Salih, Irak cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğini yalanladı

Sadr Hareketi, Koordinasyon Komitesi’ne kapıları kapattı.

Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih. (EPA)
Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih. (EPA)
TT

Salih, Irak cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğini yalanladı

Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih. (EPA)
Irak Cumhurbaşkanı Berhem Salih. (EPA)

Irak Cumhurbaşkanlığı, Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr’ın Kürdistan Demokratik Partisi’nden (KDP) rakibi Reber Ahmed’in adaylığının geri çekilmesi karşılığında ikinci dönem cumhurbaşkanlığı adaylığını geri çekmesi için Cumhurbaşkanı Berhem Salih ile temasa geçtiği haberlerini yalanladı. Cumhurbaşkanlığı’ndan yetkili bir kaynak, “Bazı internet sitelerinin Sadr’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı konusuyla ilgili Salih’le temas geçtiği yönündeki söylentileri, asılsız ve uydurmadır” dedi. Irak medya organlarında, Sadr’ın geçen çarşamba gecesi Berhem Salih ile bir telefon görüşmesi yaparak ulusal reformist çoğunluk hükümetinde kendisine Dışişleri Bakanı pozisyonu verilmesi karşılığında cumhurbaşkanlığı adaylığını geri çekmesini önerdiği, ancak Salih’in bu öneriyi sert bir şekilde reddettiği yönünde haberler yayıldı. Sadr Hareketi’nden bir kaynak haberin doğruluğunu teyit etmeden yaptığı açıklamada şunları söyledi:
“İki Kürt partisi (KDP ve KYB) arasındaki ikili ilişkiler de cumhurbaşkanlığı pozisyonuna dair anlaşmazlıkları nedeniyle tamamen yabancılaşma noktasına geldi. Ülkedeki en yüksek egemenlik pozisyonlarının kota dağılımına göre bu makam, Irak’taki Kürt bileşenlerin payı sayılıyor. Irak Federal Yüksek Mahkemesi’nin açıklamasına göre Mukteda es-Sadr liderliğindeki (Şii) Sadr Hareketi, Mesud Barzani liderliğindeki KDP ve Hamis el-Hancer ile Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi liderliğindeki (Sünni) Egemenlik İttifakı’nın yer aldığı üçlü ittifak, cumhurbaşkanını seçmek için gereken üçte iki çoğunluğu sağlayamaması nedeniyle Kürdistan Bölgesi İçişleri Bakanı ve cumhurbaşkanı adayı Reber Ahmed’i üçüncü kez geçemedi.”
Diğer yandan Kürdistan bölgesindeki iki ana Kürt partisi (KDP ve KYB), cumhurbaşkanlığı konumlarına ilişkin karşılıklı suçlamalarda bulundular. Partiler, iki ana Şii güç (Sadr Hareketi ve Koordinasyon Çerçevesi) arasındaki anlayış kapısının kapanması gibi, aralarındaki anlayış kapısının tamamen kapalı olduğunu belirttiler. Bu çerçevede KYB Siyasi Büro Üyesi Saadi Ahmed Bire,yaptığı açıklamada  “Bağdat’ta siyasi ittifaklar kurarken KYB’yi kenara itme amaçlı darbeleri başarısız oldu” dedi. Bire, mevcuttaki cumhurbaşkanı Berham Salih’i KYB içerisinde bir isimle değiştirerek, KYB saflarını bölme girişimlerine dikkat çekti. Yetkili sözlerini şöyle sürdürdü:
“KYB bir önceki dönemde sürekli dışlama ve marjinalleştirme girişimleriyle karşı karşıya kaldı. Partiyi kontrol altına almaya ve rolüne son vermeye yönelik bir darbe girişimi başarısız oldu.”
Aynı şekilde Mesud Barzani liderliğindeki KDP, KYB ile anlaşmanın mümkün olmayacağını duyurdu. Partinin Siyasi Büro Sekreteri Fadıl Mirani, gazetecilere şu açıklamada bulundu:
“Cumhurbaşkanlığı konusunda KYB ile aramızda bir anlaşma olasılığı için artık çok geç. Onları Kürdistan’ın iç meselelerinde anlaşmaya davet ediyoruz.”
Koordinasyon Çerçevesi Koalisyonu liderlerinden Kanun Devleti Koalisyonu lideri Nuri el-Maliki, Sadr Üçlü İttifakı’nın geçen çarşamba günkü ilk oturumda cumhurbaşkanlığı adayının kazanması için gereken üçte iki çoğunluğu sağlayamaması sonrasında Çerçeve’nin, ‘siyasi kapanışı açmak için’ bir girişim sürecinde olduğunu söyledi. Sadr, Twitter üzerinden Şii evindeki muhaliflerine yönelik bir açıklama yaparken, onlarla aynı fikirde olmadığını belirtti. Siyasi tıkanıklığın Koordinasyon Çerçevesi ile uyumdan daha kolay olduğunu vurguladı.
Bu durum, Irak siyasi güçlerinin ülkenin içinden çıkması gereken zor bir anayasal boşluğa girmesine yaklaştığı bir dönemde gelişti. Federal Mahkeme’nin 6 Mart tarihli kararına göre cumhurbaşkanlığı adaylığı için bir defaya mahsus olmak üzere kapıların açılması süresi 6 Nisan’da sona eriyor. Bu durumsa ise şu iki seçenekten birine başvurmayı gerektiriyor; Ya Sadr ittifakı ile Koordinasyon Çerçevesi arasındaki uzlaşıya geri dönüş ya da parlamentoyu feshedip iki ay içinde erken seçime gitmek.



Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
TT

Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)

Mark Daou‎

Araplarla İsrail arasındaki savaşların gidişatında bir düşüş çizgisi olarak çizilebilecek net bir tablo var ve buradan, bugün Gazze ve Lübnan'da tanık olduklarımızın İsrail ile yapılan son Arap savaşları olabileceği sonucunu çıkarmak mümkün. İsrail-Arap savaşları 1948'de altı Arap ülkesinin katılımıyla başladı. 1956'daki savaşa tek ülke, 1967'deki savaşa üç ülke, 1973'teki savaşa ise Mısır ve Suriye katıldı. Bundan sonra Arap orduları savaşlara girişmeyi tamamen durdurdu ve özellikle 1967'den sonra düzensiz örgütler dönemi başladı.

1969'da Arap baskısı sonucunda Lübnan'ın egemenliğinden Filistin Kurtuluş Örgütü lehine vazgeçildi. Ürdün de benzer baskılara maruz kalmıştı ancak Haşimi Krallığı, 1970’deki Kara Eylül olaylarından sonra egemenliğini korudu. Lübnan ise devleti zayıflatan bir iç savaşa girdi. Filistinli örgütlerin Lübnan’daki silahlı faaliyetlerinin genişlemesi, 1978'de tampon bölge kurma bahanesiyle Güney Lübnan'ın İsrail tarafından işgal edilmesine yol açtı. Ardından 1982 yılında İsrail, Lübnan topraklarında ilerleyerek birkaç hafta içinde başkent Beyrut'u işgal etti. Hiçbir Arap ülkesinin katılmadığı bu savaşta Lübnan yalnız bırakıldı, hatta Esed rejiminin ordusunun sahadan çekildiği görüldü.

Gerçek şu ki, 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşıydı.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı

Ardından tüm cepheler kapatıldı ve geriye sadece Lübnan cephesi ile seksenli ve doksanlı yıllarda Filistin içindeki Batı Şeria, Gazze ve İsrail içindeki Arap bölgelerindeki halk ayaklanmaları kaldı. Daha sonra iki devletli çözüm süreci olarak bilinen sürecin temelini atan Oslo Anlaşması’nın imzalanmasının ardından bu ayaklanmalar da zayıfladı. Ancak İsrail ile yapılan Filistin ve Suriye barış müzakerelerinin, İsrail'in özellikle Filistinlilerin haklarını asgari düzeyde dahi kabul etmeyi reddetmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, silahlı grupların Oslo'dan sonra  zayıflayan ivmesi yeniden güç kazandı. Suriye rejimi, İran'ın desteğiyle bu fırsatı kullanarak üç silahlı örgüte (Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah) hakim oldu. İsrailliler ile müzakere pozisyonunu güçlendirmek için bu örgütlerden yararlandı. Aslında Suriye ve İran rejiminin niyeti, sahte sloganları gibi Filistin'i kurtarmak değildi. Daha ziyade bu örgütleri İran rejiminin ve Suriye rejiminin dış politika araçları olarak kullanmaktı. İran kazanımlar elde edip silahlarını geliştirmeyi, Suriye ise rejimi korumayı ve Golan'ı geri almayı amaçlıyordu. Suriye savaşından önce durum böyleydi ama sonrasında bu ağ tamamen İran'a sadık hale geldi. Yayılmacı Mollalar rejimi ile nükleer politikalarını savunmak için ona hizmet eder oldu.

2008 yılında Hizbullah ülkedeki ortaklarının aleyhine döndü ve onlara askeri bir saldırıda bulundu. Hamas da aynı şeyi Gazze Şeridi'nde yaptı, halkına saldırdı ve Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Zamanla iki örgüt iktidardaki konumlarını güçlendirdi, güvenlik ve askeri kontrolü ele geçirdi ve İran'ın desteğiyle yeteneklerini geliştirdi. Hizbullah, İran'ın iradesi doğrultusunda Suriye rejimini savunmak için Suriye savaşında savaştı ve binlerce savaşçısını kaybetti. İsrail onları gözlemlerken, Filistin saflarının bölünmesi, Lübnan'daki çatırdamanın artması, daha fazla Suriyelinin kanının dökülmesi için onlara göz yumarken, Hizbullah ve Hamas’ın kendilerine olan güvenleri arttı.

Hamas Hareketi, büyüklüğünün, rolünün ve öneminin Tahran'ın bir aleti olmaktan çok daha büyük olduğunu düşünerek 7 Ekim 2023'teki saldırıyı düzenledi. Bu, en kötü radikal  ırkçı zihniyetin önderlik ettiği bir savaş ile birlikte İsrail cehenneminin kapılarının Filistin halkına açılmasına yol açtı. Aynı şekilde Hizbullah da İran nezdindeki konumunun ve direniş ekseni ile ilişkisinin kendisini Gazze'nin yaşadığı kaderi yaşamaktan koruyacağını düşündü, ancak kendisinin yalnızca İranlıların bir piyonu olduğunu keşfetti. Hizbullah, kendisini savunmak için binlerce Lübnanlı gencin canını feda ettiği Suriye rejiminin de kendisini terk ettiğini ve onun için hiçbir şey yapmadığını gördü.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı. Tarihsel süreçten bunların bir daha geri dönülmez bir şekilde yok olacakları açıkça görülüyor. Zira kurtuluş, direniş ve arenalar birliği sloganlarının devrilmesi sonucunda halklar kendi çıkarlarını koruyacak şekilde hareket edecek, ülkeler ve liderleri kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyacak olanı benimseyecektir.

İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür.

İranlılar ve Suriyeliler, kendilerinden önceki tüm Araplar gibi, küresel olarak ABD, Avrupa, Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye ve diğerleri tarafından çevrelenmiş olan İsraillilerle askeri çatışmaya girmenin hiçbir anlamı olmadığını anladılar. Özellikle İran tarafı, genişleme zamanının bittiğini, ülke dışında milyarlarca dolara mal olan, gerçek bir savaşı ancak birkaç hafta sürdürebilen, ardından kayda değer hiçbir etkisi olmadan zaman zaman atılan birkaç füze ve İHA ile birlikte yeniden yerel silahlı hareketlere dönüşen milis gruplara yatırım yapmanın bir anlamı olmadığının farkına vardı.

Araplarla İsrail arasındaki çözüm süreci, sabit bir stratejik tercih haline geldi ve bu seçim, Arap ülkelerinin ve halklarının korunmasına, kalkınmasına ve refahına olanak tanıyor. Onları dünyada daha değerli bir ortak haline getiriyor. 7 Ekim belki de Arapların bu seçeneğe yönelme eğilimlerini frenlemek içindi. Bu seçenekle birlikte Arap ülkelerinin gelişmesi, daha büyük ve temel küresel roller oynaması, sistematik bir diplomatik yaklaşım yoluyla Filistin halkının başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlete sahip olma hakkını elde etme konusunda daha kudretli hale gelmesinin kapısı olabilir. Arap halklarına hiçbir başarı ve zafer kazandırmadan, Arap halklarına zarar veren, boş, gürültülü savaş söylemlerini sürdürmenin ise bunu sağlamayacağı kanıtlandı.

1973 yılı Arap orduları ile İsrail arasındaki son savaştı. 2024 yılı, devlet dışı milislerle İsrail arasındaki savaşların sonuncusu olabilir. İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür. Dolayısıyla diplomatik çözümü benimsemek ve Arapların küresel sahnedeki rolünü geliştirmek, günümüzde en uygun ve etkili seçenek olarak ortaya çıkan yaklaşımın iki unsurudur. Bu savaştan sonra yakın gelecekte Araplarla İsrail arasında savaş olmayacak. Aksine, gerçek mücadele Arapların kendi ülkelerini ve güçlerini inşa edebilmeleri olacaktır. O zaman küresel ülkelerin çıkarları İsraillileri değil Arapları memnun etmeye çalışma eğiliminde olacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.