun çabaları ve fikirleri hakkında halen daha fazla araştırma yapılması, çabalarının konferanslar, araştırmalar ve belgeseller aracılığıyla, ülkesinin birliğine ve bağımsızlığına, adaletin tecellisine ve kendisinden sonraki nesillere olan samimi inancına karşı bir hak ve görev olarak öne çıkarılması gerekiyor.



Şera bir Yahudi gazetesine ilk röportajını verdi: İstikrarlı bir Suriye nutuk ve sloganlarla inşa edilmeyecek

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
TT

Şera bir Yahudi gazetesine ilk röportajını verdi: İstikrarlı bir Suriye nutuk ve sloganlarla inşa edilmeyecek

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, geçtiğimiz şubat ayında Şam'da düzenlenen Ulusal Diyalog Konferansı’nın kapanışında konuştu. (AFP)

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera, iç ve dış politikadaki sorumlulukları veya pozisyonları hakkında yorum yaparken devrik lider Beşşar Esed'i çevreleyen tüm duvarları yıkıyor. Şera doğrudan konuşuyor; İsrail ile ilişkiler ve Suriye topraklarının işgali gibi daha önce çifte dille konuşulan, bazıları sloganlarla kamuoyuna duyurulan ancak gerçeklerin masanın altında olduğu ‘tabu konular’ hakkında açıkça konuşmaktan çekinmiyor. Şera, 6 aydan kısa bir süre önce iktidara gelmesinden bu yana ilk kez  bir Yahudi medya kuruluşuna konuştu. Şera, The Jewish Journal’a röportaj verdi.

Esed rejiminin mirası

28 Mayıs'ta yayınlanan röportaj, Jonathon Bass'ın şu sözleriyle başlıyor: “Pek çok Suriyeli, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'da bir devrimci değil; savaş yorgunu, kimliği yıpranmış bir ulusu yeniden inşa edebilecek, yenilenmiş bir lider görüyor. Tarihin her duvarından fısıldadığı, yaşayan en eski şehir olan Şam, iktidarla değil, yeniden inşa, uzlaşma ve uzun süredir parçalanmış bir ulusa liderlik etme yüküyle ilgili bir diyalog için uygun bir yer.”

Bass, Suriye Cumhurbaşkanı hakkındaki izlenimlerini şöyle aktarıyor: “Sessiz biri ama söylediği her kelimeyi düşünerek söylüyor. Sesinde zafer tonu yok, sadece kastettiği ve vurguladığı kelimeler var.”

Şera röportajın başında, “Bize enkazdan daha fazlası miras kaldı. Travma, güvensizlik ve yorgunluk miras aldık. Ama aynı zamanda umudu da miras aldık. Kırılgan bir umut” ifadelerini kullandı.

fgthyj
Sednaya Hapishanesi’ndeki tutukluların ailelerinden oluşan bir kalabalık, hayatta kalanları arama çalışmalarının sürdüğü binanın dışında bekliyor. (Suriye Sivil Savunma Müdürlüğü)

Suriye on yıllar boyunca sadakat ve sessizliği, bir arada yaşama ve nefreti, istikrar ve baskıyı birbirine karıştıran bir sistemle yönetildi. Esed hanedanı, Hafız ve ardından Beşşar, ülke üzerindeki kontrollerini sağlamlaştırmak için korku ve infazları kullanarak demir yumrukla yönetirken, ülkenin kurumları soldu ve muhalefet ölümcül bir ayaklanmaya dönüştü.

Gazeteci Jonathon Bass, Şera'nın aldığı miras konusunda açık görüşlü olduğunu düşünüyor. Zira Şera şöyle diyor: “Temiz bir sayfadan bahsetmek sahtekârlık olur. Geçmiş, her insanın gözünde, her sokakta, her ailede mevcuttur. Şimdi görevimiz bunu tekrarlamamak. Daha hafif versiyonu yok. Tamamen yeni bir şey yaratmalıyız.”

Suriyelilerin güveni

Eş-Şera'nın iktidara geldiğinden beri attığı ilk adımlar, röportajı yapan kişinin de belirttiği gibi, temkinli ama son derece sembolik oldu. Siyasi tutukluların serbest bırakılmasını emretti, sürgün edilen ya da susturulan muhalif gruplarla diyalog başlattı ve kötü şöhretli Suriye güvenlik aygıtında reform yapma sözü verdi. Ayrıca, kayıp ve ölülerin akıbetini ele almak üzere bir bakanlık kurulmasını önerdi.

Suriye'deki toplu mezarların ardındaki gerçeği ortaya çıkarmak için Şera, DNA veri tabanları oluşturmaktan geçmişteki zulümlerden sorumlu olanların iş birliğini sağlamaya kadar adli tıp teknikleri ve ekipmanları sağlamak için ABD ile bir ortaklığa ihtiyaç olduğunu söyledi.

Şera, “Eğer konuşan tek kişi bensem, Suriye hiçbir şey öğrenmemiştir. Tüm sesleri diyalog masasına davet ediyoruz. Devlet artık başkalarına dikte ettiğinden daha fazla dinlemelidir” dedi.

‘Ama insanlar bir kez daha güvenecek mi? Diktatörlüğün küllerinden doğan bir hükümetin vaatlerine inanacaklar mı?’ sorusuna Şera şöyle cevap verdi: “Ben güven istemiyorum, sabır ve inceleme istiyorum. Beni sorumlu tutun. Güven bu şekilde sağlanır.”

Suriyelilerin evlerini yeniden inşa etmeleri gerekiyor

Şera, Suriyelilerin şu anda en çok neye ihtiyacı olduğu sorusuna tereddüt etmeden cevap verdi: “Eylem yoluyla haysiyet. Amaç yoluyla barış.”

Savaşın boşalttığı şehirlerde ve çatışmanın etkilerinden halen mustarip olan köylerde kimse siyaset istemiyor, normale dönüş istiyor; evlerini yeniden inşa etme, çocuklarını büyütme ve barış içinde hayatlarını kazanmak istiyorlar.

dfgthy
Halep'te yıkılan evlerin yeniden inşası bazı bölge sakinlerinin kişisel inisiyatifiyle gerçekleştiriliyor. (Reuters)

Şera bunun gayet farkında. Tarım, sanayi, inşaat ve kamu hizmetlerinde istihdam yaratmaya odaklanan acil ekonomik programlar için bastırıyor. Şera, “Artık mesele ideoloji değil, mesele insanlara kalmak için bir neden, yaşamak için bir neden, inanmak için bir neden vermek. Bir işi olan her gencin radikalleşme riski daha az olacak. Okuldaki her çocuk gelecek için bir ses” dedi.

Şera, bölgesel yatırımcılarla ortaklıkların, geri dönenlere yönelik küçük işletme hibelerinin ve ‘gençler için mesleki eğitimin’ önemini vurguladı. Şera, “İstikrarlı bir Suriye nutuklarla ya da sloganlarla değil, eylemlerle inşa edilecek; pazarlarda, sınıflarda, çiftliklerde, atölyelerde... Tedarik zincirlerini yeniden inşa edeceğiz. Suriye bir ticaret merkezi olarak geri dönecek” şeklinde konuştu.

İsrail ile ilişkiler

Bu ekonomik vizyonun ardında daha derin bir vizyon var. Bir neslin kaybından sonra Suriyeliler çatışmadan yoruldu. Barışa, sadece savaşın yokluğuna değil, fırsatların varlığına da hasretler. Bass şöyle diyor: “Sohbetimizin en hassas bölümlerinden birinde Şera, Suriye'nin İsrail ile gelecekteki ilişkisine değindi. 1948'den bu yana bölgeyi rahatsız eden bu konu, her hava saldırısı, gizli operasyon ve vekalet savaşı suçlamasıyla daha da şiddetleniyor.”

ı89o
Golan'daki tampon bölge sınırında duran bir İsrail askeri (AFP)

Şera, “Açık konuşmak istiyorum. Sonsuz karşılıklı bombardıman dönemi sona ermeli. Hiçbir ülke korku ile doluyken gelişemez. Gerçek şu ki ortak düşmanlarımız var ve bölgesel güvenlikte kilit bir rol oynayabiliriz” ifadelerini kullandı.

dwert5y6
İsrail saldırılarına tepki olarak 25 Şubat'ta Suriyeli Dürziler tarafından açılan bir pankart: ‘Suveyda, Suriye'nin sırtındaki zehirli hançer olmayacak.’ (AP)

Şera, sadece bir ateşkes hattı olarak değil, karşılıklı itidal ve sivillerin, özellikle de güney Suriye ve Golan Tepeleri’ndeki Dürzilerin korunması için bir temel olarak 1974 Ayrılma Anlaşması’nın ruhuna geri dönme arzusunu dile getirdi. Şera, “Suriye'nin Dürzileri piyon değildir. Onlar vatandaştır, köklüdür, tarihsel olarak sadıktır ve yasalar çerçevesinde her türlü korumayı hak etmektedir. Onların güvenliği müzakere edilemez” dedi.

Derhal normalleşme önermekten kaçınan Şera, uluslararası hukuk ve egemenlik temelinde gelecekteki görüşmelere açık olduğunu belirtti.

Trump bir barış adamı

Belki de Trump'ın yaptığı en önemli diplomatik jest, doğrudan masaya oturma isteğiydi. Şera şunları söyledi: “Medya onun hakkında ne imaj çizerse çizsin, ben onu bir barış adamı olarak görüyorum. İkimiz de aynı düşman tarafından saldırıya uğradık. Trump nüfuzun, gücün ve sonuçların ne anlama geldiğini biliyor. Suriye'nin diyaloğu yeniden başlatabilecek dürüst bir arabulucuya ihtiyacı var. Eğer bölgede istikrara ve ABD ile müttefiklerinin güvenliğine katkıda bulunacak bir uzlaşma ihtimali varsa, ben bu diyaloğu kurmaya hazırım. Bu bölgeyi onarabilecek ve bizi adım adım bir araya getirebilecek tek kişi o.”

ferty6
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şera, 14 Mayıs'ta Riyad'da bir araya geldi. (AP)

Bass şu yorumu yaptı: “Bu sadece açık sözlülüğü açısından değil, aynı zamanda içerdiği anlamlar açısından da dikkate değer bir açıklamaydı. Yeni Suriye, barış ve tanınma arayışında alışılmadık adımlar atmaktan korkmuyor. Şera Suriye'nin sorunlarını (toplu mezarlarda bir milyondan fazla ölü, 12 milyon yerinden edilmiş insan, yaşam destek ünitesine bağlı bir ekonomi, halen yürürlükte olan yaptırımlar ve kuzeyde saklanan milisler) yumuşatarak anlatmıyor. ‘Bu bir peri masalı değil. Bu bir iyileşme ve iyileşme sancılıdır’ diyor.”