Karıncaları zombiye çeviren parazitin bilinenden daha kurnaz olduğu anlaşıldı

"Karıncaların zombi tuşunu bulduğumuzu söyleyerek şakalaştık"

Kesilip içi açılmış bir karıncanın arka gövdesinden, kapsül içindeki parazitler (beyaz oval şekiller) dışarı dökülüyor (Brian Lund Fredensborg)
Kesilip içi açılmış bir karıncanın arka gövdesinden, kapsül içindeki parazitler (beyaz oval şekiller) dışarı dökülüyor (Brian Lund Fredensborg)
TT

Karıncaları zombiye çeviren parazitin bilinenden daha kurnaz olduğu anlaşıldı

Kesilip içi açılmış bir karıncanın arka gövdesinden, kapsül içindeki parazitler (beyaz oval şekiller) dışarı dökülüyor (Brian Lund Fredensborg)
Kesilip içi açılmış bir karıncanın arka gövdesinden, kapsül içindeki parazitler (beyaz oval şekiller) dışarı dökülüyor (Brian Lund Fredensborg)

Bilim insanlarına göre enfekte ettiği karıncaların beyninin kontrolünü ele geçirerek onları "zombiye" dönüştürmesiyle bilinen parazit, önceden düşünülenden "daha da kurnaz".

Danimarka'daki Kopenhag Üniversitesi'nden isimlerin de aralarında yer aldığı araştırmacılar kum kelebeği adlı parazitin, o gün çok sıcak olduğunda karıncaların güneşin ölümcül ışınlarından kaçınmasını sağlayarak bu böceklerin paraziti başka konakçılara bulaştıracak kadar uzun yaşamasını mümkün kıldığını keşfetti.

Yakın zamanda Behavioral Ecology adlı bilimsel dergide yayımlanan yeni çalışmada bu karaciğer kelebeğinin, gün içinde hava çok sıcak olduğunda karıncanın çimin yaprağından aşağı doğru sürünmesini bile sağlayabildiği tespit edildi.

Yaşam döngüsü salyangoz gibi canlıları ve hatta inek gibi otlayan hayvanları da kapsayan bu parazit, karıncaların beyinlerini kontrol altına alarak iradeleri dışında çim yapraklarına tutunmasını sağlamasıyla biliniyor.

Bu parazit kurtla enfekte olan karıncalar, sallanan bir çim yaprağının üzerine istemsizce tırmanıp güçlü çeneleriyle yaprağa sıkıca tutunuyor ve böylece sığır ve geyik gibi otlayan hayvanların, hiçbir şeyden şüphelenmeyen böceği yeme ihtimali artıyor.

Araştırmanın ortak yazarlarından Brian Lund Fredensborg yaptığı açıklamada, "Sabah ve akşamın serin saatlerinde sığır ve geyikler otlarken karıncaları otların üzerine çıkarmak ve daha sonra güneşin ölümcül ışınlarından kaçınmaları için tekrar aşağı indirmek gayet akıllıca" dedi.

Dr. Fredensborg şöyle belirtti: 

Keşfimiz, başlangıçta düşündüğümüzden daha gelişmiş bir paraziti ortaya çıkarıyor.

Yeni çalışmada Danimarka'nın Roskilde kasabası yakınlarında yer alan Bidstrup Ormanları'ndaki enfekte olmuş yüzlerce karıncayı etiketleyen bilim insanları, bu böcekleri daha uzun süre takip etmeyi başardı.

Araştırmacılar daha sonra ışık, nem, saat ve sıcaklık gibi çevresel koşullardaki değişikliklere göre karıncaların davranışlarını gözlemledi.

Bilim insanları sıcaklığın karınca davranışları üzerinde etki yarattığını buldu.

Bir şeyden şüphelenmeyen karınca yukarı tırmanarak güçlü çenesiyle bir çim yaprağının tepesine sıkıca tutunuyor ve böylece sığır ve geyik gibi otlayan hayvanların kendisini yeme olasılığı artıyor (Kopenhag Üniversitesi)
Bir şeyden şüphelenmeyen karınca yukarı tırmanarak güçlü çenesiyle bir çim yaprağının tepesine sıkıca tutunuyor ve böylece sığır ve geyik gibi otlayan hayvanların kendisini yeme olasılığı artıyor (Kopenhag Üniversitesi)

Sıcaklık düşükken, karıncaların çim yaprağının tepesine yapışmaya daha yatkın olduğu görüldü.

Ancak termometrenin cıvası yükseldiğinde, karıncalar çimi bırakıp aşağıya sürünüyordu.

Dr. Fredensborg, "Sıcaklık ve karınca davranışı arasında net bir korelasyon bulduk. Karıncaların 'zombi tuşunu' bulduğumuzu söyleyerek şakalaştık" dedi.

Önceki araştırmalar karaciğer kelebeği karıncaya bulaştığında, yüzlerce parazitin böceğin vücudunu istila ettiğini ancak sadece bir tanesinin beyne ulaştığını ortaya koymuştu.

Tek başına kalan bu karaciğer kelebeği paraziti, konakçının davranışlarını etkilerken diğerleri de karıncanın karnında kendilerini korumak için bir kapsülde gizleniyor.

Dr. Fredensborg sözlerini şöyle tamamladı: 

Parazitin karıncanın beynini ne zaman ele geçireceğini sıcaklığın belirlediğini artık biliyoruz. Ancak parazitin, karıncaları zombiye dönüştürmek için hangi kimyasal madde karışımını kullandığını hâlâ çözmemiz gerekiyor.

Independent Türkçe



"Asya tek boynuzlu atı"nın genom haritası ilk kez çıkarıldı: Yok olmalarını engelleyebilir mi?

Laos'ta 1999'da kameralara yakalanan saolanın en iyi tahminlere göre 100'den az üyesi kaldı (Ban Vangban Village/Wildlife Conservation Society)
Laos'ta 1999'da kameralara yakalanan saolanın en iyi tahminlere göre 100'den az üyesi kaldı (Ban Vangban Village/Wildlife Conservation Society)
TT

"Asya tek boynuzlu atı"nın genom haritası ilk kez çıkarıldı: Yok olmalarını engelleyebilir mi?

Laos'ta 1999'da kameralara yakalanan saolanın en iyi tahminlere göre 100'den az üyesi kaldı (Ban Vangban Village/Wildlife Conservation Society)
Laos'ta 1999'da kameralara yakalanan saolanın en iyi tahminlere göre 100'den az üyesi kaldı (Ban Vangban Village/Wildlife Conservation Society)

Son derece nadir rastlanan "Asya tek boynuzlu atı" saolanın ilk defa genom haritası çıkarıldı. Yeni çalışma nesli kritik tehlike altındaki türün yaşamasını sağlayabilir. 

İlk kez 1992'de tanımlanan saola (Pseudoryx nghetinhensis), en yakın zamanda keşfedilen büyük memeli türü. Vietnam ve Laos'un dağlık ormanlarında yaşayan bu sığır türü, boynuzlarının yanı sıra çok nadir görülmesi nedeniyle "Asya tek boynuzlu atı" diye biliniyor.

Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği'ne (IUCN) göre nesli kritik tehlike altındaki bu türün 100'den daha az üyesi kaldığı tahmin ediliyor. Üstelik en son 2013'te görülmesi, soyunun çoktan tükenmiş olabileceği ihtimalini de gündeme getiriyor. 

Uluslararası bir araştırma ekibi, avcıların evlerinden toplanan saola kalıntılarından alınan parçaları analiz ederek 26 saolanın tam genomunu çıkardı. Türünün ilk örneği olan bu çalışma, saolanın geçmişini anlama ve geleceğini güvence altına alma yolunda kritik bilgiler sundu. 

Bulguları hakemli dergi Cell'de 5 Mayıs Pazartesi günü yayımlanan çalışmaya göre saolalar 5 bin ila 20 bin yıl önce iki ayrı popülasyona ayrılmış. 

Makalenin başyazarı Genís Garcia Erill "Saolanın önemli genetik farklılıklara sahip iki popülasyona ayrıldığını görmek bizi epey şaşırttı" diyerek ekliyor: 

Bu daha önce hiç bilinmiyordu ve genetik veriler olmadan bilmemizin yolu yoktu. Bu önemli bir sonuç çünkü türün genetik varyasyonunun nasıl dağıldığını etkiliyor.

Bilim insanları ayrıca iki popülasyonun da Son Buzul Çağı'ndan itibaren azaldığını saptadı. Ekip, toplam saola nüfusunun 10 bin yıldır hiçbir zaman 5 binin üstüne çıkmadığını tahmin ediyor.

Bu durum, iki grubun da genetik çeşitliliğini kaybettiği anlamına geliyor. Ancak her biri genetik kodlarının farklı kısımlarını kaybetmiş. Araştırmacılara göre bu, nesillerinin tükenmesini önlemede kritik bir rol oynayabilir. 

Garcia Erill "Bir popülasyonda kaybolan genetik varyasyon diğerini tamamlıyor. Yani eğer bunları karıştırırsak, diğerindeki eksiklik giderilebilir" diye açıklıyor.

Bilim insanları saolaların hayatta kalması için esaret altında çiftleşmelerini sağlayacak bir program geliştirmeye çalışıyor. Yeni çalışmayı yürüten ekibin hesaplamalarına göre böyle bir program, tükenme riski karşısında en etkili çözümü sunuyor. 

Çalışmanın bir diğer yazarı Rasmus Heller şöyle diyor:

Gelecekteki bir popülasyonun temelini oluşturmak için en az bir düzine saolayı (ideal olarak her iki popülasyonun karışımı) bir araya getirebilirsek, modellerimiz türlerin uzun vadede hayatta kalma şansının yüksek olacağını gösteriyor.

En son 2013'te görülen bir türün 12 üyesini bulmak zorlu bir iş. Ancak araştırmacılar, yeni çalışmanın bu sorunu çözebileceğine inanıyor. Saolanın genetik haritasının çıkarılması, daha kapsamlı arama çalışmalarının önünü açabilir. 

Makalenin yazarlarından Minh Duc Le, "Birçok araştırmacı, suda ve hatta aynı habitatta yaşayan kan emiciler olan sülüklerde, saola DNA'sının izlerini bulmayı deneyip başaramadı" diyerek ekliyor:

Bu tekniklerin hepsi küçük DNA parçalarını tespit etmeye dayanıyor ama artık saola genomunun tamamını bildiğimize göre, bu parçaları bulmak için çok daha geniş bir el kitabımız var.

Independent Türkçe, Science Alert, Phys.org, Cell