Beşşar Esed İsrail ile topyekûn bir savaşta Hizbullah'ı destekleyecek mi?

Tüm gözler Suriye Devlet Başkanı Esed’in halen netleşmemiş olan tutumunu anlamak için Şam'a çevrilmiş durumda

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın yer aldığı bir poster, 2017 (AFP)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın yer aldığı bir poster, 2017 (AFP)
TT

Beşşar Esed İsrail ile topyekûn bir savaşta Hizbullah'ı destekleyecek mi?

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın yer aldığı bir poster, 2017 (AFP)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed ve Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah'ın yer aldığı bir poster, 2017 (AFP)

Haid Haid

İsrail ile Hizbullah arasındaki gerilim, ABD ve Fransa’nın yoğun diplomatik çabalarına rağmen tırmanmaya devam ediyor. İsrail ve Lübnan arasındaki sınır bölgeleri, geçtiğimiz ekim ayında İsrail’in Gazze Şeridi’nde yürüttüğü savaşın başlamasından bu yana neredeyse her gün çatışmalara sahne olurken, çatışmalar son dönemde daha yoğun ve şiddetli hale geldi. Bunun yanında İsrailli yetkililer, yakında Lübnan ile kuzey sınırı boyunca geniş çaplı bir saldırının başlatılabileceğini daha sık dile getirmeye başladılar. Bu ise yaz bitmeden büyük bir askeri operasyonun gerçekleşebileceğine dair spekülasyonların artmasına neden oldu.

Dünya sonraki hamleleri beklerken, tüm gözler Suriye Devlet Başkanı Esed’in halen netleşmemiş olan tutumunu anlamak için Şam'a çevrilmiş durumda. Lübnan ile ortak sınırı olan Hizbullah'ın önemli müttefiklerinden Suriye, bu çatışmanın sonucunu etkilemede stratejik bir rol oynayabilir. Burada ‘Esed, Hizbullah'a 2006 yılının temmuz ayında İsrail'le olan savaşta verdiği askeri ve lojistik desteği tekrar verecek ve hatta destek cephesi açacak kadar ileri gidecek mi, yoksa Gazze’deki savaşta gördüğümüz gibi daha tarafsız bir duruş mu sergileyecek?’ temel sorusu ortaya çıkıyor.

Gerilim daha da tırmandı

İsrail-Lübnan sınırı boyunca geniş kapsamlı saldırıların başlayabileceğine dair uyaran raporlar, askeri gerilimin son dönemde tırmanmasıyla ilişkili. Mevcut veriler, Hizbullah’ın 8 Ekim 2023 tarihinden bu yana İsrail'e en fazla saldırısını mayıs ayında gerçekleştirdiğini gösteriyor. Hizbullah, günlük ortalama 7,8 olmak üzere 238 saldırı gerçekleştirdiği nisan ayına kıyasla, günlük ortalama 10,8 ile mayıs ayında 325 saldırı gerçekleştirdi.

Hizbullah’ın tanksavar füzeleri ve insansız hava araçları (İHA) kullanımı geçtiğimiz nisan ayına kıyasla son dönemde iki katına çıktı. Buna karşın İsrail, Lübnan'ın güneyine yönelik hava saldırılarını yoğunlaştırırken, roketler, İHA’lar ve savaş uçaklarıyla Hizbullah unsurlarını, kabiliyetlerini ve askeri tesislerini hedef aldı.

İsrail’in tehditleri

İsrailli yetkililer, Lübnan ile kuzey sınırı boyunca geniş çaplı bir saldırı başlatmaya hazır olduklarını giderek daha fazla dile getiriyorlar. İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi, 4 Haziran'da yaptığı açıklamada, İsrail'in Lübnan ile kuzey sınırı boyunca askeri operasyon düzenlemeye hazırlandığını ve kapsamlı bir incelemenin ardından karar verme noktasına yaklaştıklarını belirtti.

Tanksavar füzeleri ve insansız hava araçları (İHA) kullanımını geçtiğimiz nisan ayına kıyasla son dönemde iki katına çıkaran Hizbullah, yoğun saldırılarını haziran ayında da sürdürdü.

Halevi’nin açıklaması, İsrailli yetkililer tarafından son dönemde yapılan ve Lübnan'da olası askeri operasyona işaret eden açıklamalardan sadece biriydi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da Hizbullah'ın Yukarı Celile'deki Hurfiş beldesine düzenlediği büyük saldırının ardından, Lübnan ile kuzey sınırına yaptığı son ziyaret sırasında, “Kuzeyde çok yoğun bir operasyon için hazırlıklarımızı yaptık” açıklamasında bulundu.

Esed’in belirsiz tutumu

Şam, tarihi olarak kendisini Direniş Ekseni'nin başı olarak lanse etse de Suriye rejimi, İsrail'in Lübnan ile kuzey sınırı boyunca kapsamlı bir askeri saldırı tehdidinde bulunmasına rağmen, bu senaryonun gerçekleşmesi halinde nasıl hareket edeceğini net bir şekilde ortaya koymuş değil. Esed’in Gazze’deki savaşta olduğu gibi tarafsız kalmaya devam edebileceğine dair bazı spekülasyonlar yapılıyor. Bu spekülasyonlara göre Esed, tükenen askeri kapasitesi, sarsılan ekonomisi, İsrail'in misillemede bulunmasından duyduğu korku ve Suriye'deki ayaklanmaya verdiği destek nedeniyle ve Şam'la anlaşmazlık yaşayan eski müttefiki Hamas'la ilişkilerinin gerilmesi gibi faktörlerin etkisiyle tarafsızlığını koruyabilir.

Ancak Esed'in Hizbullah ile ilişkisi, Hamas ile olan ilişkisinden farklı olarak daha stratejik ve güçlüdür. Bu durum, Suriye'nin 2006 yılında İsrail ile savaşında Hizbullah'a verdiği önemli destekte açıkça görüldü. Esed rejimi, silah transferi de dâhil olmak üzere kapsamlı askeri ve lojistik destek sağlayarak, Hizbullah'ın askeri kapasitesini büyük ölçüde artırdı.

Farklı hesaplar

Şam rejiminin mali ve askeri durumunun 2006 yılında olduğundan çok farklı olduğu kesin. Askeri güçleri geniş alanlara ve düşmanlarıyla temas hatları boyunca dağılmış, 12 yıldır devam eden silahlı çatışmalar askeri malzemeyi tüketmiş ve minimuma indirmiş, düşük maaşlar, yüksek enflasyon oranları, büyük bütçe açığı ve devlet tarafından sağlanan hizmetlerin yetersiz kalması ile ekonomisi vahim hale gelmiş durumda.

Esed’in Gazze’deki savaş sırasında Hamas ile olan gergin ilişkisinin aksine, Hizbullah ile olan ilişkileri önemli ölçüde güçlendi. İran destekli diğer gruplarla birlikte Hizbullah'ın Suriye'ye askeri müdahalesi sadece Esed'in iktidarda kalmasında değil, aynı zamanda hükümetin ülkenin büyük bölümünde kontrolü yeniden ele geçirmesinde de önemli bir rol oynadı. Esed artık kendisini sadece Hizbullah'a değil, Hizbullah'ı bölgesel ağı içinde kritik bir stratejik varlık olarak gören İran'a da borçlu hissediyor.

Bir seçenek değil…

Eğer karar Esed'e bırakılırsa, tahmin edilebileceği ve Suriye'deki çatışma boyunca izlediği gibi, iktidarda kalmasını her şeyin üstünde tutmaya devam edeceği şüphesiz. Eğer ufukta Hizbullah ile İsrail arasında doğrudan bir savaş görünürse, Esed, cephede rol almaktan kaçınıp bunun yerine İran'ın Hizbullah'a askeri destek sağlamasını kolaylaştırmaya odaklanabilir.

İran destekli diğer gruplarla birlikte Hizbullah'ın Suriye'ye askeri müdahalesi sadece Esed'in iktidarda kalmasında değil, aynı zamanda hükümetin ülkenin büyük bölümünde kontrolü yeniden ele geçirmesinde de önemli bir rol oynadı.

Kararı etkileyecek faktör muhtemelen İran'ın Şam rejimi üzerindeki baskısına ve Suriye topraklarının çatışmadaki rolüne dair algısına bağlı olacak. Esed'in Gazze'deki çatışma ile arasına mesafe koyma eğilimine rağmen, İran destekli gruplar Suriye topraklarını kullanarak İsrail kontrolündeki bölgelere sınırlı da olsa saldırılar düzenliyor. Bu durum, Şam ve Tahran'ın bir uzlaşmaya varmış olabileceğini ya da Esed'in bu faaliyetlere gönülsüzce göz yumduğunu düşündürüyor.

İki müttefik arasında son aylarda muhtemelen bu gelişmelerden ve diğer faktörlerden kaynaklanan gerginliklerin arttığına dair haberler de aralarındaki ilişkinin dayanıklılığına işaret ediyor. Bu durum, İran'ın Esed'in tutumunu anlamasına ya da kabullenmesine ve tam bir dönüşümü zorlamak yerine onu etkilemek için yeterli baskı yapmasıyla ilişkilendirilebilir. Bu akla yatkın bir yaklaşım, Hizbullah, Irak’taki silahlı gruplar ve Husiler gibi Direniş Ekseni'ndeki diğer müttefiklerin katılımı göz önüne alındığında, İran'ın Suriye'yi artık oyun değiştirici olarak görmemesinden kaynaklanıyor olabilir. Dahası İran, olası stratejik yansımaları nedeniyle Esed ile gerilimi artırmayı tercih etmiş de olabilir.

Daha yüksek riskler

Ancak İsrail’le büyük çaplı bir çatışma yaşanması halinde İran'a yönelik riskler artacaktır. Bunun temel nedeni, Hizbullah'ın Tahran için hayati öneme sahip olması. Öte yandan Suriye rejiminin ve topraklarının beklenen savaşın sonucuna olan olası etkisi de göz ardı edilemez. Ancak İsrail'e karşı Suriye'den ikinci bir cephe açılması, bunu kim başlatırsa başlatsın, İsrail'in dikkatini dağıtacak ve belki de Lübnan'da Hizbullah'la mücadelede, askeri yeteneklerini ve asker sayısını azaltacaktır.

Böyle bir stratejik hamlenin amacı toprak kazanımı elde etmek ya da Hizbullah'ın konvansiyonel bir askeri zafer kazanmasına yardımcı olmak olmayacaktır. İsrail'in askeri üstünlüğü bu tür hedeflerin olasılığını zayıflatıyor. Amaç daha ziyade,Hizbullah'ı kalıcı bir ateşkesin müzakere edilebileceği kadar uzun bir süre desteklemek olacaktır. Zira bu da Hizbullah'ın neye mal olacağını düşünmeksizin zafer olarak lanse edeceği bir söyleme zemin hazırlayacaktır.

Başlangıç noktası

Ancak Tahran ve İran destekli grupların, Suriye topraklarını İsrail'e karşı saldırıları başlatma noktası olarak kullanabildiği sürece, İran'ın Suriye rejimine İsrail ile doğrudan çatışmaya girmesi için baskı yapmasına gerek kalmayabilir. İran destekli savaşçıların hem yabancı hem de yerel olarak Suriye'deki büyük varlığı, Esed'in aktif katılımı olmadan Suriye topraklarından İsrail'e karşı başka bir cephe oluşturmak için gayet yeterlidir.

Bu yaklaşım, Suriye rejiminin İran ve Hizbullah ile gerilimi tırmandırmasına yol açmadan çatışmaya müdahil olmama şeklindeki mevcut tutumunu sürdürmesini sağlıyor. Ancak bu tutumun birtakım sonuçları da yok değil. İsrail, Esed'e sadece kendi eylemlerinin değil, aynı zamanda Suriye topraklarında faaliyet gösteren müttefiklerinin eylemlerinin de ciddi sonuçlarıyla karşılaşacağı mesajını çeşitli yollarla açıkça iletti. Hizbullah yanlısı herhangi bir eyleme aktif olarak katılması durumunda, Tel Aviv'in Esed'e tutumunu değiştirmesi ve Suriye'den İsrail'e karşı düşmanca eylemleri sınırlandırması için baskı yapmak amacıyla rejimin çıkarlarına olan saldırılarını yoğunlaştırması da muhtemeldir.

Suriye rejiminin böyle bir senaryoya ne ölçüde dahil olacağı, şu an bir seçenek gibi görünse de bu ölçünün sabit olmayacağı kesin. Hizbullah üzerindeki baskı, dış destek ihtiyacı ve İsrail'in Suriye içindeki misilleme saldırılarının yoğunluğu da dahil olmak üzere sahadaki değişen ve gelişen askeri dinamiklere göre değişiklikler göstermesi bekleniyor.

Bu değişen dinamiklerin Esed, İran ve İsrail'i kapsayan sık ve yoğun müzakerelere yol açması bekleniyor. Bu müzakerelerin çoğu sözlü iletişimin ötesine geçebilir.

Bu arada Suriye ve halkı, etkileme kabiliyetlerinin ötesindeki jeopolitik satranç oyununda sadece birer piyon olarak kalmaya devam ediyor.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.

 



Tavanı olmayan bir savaş ve sınırları olmayan bir devlet

İsrail güçleri Güney Lübnan sınırına yakın bölgede operasyon yapıyor (AFP)
İsrail güçleri Güney Lübnan sınırına yakın bölgede operasyon yapıyor (AFP)
TT

Tavanı olmayan bir savaş ve sınırları olmayan bir devlet

İsrail güçleri Güney Lübnan sınırına yakın bölgede operasyon yapıyor (AFP)
İsrail güçleri Güney Lübnan sınırına yakın bölgede operasyon yapıyor (AFP)

Mustafa Feki

Evet, İsrail, 20. yüzyılda ortaya çıkan ve insanlığa milletler ve halklar arasındaki bir arada yaşamanın doğası hakkında önemli bir soru sorduran o garip oluşumdur. Uluslararası toplum, İsrail'in on yıllar içinde Filistin'de toprağın asıl sahibi yerli halka yaptıklarının bir benzerine, yalnızca Amerikalı sömürgecilerin ya da genel olarak beyaz adamın Kızılderililere karşı yürüttüğü imha savaşında tanık olmuştu.

İsrail her türlü vahşeti ve saldırganlığı uyguladı, ırkçılığın her türlüsüne başvurdu ve Araplara, insan ırkına yönelik soykırım dışında neredeyse alternatif bir isim bulamadığımız bir yasa dışılık ile davrandı. Bunu yaparken etrafına korku yaymak için her türlü yöntem ve aracı kullandı, geniş anlamıyla terörden bir baskı, taciz ve korkutma yöntemi olarak yararlandı. Karada ve havada her türlü saldırıyı gerçekleştirdi, soğukkanlılıkla çocukları ve kadınları öldürdü, suikastlar düzenlemekten çekinmedi. Dahası uluslararası meşruiyeti aşağılamaya ve çağdaş dünyada yürürlükte olan norm ve kuralları küçümsemeye çalıştı.

İsrail ayrıca uluslararası toplumun en üst düzey yetkilisi olan Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'ni aşağılamaktan da çekinmiyor çünkü o, uluslararası toplumun ülkeler ve halklar arasındaki ilişkileri denetlemek için kabul ettiği mevzuata uymak istiyor. İsrail gerçekten tavanı olmayan bir savaş yürütüyor ve kan dökerek, cesetleri parçalayarak, kadınlara, çocuklara, yaşlılara saldırarak eşi benzeri görülmemiş bir yolda ilerliyor. Bu yolda hiçbir şey onu caydırmıyor, hiçbir güç kaygılandırmıyor çünkü çağımızın en güçlü kuvveti tarafından, yani Amerika Birleşik Devletleri tarafından destekleniyor. ABD İsrail'i kendisinin ayrılmaz bir parçası, ona bağlı bir oluşum, annesi onu Güvenlik Konseyi'nde Amerikan vetosu dediğimiz şeyle koruyacağı için istediğini yapma ve cezadan kurtulma hakkına sahip şımarık bir evlat olarak görüyor.

Ve işte İsrail de normların ötesine geçiyor ve savaşlarda veya silahlı çatışmalarda yaygın olmayan, ancak kendisinin bunları yapma hakkına sahip olduğuna inandığı yeni davranışlarda bulunuyor. Mısır'da yaygın olan ve sanırım Arap dünyasında da aynı anlamda kullanılan” Çingene kadın, komşularının efendisidir” atasözü, iğrenç suçları, beklenmedik eylemleri ve onu yönetenlerin derinliklerinde saklı intikam arzusuyla İsrail için tam anlamıyla geçerli. Bunlara ilave olarak İsrail, gözle görülür bir şekilde kana susamış ve açıkça insanları öldürmeyi, cesetlerini dahi parçalamayı, şehirleri enkaza, evleri, binaları, okulları ve hastaneleri moloz yığınına dönüştürmeyi, Filistin çevresi içinde nefret ağaçları dikmeyi arzuluyor. Öyle ki, insan, çağımızın tanık olduğu tüm bu İsrail suçlarından sonra gelecekte bir arada yaşamanın nasıl mümkün olacağını merak ediyor. Bu noktada, tam bir tarafsızlık ve tam bir objektiflik ile Ortadoğu'da yaşananlara ve yaşanmakta olanlara ilişkin bazı gözlemlerimi sunmak istiyorum.

Öncelikle İsrail Başbakanı Netanyahu'nun BM'de yaptığı konuşma sırasında sanki evrenin en büyük mimarı Ortadoğu'yu yeniden düzenliyor ve hiçbir zaman kaybolmayan İsrail ajandasına göre ayarlıyormuş gibi yeni bir Ortadoğu haritası sunduğunu görünce pek şaşırmadım. Zira sahte “Fırat'tan Nil'e İsrail Devleti” sloganını yükselten İsrail’in kendisidir. Bu nedenle Filistin halkına karşı işlediği suçlardan sıyrılıp, genişleme emellerinin, insanları ve kiliseler ile camiler dahil her şeyi yok etmeye yönelik çılgın arzusunun gölgesinde, havadan askeri helikopterler, savaş uçakları, karadan zırhlı araçlarla parçalanan suçsuz Lübnan'dan başlayarak komşu ülkelere yöneliyor. Çünkü İsrail'in aşırılığa öncülük eden, sözde Savunma Ordusu'nu hain saldırılara ve sürekli öldürmeye yönlendiren dik başlı bir oğlu var. Geçmişte Arap ülkelerinde, “Kötü komşuya sabret, bir gün ölüm haberini alabilirsin” derlerdi. Ancak İsrail'in suçları çok genişledi ve asla durmadı. Saldırganlığı BM barışı koruma güçlerine bile uzandı. Uluslararası toplumu ve onu temsil eden BM’yi açıkça aşağılayarak barışı koruma güçlerine ateş açtı.

Burada İsrail'in yalnızca Filistin ya da onunla birlikte Lübnan'a yönelik toprak hırsları olmadığını, bu saldırgan devletin ve zorba oluşumun temellerini sağlamlaştırma çabasıyla hayallerinin gerçekten de Ürdün, Suriye ve Irak'a uzandığını iddia edebilirim. Hem de Filistinlilerin meşru haklarının tanınması ve kendi ulusal topraklarında bağımsız devletlerinin kurulması şartıyla, Arapların İsrail Devleti'ni kabul etmenin eşiğine gelmesine rağmen. Ancak İsrail bunu hiç istemiyor, sözde haritasına hizmet etmesi için zaman kazanmak ve sahadaki statükoyu yerleştirmek için kaçamak davranıyor.

Bu nedenle her fırsatı değerlendiriyor ve Savunma Bakanı'nın ifadesiyle, elinin Ortadoğu'da her yere uzanabileceğini söylemek için bahaneler uyduruyor. Savunma Bakanı halkları korkutmaya, yıldırmaya, gözünü korkutmaya, toplumları boyunduruk altına almaya yönelik açıklamalarında bunu hep tekrarlıyor.

İkincisi, devlet ve devrim olarak İran'ın, bölgedeki rolünü gözden geçirmesi gerekiyor. Eğer Filistin davasına içtenlikle destek vermek istiyorsa bunu ancak açık siyasi destekle, ABD, İsrail ve yardımcıları nezdindeki rolünü Filistin’in çıkarlarına hizmet edecek biçimde kullanarak yapabilir. Zira yeni çatışma sahaları ve cepheleri açmak bu bölgesel savaşın kapsamının genişlemesinin ve Arap bağlamında Filistin kimliğini silme girişimlerinin önünü açtı. Bu aynı zamanda zorunlu olarak mezhepsel çekişmeleri kışkırtıyor, Arap ve İslam düzeyinde bölünmeye yol açıyor, Filistin sahnesinde ise yan çatışmalara kapıyı aralıyor.

Gazze Şeridi'nin, Beyrut'un güney banliyösünün, diğer Lübnan ve Filistin bölgelerinin uğradığı yıkım ve tahribatın boyutlarını düşünürsek, İsrail'in hiçbir zaman barış arayışında olmadığını, bir arada yaşamayı kabul etmediğini hemen anlarız. Aksine baskıyla, yıkımla, saldırganlıkla bölgede kalmak istiyor. Öte yandan İran'ın da Arap dünyasının doğu sınırlarında bir Pers devletinin varlığının temellerini atmak için Filistin davasından yararlanan kendi projesi olduğunu görüyoruz. İran diplomasisinin İbrani devletiyle açık rekabet içinde bölgenin tek jandarması olma çabasında olduğuna inanıyorum. İranlılar ve Yahudiler arasındaki Araplarsa, hakikaten kötülük masasındaki yetimler gibi duruyorlar.

Arap bölgesi halkları için İran tehdidinin Siyonist tehdide eşit olduğunu değil, her birinin ajandasının farklı olsa da aynı hedefte buluştuklarını ve aynı yolda ilerlediklerini iddia ediyorum. O hedef de bölge halklarını kontrol altına almak ve onları İsrail veya İran'ın hedefleriyle tutarlı hedeflere yönlendirmek. Geçtiğimiz günlerde, İran'ın son Şahı'nın, ölümünden kısa bir süre önce verdiği, bölgenin geleceği ve ABD'nin İsrail'e mutlak desteği hakkında konuştuğu bir röportajını izledim. Sözleri, devrimci İran'ın kontrolünden önce bir devlet olarak İran’ın önemini teyit ediyordu.

Üçüncüsü, mevcut uluslararası koşulların, yerel ve bölgesel dosyaların iç içe geçmesi, içinde bulunduğumuz durumdan kaçmayı zorlaştırıyor. Filistin halkının ve komşu halkların göğsüne çökmüş sömürgecilik kanseri ile sürekli mücadele olasılığını gelecek nesillerimizin omuzlarına yüklüyor. Savaşların ve askeri çatışmaların tükettiği bölge halklarının artık kendilerini imar ve kalkınmaya adamalarının zamanı geldi. Bu da ancak güçlü bir Arap iradesi ve tehlikelerin herkesi sardığının farkında olan milli bir arzu ile gerçekleşebilir.

Arap Maşrık (Levant) bölgesindeki kan serisi, İsrail düşüncesinde köklü bir değişiklik ve ABD politikasında gerekli ılımlılık olmadığı, İsrail'e karşı mutlak taraflılığının bu bölge halklarına karşı işlenmiş büyük bir suç olduğunun farkına varmadığı sürece durmayacak. Zira Batılı halklar dahil herkes için bu çifte standart politikası aşikâr hale geldi. Nitekim son ziyaretim sırasında Londra sokaklarındaki gösterileri gördüm. On binlerce kişi, nesilleri sömürgecilik, ırkçılık, halkların haklarını çalma ve vatanlarını işgal etme girişimlerinin muazzam baskıları altında yaşayan Arap halklarını desteklemek için sokağa dökülmüşlerdi.

Bu, savaş için bir çıta belirlemeyen, saldırganlığı sınırlamayan, yayılmacı emellerini sahte bir haritayla, yanlış bilgilerle ve bitmek bilmeyen savaşlarla gizleyen garip ve tuhaf bir dosyaya dair bir okumadır.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.