Arap dünyasının durumu (4): Arap ülkelerinin ulusal güvenliği

Uluslararası toplumun ve Ortadoğu’nun güvenlik sahasında bir kaos ve değişim dönemi yaşanırken büyük güçlerin güvenlik kapsamı daraldı ve birçok şey açığa çıktı

Cezayir'in başkentinde bir araya gelen Arap liderler (AFP)
Cezayir'in başkentinde bir araya gelen Arap liderler (AFP)
TT

Arap dünyasının durumu (4): Arap ülkelerinin ulusal güvenliği

Cezayir'in başkentinde bir araya gelen Arap liderler (AFP)
Cezayir'in başkentinde bir araya gelen Arap liderler (AFP)

Nebil Fehmi
Bugünkü yazımız Arapların durumuna ilişkin kaleme aldığımız dördüncü ve son makale. Her ne kadar acil olarak değerlendirilmesi gereken uluslararası olaylardan ötürü ertelenmiş ve buna göre düzenlenmiş olsa da bu yazı dizisini Arap ulusal güvenliğine ilişkin açıklamalarla bitirmek belki de daha uygun olacaktır.
Arap ülkelerinin her birinin kendi ulusal güvenliğinin kavramlarını ve sınırlarını yöneten özel ulusal öncelikleri ve kaygıları olması gayet doğal bir durumsa da Arap ülkelerinin çoğunluğunun kavramları arasında, bölgesel düşüncelerin ulusal güvenlik kavramlarının belirginleşmesinde ve bunlarla ilgili kararların şekillenmesinde önemli bir yer ve ağırlığa sahip olması da dahil birtakım ortak özelliklerin bulunduğuna dikkat çekiliyor. Arapların büyük bir bölümü, Avrupa sömürgeciliği belasına maruz kaldıktan sonra politikalarını, kültürel birikimlerini, tarihlerini ve kimliklerini korumaya önem verdiler. Arap milliyetçiliğine yönelik görüşlerin ve duyulan heyecanın farklı olmasına rağmen buna bağlı kaldılar. Milli siyasi kimliğin korunması, Arap ülkelerinin ulusal güvenlik standartlarında özel bir yere sahiptir. Tıpkı Arap-İsrail çatışması ve özellikle uzun süredir herkesin aklını meşgul eden ortak bir mesele olan Filistin meselesinde olduğu gibi.
Göz ardı edilemeyecek bir diğer ortak nokta ise tarihi ve stratejik konumunun yanı sıra zengin enerji kaynakları Arap bölgesini Soğuk Savaş döneminde büyük güçler arasında bir rekabet sahasına dönüştürmesidir. Denizlerde seyrüsefer özgürlüğünü ve ucuz enerji kaynaklarına erişimi garanti altına alma arayışı çerçevesinde Arap bölgesine imrenilerek bakılması batıda, doğuda, kuzeyde ve güneyde bulunan Arap ülkelerinin ulusal güvenlik denklemlerine büyük uluslararası güçlerin değerlendirmelerinin ve hesaplarının dahil edilmesine neden oldu. Çoğu, güvenlik hesaplarında ve kararlarında bir süper güce bağımlı hale geldi.
Arap ülkeleri için ulusal güvenlik kavramını şekillendirmede bölgesel ve uluslararası meselelerin dahil edilmesi, Arap ülkelerinde ulusal güvenliğin doğru tanımlanmasında ve özellikle harekete geçmeyi ve ulusal askeri yeteneklerini kullanmayı gerektiren noktalarda bir dereceye kadar belirsizliğin olmasına yol açtı.  Çünkü karar yalnızca ulusal hesaplara bağlı ya da pratik bir şekilde uygulanabilir yahut sadece Arap tarafların elinde değildi.
Bazen Arap ülkeleri arasında, örneğin 1990'larda Yemen’deki durum gibi bölgesel ve ulusal kavramlar bakımından ya da Sovyetler Birliği'nin Mısır ve Suriye'nin Ekim 1973 savaşını başlatma kararı konusunda pek hoşnut olmadığı zamanlarda tanık olduğumuz gibi, Arapların arzuları ve kararları ile onları destekleyen büyük güçlerin tutumları bakımından bir çelişki ve çatışma ortaya çıkıyordu. Öte yandan Batılı ülkeler, Körfez ülkelerinin İsrail’i destekleyen ülkelere petrol ihraç etmeyi durdurma kararına itiraz ettiler. Bu ülkelerin birçoğunun, Mısır ve Suriye'yi desteklediği ya da diğer konularda Körfez ülkelerine güvenlik kalkanı sağladığı biliniyor.
Arap ülkeleri, geçtiğimiz günlerde ABD'nin yaptığı gibi, ulusal güvenliklerinin temellerini ve felsefesini ayrıntılı olarak tanımlayan resmi açıklamalar yayınlamaya alışkın değiller. ABD, Çin'in Amerikan çıkarlarına yönelik tehdidine özel olarak değinen resmi bir açıklamada bulunmuştu. Her ne kadar yakın geçmişte edinilen tecrübeler, Arap ülkelerinin birçoğunun güç kullanmaktan ya da tehdit etmekten çekinmedikleri ciddi belirleyicileri ve sorunları olduğunu kanıtlamış olsa da bunların çoğu, ulusal sınırların korunması ve komşu ülkelerin iç işlerine doğrudan ya da başka bir şekilde müdahale edilmesinin önlenmesiyle ilgiliydi. Yani, ulusal güvenliğin genellikle süper güçlerle stratejik dış, bölgesel Ortadoğu ve ülkelerimizin her birinin doğrudan çıkarlarını korumakla ilişkili ulusal olmak üzere üç çevreden oluşturulmuş ve bunlardan etkilenmiştir. Elbette her bir çerçevenin etki oranının bir ülkeden diğerine farklılık gösterdiği unutulmamalı.
Öte yandan, genel olarak Arapların tarih ve güvenlik konularında devraldıkları miras, sınırlar dışında güç kullanımını geciktiren iyi huylu bir Arap kültürü yarattı. Bu iyi huylu gecikmeye İran'ın Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) adalarını işgal ettiği gibi Arap ülkelerinin topraklarının bir kısmının işgal edilmesi sırasında ya da Mısır’ın Etiyopya ile güç kullanımı yerine müzakereyi tercih ettiği, halkının temel ihtiyaçları için bir tehdit oluşturan su anlaşmazlığında olduğu gibi çeşitli sınır anlaşmazlıklarının yaşandığı dönemde tanık olduk. Burada ret değil, erteleme ifadesini kullanmamın nedeni var. Mısır, iki yıl önce Türkiye'nin Sirte’den Cufra’ya kadar Libya’da belirli noktaları ihlal etmesinin ulusal güvenlik ihlali olarak kabul edildiğini ve sonuçları olacağını açıklamıştı. Bu açıklama, temel olarak ulusal diyalogda belirli coğrafi noktaların ötesine geçen güvenlik risklerine dayanan bu kavramın mantıklı ve geleneksel bir uygulamasıydı. Hamdolsun uyarı ciddiye alındı ​​ve doğrudan bir çatışma yaşanmadı.
Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Koalisyonu ülkelerinin, komşu ülke Yemen’deki meşru hükümetin zarar görmesinin ulusal güvenliklerine karşı tehdit oluşturduğu düşündükleri başka bir olaya tanık olduk. Yani özellikle İran’ın desteği ve emelleri çerçevesinde, komşu ülkede meşruiyeti baltalama düşünceleriyle bölgesel güvenlik tehditlerini birleştiren bir meseleye şahitlik ettik. Bu aynı zamanda, Arap ülkelerinin ulusal vizyonlarının başlıca müttefikleri olan ABD’nin vizyonuyla ters düştüğü açık bir örnektir. Yemen meselesi, Suudi Arabistan liderliğindeki Arap koalisyonu ile güvenlik alanındaki ana müttefik ülke ABD arasında tanık olduğumuz bir çekişmeye neden oldu. Bu çekişmeye, petrol üretimindeki artışla ilgili olarak son haftalarda yeniden tanık olduk.
Eğer konu Filistin gibi kapsamlı bir bölgesel mesele değilse, güç kullanımına ilişkin Arapların daha çekimser kavramlarına ve düşüncelerine dair başka örnekler de var. Anayasası sınırlarının dışında güç kullanımını yasaklayan Cezayir'in durumunu buna örnek gösterebiliriz.
Arap ülkelerinin ulusal güvenliğinin hesapları, düşünceleri ve kültürü ne olursa olsun, uluslararası toplumun ve Ortadoğu’nun güvenlik sahasında bir kaos ve değişim dönemi yaşadığını söylersek abartmış olmayız. Büyük güçlerin güvenlik kapsamı daraldı ve birçok şey açığa çıktı. Bölgesel güvenlik dengesi Arapların çıkarları aleyhine bozuldu. Arap ülkelerinin ulusal güvenliğine yönelik tehditler artarak çeşitlendi. Bu tehditlerin bir kısmını bir noktadan diğerine hareket eden radikal akımlar, bir kısmını da uzun menzilli füzeler, uydulardan sağlanan iletişim, insansız hava araçları (İHA) ve yapay zeka uygulamalarına kadar uzanabilecek siber savaş gibi gelişmiş silahlar oluşturuyor. Bu yüzden Arap ülkelerinin geleneksel olmayan adımlarla ilgili kararlar alarak ve çalışmalar yaparak imkanlarını desteklemek için ulusal güvenlik konusuna gerekli ilgiyi göstermelerini umuyorum.
Bu adımları şöyle sıralayabiliriz:
1- Daha fazla dost edinmek, siyasi ve güvenlik alanında müttefikleri çoğaltmak
2- Güvenlik kabiliyetlerini artırma aşamasında çatışma ya da çatışmaların şiddetlenmesini önlemek için etkinliğini ya da diplomatik ve siyasi faaliyetlerini artırmak
3- Komşu ülkelerle bir güvenlik dengesi oluşturmaya özel bir önem vererek yakın gelecekteki tehlikelere hazırlık olarak yeni teknolojilere özel olarak odaklanmak, askeri ve güvenlik yeteneklerini çeşitli silah kaynaklarıyla güçlendirmek ve kendi yeteneklerini geliştirmek
4- Çoğu barışçıl ve askeri olmak üzere çift yönlü kullanım özelliğine sahip siber türevleri, uzaktan iletişim araçları, yapay zeka ve bazı ülkelerin ve akımların yasa dışı teknoloji kullanımına özel olarak odaklanarak yeni teknolojileri ülkelerine çekmek ve yerelleştirmek
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından İndependet Arabia’dan çevrilmiştir.
 



Bir pragmatiğin oyunu: Rusya'nın Ortadoğu'dan hesaplı çekilmesi

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

Bir pragmatiğin oyunu: Rusya'nın Ortadoğu'dan hesaplı çekilmesi

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Remzi İzzeddin Remzi

Kremlin, 2023 yılının mart ayında en güncel Dış Politika Konsepti metnini açıkladı ve Rusya'nın ‘küresel güç dengesini korumak için benzersiz misyonu olan bir güç’ olarak dünya sahnesine geri döndüğünü duyurdu. Bu stratejiye göre Moskova, Ortadoğu'da vazgeçilmez bir arabulucu ve güvenlik mimarı olacak, İran ile ‘kapsamlı ve güvene dayalı iş birliği’, Suriye’ye ‘tam destek’ ve Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır ile ‘çok yönlü ve karşılıklı yarar sağlayan ortaklıkların derinleştirilmesi’ sözü verdi. Ayrıca, Rusya’nın bölgedeki rakipler arasındaki ‘ayrılıkları giderip ilişkileri normalleştirebilen’ ve ‘bölgesel güvenlik ve iş birliği için sürdürülebilir ve kapsamlı bir yapı’ kurabilme kapasitesine sahip bir barış elçisi olarak konumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Ancak, iki yıldan biraz aşkın bir süre sonra tamamen farklı bir gerçeklik ortaya çıktı. Gazze'deki çatışmadan Suriye'deki siyasi karışıklıklara, Lübnan'daki kırılgan istikrardan İran'ın bölgesel hesaplamalarına kadar, Moskova'nın varlığı sınırlı ve sönük kaldı. Stratejik hırs ile pratik gerçeklik arasındaki bu uyumsuzluk, temel bir gerçeği ortaya koydu. Rusya’nın Ortadoğu'daki müdahalesinden pragmatik olarak çekilmesi, arzularındaki bir değişikliği değil, daha çok yeteneklerinin farkına varmasını yansıtıyordu. Ukrayna'daki savaş, Moskova'yı stratejisini yeniden hesaplamaya zorladı ve bölgesel rolünü iddialı bir arabulucudan sınırlı bir ortağa dönüştürdü. Bu durum, ‘stratejik anlaşmalar’ olarak adlandırılabilecek bir dış politika yaklaşımının önünü açtı. Bu yaklaşım, pragmatik, çıkar temelli iş birliğini daha derin bir koordinasyon arzusu ile birleştirirken, rekabet eden öncelikler ve sınırlı kaynaklar nedeniyle kısıtlı kalıyor.

Rusya’nın 2023 yılında açıkladığı Dış Politika Konsepti, stratejik yöneliminde radikal bir değişimi temsil ediyordu. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden bu yana ilk kez, Batı ile çatışma söylemi Rusya'nın iş birliği arzusunu gölgede bıraktı. Bu politika, uluslararası sistemin çok kutupluluğa doğru derin bir değişim geçirdiğini iddia ederek, bunu ‘gelişim potansiyelinin yeni ekonomik büyüme ve jeopolitik etki merkezlerine doğru kayması’ olarak tanımladı. Rusya’nın bu görüşü, Ortadoğu'yu Batı hegemonyasına karşı mücadelenin merkezine yerleştirdi.

Ukrayna’daki savaş, Rusya'nın kaynaklarını tüketti ve uzun vadeli hedefler yerine acil güvenlik ihtiyaçlarını öncelemesine neden oldu.

Ancak, bu kavramın uygulanması, iddialı söylemlerle dikkatlice sınırlandırılmış taahhütleri birleştiren bir yaklaşım olan ‘pragmatik anlaşmalar’ olarak nitelendirilebilecek bir özellik taşıyor. Bu durum, Rusya ile İran arasındaki ilişkilerde de açıkça görülüyor. İki ülke, bu yılın ocak ayında savunma ve enerji alanlarında iş birliğini kapsayan 47 maddeden oluşan kapsamlı bir stratejik ortaklık anlaşması imzaladı. Ancak bu anlaşmada ortak savunma ile ilgili herhangi bir hüküm yer almadı. Anlaşmada Rusya'nın kaynaklarını tüketebilecek önemli taahhütlerden kaçınılırken ilişkileri resmi olarak yükseltme eğilimi, Moskova'nın Ortadoğu'daki mevcut politikasının ayırt edici özelliği haline geldi.

Ukrayna’daki savaş, Rusya'nın kaynaklarını tüketti ve uzun vadeli hedefler yerine acil güvenlik ihtiyaçlarını öncelemesine neden oldu. Analizlerden birinde Rusya’nın bölgesel liderlik için gerekli olan finansal, insani ve kültürel kaynaklardan yoksun olduğuna işaret ediliyordu. Bunun yerine Moskova, kararlı tutumlar sergileyerek, kendisini ‘Batı'nın antitezi’ olarak sunup Ortadoğu ülkelerine “Evet, bizler alaycı realistleriz ve değerlere inanmıyoruz, ancak Batı ile aynı fikirde değilseniz, size yardım eli uzatmaya hazırız” şeklinde basit bir teklifte bulunarak bunu telafi etmeye çalıştı.

sdf
Kiev’in dış mahallelerinde gerçekleşen Rus hava saldırısının ardından ağır hasar gören konut binalarının durumunu gösteren bir görüntü, 28 Eylül 2025 (AFP)

Rusya'nın güncellenen Dış Politika Konsepti, onu küresel nüfuza sahip tarihi iddiaları olan, İslam dünyasındaki ortaklıkları güçlendirerek Batı hegemonyasına meydan okumaya çalışan ayrı bir ‘medeniyet devleti’ ve Moskova'yı bölgesel rakipleri uzlaştırmaya ve ‘Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da bölgesel güvenlik ve iş birliği için kapsamlı ve sürdürülebilir bir yapı’ kurmaya çalışan bir barış elçisi olarak sunuyordu. Bu iddialı çerçeve, İran, Suriye, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır ile ilişkilerin konsolidasyonu yoluyla stratejik derinlik öneriyor ve Filistinli gruplar ve İsrail ile tarihi bağlardan yararlanmayı hedefliyordu.

Rusya’nın anlamlı bir katılımı olmadan önemli barış zirveleri, gerçekleştirildi. Bu durum, dış politikasında Filistin meselesinde arabuluculuk yapma konusundaki büyük hedeflerinin yer almasına rağmen, Rusya'nın diplomatik nüfuzunun sınırlarını ortaya koydu.

Rusya’nın Ortadoğu’dan çekilmesinin özellikle önemli olmasının nedeni, 2023 tarihli Dış Politika Konsepti’nin bölgeden çekilme yerine bölgede varlık göstermeyi öncelikli hale getirmesine rağmen bu çekilmenin gerçekleşmiş olması. Dış Politika Konsepti metni, ‘çok kutuplu bir dünyanın’ inşasını ve ‘ABD ve Batı'nın yayılmacı planlarına karşı koymayı’ vurgularken bu hedeflerin, Rusya’nın bölgesel sahnede yoğun bir varlıkla yansıtılması gerektiğini belirtiyor. Ancak, Ukrayna'daki savaşın neden olduğu kaynak kaybı, askeri ihtiyaçlar ve ekonomik baskılar küresel hırsların yeniden ayarlanmasını zorunlu kıldığından, bu vizyonun uygulanması engellendi. Böylece, Ortadoğu, tercih değil, zorunluluktan dolayı ikincil bir sahne haline geldi. Bu, gerçek kapasitenin sınırlarıyla çarpışan tipik bir stratejik aşırılık örneği oldu.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Rusya'nın Gazze krizine verdiği tepki, bölgesel krizlerle başa çıkma konusunda izlediği ‘pragmatik anlaşmalar’ yaklaşımını yansıtıyor. Filistinli gruplarla tarihi bağları ve Moskova’da Hamas heyetlerini ağırlamasına rağmen, Rusya fiili ateşkes diplomasisinden büyük ölçüde dışlandı. Rusya’nın anlamlı bir katılımı olmadan önemli barış zirveleri, gerçekleştirildi. Bu durum, dış politikasında Filistin meselesinde arabuluculuk yapma konusundaki büyük hedeflerinin yer almasına rağmen, Rusya'nın diplomatik nüfuzunun sınırlarını ortaya koydu.

Dış Politika Konsepti metninde öngörülen, bölgede vazgeçilmez bir arabulucu olarak rolünden tam bir sapma gösteren Moskova'nın mevcut politikasının belki de en açık göstergesi, Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un Rusya'nın arabulucu olarak ‘hizmetlerini dayatmayacağı’ yönündeki açıklamasıydı. Bu olumsuz tutum, Rusya'nın ‘Filistin sorununa kapsamlı ve kalıcı bir çözüm bulunmasına’ katkıda bulunacağına dair belgedeki vaadiyle keskin bir tezat oluşturdu.

sd
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda bir araya geldi, 15 Ekim 2025 (AFP)

Rusya'nın Ortadoğu'daki sınırlı rolünün en çarpıcı örneği, Moskova'nın neredeyse on yıl boyunca ve önemli miktarda kaynak harcayarak desteklediği Beşşar Esed rejiminin geçtiğimiz yıl aralık ayında çöküşüydü. Bu gelişme, Rusya’nın nüfuzu için büyük bir gerileme oldu ve belgenin Suriye’ye ‘tam destek’ vereceği yönündeki taahhüdünü zayıflattı.

Rusya'nın tepkisi, stratejik sınırlamalardan doğan yeni bir pragmatizmi ortaya çıkardı. Kanıtlar, Moskova'nın son muhalefet saldırısı sırasında askeri desteğini kasıtlı olarak azalttığını gösteriyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya'nın ‘karşılık verecek askeri güce sahip olduğunu ve bunu kullanabileceğini, ancak kullanmamayı tercih ettiğini’ belirtti. Bu hesaplı kısıtlama, Moskova'nın bazı müttefiklerin, özellikle Türkiye ile olan daha önemli stratejik ilişkileri feda etmeye değmeyeceğini kabul ettiğini gösteriyor.

Rusya'nın Lübnan işlerine sınırlı katılımıyla, bölgesel anlamda daha geniş çaplı gerilemesinin bir başka yönünü görüyoruz.

Sonuç olarak, Rusya'nın hedefleri Tartus Deniz Üssü ve Hmeymim Hava Üssü gibi stratejik askeri üslerini korumakla sınırlı kaldı. İlişki, patron ve müşteri ilişkisi olmaktan çıkıp yeni Şam hükümetiyle pragmatik müzakerelere dönüştü. Suriye'nin geçici Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara iki ülke arasındaki ilişkiyi ‘yeniden tanımlamaya’ çalışırken, Rusya'nın hedefleri Suriye'nin siyasi gidişatını yönlendirmekten ziyade askeri üs haklarını korumaya indirgendi. Bu gelişme, belgenin derin stratejik ortaklık vizyonundan önemli bir sapma olduğu anlamına geliyor ve Akdeniz'deki hayati askeri varlıkların korunmasına odaklanan yeni bir yaklaşımı yansıtıyor.

Bu arada Rusya ile İran arasındaki ilişkiler, gelişmiş diplomatik formalitelerin temel sınırlamaları gizlediği karmaşık bir yapıya sahip. İki ülke arasında geçtiğimiz ocak ayında 47 maddeden oluşan ve savunmadan enerjiye kadar çeşitli alanlarda iş birliğini kapsayan Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması imzalandı. Bu da Dış Politika Konsepti metninde yer alan ‘İran ile kapsamlı ve güvene dayalı iş birliği’ çağrısını somutlaştırıyor gibi görünüyordu. Ancak bu resmi yükseltme, esasen pragmatik bir anlaşma olarak kalan ve sağlam bir ittifaktan ziyade karşılıklı ihtiyaçlar tarafından sınırlanan bir ilişkiyi örtbas ediyor.

frgt
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İran’ın merhum Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Tahran'da Suriye konulu üçlü bir toplantı öncesinde fotoğraf çektirdiler, 19 Temmuz 2022 (AFP)

Rusya ile İran arasındaki ortaklık temelde, Batı'nın yaptırımlarına karşı koymak ve özellikle İran'ın Ukrayna savaşında kullanılan insansız hava araçlarını Rusya'ya tedarik etmesi konusunda belirli askeri iş birliğine dayanıyor. Anlaşmanın iddialı bir kapsama alanına sahip olmasına rağmen, ortak savunma konusunda herhangi bir hüküm içermemesi, Rusya'nın Tahran'a güvenlik garantisi verme konusundaki isteksizliğini ortaya koyan temel bir sınırlama olarak görüldü. Bu eksiklik, İran ile İsrail arasında gerginliğin tırmandığı dönemlerde, Moskova'nın herhangi bir askeri yardım sağlamadan sadece sözlü destekle yetinmesi ile özellikle belirgin hale geldi.

Bu yüzden İran ile ilişkiler resmi olarak güçlendirilmiş olsa da stratejik özünde sınırlı kalmaya devam etmekte ve gerçek bir ittifaktan çok zorunluluktan kaynaklanan bir ortaklık niteliği taşıyor. Bu ilişkiler, Moskova'nın mevcut yaklaşımını karakterize eden ‘stratejik anlaşmalar’ olarak tanımlanabilecek kavramın tam bir somut örneğine dönüştü.

Rusya'nın Lübnan işlerine sınırlı katılımıyla, bölgesel anlamda daha geniş çaplı gerilemesinin bir başka yönünü görüyoruz. Rusya'nın Dış Politika Konsepti metninde bölgesel çatışmalarda arabuluculuk yapma hedefi yer alsa da Moskova, Lübnan ile İsrail arasındaki hassas müzakerelerde, özellikle de Hizbullah'ın silahsızlandırılmasıyla ilgili müzakerelerde gözlemci rolünü oynamakla yetiniyor. Bu müzakerelerde başı çeken ABD olurken, Rusya aktif diplomasi faaliyetlerinden göze çarpan bir şekilde uzak duruyor.

Bu kıyıdan-kenardan katılım, Dış Politika Konsepti metninde Rusya'yı Ortadoğu'da güvenliğin mimarı olarak gören vizyonundan önemli bir sapma olduğunu gösteriyor. Moskova, Hizbullah’ı terör örgütü olarak değil, ‘meşru bir sosyo-politik güç’ olarak görmeye devam etse de Hizbullah'ın stratejik hesaplamaları veya Lübnan’ın siyasi gidişatı üzerindeki etkisi sınırlı kaldı. Bölgesel istikrar için hayati önem taşıyan silahsızlanma müzakereleri, Rusya’nın anlamlı bir katılımı olmadan ilerledi. Bu durum, Moskova’nın diğer cephelerle meşgul olması nedeniyle etki gücünü yitirmeye başladığının açık bir işareti oldu.

Rusya’nın bölgedeki müdahalesindeki gelişmeler, ‘stratejik anlaşmalar’ olarak adlandırılabilecek uzlaşıların sınırları konusunda daha derin bir ders sunuyor.

Rusya'nın son iki yıldır Ortadoğu'daki sıcak noktalara yönelik sınırlı müdahalesi beyan ettiği siyasi doktrin ile pratik gerçeklik arasında derin bir uçurum olduğunu ortaya koyuyor. 2023 dış politika belgesi, Rusya'nın stratejik olarak bölge genelinde faaliyet göstererek çatışmalarda arabuluculuk yapmasını ve güvenlik mimarisini yeniden şekillendirmesini öngörüyordu. Ancak Moskova, Ukrayna'daki savaşın yol açtığı kaynak kaybı nedeniyle varlığını oldukça sınırlı tuttu ve hedeflerini geri çekildi.

Bu geri çekilme stratejik bir vazgeçmeden ziyade mevcut sınırlı marjın pragmatik bir şekilde kabul edilmesi şeklindeydi. Gazze’den Suriye’ye, Lübnan’dan İran’a kadar Rusya, stratejik doktrininde belirtildiği gibi kapsamlı bir şekilde müdahil olmak yerine, hayati varlıklarını, askeri üslerini, belirli ortaklıklarını ve diplomatik konumunu korumayı tercih etti. Ukrayna’daki savaş, Rusya’nın güç projeksiyon yeteneğinin sınırlarını ortaya çıkardığından, Ortadoğu, kasıtlı olarak değil, zorunluluktan dolayı ikincil bir sahne haline geldi.

Rusya’nın bölgedeki faaliyetlerindeki gelişmeler, ‘stratejik anlaşmalar’ olarak adlandırılabilecek şeylerin sınırları konusunda daha derin bir ders veriyor. Bu yaklaşım bir dereceye kadar esneklik ve maliyet kontrolü sağlasa da Rusya’nın etki alanını daraltmış ve retorik taahhütlerinin kırılganlığını ortaya çıkarıyor. Bölgesel ortaklar, Rusya'nın manevra alanının sınırlı olduğunu fark ederek beklentilerini buna göre ayarlamaya ve güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için daha güvenilir ortaklar aramaya başladı.

Stratejik kavramların ihtişamı, sıralama ve seçimin gerçekçiliğine yol açarak, küresel çapta hırslı güçlerin bile nihayetinde öncelikler belirlemesi gerektiğini ortaya koydu. Bu noktada Moskova, 2023 dış politika belgesinde özetlenen iddialı vizyondan açıkça uzaklaşarak, bölgedeki siyasi ve diplomatik gidişatın Rusya'nın marjinal katkısıyla gelişmesine izin vererek Ukrayna'yı tercih etti.

Ancak, Rusya'nın Ortadoğu'daki stratejik çıkarlarının derinliği küçümsenmemeli. Bölgenin gelişimini etkilemekten taktiksel olarak çekilme kararı, zorunluluktan kaynaklanan bir tercih olsa da bu, onun kontrolü Batı'ya devrettiği anlamına gelmez. Rusya, uzun vadeli stratejilerdeki ustalığıyla bilinir.


Pragmatizm Rusya-Suriye ilişkilerini yeniden tanımlamaya yeter mi?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda yaptıkları görüşmede tokalaşırken, 15 Ekim 2025 (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda yaptıkları görüşmede tokalaşırken, 15 Ekim 2025 (AFP)
TT

Pragmatizm Rusya-Suriye ilişkilerini yeniden tanımlamaya yeter mi?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda yaptıkları görüşmede tokalaşırken, 15 Ekim 2025 (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'nda yaptıkları görüşmede tokalaşırken, 15 Ekim 2025 (AFP)

Samir İlyas

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'nın Moskova ziyareti ve Kremlin'in yakın misafirlere ayrılmış salonlarından birinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından sıcak bir şekilde karşılanmasının sembolizmi ve önemi konusunda herkes hem fikir olurken uzun bir düşmanlık geçmişi ve Suriye'de karşı cephelerde savaşmış iki taraf arasında tartışılan konularda somut bir ilerleme kaydedilip kaydedilmediğine ilişkin değerlendirmelerde görüş ayrılıkları vardı.

İdlib mağaralarından çıkan ‘isyancı’ liderin iktidarını sağlamlaştırma hırsı, Şara’yı düşmanlıkları bir kenara bırakıp Kremlin'e yaklaşmaya itti. Kremlin, eski rejime siyasi, askeri ve ekonomik destek vererek Suriyelilere uzun süredir ihanet ediyor ve onların acılarını uzatıyordu. Yıkılmış bir ülkeyi yeniden inşa etmek, güvenliği sağlamak ve dış müdahale ve baskılara karşı birliğini korumak gibi devasa zorlukların ortasında Şara, vesayet dayatmadan karşılıklı çıkar temelinde istikrara katkıda bulunacak Rusya’nın yeni bir rolü üzerine bahis oynuyor. Şara, sabırlı bir politikanın istenen sonuçları elde etmesine ve Kremlin'e uzanan uzun merdiveni tırmanmasına yardımcı olmasını umuyor.

Öte yandan önemli jeopolitik konumu ve Sovyetler Birliği döneminden beri Moskova ile uzun süredir devam eden tarihi bağları nedeniyle Suriye’yi kaybetme korkusu, Kremlin’i Şara için sıcak bir karşılama ve onu Yeşil Salon'da ağırlayarak abartılı bir şekilde kutlamaya sevk etti. Bu konuk, bir yıldan kısa bir süre öncesine kadar Rusya ordusu için değerli bir aranan isim olarak görülüyordu. Şara’nın o dönem lideri olduğu Heyet-u Tahrir eş-Şam (HTŞ) halen Rusya'nın terörist örgütler listesinde yer alıyor. 7 Ekim 2023 olaylarının ardından Rusya'nın bölgedeki rolünün azalması, İran eksenindeki müttefiklerinin önemli ölçüde zayıflaması ve Beşşar Esed rejiminin çarpıcı şekilde düşüşünün yanı sıra ABD’nin Gazze konulu Şarm eş-Şeyh Zirvesi’ne hiçbir Rus temsilciyi davet etmemesinin de gösterdiği üzere Ortadoğu’yu yeniden düzenleme çabalarında Rusya’nın rolü tamamen görmezden geliniyor gibi görünüyordu. Bölgesel değişiklikler çerçevesinde, yeni rejimle ilişkilerin yeniden kurulmasına bahis oynamak, Rusya yönetiminin Doğu Akdeniz'den tamamen çekilmesini ve bölgedeki ülkelerle siyasi ve ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi açısından Rus varlığının sağladığı tüm kazanımları kaybetmesini önlemek için zorunludur. Ayrıca Tartus Deniz Üssü ve Hmeymim Hava Üssü’nün, Rusya'nın Afrika'daki yayılmacı hedeflerine ulaşmak için lojistik merkezler olarak oynadıkları önemli rol de göz ardı edilemez.

Açıklamalar, Beşşar Esed’in kaderinin tüm siyasi, ekonomik, askeri ve istihbarat alanlarında gelecekteki iş birliğini araştırmaya engel teşkil etmediğine işaret ediyor.

Henüz somut bir ilerleme kaydedilmemiş olsa da Şara'nın Moskova ziyareti, Beşşar Esed rejiminin düşüşünden sonra Şam ve Moskova arasında güvenin yeniden tesis edilmesine yönelik temkinli bir başlangıç niteliğindeydi. Şam ve Moskova arasındaki ihtilaflı konuların son derece karmaşık olduğu unutulmamalı. Bu konular arasında Suriye’deki Rus askeri üslerinin geleceği, önceki ekonomik ve askeri anlaşmaların akıbeti, önceki rejimden miras kalan borçlar, Esed ve bazı üst düzey subaylar ile eski yetkililerin teslim edilmesiyle ilgili geçiş dönemi adaleti dosyası yer alıyor. Bu yetkililerin bir kısmı insani sığınma hakkı tanındıktan sonra Moskova’da ikamet ediyor.

dfgty
Suriye Devlet Başkanı Şara, Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmek üzere Moskova'daki Büyük Kremlin Sarayı'na girerken, 15 Ekim 2025 (AFP)

İki liderin görüşmesinin başındaki resmi açıklamalara yeniden bakıldığında yüksek hassasiyetli konuların kamuoyuna açıklanmaması konusunda bir uzlaşı olduğu görülüyordu. Görüşme, tarihi ilişkiler ve ikili çıkarlarla sınırlı kaldı ve gelecekteki iş birliği için önemli noktalar belirlendi.  Açıklamalar, görüşmenin öncesindeki beklentilerin aksine, Kremlin'den birkaç kilometre uzaklıkta yaşayan devrik Devlet Başkanı ve mülteci Esed'in kaderinin, iki tarafın heyetleri arasındaki görüşmede de görüldüğü üzere siyasi, ekonomik, askeri ve istihbarat alanlarında gelecekteki iş birliğinin önünde bir engel teşkil etmediğini ortaya koydu. Esed'ın kaderi, Moskova ile Şam arasındaki ilişkilerin gelişmesine gerçek bir engel teşkil etmeyecek gibi görünüyor. Mevcut Suriye yönetimi, iktidarı korumak, iç durumu kontrol etmek ve yaşam ve ekonomik koşulları iyileştirmek gibi daha acil sorunlarla karşı karşıya. Yeni Şam yönetimi, Moskova'nın ülkenin geleceğinde olumlu bir rol oynamaya istekli olmasının, Esed'e insani sığınma hakkı tanıyan Putin için büyük bir utanç kaynağı olan Esed'in iadesi konusunu gündeme getirmekten çok daha iyi olduğuna karar vermiş olabilir.

Rusya ile Suriye arasındaki ilişkileri yeni temeller üzerine inşa etmek her iki taraf için de acil bir ihtiyaç olsa da ABD ve Avrupa'nın tepkilerinden duyulan endişeler bu konuda en büyük engellerden birini oluşturuyor.

Açıklanan konuların yanı sıra Rusya’nın Genelkurmay Askeri İstihbarat Servisi (GRU) Başkanı Igor Kostyukov’un toplantılara katılması, iki tarafın Rusya ve Orta Asya'dan kişilerin de dahil olduğu radikal terör örgütleriyle mücadeleyi ve bu örgütlerin üyelerinin geldikleri ülkelere dönmelerini ve radikal fikirlerini yaymalarını veya Rusya'da terör eylemleri gerçekleştirmek üzere yeni üyeler kazanmalarını önlemeyi tartıştıklarını ortaya koyuyor. Bu da Devlet Başkanı Putin’in terörün Rusya’nın şehirlerine yayılmasını önlemek için Suriye'deki teröristleri hedef alarak 2015 yılındaki askeri müdahalesini meşrulaştırmak için belirlediği bir hedefti. Diğer yandan, Suriye’deki yıllarca süren müdahalesi sırasında biriktirdiği geniş arşiv ve Suriye ordusu subayları ve İran güçleriyle uzun süredir devam eden ilişkileriyle GRU, Esed’in kaçışından sonra ülkeyi terk etmeme kararı alan eski rejimin kalıntılarının hareketlerini frenlemek için Şam'daki yeni rejime yardımcı olabilir. İki taraf arasındaki istihbarat koordinasyonu, yeni hükümeti reddeden veya yeni devlete katılmak istememelerini haklı çıkarmak için ülkeyi istikrarsızlaştırmaya çalışan güçlerin bireysel terörist operasyonlarını veya hareketlerini engellemede rol oynayabilir.

cdfrgt
Rus askeri araçların Suriye’nin batısındaki Lazkiye ilinde Rusya tarafından kiralanan Hmeymim Hava Üssü’ne girişi sırasında yukarıda asılı duran Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bir fotoğrafı, 29 Aralık 2024 (AFP)

Çeçenistan ve Dağıstan gibi Rus cumhuriyetlerinden ve Özbekistan ve Tacikistan gibi Orta Asya ülkelerinden binlerce savaşçının Suriye'de ayrı gruplar halinde savaştığı biliniyor. Yüzlerce savaşçı HTŞ’ye katılırken, bazıları daha küçük, daha radikal örgütlerde kaldı veya DEAŞ saflarında savaştı. Öte yandan, Moskova'da bulunan rejim subaylarının bu bahar kıyı şeridinde bir isyanı koordine ettiği ve bunun talihsiz olaylara ve ciddi ihlallere yol açtığı iddia edildi.

Şara’nın ziyaretinin sonucunu değerlendirmek için henüz erken olsa da her iki tarafın da yeni aşamaya uygun olarak imzalanan anlaşmalarda değişiklik yapılmasına kapıyı açık bıraktığı ve Şara’nın bu konuda taahhüdünü açıklaması dikkati çekti. Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani, 18 Ekim'de Suriye devlet kanalı el-İhbariyye'ye verdiği röportajda, “Rusya ile ilişkiler kademeli olarak ilerliyor ve yeni anlaşmalar imzalanmadı, eski rejimle imzalanan anlaşmalar ise eski halleriyle kabul edilmediğinden askıya alınmış durumda” ifadelerini kullandı. Bu, değişen bölgesel ve uluslararası gerçeklik içinde iki taraf arasındaki güven sınırlarını test etmek ve çıkarları yeniden tanımlamak için bir temel olarak görülebilir.

Suriye'nin dış politikasının bugün kutuplaşma ve ittifaklardan kaçındığını, tüm taraflarla diyalog, açıklık ve dengeli iş birliği peşinde olduğunu vurgulayan Şeybani, Şam'ın, ulusal egemenliği koruma ve herhangi bir türden bağımlılık veya bağımlılığın geri dönüşüne izin vermeme ilkesi çerçevesinde, Rusya meselesini rasyonel ve ihtiyatlı bir şekilde ele aldığını da sözlerine ekledi.

Şeybani’nin açıklamaları, Suriye'nin yeni politikasının temelini oluşturan zıt kavramları ifade ediyor. Bu politika, siyasi ittifaklardan ziyade ulusal çıkarlar temelinde diğer ülkelerle ortaklıklar kurmayı amaçlayan dengeli bir açıklık ve pragmatizm üzerine kurulu. Ancak, kutuplaşma ve ittifaklardan kaçınmak ile tüm taraflarla diyalog ve iş birliği içinde olmak arasında bir denge kurmak pratikte zor görünüyor.

Rusya-Suriye ilişkilerinin yeni temeller üzerinde yeniden inşa edilmesi her iki taraf için de acil bir ihtiyaç olsa da ABD ve Avrupa'nın tepkilerinden duyulan endişeler, özellikle askeri ve ekonomik alanlarda Suriye-Rusya ilişkilerinin yeniden inşasının önündeki başlıca engellerden biri.

ABD ve Avrupa ülkeleri, Suriye'nin özellikle petrol, doğalgaz, maden ve bankacılık sektörlerinde olmak üzere Moskova'ya uygulanan yaptırımları atlatmak için bir arka kapı haline gelmesinden endişe ediyor.

Askeri alanda Şam, savaş yıllarında zarar gören ve önceki rejimin çöküşünden sonra İsrail tarafından büyük ölçüde tahrip edilen savunma yeteneklerini yeniden inşa etmek için Rusya, Çin ve Türkiye ile iş birliği yapmak zorunda. Bu alanda ABD veya Avrupa Birliği (AB) ülkelerine güvenmenin imkansızlığı göz önüne alındığında, Batı'nın Suriye'ye herhangi bir gelişmiş savunma sistemi veya askeri teknoloji sağlaması ihtimali yok ve herhangi bir güvenlik müdahalesi, Suriye'nin egemenliğinin özünü etkileyecek siyasi koşullara bağlı olacak.

Rusya ve Çin’e yönelme, geleneksel ittifaklardan çok ulusal güvenlik ihtiyaçları ve caydırıcılığın yeniden tesis edilmesi tarafından belirlenen tek gerçekçi seçenek. Bu yüzden Batı’nın hassasiyetlerini kışkırtmamak veya bölgesel istikrarı tehdit etmemek için bu ortaklıkların yönetilmesinde ihtiyatlı davranılması gerekiyor. Bu bağlamda, Ukrayna'daki savaş nedeniyle Rusya’nın öngörülebilir gelecekte Suriye'nin tüm askeri ihtiyaçlarını karşılama isteği ve kabiliyetine sahip olduğu konusunda mutlak bir kesinlik yok.

Bu açıdan İsrail, Suriye'nin savunma kapasitesinin yeniden inşasına ilişkin Batı'nın tutumunun en önemli belirleyicilerinden biri olarak öne çıkıyor. Washington ve Avrupa başkentleri, bir dereceye kadar İsrail'in taleplerini dikkate almaya kararlı ve Trump yönetimi, İsrail'in işgal altındaki Suriye Golan Tepeleri'ni ilhakını tanıdı. ABD aynı zamanda Suriye'nin füze yetenekleri ya da hava savunma sistemlerinin niteliksel gelişimini sınırlamak için AB ülkeleriyle birlikte çalışıyor. Bu durum, Suriye'nin ihtiyaçlarını karşılayan askeri alanda ABD veya Batı ile herhangi bir iş birliği yapmasını neredeyse imkansız hale getiriyor.

Ekonomik açıdan, meşru hükümetin yeniden yapılanma ve ekonomik toparlanma için Amerika Birleşik Devletleri veya Avrupa Birliği'ne güvenme olasılığı, açık yapısal engellerle karşı karşıya. ABD ve Batı'nın meşru hükümete karşı nispeten açık tutumu ihtiyatlı olmaya devam etmekte, yaptırımlar henüz tamamen kaldırılmamış ve Batı'nın yatırımları, kısa vadede gerçekleştirilmesi zor olan köklü siyasi reformlara bağlı olmaya devam ediyor.

Öte yandan, Batı'nın yaptırımları nedeniyle Rusya'ya ekonomik ve yatırım konularında güvenilemez. Geçtiğimiz eylül ayında Rusya Başbakan Yardımcısı Aleksandr Novak başkanlığındaki Rus heyetinin Şam'ı ziyareti sırasında Moskova, enerji sektörünün ve insani yardım alanının yeniden inşasına katılmayı teklif etti. Putin ve Şara arasında yapılan son görüşmelerin sonuçlarına göre Rusya Suriye’ye buğday, ilaç ve gıda tedarik etme ve petrol sahalarında çalışma olasılığını değerlendirmeyi kabul etti.

Söz konusu alanlar durumu iyileştirmek için yetersiz olsa da, ABD ve Avrupa ülkeleri, Suriye'nin özellikle petrol, doğalgaz, maden ve bankacılık sektörlerinde olmak üzere Moskova'ya uygulanan yaptırımları atlatmak için bir arka kapı haline gelmesinden endişe ediyor. Bu bakımdan Şam ile Moskova arasındaki her türlü ekonomik veya askeri yakınlaşma yakından takip ediliyor. Ancak Suriye'nin Rusya ile ilişkilerinin güçlenmesi, Çin'i Suriye'deki yeniden inşa projelerine fon sağlamaya ve belirli sektörlere yatırım yapmaya teşvik ediyor.

Yukarıda belirtilen tüm bu karmaşık durumlar, meşru hükümeti oldukça zor bir duruma sokuyor. Hükümet, ortaklıklarını çeşitlendirmeye ve herkese açılmaya çalışırken, aynı zamanda uluslararası güç dengesi ile gerçekçi bir şekilde başa çıkmak zorunda kalmakta ve bu da ona sadece sınırlı bir marj alanı bırakıyor. Şam'ın güvenlik gereklilikleri, egemenlik şartları, yeniden yapılanma ve ekonomik toparlanma arasındaki bu hassas dengeyi korumadaki başarısı, şüphesiz Doğu ve Batı ile gelecekteki ilişkilerinin şeklini belirleyecek. Bu, Suriye’nin yeni politikasının izolasyon olmadan bağımsızlığı ve bağımlılık olmadan açıklığı ne ölçüde başarabileceğini gösterecek. Şeybani’nin bahsettiği denklemi gerçekleştirmenin zorluğu da burada yatıyor.

Moskova’daki Putin-Şara görüşmesi, Suriye-Rusya ilişkilerinde ‘karşılıklı ihtiyaç’ başlıklı yeni bir dönemin başlangıcını işaret ediyor

Şara'nın ziyareti, karşılıklı çıkarlar temelinde Rusya-Suriye ilişkilerinde yeni bir başlangıca işaret ediyor. Yeni Suriye yönetiminin, meşruiyetini güçlendirmesi ve ekonomik ve güvenlik sorunlarını çözmesi gerekiyor. Bu noktada Moskova, en azından söz konusu sorunların hafifletilmesine yardımcı olabilir. Putin'in Şara ile yaptığı görüşmeler, Esed rejiminin düşüşünden sonra itibarını kurtarmak ve Rusya'nın Ortadoğu'da hâlâ var olduğunu göstermek için bir fırsat teşkil ediyor. Ancak, Rusya’nın İsrail’in güneydeki tekrarlanan saldırılarını sınırlamada önceki rolünü oynayacağı pek olası görünmüyor, zira Şam’daki iktidar değişikliğinden önce Rusya'nın güney Suriye'deki varlığı İsrail'in çıkarlarına hizmet ediyordu ve Rus devriyelerinin başlıca görevi güney Suriye'de İran yanlısı grupların yayılmasını önlemekti.

İsrail, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde askeri üsler kurmasından korktuğu için Tartus Deniz Üssü ve Hmeymim Hava Üssü’nü açık tutmayı tercih etse de Avrupa'nın tutumu yeni hükümete yardımın Rusya ile ilişkilerin kesilmesine bağlı olduğunu gösteriyor. Bunun yanında ABD de Moskova ile kazandığı nüfuzu paylaşmaya gerek duymuyor. Eğer Trump yönetimi çekilmeye karar verirse, Rusya'nın Suriye bölgesindeki boşluğu doldurmasını istemiyor.

sdfr
Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Rusya’nın Moskova kentinde gerçekleşen görüşmelerinin ardından düzenlenen basın toplantısında tokalaşırken, 31 Temmuz 2025 (Reuters)

Görüşmenin basına açık olan kısmında açıklamalarda bulunan Suriye Devlet Başkanı Şara, “Suriye'nin bağımsızlığını, egemenliğini, birliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenlik istikrarını sağlayarak, bu ilişkilerin doğasını yeni bir şekilde yeniden tesis etmek ve tanımlamak istiyoruz” diye konuştu.

Putin'in konuşması ve ardından Rus yetkililerin yaptığı açıklamalar da Şara'ya teorik olarak istediklerinin verildiğine işaret eder nitelikteydi. Zira Putin, Suriye Halk Meclisi seçimlerine övgüde bulunurken ülkesinin ayrılıkçı hareketleri reddettiğini ve Suriye topraklarının birliği ve bütünlüğünü desteklediğini teyit etti.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Moskova’daki toplantı, karşılıklı ihtiyaçların ön plana çıktığı Suriye-Rusya ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasını simgeliyor. Ancak ilişkilerin yeniden kurulması, ne kadar zor olursa olsun, sadece geçmişi geride bırakmakla bağlantılı değil, aynı zamanda bölgesel ve uluslararası gerçeklerin Suriye’deki duruma etkisi ve Rusya’nın Ukrayna'daki beka savaşıyla meşgul olurken Ortadoğu'ya yönlendirebileceği stratejik kaynakların miktarı gibi faktörlerle de bağlantılı olmaya devam ediyor.


Hamaney ve İran’a dönüş: Temel mi yoksa taktiksel bir değişim mi?

Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)
Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)
TT

Hamaney ve İran’a dönüş: Temel mi yoksa taktiksel bir değişim mi?

Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)
Dini Lider'in uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi (Batı Asya Haber Ajansı/Reuters)

 

Hasan Fahs

Açıkça ortaya çıkan ve haziran ayında ABD’nin katılımıyla İran'daki İslam rejimini hedef alan İsrail saldırısının üzerinden zaman geçtikçe daha da netleşen husus, bu saldırının rejimin, liderlerinin ve kurumlarının davranışlarında derin değişikliklere neden olduğudur. Bu değişiklikler, taktiksel bir değişimin ötesine geçerek, genel davranışlarına da yansımaya başlayan köklü bir değişime dönüşebilir. Zira söz konusu değişiklikler, yetkililerin son 40 yıldır ideolojik boyut ile İslami kimliklerini ulusal söylem ve İran kimliğinden daha öncelikli tuttuklarında görmezden geldikleri gerçeklerin anlaşılmasına dayanan gerçekçi bir söylemi, İran liderliğine ve karar alma merkezlerine dayattı. İran rejimi, tehditler ve meydan okumalar karşısında İran ve kendisi için bir savunma hattı tesis edecek bileşik bir kimlik oluşturmak için en azından bunları uzlaştırıp birleştirmedi de. Davranışlarındaki değişikliğin belki de en dikkat çekici tezahürü, rejimin ideolojik kolu olan İslam Devrim Muhafızları Ordusu'nun aldığı darbenin ardından, askeri sınıfın meydan okuyan, İran'a saldırmaya veya onu ihlal etmeye çalışan herhangi bir tarafa karşı yok edici ve ezici yanıt vermekle tehdit eden gösterişçi askeri söylemi terk etmek zorunda kalmasıyla yaşandı. Rejimin ideolojik kolunun askeri gücünü tanımlamada gerçekçi bir anlayışa geri dönmek zorunda kaldı.

Rejimin terminolojisinden vazgeçmek

Uluslararası spor ve bilim yarışmalarının kazananlarına yaptığı son konuşmada, Dini Lider'in 27 dakikalık konuşması boyunca, rejimin dini kimliğinin dayanağını oluşturan İslam rejimi, İslam Devrimi ve Devrim Muhafızları gibi ideolojik ve doktrinel tanımlardan hiçbirini kullanmaması dikkat çekiciydi. Kazananların sportif ve bilimsel başarılarını ideolojik boyutlara ve dini saiklere bağlamadığı gibi, bunları İslam rejimi ve devriminin başarılarının bir parçası olarak, sürekli kökleştirmeye çalıştığı önceden hazırlanmış çerçevelere de yerleştirmedi. İslami rejim terimine hiçbir atıfta bulunmayan ve devrimden bahsederken İslami terimini kullanmayan, hatta İsrail saldırısında öldürülen askeri liderlerden kasıtlı olarak bahsetmeyip, sadece nükleer bilim adamlarından bahseden Dini Lider'in bu konuşması, bir gaf veya toplantının doğası gereği öylesine benimsenmiş bir yaklaşım olarak değerlendirilemez. Aksine bu, Dini Lider'in ideolojik, doktrinel ve dini terimler kullanmasına yol açabilecek konulardan kaçınmaya çalıştığı, önceden planlanmış ve bilinçli bir karardı; öldürülen Devrim Muhafızları liderlerinden bahsetmek istemedi, çünkü bu kurum ideolojik, doktrinel ve İslami bir kurum.

Meydan okumaların derinliği

Dini Lider'in “anavatan”, “İran” ve gayretli “İran gençliği” merkezli söylemi, İran içine yönelik siyasi söylemde yeni ve stratejik düzeye varan bir değişime işaret ediyor olabilir. Aynı zamanda bu, rejimin hem meşruiyet hem de halk tabanıyla arasındaki uçurumu kapatma çabaları açısından karşı karşıya olduğu meydan okumaların büyüklüğü ve derinliğine dair derin bir farkındalığının sonucu olabilir. Bu uçurumu kapatmak için de rejim, İran halkının mezhepsel, ulusal ve etnik bileşenlerini, siyasi veya dini aidiyetlerinden bağımsız olarak birleştiren ulusal ve İran kimliğine odaklanıyor.

 Kapsayıcı ulusal söylem

Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın seçilmesinden bu yana hükümetin benimsediği ve Dini Lider'den açık destek alan çalışma programının özünü oluşturan kapsayıcı ulusal söyleme dönüş, ideolojik rejim ile halk tabanı arasında oluşan ayrışmanın boyutuna dair derin bir farkındalığın sonucudur. Bu ayrışma, tek bir muhalefet, laik akım, reformist grup veya rejimi devirmek ve yıkmak için çalışan güçlerle sınırlandırılamayacak kadar çeşitli eğilim ve yönelimleri temsil ediyor. Dahası bu durum, Dini Lider'in ve otoriter sistemin, halk nezdinde geriye kalan azıcık meşruiyetlerini de kaybettikleri, bunun rejim yanlısı grupların da artık telafi edemeyeceği bir kayıp olduğu hissinde ifade buluyor. Rejim bu grupların, özellikle Eylül 2022'de Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından patlak veren, rejimin ideolojisi ile toplumun yönelimleri arasında bir kültürel uçurum olduğunu ortaya çıkaran, rejimin dini kimliği için en tehlikeli olan, rejimi gelecekteki varlığı ve iktidarının sürekliliğiyle ilgili varoluşsal sorularla yüzleştiren halk ayaklanmasından sonra, rejimin dini ve ideolojik kimliğini koruyan bir araç görevi göremeyeceğini de anladı. Bu bölünme, geçmişte ekonomik ve siyasi arka planı olan bir dizi yüzleşme sonucunda ortaya çıkan halk hareketlerinin ve protestoların doruk noktasıydı. Dini Lider'in konuşmasında ulusal ve İran kimliğine odaklanması, rejim ile her türlü değişim sürecinin omurgasını oluşturan, mevcut otoritenin devamlılığı için oluşturdukları gerçek tehlikeler de dahil olmak üzere, dönüşümün tohumlarını içlerinde taşıyan bu toplumsal kesimler arasındaki mevcut uçurumu kapatma girişimiydi. Aynı zamanda Dini Lider'in rejimin karşı karşıya olduğu ve onu, İran halkının çoğunluğu, özellikle de gençler için çekiciliğini yitirmiş ideolojik söylemden uzak, kapsamlı bir ulusal söylem aracılığıyla halk nezdinde meşruiyetini yeniden tesis etmek için harekete geçmeye zorlayan krizin derinliğini anlama çabasını da temsil ediyordu.

Milliyetçi ve ulusalcı söylemin öne çıkarılması, herhangi bir dönüşümü çıkarlarına, kazanımlarına ve ideolojik yapılarına varoluşsal bir tehdit olarak gören katı görüşlüler veya radikaller hariç, iktidar sisteminin ve karar alma mekanizmasının bir kısmıyla birlikte İran Dini Lideri'ni, rejimin stratejik derinlik kavramını yeniden tanımlamaya itebilir. Söz konusu kavram, daha önce nüfuz ve bölgede rejime sadık gruplar aracılığıyla yayılma anlamına geldiği için dış politikayı önceliklendirme ilkesine dayanıyordu. Yeniden tanımlama ile bu derinlik, İslami ve ideolojik boyuttan ziyade İran'ın ulusal boyutuna dayanabilir. Yani liderlik ve iktidar sistemi içinde bölgesel sistemde ulusal çıkarlara odaklanan dönüşümlere ilişkin yeni bir anlayış tesis edebilir. Bu, bir bakıma, bu liderliğin ve mekanizmanın, devrimi ihraç etme kavramının ötesine geçerek stratejik menfaatler ilkesine geçiş yapan bölgedeki önceki yatırımlarının, rejim bu menfaatlere dair milliyetçi ve ulusalcı bir anlayış netleştirmediği sürece, hedeflerine ulaşamayacağını örtük olarak kabul ettiği anlamına geliyor. Bu ise onun son on yıllarda kurduğu içerisi, krizleri ve talepleri yerine dış etki ve nüfuza öncelik veren denklemi tersine çevirmesini gerektiriyor. İçerisini, rejimin yayılmacı politikalar sonucunda karşılaştığı meydan okumalar ve baskılarla başa çıkabilmesini kolaylaştıracak bir savunma duvarı oluşturabilecek güç olarak önceliklendirmesi gerekiyor.

Ancak İran Dini Lideri'nin söyleminde ve hükümet politikalarında yaşanan bu değişiklikler şu soruyu gündeme getiriyor: Bu değişiklikler, otorite ve yönetim anlayışında yeni bir yol açacak ve tüm İranlıları kapsayan, kişisel ve siyasi hak ve özgürlüklerini geniş bir çoğulcu çerçeve içinde garanti altına alan, köklü bir dönüşüm olarak tanımlanabilecek gerçek bir açılım aşamasına geçişi sağlayacak mı? Yoksa rejim, özellikle de birincil ideolojik müttefikleri olan radikal grupların böyle bir değişim karşısında en üst düzeyde direneceği düşünüldüğünde, tehlike bölgesinden uzaklaştığını hissettiği anda aleyhine dönebileceği taktiksel bir bakış açısıyla mı bu söylemi benimsedi?