Erdoğan'ın yeniden seçilmesi ve Türk siyaseti

Yeni kabine, geleceğe dair bazı ipuçları veriyor

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri ağır ekonomik koşullar altında yapıldı (AP)
Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri ağır ekonomik koşullar altında yapıldı (AP)
TT

Erdoğan'ın yeniden seçilmesi ve Türk siyaseti

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri ağır ekonomik koşullar altında yapıldı (AP)
Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimleri ağır ekonomik koşullar altında yapıldı (AP)

Nebil Fehmi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçimlerin ikinci turunda rakibi Kemal Kılıçdaroğlu'nun yüzde 47,82’lik oy oranı karşısında, oylarının yüzde 52,18'ini alarak üçüncü kez cumhurbaşkanı oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan için yeni bir döneme başladığı düşünüldüğünde bu büyük bir başarıdır. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk kez bir aday ilk turda oyların yüzde 50'sinden fazlasını alamadığı için ikinci tura geçilmek zorunda kalınmış olsa da rakipleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu başarısını kabul etmeliler.

Seçimlerden çıkan bu sonuç, özellikle seçimlerin zorlu ekonomik koşullar altında yapılmasından ötürü, siyasetten anlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan için hesaplanmış bir sonuçtur. Türk lirasının değerinde ve mali rezervler dengesinde ciddi bir düşüşe tanık olan Türkiye’de bu sonuç iş hayatını ve orta sınıfı harekete geçirdi. Seçimler, mülteci akını ve Türkiye-Suriye sınırındaki deprem, Türkiye'nin Batı ülkeleriyle ve komşusu olan birçok ülkeyle gergin ilişkileri ve tüm bunların güvenlik ve ekonomik yansımaları arasında gerçekleşti. Bazı çevreler, bu krizlerin seçmenleri, krizler sırasında ulusal dümeni yönetebilecek gerekli ve güçlü bir isim olarak Erdoğan'ı desteklemeye ittiğini düşünüyorlar.

Bazı çevreler ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın seçimlerdeki başarısının nedenleri konusunda aynı fikirde olmayabilir ama Erdoğan'ın bu sonuçla Türk siyasetinin iyi bir okuyucusu, deneyimli ve taktiksel olarak esnek bir siyasetçi olduğunu bir kez daha kanıtladığında herkesin hemfikir olduğuna inanıyorum. Bu durum, seçim kampanyası sırasında mültecilere karşı katı tutumlar sergileyerek sağ kanada hitap etmek ile Türkiye'nin nüfuzu hakkındaki hayallerinden geri adım atmamak ve bölgede katı pozisyonlar almak arasında kurduğu dengelere yansıdı.   Rakibini, İslam dinine yeterince öncelik vermemekle suçlaması, inancına bağlı olan çok sayıda vatandaşı etkiledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Ankara’nın terörist olarak sınıflandırdığı örgüt üyelerine açık tutumu nedeniyle İsveç’in NATO’ya girmesi konusunda çekinceler dile getirdi. Diğer yandan Arapların yatırımlarını çekmek ve önceki cumhurbaşkanlığı döneminde ülkenin çatışmacı yaklaşımı nedeniyle eleştiride bulunan iş dünyasını ve Türk siyaset arenasını sakinleştirmek amacıyla Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan ve Mısır gibi Arap ülkelerine karşı depremden önce ve sonra kademeli olarak sessiz bir açılım başlattı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimlerin sonuçlanmasından sonra da ileri yönlü siyasi performansını sürdürdü. Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, kendisini seçim zaferinden ötürü tebrik etmek için telefonla aradı.  Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşmeyi yakında iki ülkenin karşılıklı olarak büyükelçi atama kararı aldığını duyurmak ve Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri’yi Cumhurbaşkanlığı yemin törenine davet etmek için değerlendirdi. Seçim vaatlerinin insani kaygılar nedeniyle kademeli olarak gerçekleşeceğini belirten Erdoğan, seçim kampanyası sırasında mültecilerin Türkiye topraklarında kalması konusundaki katı tutumundan ise geri adım attı. Türk diplomasisini, Rusya ve Ukrayna arasında Birleşmiş Milletler (BM) himayesinde yapılan buğday tedariki anlaşmasını yeniden canlandırmak için harekete geçirdi. Bu adım, Batı dünyası tarafından, Suriye'ye ve Suriye ile normalleşen ülkelere uygulanan yaptırımların gelişmekte olan ülkeler üzerindeki ekonomik baskısını azalttığı için memnuniyetle karşılandı.

Batılı çevrelerce yapılan tahminlere göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsveç'in NATO'ya üyeliğine yönelik itirazını biraz daha yumuşatabilir.

Yeni kabine, geleceği okurken temkinli olmanın, acele etmemenin ve abartmamanın önemiyle olabileceklere dair bazı ipuçları veriyor. Bu kabine, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimlerinde çeşitli konuları, görüşleri ve yönelimleri değerlendirdiğini yansıtıyor.

İbrahim Kalın, yurtdışı düzeyinde Cumhurbaşkanlığı Sözcülüğü ve Ulusal Güvenlik Danışmanlığı vekilliği gibi görevlerin ardından Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Başkanı olarak atandı.

Hakan Fidan ise MİT Başkanlığı görevinden ayrılırken komşu ülkelerle ‘sıfır sorun’ politikasını benimseyen eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun görev süresinin sonlarında dahi bazı komşu ülkelere karşı katı ve kavgacı tavırlar sergileyen Erdoğan'ın siyasi mutfağından olduğu düşünüldüğünde, önemli ve hassas tercihlerin yapıldığı dışişleri bakanlığına getirildi. Bunun yanında Kalın ve Fidan, Libya, Suriye ve bazı Arap ülkelerinde Türk diplomasisinin aktif tarafları ve itici güçleri oldular. Peki, Türkiye’de dümen nereye yöneliyor? Yeni kabine uzlaşmaya dayalı politikalar izleyecek mi? Batı ile Suriye, Libya ve başka yerlerdeki anlaşmazlıkları gidermeyi başarabilecek mi?

İçişleri Bakanı da değiştirildi ve yerine seçimlerin en önemli konuları arasında yer alan terör ve mülteci dosyalarından sorumlu yetkililerden biri olmanın yanı sıra, son depremden etkilenen binlerce vatandaşın talepleriyle ilgilenen isimlerden biri olan eski İstanbul Valisi Ali Yerlikaya getirildi. Bu taleplerle ilgilenirken güçlü, ancak katılığa yer olmayan, aynı zamanda hem duyarlı hem de gelişmiş insancıl bir siyasi söyleme ihtiyaç duyan bir denklemin kurulması önemliydi.

Türkiye’nin en önemli sahalarından biri olan ekonominin dümenine ise yedi yılı aşkın bir sürenin ardından yeniden Mehmet Şimşek getirildi. Bu adım, Yıllardır süregelen sıkıntılar ve Türkiye’nin geleneksel olmayan ekonomi politikalarının ardından ulusal ve uluslararası iş sektörü için olumlu bir işaret olarak kabul edildi. Yeni Ekonomi Bakanı’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son yıllarda doğrudan ve güçlü bir şekilde bağlı kaldığı ekonomi politikasını değiştirmenin önemi konusunda ikna etmeyi başarıp başaramayacağı ise merak konusu.

Türkiye’nin iç dengeleri ve uyumları süreci, ekonomide yakın ve etkili olmaya devam edecek. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz bürokraside uzun süre çalışmış bir ekonomist. Yeni Ticaret Bakanı Ömer Bolat ise iş dünyasından bir isim. Bunun yanı sıra son seçimlerde eski dışişleri ve savunma bakanları ile Erdoğan’ın lideri olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) tüm milletvekilleri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) yeni dönemi için yemin ettiler. Bu yüzden özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın istekli olmadığı durumlarda, herhangi bir temel değişikliğe karşı hükümet üzerinde bir baskı unsuru oluşturuyorlar.

Türkiye’nin nabzını tutmayı ve Türkiye ile ilişkileri geliştirmeye çalışmayı destekliyorum. Seçimlerin sonucunu öğrenmeden önce de tutumum aynıydı. Çünkü Türkiye, Ortadoğu'da ve uluslararası alanda önemli bir ülke. Türkiye ile ilişkileri yönetmeliyiz, ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önümüzdeki süreçte siyasi yönelimleri ve uygulamaları konusunda güvenle bir sonuca varmak için henüz çok erken. Çünkü başlıca sınav, eylemler ve uygulamalardır. Seçim kampanyası sırasında yapılan konuşmalar, insani olaylarla etkileşimler ya da etkinlikler ve törenlerden ziyade, herkes Erdoğan’ın Türkiye'nin Ortadoğu'da lider bir role sahip olacağına inanan ve bunu arzulayan bir lider olduğu, kişisel ve siyasi yönelimlerinin açıkça siyasal İslamcı çizgide ilerlediği ve şahsının ya da ülkesinin girişimlerinde kendisine çok pahalıya mal olmadıkça buna öncelik vermekten geri adım atmadığında hemfikir.

Ancak bu eğilimler Türk siyasetiyle çelişirse, Erdoğan taktiksel manevralarda ve önceliklerini yeniden düzenlemekte tereddüt etmiyor. Bu yüzden hırslı bir politikacı, tutkulu bir ideolog ve bir denge kurmak için manevra yapma imkânı arayışında olduğu siyaset arenasında pragmatik bir siyasetçi olarak kabul edilebilir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



Trump Doktrini’nde gerçek dış politika neye benzeyecek?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon
TT

Trump Doktrini’nde gerçek dış politika neye benzeyecek?

Görsel: Eduardo Ramon
Görsel: Eduardo Ramon

Robert Ford

ABD Senatosu'nun, Cumhuriyetçi Parti içindeki ılımlıların, Dışişleri Bakanlığı, Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ve Savunma Bakanlığı’ndaki (Pentagon) profesyonellerin dayattığı kısıtlamalardan uzak, saf bir Donald Trump dış politikasına tanık olmamız yakın. Trump'ın ekibi, daha önceki yönetim deneyimleri sayesinde Beyaz Saray tarafından verilen talimatlara karşı çıkmayacak sadık kişilerin personel ofislerinde bulunması gerektiğini çok iyi biliyorlar. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi’nin, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon'un etkisini azaltarak dış politikanın yönünü hassas bir şekilde kontrol etmeye çalışması bekleniyor.

Öte yandan Trump’ın ekip üyeleri arasında muhtemel bir bölünmeye de tanık olabiliriz. Başkan Yardımcısı olması beklenen J.D. Vance'in başını çektiği bazı isimlerin ABD'nin verdiği çeşitli sözleri azaltma ve dışarıdaki savaşlara müdahaleyi en aza indirme politikasını benimsediği, buna karşın eski Dışişleri Bakanı ve CIA Direktörü Mike Pompeo gibi Cumhuriyetçi şahinlerin Çin, Rusya ve İran'ın yol açtığı zorluklarla mücadeleye hazırlandıkları biliniyor. Trump’ın yeni yönetiminin bu iki kamp arasında dengeyi kurması ve onları uzlaştırması için zamana ihtiyacı olacak.

xcdvfg
Eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Pensilvanya eyaletinin Pittsburgh şehrinde Cumhuriyetçi Parti tarafından düzenlenen seçim mitinginde konuşurken, 4 Kasım 2024 (Reuters)

Başka bir ülkeyle ikili ilişkilerden ya da uluslararası bir krizden bahsederken, genellikle ilgili ülkelerin liderleriyle olan şahsi ilişkilerine odaklanan Trump, ABD'nin ulusal çıkarlarına çok nadir atıfta bulunuyor. Çünkü genellikle kendisine verdiği değerle ABD'nin kalıcı ulusal çıkarlarını birbirinden ayırt edemiyor. Trump’a göre küresel düzeni korumak için taviz vermek zor. Hem kendisi hem de siyasi olarak onu destekleyen taban, mevcut sistemin ABD'yi dezavantajlı duruma düşürdüğüne ve diğer ülkelerin başarılarının maliyetine katlanmak zorunda bıraktığına inanıyor. Bunun için Trump, ilişkilere karşılıklı çıkarlar dengesinden ziyade ‘anlaşmalar’ açısından baktığından, kendi adına herhangi bir hamleyi kabul etmeden önce karşı taraftan alacağı tavizlere odaklanıyor.

İngilizcedeki “en güzel” kelime: Tariffs (gümrük vergileri)

Trump, ABD'nin uluslararası ticarette adil bir anlaşma yapamadığını düşündüğünden önümüzdeki yılın başlarında bu konuya öncelik verecek. Seçim mitinglerinden birinde ‘tariffs’ (gümrük vergileri) kelimesini İngiliz dilindeki en güzel kelime olarak tanımlayan Trump, Meksika’dan, Avrupa'dan ve özellikle Çin’den ithal edilen mallara uygulanan gümrük vergilerini arttırmayı planlıyor. Raporlar, yüzde 60'a varan gümrük vergilerinin uygulanabileceğine işaret ediyor. ABD, Çin'den diğer tüm ülkelerden daha fazla ürün ithal ediyor ve bu, Çin'in toplam ihracatının yaklaşık yüzde 16'sını oluşturuyor.

Trump, politikalarının Çin’in ekonomisini etkilemesini ya da Güney Kore, Japonya, Avrupa ve Körfez ülkeleri gibi Çin'in ticaret ortaklarının Çin'in ekonomik büyümesindeki düşüşten kaynaklanan bir durgunluktan zarar görmesini umursamaz. Trump, Çin'e ABD üretimi tarım ürünlerinin ithalatını arttırmak gibi tavizler vermesi için baskı yapmaya devam edecek ve bu da siyasi tabanının büyük bir bölümünün işine yarayacaktır.

En azından Pekin’in Uygurlara yönelik uygulamalarıyla ilgili olarak Trump'tan gelebilecek eleştiriler konusunda endişelenmesi gerekmiyor. Çünkü Trump bu konudan haberdar bile olmayabilir ve herhangi bir ülkeyle insan hakları meselelerini de gündeme getirmeyecektir.

Hassas güç dengesi diye bir şey yok

Tayvan, Çin ile daha sıkı ekonomik bağlardan dolayı Trump'ın güçlü bir müttefik olduğu yanılsamasına kapılmasın. Zira Trump, daha önce ABD’nin Tayvan’ı savunması konusunda özellikle de ABD ile olan büyük ticaret fazlası bakımından kuşkularını dile getirmişti. Başkan Joe Biden'ın aksine, Trump'ın açıkça Tayvan'ın savunmasına yönelik taahhütte bulunması beklenmiyor. Bunun yerine Tayvan’ın güvenliği konusunda ABD'nin uzun süredir devam eden stratejik belirsizlik politikasını yeniden uygulamaya koyacaktır.

Eğer ABD'nin askeri desteğini almak istiyorsa Tayvan'dan askeri harcamalarını arttırmasını talep etmesi beklenen Trump, Güney Kore ve Japonya'dan da kendi topraklarındaki ABD askerlerinin varlığını desteklemeleri için kesenin ağzını açmalarını isteyecektir. Trump, Çin ile hassas güç dengesini sağlamayı, küresel düzeni korumak için ABD güçlerini konuşlandırmak için yeterli bir neden olarak görmüyor.

Politikalarının Çin’in ekonomisini etkilemesi ya da Güney Kore, Japonya, Avrupa ve Körfez ülkeleri gibi Çin'in ticaret ortaklarının Çin'in ekonomik büyümesindeki düşüşten kaynaklanan bir durgunluktan zarar görmesi Trump’ın umurunda olmaz.

Öte yandan Trump, Ukrayna'daki savaşın Avrupa'daki güç dengeleri üzerindeki etkilerini de dikkate almayacaktır. Bunun yerine, öncelikle ilk başkanlık döneminde iyi bir ilişki kurmaya çalıştığı Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile ilişkilerine odaklanacak olan Trump, Ukrayna'yı ABD'nin hayati bir çıkarı olarak görmüyor. Cumhuriyetçi Parti'nin Kiev'e daha fazla yardım yapılmasına karşı çıkmasına öncülük eden Trump’a göre eğer Ukrayna Avrupa'nın güvenliği için bu kadar önemliyse, onu desteklemenin maliyetini Avrupalıların üstlenmesi gerekiyor.

sdfgrthy
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kremlin'de bir toplantı sırasında, 4 Kasım 2024 (AFP)

Trump'ın önümüzdeki yılın ikinci yarısında Putin ile müzakereleri kabul etmesi için Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’e baskı yapmasını, Amerikan yapımı silahların temin edilmesi ya da edilmemesini hem Zelenskiy hem de Putin'e karşı bir silah olarak kullanmasını bekleyebiliriz.

ABD basınında yer alan haberlere göre Trump'ın danışmanları, Ukrayna'nın doğusunda özerk ya da askerden arındırılmış bir bölge kurulmasının yanı sıra Ukrayna'nın NATO üyesi olmayacağına dair bir taahhütte bulunmasını içeren bir uzlaşma önerdiler. Ancak Putin'in savaşı sona erdirmek için bu önerileri kabul edip etmeyeceği belirsizliğini koruyor. Bununla birlikte Trump da diplomatik sabrıyla tanınmıyor.

Körfez ülkeleri-İsrail yakınlaşması, ama Filistinliler olmadan

Trump’ın Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ile ilişkileri gergin olsa da Körfez ülkelerinin liderleriyle rahat ilişkilere sahipti. Bu da Trump’ın ikinci başkanlık döneminde onlarla ilişkilerinin sağlam bir temel üzerinde başlayacağı anlamına geliyor. Biden yönetimindeki yetkililerin aksine Trump, Suudi Arabistan ile herhangi bir resmi savunma anlaşmasına dair herhangi bir açıklamada bulunmadı. ABD’nin günlük gazetelerinden New York Times'ın (NYT) 6 Kasım tarihli bir haberine göre Trump, ittifakları ABD’nin gücünü arttırmanın bir aracı olarak değil, ABD'ye diğer ülkeleri savunma yükü getirebilecek yükümlülükler olarak görüyor.

Bazı Cumhuriyetçiler, ABD, daha çok Çin'e odaklanırken, Washington'ın İsrail de dahil olmak üzere bölge ülkelerini İran tehdidine karşı iş birliğini güçlendirmeye teşvik etmesinin daha iyi olacağını savunuyorlar. Bu bağlamda Trump en azından herhangi bir ortak savunma anlaşmasında Suudi Arabistan’ın önemli mali ve askeri katkılarda bulunmasını talep edeceğine şüphe yok.

Trump Körfez ülkelerini Filistin davasından daha çok önemsiyor. Trump, ilk başkanlık döneminde ve seçim kampanyası sırasında Filistinlilerin haklarına ya da kendi kaderini tayin hakkına dair hiçbir ifade kullanmadı. Bununla birlikte 2020 yılında onun öncülüğünde İsrail ile Körfez ülkeleri arasındaki ticari ilişkileri güçlendirmek için imzalanan Abraham (İbrahim) Anlaşmaları ile gurur duydu. Bu anlaşmalarda Filistinliler için hiçbir önemli taviz verilmedi. Üstelik Trump, başkanlığı sırasında Filistinlilerin tüm eleştirilerine rağmen Filistin Yönetimi ile ilişkileri dondurdu ve ekonomik yardımları kesti. Trump'ın Biden yönetiminin Filistin Yönetimi ile yürüttüğü görüşmeleri devam ettirmesi beklenmiyor ve Biden tarafından yeniden başlatılan ekonomik yardımların yeniden durdurulacağına şüphe yok. Trump ayrıca İsrail'in Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım ve Çalışma Ajansı UNRWA’yı zayıflatma çabalarını destekleyecektir.

Aslında Trump, 2018 yılında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed rejimi tarafından gerçekleştirilen kimyasal silah saldırısında ölen sivillerle ilgili verdiği tepkide görüldüğü üzere trajediler karşısında kayıtsız değil. Gazze'de sivillerin acı çektiğini görmekten mutsuz olsa da bundan İsrail'i değil Hamas'ı sorumlu tutuyor. İsrail hükümeti gibi Trump da sivillerin acılarına son vermenin yolunun İsrail'in tam bir zafer elde etmesinden ve Hamas'ın tamamen ortadan kaldırılmasından geçtiğine inanıyor. Trump, ne Gazze Şeridi’nde ne de Hizbullah'a karşı Lübnan'da İsrail'in elini kolunu bağlayacak. ABD’den İsrail'e silah akışı da aynı şekilde devam edecektir. Ayrıca Biden yönetiminin bazı aşırılık yanlısı İsrailli yerleşimcilere uyguladığı yaptırımları sonlandıracaktır.

xscdfvg
Donetsk bölgesindeki bir tatbikatta katılan Ukraynalı askerler, 6 Kasım 2024 (AFP)

Filistin’in ABD içinde Trump'a karşı davasını savunacak bir müttefiki yok. Sadece Körfez ülkelerinin liderleri, ne kadar risk almak istediklerine karar vermeleri şartıyla Trump'ı bu konuda yeniden angaje edebilecek kişiler olabilirler.

Trump'ın bu güçlü desteği İsraillileri onun seçimi kazanması karşısında mutlu etse de Trump’ın 2020 yılında, önceki başkanlık döneminin sonunda yerine seçilen Joe Biden'ı tebrik etmesinden dolayı İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından ihanetine uğramış hissettiği ve bunu da hiç unutmadığı gözden kaçırılmamalı. Dahası, Trump'ın son seçimde elde ettiği büyük zafer, ABD'deki İsrail dostlarına seçim desteği için artık kendini borçlu hissetmeyeceği anlamına geliyor, zira ilk analizler, ABD’deki Yahudi toplumunun sadece dörtte birinin Trump’a oy verdiğini gösteriyor. Trump'ın 2020 yılında ihanet uğradığını düşünmesi ve ABD’deki İsrail dostlarının desteğine ihtiyaç duymaması, ikinci döneminde Tel Aviv'e açık çek vermeyeceğinin bir işareti olabilir.

İran, şahin ve güvercin

İsrail ve Cumhuriyetçi Parti’nin şahinleri, Trump'ı zayıflamış haldeki İran'a saldırmaya zorlayabilir. Ancak Trump, Ortadoğu'da yeni bir uzun soluklu savaşa girmeyi istemediğinden bu baskıya karşı direnebilir. Trump 2016 yılından bu yana ABD'nin Ortadoğu'daki askeri müdahalelerinin büyük bir hata olduğuna inandığını söylüyor. Kendi tabanı ve yardımcısı dahil olmak üzere Cumhuriyetçi Parti'nin bir bölümü de onunla birlikte bu görüşü paylaşıyor. Trump, geçtiğimiz eylül ayında yaptığı açıklamalarda İran ile yeni bir nükleer anlaşmanın müzakere edilmesi gerektiğini vurguladı, ancak ayrıntı vermedi. İran-ABD müzakerelerinin teknik olarak zor olması beklense de Trump, Biden'ın aksine İran ile müzakereleri ilerletmekte tereddüt etmeyecek ve Cumhuriyetçi Parti içinden kendisine karşı gelecek siyasi eleştirilerden çekinmeyecektir. Trump, Abraham Anlaşmaları’nın imzalanmasından sonra Nobel Barış Ödülü’nü kazanmayı umuyor ve bu yüzden İran ile yapılacak bir anlaşmanın gelecekte bu hedefe ulaşmasının önünü açabileceğini düşünüyor olabilir.

Trump, geçtiğimiz eylül ayında yaptığı açıklamalarda İran ile yeni bir nükleer anlaşmanın müzakere edilmesi gerektiğini vurguladı, ancak ayrıntı vermedi.

Ancak Trump'ın Nobel Barış Ödülü’nü kazanma hırsı, İran'a yönelik maksimum baskı politikasını sürdürmesini ve yaptırımların katı bir şekilde ve istisnasız uygulanmasını sağlamasını engellemeyecektir. Biden yönetimiyle yapılan ve İran'ın Irak ve Suriye'deki Amerikan çıkarlarına karşı düzenlenen saldırıları dizginlemesi karşılığında Washington'ın Çin'in İran’dan petrol satın almasına göz yumduğu anlaşma gibi müsamahalar göstermesi de beklenmiyor. Ancak Trump, Biden'ın 2025 ve 2026 yıllarında ABD güçlerinin kademeli olarak çekilmesine ilişkin Irak'la yaptığı anlaşmanın uygulanmasını kolaylıkla kabul edecek ve belki de bu takvimi hızlandıracaktır.  Hatta Suriye’de de Türkiye ve Rusya'nın başka alanlarda bazı tavizler vermesi karşılığında geriye kalan Amerikan askerlerinin çekilmesi söz konusu olabilir.

Trump’ın yeni yönetiminin Irak’a karşı katı bir yaklaşım benimsemesi ve İran'dan ithal edilen enerji için ödeme yapmaya devam etmesi halinde Irak'a yaptırım uygulaması bekleniyor. Geçmişte olduğu gibi birtakım istisnaların verilmesi söz konusu dahi olmayacaktır. Trump'ın Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ile şahsi bir ilişkisi olmadığı ve onunla görüşmeye öncelik vermeyeceği için bu yaklaşım özellikle muhtemel görünüyor. Irak Trump’ın gözünde İran’ın arka bahçesi olmanın ötesine geçemiyor.

En yakın danışmanları için bile öngörülemez olduğu bilinen Trump, ikinci başkanlık döneminde, 2017 yılında olduğundan daha az kısıtlamayla karşılaşacak. Ona ya da bize rehberlik edecek şekilde sabit bir ‘Trump Doktrini’ de olmayacak.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.