Notice: MemcachePool::get(): Server aawsat-prod.9eolhu.0001.euw1.cache.amazonaws.com (tcp 11211, udp 0) failed with: VALUE prod_%3Aconfig%3A-system.logging 1 178 (0) in /var/www/html/modules/contrib/memcache/src/Driver/MemcacheDriver.php on line 60
Sudani-Biden görüşmesi: ABD’nin ve Irak'ın öncelikleri farklı

Sudani-Biden görüşmesi: ABD’nin ve Irak'ın öncelikleri farklı

ABD’li yetkililerin Sudani’ye sunacakları kendi konularının bir listesi var

Bağdat'ta Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin yüzünü ABD bayrağı ile kapatan bir ABD askeri, 9 Nisan 2003 (Reuters)
Bağdat'ta Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin yüzünü ABD bayrağı ile kapatan bir ABD askeri, 9 Nisan 2003 (Reuters)
TT

Sudani-Biden görüşmesi: ABD’nin ve Irak'ın öncelikleri farklı

Bağdat'ta Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin yüzünü ABD bayrağı ile kapatan bir ABD askeri, 9 Nisan 2003 (Reuters)
Bağdat'ta Irak’ın eski Devlet Başkanı Saddam Hüseyin'in heykelinin yüzünü ABD bayrağı ile kapatan bir ABD askeri, 9 Nisan 2003 (Reuters)

Robert Ford

ABD’nin Bağdat’taki Büyükelçiliği, Dicle Nehri'ne bakan ideal bir konuma ve binden fazla çalışan kapasitesiyle devasa bir büyüklüğe sahiptir. Ancak bugün 2007 yılında açıldığında ABD’nin 14 hükümet departmanından ve kurumundan temsilcilere tahsis edilen ofislerin çoğu boş. Büyükelçiliğin açılış töreni sırasında Büyükelçi Ryan Crocker'ın yanındaydım ve konuşmasında büyükelçilik binasının açılışının ABD-Irak ilişkilerinde yeni bir dönemin başlangıcı olacağını söylediğini hala hatırlıyorum.

Ancak açılışın üzerinden geçen 17 yılın ardından şu an Hazine, Tarım ve Ticaret bakanlıkları gibi birçok bakanlık Irak'taki temsilcilerini geri çekmiş durumda. Bir kısmı, İran destekli milislerin tekrarlanan saldırılarından kaynaklı olarak geri çekildiler. Bu çekilmeler, eski Başkan Barack Obama yönetiminden bu yana ABD'nin odağının Irak'tan Asya ve Avrupa'ya doğru kaymasıyla birlikte gerçekleşti. Sonuç olarak Crocker tarafından imzalanan Stratejik Çerçeve Anlaşması, Washington'da bir zamanlar gördüğü ilgiyi kaybetti. Anlaşma, İran destekli milisler ile ABD güçleri arasında devam eden çatışmaların gölgesinde kaldı. Bugün ise Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani, ABD’nin İran’ın Irak’taki nüfuzuna ilişkin kaygılarına rağmen, anlaşmayı yeniden canlandırmak umuduyla önümüzdeki hafta Washington'a gitmeye hazırlanıyor.

Yeni bir güvenlik eksenli ilişkiye geçiş

DEAŞ’ın Moskova’da gerçekleştirdiği terör saldırısının ardından ABD'li bazı yetkililer örgütün tehdidine ilişkin endişelerini yeniden dile getirdiler. Ancak daha güçlü bir ABD-Irak ilişkisi sadece DEAŞ kaynaklı nedenler temelinde var olamaz, ilişkinin odak noktası bunun ötesine geçmeli. ABD Dışişleri ve Savunma bakanlıkları tarafından şubat ayında yayınlanan ortak bir rapor, Irak'taki DEAŞ tehdidinin ‘etkin bir şekilde kontrol altında’ olduğunu ve örgütün tekrarlanan saldırılarından ziyade kendini koruma aşamasına geçtiğini vurguladı. Raporda Irak güçlerinin, DEAŞ’ın hareket kabiliyetini nasıl azalttığı ve operasyonel özgürlüğünü nasıl kısıtladığı ayrıntılı bir şekilde anlatılıyordu.

Irak sahasındaki ABD'li yetkililerden gelen bu değerlendirme, Başbakan Sudani'nin neden Irak'ta DEAŞ’la mücadele eden Uluslararası Koalisyon güçlerinin görevini başarıyla tamamladığına inandığının da bir göstergesi.

Rapora göre ABD'nin İran destekli milislere yönelik insansız hava aracı (İHA) saldırıları, ABD'li danışmanlar ile Iraklı ortakları arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi. Sudani şimdi Irak’ta hem güvenlik güçleri içinde olan hem de siyasi uzantıları da bulunan İran destekli milislerin öfkesini azaltmak için ABD ordusunun Irak'ta faaliyet gösterme şeklini değiştirmek istiyor.

Başbakan Sudani, petrol işçileriyle birlikte Bağdat'ın kuzeyindeki Beyci petrol rafinerisinin yeniden açılış törenine katıldı, 23 Şubat 2024 (AFP)

Ancak Irak Başbakanı Sudani, her ne kadar ofisi ve Irak ordusu tarafından ABD askerlerinin geri çekilmesi konusunda müzakerelerin yapıldığına dair daha önce açıklamalarda bulunsalar da bu değişiklikleri abartmamaya dikkat ediyor. Iraklı bir general, mart ayı sonlarında Al Arabiya TV'ye yaptığı açıklamada, daha küçük bir ABD gücüyle yetinme ihtimaline atıfla Irak'ın ‘büyük uluslararası güçlere’ ihtiyacı olmadığını söyledi.

Buna karşın ABD’li yetkililer ne Irak'tan ne de İran'dan ABD güçlerinin tamamen geri çekilmesi yönünde bir baskı olmadığını vurgulayarak, Irak'ın askeri kabiliyetlerini güçlendirme görevinin devam ettiğini belirttiler. Sudani ve ABD Başkanı Joe Biden arasında 15 Nisan'da yapılması planlanan görüşmede Irak’ta görevli ABD’li askeri danışmanların gelecekteki rollerine dair detaylara değinilmesi beklenmese de Sudani'nin Irak koalisyonunun askeri teknik komiteleri tarafından varılan Irak güvenlik güçlerinin operasyonel ve istihbarat yetenekleriyle ilgili değerlendirmelerin sonuçlarının onaylanması için çaba sarf etmesi bekleniyor.

“Ne Irak'tan ne de İran'dan ABD güçlerinin tamamen geri çekilmesi yönünde bir baskı olmadığını vurgulayan ABD’li yetkililer, Irak'ın askeri kabiliyetlerini güçlendirme görevinin devam ettiğini belirttiler.”

Irak tarafında ise Başbakan Sudani, ABD'nin askeri yardımlarının ve eğitim görevlerinin devam etmesini istiyor. Zira Bağdat'ın F-16 savaş uçaklarının ve Abrams tanklarının bakımı için yardıma ihtiyacı var. Iraklılar bu yardımın ikili bir anlaşma çerçevesinde yapılmasını istiyor. Teorik olarak, ABD Savunma Bakanlığı'nın Bağdat Büyükelçiliği bünyesindeki Güvenlik İşbirliği Ofisi, ABD'nin Mısır ve Ürdün gibi ülkelerle yaptığı askeri anlaşmalara benzer şekilde bunun yapılmasını kolaylaştırabilir. Fakat Sudani, hem İran destekli milisleri hem de İranlı destekçilerini ABD'nin askeri danışmanların Irak’ta kalmaya devam etmesi gerektiği konusunda ikna etme zorluğuyla karşı karşıya ve bu durum, İran destekli milisler ve İranlı destekçileri için ABD’nin Irak'taki varlığının azalması halinde kaç adet ölümcül İHA bulunduracağı konusunda soru işaretleri yaratıyor.

ABD Hazine Bakanlığı’nın ve ABD dolarının Irak'taki kritik rolü

ABD ordusunun Irak'taki varlığı sık sık manşetlere taşınıyor. ABD Hazine Bakanlığı ve ABD dolarının Irak’taki etkisi Irak halkının günlük hayatında daha önemli, ancak rolü daha az öne çıkıyor.

Irak Merkez Bankası'nın ülkenin güneyindeki Basra şehrinde bulunan genel merkezi (AFP)

Şu an Irak’ın petrol ihracatı günlük ortalama 3,3 milyon varil civarında. Irak Petrol Bakanlığı, ocak ayında petrol ihracatından elde edilen gelirin 8 milyar dolar olduğunu açıkladı. Bu gelir, Irak hükümetinin New York’taki ABD Merkez Bankası (FED) hesabına yatırılıyor. Bu hesapta biriken meblağ 2024 yılı başı itibariyle 100 milyar doların üzerinde. Şarku’l Avsat’ın Majalla  dergisinden aktardığı analize göre New York'taki bu hesap, ABD hükümetine Irak üzerinde muazzam bir baskı gücü sağlıyor.

Washington, Irak Merkez Bankası'nın Irak'tan İran'a dolar akışını durdurmasını istiyor. Geçtiğimiz yıl Irak’ın 14 bankasının dolar ticareti yapmasını yasaklayan ABD yönetimi, geçtiğimiz ocak ayında da Al-Huda Bank’a İran'a yasadışı yollardan dolar transferi yaptığı gerekçesiyle yaptırım uyguladı.

Başbakan Sudani, geçtiğimiz eylül ayında ABD Hazine Bakan Yardımcısıyla ve geçtiğimiz ocak ayında ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı Brian Nelson ile Bağdat’a yaptığı ziyareti sırasında, ABD’nin Irak'ta döviz kuru ve bankacılık sektörü işlemlerini sekteye uğratabilecek yeni yaptırımlar uygulamasının önüne geçilmesi için yapılabilecekleri görüşmüştü. ABD'nin baskısı altındaki Irak hükümeti, yerel pazarda dolar yerine Irak dinarının kullanılmasını savunuyor ve yaptırımlı dolar transferlerini önlemek için ABD Hazine Bakanlığı tarafından yakından izlenen uluslararası döviz transferi sistemi SWIFT’in kullanılmasını teşvik ediyor. Burada ABD Hazine Bakanlığı'nın İstihbarat Ofisi, ABD'nin birçok ülkeye uyguladığı yaptırımlar nedeniyle kapsama alanının son 15 yılda önemli ölçüde genişlediğini söylemekte fayda var.

Başbakan Sudani, Washington ziyareti sırasında hükümetinin bu konuda ciddi adımlar attığını vurgulayacak ve ABD Hazine Bakanlığı'nın Irak merkezli bazı bankalara getirdiği dolar kısıtlamasının kaldırılmasını isteyecek. Hazine Bakanlığı, Bağdat'ın Irak bankalarını kara para aklamayı önleme ve terörist gruplara fon akışını engelleme konusunda uluslararası standartlara getirme konusunda ilerleme kaydettiğini kabul ediyor. Ancak 28 Ocak'ta Ürdün'de Iraklı bir milisin üç ABD askerini öldürmesinin ardından Hazine Bakanlığından bir yetkili, ABD yönetiminin Irak hükümetinden İran destekli milisleri tespit edip tasfiye etmesine yardımcı olmasını beklediği yönünde bir açıklama yaptı.

Sudani hükümetinin, uluslararası ilkelere bağlılığını yinelemesi ve İran destekli milis gruplara yönelik tüm dolar akışını durdurmak için zamana ihtiyacı olduğunu vurgulaması bekleniyor. Ancak Washington'ın zihninde ‘Irak Başbakanı’nı, yabancı ülkelerin askerlerine ve çıkarlarına saldırmaktan vazgeçmeleri için milislerin çoğunu finanse eden Irak bütçesini kullanmaya nasıl ikna edeceği’ sorusu dolaşıyor.

İki karışık mesele: Enerji ve yatırım

Washington, Bağdat ile yeni büyük petrol anlaşmaları yapmak istemiyor. ABD’liler bunun yerine açıklamalarında Irak'ın enerji bağımsızlığını kazanmasına yardımcı olmayı vurgulasa da aslında Irak'ın İran'la enerji ticaretini ve özellikle de Irak'ın İran'dan elektrik ve doğal gaz ithalatını sona erdirmeyi amaçlıyorlar.

Biden, Irak'ın İran'a elektrik ithalatı için dövizle ödeme yapmasına olanak tanıyan yaptırımlara istisnalar sağladığından, Cumhuriyetçi Parti'nin siyasi saldırısı altında. ABD’liler, Irak'ın İran’dan tedarik edilen elektriğe olan bağımlılığını azaltmak için Irak’ın elektrik ağını Ürdün ve Suudi Arabistan elektrik ağlarına bağlama projelerinde daha fazla ilerleme kaydedilmesini teşvik ederken bir yandan da Washington, Irak’ı petrol kuyularından çıkarılan rezervi yakmayı bırakıp İran'dan ithal edilen doğalgazın yerine kullanmak üzere bir plan hazırlamaya teşvik ediyor.

Irak'ın güneyindeki Nehr Bin Ömer petrol sahası (AFP)

Öte yandan Bağdat, ABD’lilerin enerji sektörüne yatırım yapmasını isterken ABD’liler, Irak'taki yatırım ortamındaki zorluklara dikkat çekiyorlar. Örneğin ABD'li enerji devi Exxon, Irak'ın güneyindeki büyük Kurna petrol sahasından çekildi.

ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve ABD Başkanlık Küresel Altyapı ve Enerji Koordinatörü Amos Hochstein, Bağdat'a, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi'ndeki (IKBY) enerji projelerine yatırım yapan ABD’li şirketlerin, Bağdat'ın gelecekteki tüm petrol ve doğalgaz sözleşmelerinin, üretim paylaşımlı sözleşmelerden kar paylaşımlı sözleşmelere dönüştürülmesinde ısrar etmesi nedeniyle zor durumda olduğunu söylediler. Bunun yanında IKBY’deki uluslararası şirketler sözleşmelerinde değişiklik yapılmasını reddettiklerinden Bağdat, IKBY’nin Türkiye'ye giden boru hattını kapalı tutmaya devam ediyor.

“Bağdat, ABD’lilerin enerji sektörüne yatırım yapmasını isterken ABD’liler, Irak'taki yatırım ortamındaki zorluklara dikkat çekiyorlar.”

Irak Dışişleri Bakanı ve Petrol Bakanı, geçtiğimiz haftalarda Bağdat'ın IKBY’de faaliyet gösteren uluslararası şirketlere üretim maliyetleri için daha yüksek tazminat ödemek üzere bütçede değişiklik yapabileceklerini ifade ettiler. Ancak Irak Temsilciler Meclisi, henüz herhangi bir değişikliği onaylamazken konunun ele alınacağı oturumlarda tartışmalar hararetli geçebilir. Ancak Irak Temsilciler Meclisi, hükümetin IKBY’deki uluslararası şirketlerle müzakere etmesine izin verecek şekilde bütçede değişiklik yapsa bile, Bağdat ile bu şirketler arasındaki müzakerelerin kolay geçmesi beklenmiyor. Biden yönetimi, Başbakan Sudani ile görüşmelerde bu ticaret meselesini gündemine alırsa sadece üstü kapalı vaatlerde bulunmakla yetinecektir.

Bağdat ve Erbil arasında arabuluculuk mu yapılacak?

IKBY petrolünün geçtiği boru hattı meselesinin çözüme kavuşturulması Sudani'nin Washington'daki konumunu güçlendirecektir. Donald Trump'ın yakın müttefiklerinden Senatör Tom Cotton’ın başını çektiği ABD Kongresi’ndeki Cumhuriyetçi Parti’nin bazı üyeleri, geçtiğimiz ay gönderdikleri açık bir mektupla Başkan Biden’ı Sudani'yi kabul ettiği için eleştirmişti. Mektup, İran'ın Bağdat üzerindeki etkisinden dolayı duyulan derin bir güvensizliğe işaret ediyordu. Mektupta ayrıca, Washington'daki pek çok kişinin ABD’nin Irak'taki en yakın dostu olarak gördüğü IKBY’de faaliyet gösteren uluslararası petrol şirketlerinin yaşadığı sıkıntıların, Başbakan Sudani'nin bu şirketlere olan düşmanlığının bir kanıtı olduğu vurgulandı.

ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Alina Romanovsky, son iki ay içerisinde Erbil'i iki kez ziyaret etti. ABD’li büyükelçi her iki ziyaretinde de hem Bağdat’taki Sudani hükümetini hem de Erbil’deki Başbakan Mesrur Barzani hükümetini ulusal petrol yasası, IKBY’deki devlet çalışanlarına maaşlarının ödenmesi ve 10 Haziran'da yapılması planlanan seçimler gibi konulardaki anlaşmazlıklarını çözmeye çağırdı.

Barzani hükümeti, Başkan Biden'ın Başbakan Sudani’ye söz konusu meselelerde taviz vermesi için baskı yapmasını umuyor. Biden yönetiminin Erbil’in bazı argümanlarına sıcak bakması muhtemel olsa da Başkan Biden’ın Bağdat ve Erbil arasında anlaşmazlığa neden olan bu meselelerde Sudani’ye baskı yapmak için ayrıntılara gireceğini düşünmek güç. Çünkü Biden, George W. Bush değil. Aynı şekilde ABD’nin 2024 yılında Irak'taki rolü, 2004 yılındaki, hatta 2014'teki gibi değil. Biden'ın ilgisi ve siyasi geleceği Irak'tan ziyade Gazze'ye odaklanmasını gerektiriyor.

ABD’li yetkililerin Sudani’ye sunacakları kendi konularının bir listesi var. Ancak iki ülke arasında yapılan Stratejik Çerçeve Anlaşması sadece teknik yardım ve küçük projelerle ilgili olmaya devam edecek. ABD’deki başkanlık seçimlerine kalan altı ay içinde ABD'nin Irak'a yönelik yeni ve önemli bir girişimi olması beklenmiyor.

Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Filistin devletinin daha fazla ülke tarafından tanınması, Filistinliler ve İsrailliler için ne anlama geliyor?

BM’nin New York'taki genel merkez binası (EPA)
BM’nin New York'taki genel merkez binası (EPA)
TT

Filistin devletinin daha fazla ülke tarafından tanınması, Filistinliler ve İsrailliler için ne anlama geliyor?

BM’nin New York'taki genel merkez binası (EPA)
BM’nin New York'taki genel merkez binası (EPA)

İngiltere, Kanada ve Avustralya dün Filistin devletini tanıdı. Şarku'l Avsat'ın Reuters'tan aktardığı habere göre diğer ülkelerin de bu hafta New York'taki Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurul oturumlarında aynı yolu izlemesi bekleniyor.

Peki bu, Filistin devletinin kurulması açısından ne anlama geliyor?

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1988 yılında Filistin devletinin bağımsızlığını ilan etti. Bu bağımsızlık, Küresel Güney'deki çoğu ülke tarafından hızla tanındı. Bugün, BM’nin 193 üye devletinden yaklaşık 150'si Filistin devletini tanıyor.

İsrail'in baş müttefiki olan ABD, Filistin devletini nihayetinde tanıyacağını defalarca kez dile getirmiş, ancak bunu Filistinliler ile İsrailler arasında ‘iki devletli çözüm’ konusunda anlaşmaya varıldıktan sonra yapacağını belirtmişti. Avrupa'nın büyük güçleri de birkaç hafta öncesine kadar aynı tutumu sergiliyordu.

Ancak İsrailliler ile Filistinliler arasında 2014 yılından bu yana bu konuda herhangi bir müzakere yapılmadı. Bunun yanında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Filistin devletinin asla kurulmayacağını söylemeye devam ediyor.

Filistin devletini temsil eden bir heyet, BM’de resmi olarak daimî gözlemci statüsüne sahip olsa da oy hakkı bulunmuyor. Filistin devletini tanıyan ülke sayısına bakılmaksızın BM’ye tam üye olmak için Washington'ın veto hakkına sahip olduğu BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) onayı gerekiyor.

Dünya geneline yayılan Filistin diplomatik misyonları, Filistin halkını temsil eden ve uluslararası alanda tanınan Filistin Yönetimi'ne bağlı olarak faaliyet gösteriyor.

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Yönetimi, İsrail ile yapılan anlaşmalar kapsamında işgal altındaki Batı Şeria'nın bazı bölgelerinde sınırlı özerklik hakkını kullanıyor. Filistin pasaportlarını düzenliyor ve Filistin sağlık ve eğitim sistemlerini yönetiyor.

Hamas, Gazze Şeridi’nde 2007 yılında iki taraf arasında kısa süreli bir çatışmanın ardından Abbas liderliğindeki Fetih Hareketi’ni sınır dışı ederek bölgenin kontrolünü ele geçirdi.

Dünya güçlerinin çoğunun diplomatik misyonları Tel Aviv'de bulunuyor. Çünkü Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanımıyor. ABD’nin Donald Trump'ın ilk başkanlığı döneminde büyükelçiliğini Kudüs'e taşıması ise bu konuda bir istisna oluşturuyor.

Ancak, yaklaşık 40 ülke Batı Şeria’nın Ramallah kentinde veya İsrail'in ilhak edeceğini açıkladığı ve Filistinlilerin başkent olarak istedikleri Doğu Kudüs'te konsolosluk ofisleri bulunuyor.

Bu ülkeler arasında Çin, Rusya, Japonya, Almanya, Kanada, Danimarka, Mısır, Ürdün, Tunus ve Güney Afrika yer alıyor.

Filistin devletini tanımayı planlayan ülkeler, bunun diplomatik temsilcilikleri üzerinde yaratacağı etkiyi açıklamadı.

Filistin devletini tanımaktaki amaç ne?

İngiltere, Kanada ve Avustralya, bu ay yapılacak BM Genel Kurulu toplantısı öncesinde Filistin devletini tanıdı. Fransa ve Belçika dahil diğer ülkeler de aynı yolu izleyeceklerini açıkladı.

İngiltere gibi ülkeler, bu adımın İsrail’e Gazze'deki savaşı sona erdirmesi, işgal altındaki Batı Şeria'da yeni Yahudi yerleşimlerinin inşasını durdurması ve Filistinlilerle barış sürecine yeniden bağlılık göstermesi için baskı yapmak amacıyla atıldığını söylüyor.

Filistin devletinin tanınmasını destekleyen ilk Batılı büyük bir ülkenin lideri olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, bu adımın Filistin Yönetimi'nin, yönetişim ve idari kapasitesini iyileştirecek ve savaş sonrası Gazze'yi yönetmek için daha güvenilir bir ortak haline getirecek reformları hayata geçirme taahhüdüyle birleştirileceğini söyledi.

Tanınma pratikte ne anlama geliyor?

Tanınmayı büyük ölçüde sembolik olarak görenler, Çin, Hindistan, Rusya ve birçok Arap devleti gibi, onlarca yıl önce Filistin devletini tanıyan ülkelerin sınırlı nüfuzuna dikkati çektiler.

BM’de tam üye statüsü veya sınırları üzerinde kontrolü olmayan Filistin Yönetimi, ikili ilişkileri yönetme konusunda sınırlı bir kapasiteye sahip.

İsrail ticaret, yatırım ve eğitim veya kültür alışverişlerini kısıtlamıyor. Filistin'de havaalanı bulunmuyor ve karayla çevrili bir bölge olan Batı Şeria'ya yalnızca İsrail üzerinden veya İsrail'in kontrolündeki Ürdün sınırından ulaşılabiliyor. İsrail şu anda Gazze Şeridi'ne tüm erişim noktalarını kontrol ediyor.

Ancak, Filistin devletini tanımayı planlayan ülkeler ve Filistin Yönetimi, bunun boş bir jestten daha fazlası olacağını söylüyorlar.

Filistin'in İngiltere'deki Misyonunun Başkanı Büyükelçi Hüsam Zomlot, tanınmanın eşit şartlarda kurumlar arası ortaklıklara yol açabileceği değerlendirmesinde bulundu.

İngiltere’nin eski Kudüs Başkonsolosu Vincent Finn, Filistin devletini tanıyan ülkelerin İsrail ile ilişkilerinin bazı yönlerini gözden geçirmeleri gerekebileceğini söyledi.

İngiltere'nin durumunda bunun, işgal altındaki Filistin topraklarındaki İsrail yerleşimlerinden gelen ürünlerin yasaklanması gibi tedbirlerin alınmasına yol açabileceğini belirten Finn, ancak bunun İsrail ekonomisi üzerindeki pratik etkisinin minimum düzeyde olacağını da sözlerine ekledi.

İsrail ve ABD nasıl tepkisi verdi?

İsrail, Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaştaki davranışları nedeniyle yaygın şekilde kınamalarla karşı karşıya kalırken bu tanımanın, Gazze Şeridi’ndeki savaşı tetikleyen 7 Ekim 2023 saldırıları için Hamas'ı ödüllendireceğini öne sürüyor.

İsrail Başbakanı Netanyahu, yaptığı bir açıklamada “Ürdün Nehri'nin batısında Filistin devleti kurulmayacak” ifadelerini kullandı.

Öte yandan ABD, Avrupalı müttefiklerinin bağımsız bir Filistin devletini tanıma yönündeki her türlü girişimine şiddetle karşı çıkıyor. ABD’nin Filistinli yetkililere yaptırımlar uygulayarak, ABD’ye giriş vizelerini reddetme ve iptal etme gibi adımlar atması, Filistin Devlet Başkanı Abbas ve diğer Filistin Yönetimi yetkililerinin New York'ta düzenlenen BM Genel Kurulu'na katılmalarını engel oldu.


Çin, Trump ve Ortadoğu

Trump, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda Cumhuriyetçi senatörler için düzenlenen bir akşam yemeğinde konuşuyor, 18 Temmuz 2025 (AFP)
Trump, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda Cumhuriyetçi senatörler için düzenlenen bir akşam yemeğinde konuşuyor, 18 Temmuz 2025 (AFP)
TT

Çin, Trump ve Ortadoğu

Trump, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda Cumhuriyetçi senatörler için düzenlenen bir akşam yemeğinde konuşuyor, 18 Temmuz 2025 (AFP)
Trump, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda Cumhuriyetçi senatörler için düzenlenen bir akşam yemeğinde konuşuyor, 18 Temmuz 2025 (AFP)

Nebil Fehmi

Bir hafta önce, Changhua Üniversitesi ve Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Merkezi tarafından düzenlenen, Kral Faysal İslam Araştırmaları Merkezi’nin şekillendirilmesine ortak olduğu uluslararası bir konferansa katıldım. Konferansa, Çin Komünist Partisi Başkan Yardımcısı başta olmak üzere üst düzey Çin katılımının yanı sıra, eski başbakanlar ve dışişleri bakanları da dahil olmak üzere 15'ten fazla uluslararası yetkili katıldı. Konferans, birçok uluslararası siyasi, ekonomik, sosyal, güvenlik ve teknolojik konuyu sistematik ve ilgi çekici bir şekilde ele aldı.

Çin'i anlamak, başkalarının seslerine kulak vermek ve bazı oturumlarda tartışmalara Arap sesini  ve anlatısını katmak açısından zengin ve faydalı bir deneyimdi. Konferanstan daha fazla ayrıntı ve müzakere gerektiren birkaç gözlemle ayrıldım. Bunların başında, daha sofistike bir sunum ve bağımsız bir yazı gerektiren ayrıntılara girmeden, kaydedilmesinin ve vurgulanmasının önemli olduğuna inandığım bir dizi gözlem geliyor.

İlk gözlemim, Donald Trump'ın şahsen var olmasa da çoğu oturum ve sunumlarda var olduğuydu. İkisi birbirinden ayrılamaz olsa da Amerikan politikalarından önceki kişiliğine bile güçlü bir vurgu vardı. Amerika Birleşik Devletleri'nin ağırlığı ve etkisi, Trump'a yönelik uluslararası ilginin başlıca caydırıcısı ve teşvik edicisidir. Amerikan Başkanının, daha önce müzakere tarzıyla ilgili kitabında övündüğü bir metodolojiye dayanarak, kişiliğini ve bununla ilişkili soruları ve dalgalanmaları uluslararası hesaplara dayatmayı başardığına inanıyorum. Böylelikle temel özellikleri kendisine olan benzersiz kişisel sadakatleri olan yetkililer atamadan önce, genellikle bağımsız ve nesnel pozisyonlara sahip olduğu varsayılan Amerikan kurumlarının pozisyonlarının ötesinde, ülkelerin hesaplarına önemli bir kişisel unsur kattı. Konferansta Amerikalı katılımcıların sayısının dikkat çekici biçimde çok sınırlı olmasına rağmen, Trumpizm'e yönelik hem olumlu hem de olumsuz ilgi oldukça dikkat çekiciydi.

Konferansa dair ikinci önemli gözlem, Çin'in Trump, ABD ve dünyayla ilişkilerinde artan kendine güvenidir. Çinlilerin en önemli gözlemleri, Trump'ın ilk döneminde ve Biden’ın başkanlığı sırasında iki Amerikan partisinin Çin'e yönelik tutumunun olumsuz bir yönelime sahip olduğuydu. Çin, Amerikan çıkarları için en önemli stratejik meydan okuma ve ulusal güvenliği için bir tehdit olarak görülüyordu. Bunlar, uzlaşmaya varılması zor alanlardır. Ancak Trump'ın yeni döneminde, Başkan, daha geniş anlaşma fırsatı sunan ticaret ve ekonomi konularına odaklanıyor. Çinli yetkililer, bu denkleme iyi hazırlandıklarını, bu nedenle gümrük ve vergi savaşından önemli ölçüde zarar görmeyeceklerini vurguladılar.

Çinli yetkililer, ikinci Trump yönetiminin uygulamalarının siyasi çekişmeler, ticari tehditler ve gümrük tarifeleri ile başladığını, ardından Cenevre ve Londra'da Amerikalı ve Çinli yetkililer arasında yapılan görüşmelerde ekonomik ve ticari konularda diyalog aşamasına geçtiğini de belirttiler. Şimdi Trump'ın Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in daveti üzerine Pekin'de gerçekleştirmeyi arzuladığı zirve için hazırlıklar sürüyor.

Genel olarak Çin'de ekonomik görüşmelerin zorlu olduğu hissi var, ancak yine de görüşmeler olumlu bir şekilde gelişiyor. Çinliler iki ülkenin ulusal güvenlik uzmanlarının yeni dönemde henüz bir araya gelmediklerine ve bunun ilişkilerde önemli bir boşluk bıraktığına dikkat çekiyorlar. Trump'tan ziyareti sırasında “Tek Çin” politikasına desteğini vurgulaması, Çin'in toprak birliğinin barışçıl yollarla tamamlanmasını kabul etmesini istiyorlar. Ayrıca Çin'in ABD’nin en büyük ticaret ortağı ilan edilmesini talep ediyorlar. Bunlar, Çin'in ABD ile ilişkilerinde kendisine ne kadar güvendiğini yansıtan iddialı talepler. Bunu başarmak için de Çin'in önerileri arasında iki ülkenin ulusal güvenlik kurumları arasındaki iletişimin etkinleştirilmesinin yanı sıra araştırma merkezleri, STK'lar, üniversiteler ve öğrenciler de dahil olmak üzere kültürel temasların ve ilişkilerin genişletilmesi de yer alıyor.

Arap dünyasının özel ilgi göstermesi gereken üçüncü önemli gözleme gelince, Çinli katılımcılar ve resmi olarak Arap-İsrail barışını destekleyenler, Filistin-İsrail anlaşmazlığının derinliğinin ve genel olarak İsrail'in, özellikle de mevcut hükümetinin yaklaşımlarının tehlikesinin yeterince farkında değiller. Hem de Çin'in kapsamlı Arap-İsrail barışını, yani işgalin sona erdirilmesini ve Filistinlilerin bağımsız bir devlet ile kaderlerini tayin etmelerine izin verilmesini destekleyen tutumuna rağmen.

Bazı Çinli akademisyenlerin ASEAN grubunun ve üye devletlerinin çatışmaları barışçıl yöntemler ve diyalog yoluyla çözme konusundaki deneyimlerine ve diyaloglarına defalarca atıfta bulunmaları dikkatimi çekti. Bu durum beni, Arap dünyasının yıllar içinde, çoğu Mısır ve Suudi Arabistan'ın başını çektiği, birçok barış girişimi sunduğunu belirtmeye yöneltti. Buna karşılık İsrail'in tek bir girişimde bile bulunmadığını ve hatta ilk barış anlaşmasından veya 2002 Beyrut Arap Zirvesi kararlarından bu yana hiçbir Arap girişimine olumlu yanıt vermediğini açık ve net bir şekilde ifade ettim.

Arap dünyasının, 1990'ların başında Madrid Barış Konferansı'nın sonuçlarından biri olan çok taraflı müzakerelerden bu yana bölgesel güvenlik konusundaki birçok görüşmeye olumlu yanıt verdiğini belirttim. Yıllar içinde Ortadoğu'da bölgesel bir güvenlik örgütü kurmanın kavramları ve gereklilikleri üzerine çok sayıda yazı ve öneriye kişisel olarak katkıda bulunduğumu, dolayısıyla, bu konuda çok sayıda ve çeşitli Arap deneyimleri ve fikirleri bulunduğunu anlattım.

Aynı zamanda Ortadoğu'da İsrailliler ve Filistinliler arasında ASEAN deneyiminin uygulanmasını talep edenlerin hayalperest olduklarını ve İsrail'in tutumunun ciddiyetini kavrayamadıklarını da son derece açık bir şekilde belirttim. Bunun nedeni, ASEAN ülkelerinin bir arada yaşamanın gerekliliğini ve önemini kabul etmesi, mevcut sağcı İsrail hükümetinin ise Filistin kimliğini tamamen reddetmesidir. İsrailli yetkililer, Filistinlilerin önündeki seçeneklerin, Gazze'de tanık olduğumuz gibi zorla göç ettirilmek ve bir kasırgayla yüzleşmek veya siyasi hakları olmayan vatandaşlar olarak İsrail egemenliği altında yaşamaya devam etmek olduğunu açıkça belirttiler. Bu tutumlar, İsrail-Filistin çatışmasının bölgesel bir güvenlik sistemi tartışmasını anlamsız ve son derece tehlikeli kılan, varoluşsal ve sıfır toplamlı bir çatışma olduğu anlamına geliyor

Bunu teyit eden ve yinelenen göstergeler arasında, Batı Şeria'nın Ürdün Nehri'ne ilhak edilmesi yönündeki bazı çağrılar, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin büyük bir kısmına İsrail egemenliğini dayatma planları geliştirildiğine dair söylentiler ve Filistinlilerin çıkarları ile Arap ulusal güvenliği pahasına İsrail perspektifinde bir Ortadoğu güvenlik sisteminin formüle edilmesi yer alıyor. Bütün bunlar, güçlü bir Arap duruşu, açık ve kesin bir itiraz gerektiriyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independet Arabia’dan çevrilmiştir.


Türkiye, İsrail'i bölgesel güvenliği tehdit etmekle suçluyor... Suudi Arabistan ise yerinden edilmeyi reddettiğini vurguluyor

Erdoğan, Antalya Diplomasi Forumu'nun açılışında uluslararası topluma, özellikle Ortadoğu'daki sorunlara çözüm bulma çağrısında bulundu. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)
Erdoğan, Antalya Diplomasi Forumu'nun açılışında uluslararası topluma, özellikle Ortadoğu'daki sorunlara çözüm bulma çağrısında bulundu. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)
TT

Türkiye, İsrail'i bölgesel güvenliği tehdit etmekle suçluyor... Suudi Arabistan ise yerinden edilmeyi reddettiğini vurguluyor

Erdoğan, Antalya Diplomasi Forumu'nun açılışında uluslararası topluma, özellikle Ortadoğu'daki sorunlara çözüm bulma çağrısında bulundu. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)
Erdoğan, Antalya Diplomasi Forumu'nun açılışında uluslararası topluma, özellikle Ortadoğu'daki sorunlara çözüm bulma çağrısında bulundu. (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Türkiye, küresel sistemin özellikle Ortadoğu'daki sorunlara etkili çözümler geliştirememesini eleştirerek, İsrail'i bölgenin güvenliğini tehdit etmekle suçladı.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ülkesinin bölgeye barış ve istikrar getirmek için çaba sarf ettiğini belirterek, sınırları dışında herhangi bir toprakta gözü olmadığını, ancak coğrafi çevresinde bir barış kuşağı oluşturmaya çalıştığını vurguladı.

Erdoğan, mevcut uluslararası sistemin zamanın ruhuna ayak uyduramamasını ve özellikle Ortadoğu'nun karşı karşıya olduğu sorunlara etkili çözümler getirememesini eleştirdi.

Türkiye'nin güneyindeki Antalya kentinde geniş bir uluslararası katılımla dün başlayan dördüncü Antalya Diplomasi Forumu'nun açılışında yaptığı konuşmada Erdoğan, İsrail'i Filistin halkının kökünü kazımaya ve ikinci bir Nekbe gerçekleştirmeye çalışan bir “terörist devlet” olarak nitelendirdi.

Filistinlilerin işgale karşı mücadelesinin terörizm olarak çarpıtılamayacağını vurgulayan Erdoğan, “bölgede barışın sağlanmasının ancak iki devletli bir çözümle mümkün olacağını” vurguladı.

İsrail'e Uyarı

Güvenlik Konseyi ve uluslararası topluma Gazze'de akan kanı durdurma ve Filistin halkının yanında durma çağrısını yineleyen Erdoğan, “İsrail devlet terörü estirmeye, ateşkes çabalarını baltalamaya ve masum sivilleri bombalamaya devam ederken, Gazze'de kalıcı bir barışın tesis edilmesinin çok zor olduğunu” söyledi.

 Erdoğan, Antalya Diplomasi Forumu'nun açılışında konuşuyor (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)Erdoğan, Antalya Diplomasi Forumu'nun açılışında konuşuyor (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

İsrail'i de Suriye'yi yeniden istikrarsızlık sarmalına itmeye çalışmaması konusunda uyararak, “trajediyi Suriye halkına geri getirmek isteyenlerin hesaplarını yeniden yapmaları gerektiğini” söyledi.

Türkiye'nin NATO içindeki önemli rolünü sürdürdüğünü ve Avrupa Birliği'ne tam üyelik hedefinden uzaklaşmadığını belirten Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birliğin mevcut zorlukların üstesinden gelmek istiyorsa üzerindeki yüklerden kurtulması ve Türkiye'ye gecikmeksizin tam üyelik statüsünü vermesi gerektiğini belirtti.

Erdoğan konuşmasında “Ukrayna'daki savaşı sona erdirmek en önemli önceliğimiz olmaya devam ediyor. Ticari rekabetin ve tarifelerin etkilerinin yıkıcı bir duruma dönüşmemesi için elimizden geleni yapıyoruz ve Başkan Donald Trump ile dostluğumuz güçlüdür ve bu dostluk sayesinde ABD ile ilişkiler her alanda gelişecektir” ifadelerini kullandı.

Antalya Forumu'nun açılış oturumunda konuşan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ülkesinin krizlerin ve gerilimlerin merkezinde olduğu kadar çözümlerin de merkezinde yer aldığını söyledi.

Fidan, “21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonunda, tarihin akışını şekillendirecek küresel bir dönüşüme tanık oluyoruz ve bugün bu dönüşümün etkilerini her yerde görüyoruz” dedi.

Dönüşümün sadece uluslararası sistemdeki güç merkezinin değişmesiyle sınırlı olmadığını, mevcut sistemin sorunlara çözüm üretememesi nedeniyle toplumsal hareketlerin de kendi içinde bir dönüşüm yaşadığını vurguladı.

'Bölünmüş Bir Dünyada Diplomasi' temasıyla düzenlenen üç günlük forum, 20'den fazla devlet ve hükümet başkanı, dışişleri bakanı ve uluslararası örgütlerin üst düzey temsilcilerinin de aralarında bulunduğu 4 binden fazla katılımcıya ev sahipliği yapacak ve iklim değişikliği, terörle mücadele, insani yardım, dijitalleşme, gıda güvenliği ve yapay zekâ gibi küresel gündemin öne çıkan konularını ele alacak.

Gazze Konulu Toplantı

Forum, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) ve Arap Devletleri Ligi (LAS) tarafından oluşturulan Gazze Temas Grubu'nun Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır, Filistin, Katar, Ürdün, Bahreyn ve Endonezya Dışişleri Bakanları ile İİT ve LAS Genel Sekreterlerinin yanı sıra BAE, Çin, Rusya, İrlanda, İspanya, Norveç, Slovenya, Nijerya ve Avrupa Birliği temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen toplantısına tanıklık etti.

 Gazze Arap İslami İrtibat Komitesi Toplantısı (Türkiye Dışişleri Bakanlığı)Gazze Arap İslami İrtibat Komitesi Toplantısı (Türkiye Dışişleri Bakanlığı)

Toplantının ardından düzenlenen ortak basın toplantısında Suudi Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan, Suudi Arabistan'ın Filistinlilerin topraklarından sürülmesi fikrini kategorik olarak reddettiğini vurguladı.

Bunun her türlü yerinden edilmeyi kapsadığını belirten Bin Ferhan, Gazze'deki Filistinliler yaşamın en temel unsurlarından mahrum bırakılırken gönüllü ayrılmadan bahsetmenin mümkün olmadığına işaret ederek, bombardıman, su, gıda ve elektrikten mahrum bırakılarak ayrılmanın gönüllü ayrılma değil, bir tür zorlama olduğunu söyledi.

Bin Ferhan, İsrail'in kuşatma altındaki Gazze Şeridi'ne insani yardım girişini engellemesinin ardından, yardımların kesintisiz olarak Gazze'ye ulaşmasını sağlamak için tüm baskıların uygulanması çağrısında bulundu.

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ülkesinin Filistinlileri vatanlarını terk etmeye zorlamayı amaçlayan her türlü planı reddettiğini vurguladı.

Antalya'nın “İki Devletli Çözüm ve Ortadoğu'da Kalıcı Barış” sloganıyla Temas Grubu toplantısına ev sahipliği yaptığını belirten Fidan, toplantıda Gazze'deki insani durumun, ateşkes anlaşmasının yeniden tesis edilmesi çabalarının, işgal altında bulunan Filistin topraklarındaki gelişmelerin ve İsrail'in bölgesel düzeyde artan saldırganlığının sonuçlarının ele alındığını, barış ve iki devletli çözüm için uluslararası eylem ihtiyacının vurgulandığını söyledi.

 Fidan, Gazze Temas Komitesi toplantısı sonunda basın toplantısı düzenledi.Fidan, Gazze Temas Komitesi toplantısı sonunda basın toplantısı düzenledi.

Fidan, Gazze'de bir an önce kalıcı bir ateşkes sağlanması gerektiğini vurgulayarak, ülkesinin Mısır-Katar-ABD ateşkes girişimini desteklediğini ifade etti.

Yerinden edilmeyi reddetmek

Mısır Dışişleri ve Göç Bakanı Bedir Abdulati, Mısır'ın “Filistin halkını kendi topraklarının dışına sürme ve yeniden yerleştirme önerileri yoluyla Gazze'nin demografik gerçekliğini değiştirmeye yönelik her türlü girişimi kategorik olarak reddettiğini” vurguladı.

“Bu eylemler uluslararası insancıl hukukun açık bir ihlalini teşkil etmekte, barış çabalarını baltalamakta ve bölgesel barış ve güvenliği tehdit etmektedir” dedi.

Gazze'nin yeniden inşasına yönelik Arap-İslam planının ilerletilmesi için devam eden çalışmalara da değinen Abdulati, Filistin Yönetimi'nin güçlendirilmesi gerektiğini vurgulayarak, Mısır ve Ürdün'ün Gazze Şeridi'nde görevlendirilmek üzere Filistinli polis memurlarının eğitimindeki rolüne dikkat çekti.

Filistin Başbakanı ve Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Muhammed Mustafa, derhal ateşkes sağlanması ve Gazze Şeridi'ne yardım girişine izin verilmesi çağrısında bulundu.

Mısır'ın Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için bir konferans hazırladığını belirten Mustafa, “Gazze'nin yeniden inşası planının ayrıntıları üzerinde çalışıyoruz ve bölgenin istikrara kavuşması için yeniden inşa çabalarının başarılı olması gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Toplantıya katılanlar erken toparlanma ve yeniden inşa planına ve Mısır'da düzenlenecek yeniden inşa konferansına desteklerini vurguladılar.

Filistin Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed Mustafa, Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati ile Antalya Diplomatik Forumu oturum aralarında bir toplantıda (Mısır Dışişleri Bakanlığı)Filistin Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed Mustafa, Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati ile Antalya Diplomatik Forumu oturum aralarında bir toplantıda (Mısır Dışişleri Bakanlığı)

Mustafa, Mısır Dışişleri Bakanı Bedir Abdulati ile Filistin halkına yönelik saldırganlığın durdurulması, Gazze Şeridi'nde ateşkesin devam ettirilmesi ve istikrara kavuşturulması, Mısır'ın ev sahipliğinde yeniden inşa konferansı hazırlıkları, uluslararası ortaklarla yeniden inşa planının desteklenmesi ve saldırganlığın durdurulmasının hemen ardından başlatılması yönündeki son gelişmeleri ve çabaları ele aldı.

Şarku'l Avsat'ın edindiği bilgiye göre iki taraf, uluslararası hareketlerde ortak koordinasyonun sürdürülmesi, “ister Gazze Şeridi'nden ister Kudüs dahil Batı Şeria'dan olsun halkımızın yerinden edilmesinin reddedilmesi, işgalin sona erdirilmesi ve Filistin devletinin kurulmasının gerçekleştirilmesi” hususlarını vurguladı.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, aralarında Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Kosova Cumhurbaşkanı Vjosa Osmani ve Irak Kürdistan Bölgesel Başkanı Neçirvan Barzani'nin de bulunduğu foruma katılan birçok cumhurbaşkanıyla ikili ilişkileri ve ortak ilgi alanlarına giren bölgesel konuları ele aldıkları görüşmeler gerçekleştirdi.

 Erdoğan ile Dibeybe görüşmesinden (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)Erdoğan ile Dibeybe görüşmesinden (Türkiye Cumhurbaşkanlığı)

Erdoğan ayrıca Libya'nın geçici ulusal birlik hükümeti başkanı Abdülhamid ed-Dibeybe ile de bir araya gelerek iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin yanı sıra, bölgesel ve küresel konuları ele aldı.

Cumhurbaşkanlığı'ndan yapılan açıklamaya göre Erdoğan, Türkiye'nin Libya'nın barış ve güvenliğine büyük önem verdiğini ve Libya ile her alanda iş birliğini geliştirmeye devam edeceğini, iki ülkenin Doğu Akdeniz'deki ortak çıkarlarını korumak için yakın teması sürdüreceğini vurguladı.