Irak'tan eylül ayında düzenlenecek ilk ‘Sünni bölge’ konferansına çağrı

Kaynaklar: Büyük Sünni güçler bu fikri kendi özel çevrelerinde bile tartışmıyor

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin Anbar'dan aşiret liderlerini kabul ettiği görüşmeden (Irak Başbakanlık Ofisi)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin Anbar'dan aşiret liderlerini kabul ettiği görüşmeden (Irak Başbakanlık Ofisi)
TT

Irak'tan eylül ayında düzenlenecek ilk ‘Sünni bölge’ konferansına çağrı

Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin Anbar'dan aşiret liderlerini kabul ettiği görüşmeden (Irak Başbakanlık Ofisi)
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’nin Anbar'dan aşiret liderlerini kabul ettiği görüşmeden (Irak Başbakanlık Ofisi)

Sünni bölgesi meselesi yıllardır konuşuluyor olsa da geçtiğimiz haftalarda bu bölgenin kurulmasına yönelik taleplerde benzeri görülmemiş bir artış yaşandı. Aşiret lideri Raad el-Süleyman, Sünnilerin çoğunlukta olduğu vilayetlerden (Anbar, Ninova, Diyala ve Selahaddin) çok sayıda temsilcinin katılımıyla Anbar vilayetinde bölge meselesinin tartışılacağı genel bir konferans için eylül ayını tarih olarak belirledi.

Ancak bilgi sahibi siyasi kaynaklar, başlıca Sünni güçlerin ‘özel çevrelerinde’ bile bölge meselesini tartışmadıklarını belirtti.

Sünni kaynakların ve eğilimlerin çoğu, Raad el-Süleyman'ın ‘bölgesel konferans’ tarihi konusunda yürüttüğü ‘tanıtım’ kampanyasına itibar etmese de, Sünni nüfusun çoğunun bir bölge fikrine sıcak baktığını zımnen kabul ediyor. Ancak bölgesel ve uluslararası faktörlerin önemine ek olarak, başta ülkedeki güç ve nüfuzun büyük kısmına hâkim olan Şii ortağın onayı olmak üzere birçok unsur olmadan bölge fikrinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını da kabul ediyorlar.

Şarku’l Avsat'a konuşan Sünni bir siyasetçi, ‘Sünni siyasi liderlerin bölge konusunda kamuoyu önünde konuşmaktan çekindiklerini ve el-Süleyman'ın hamlelerinden kamuoyu önünde bir dereceye kadar memnuniyetsizlik duyduklarını, ancak içten içe mutlu olduklarını ve derinlerde yatan arzularını ve vatandaşlarının yarı kamusal arzularını ifade etmek istediklerini’ ifade etti.

Siyasetçi bu durumu ‘Sünni liderlerin, vilayetlerin kendi bölgelerini kurma hakkının anayasal olarak tanınmasına rağmen Şii aktörün isteksizliğini doğru bir şekilde bilmesine’ bağladı. Buna ek olarak Sünni camia içindeki ciddi bölünmeler de bölgenin talebinin gerçekleşmesini engelleyen nedenler arasında yer alıyor.

Irak anayasasının 119’uncu maddesi, her il veya daha fazlasına ‘iki şekilde’ gerçekleştirilecek bir referandum yoluyla kendi bölgesini kurma hakkı veriyor: Birincisi, bölgeyi oluşturmak isteyen il meclislerinin her birindeki üyelerin üçte birinin talebi. İkincisi ise bölgeyi oluşturmak isteyen vilayetlerin her birindeki seçmenlerin onda birinin talebi.

Görsel kaldırıldı.Muhammed el-Halbusi geçen yıl Anbar vilayeti aşiretlerinin şeyhleriyle birlikte (Irak Parlamentosu)

Şii güçler, 119’uncu madde için duydukları heyecana ve 2005 yılında onaylanan ülke anayasasında yer alması için ısrar etmelerine rağmen, bugün bölgelerin kurulmasına açıkça karşı çıkıyor. Ayrıca, bölge ilan edilmesi çağrılarının halen yankılandığı güneydeki Basra vilayeti gibi Şiilerin çoğunlukta olduğu bölgelerde bile buna izin vermiyorlar.

Sünni güçlerin perde arkasına yakın siyasi kaynaklar, “Bölge meselesi, tüm Sünni güçlerin bunun (bölge kurulmasının) popüler bir talep haline geldiğini ve Şii güçlerin devletin birçok noktasında aşırıya kaçtığı göz önüne alındığında başka bir alternatifin olmadığını bilmesine rağmen çok karmaşık bir hal aldı” diyor.

Şarku’l Avsat'a konuşan siyasi kaynaklar, “Sünni güçlerin halkın arzusu konusundaki pozisyonu kafa karışıklığı alanında yatıyor ve belki de Şii güçlerin bilmediği şey de bu. Çünkü bölgenin talebinin gerçekleşmesi bu yıllarda imkânsız değilse bile zor” değerlendirmesinde bulundu.

Raad el-Süleyman'ın son zamanlarda tekrarladığı çağrılarla ilgili olarak kaynaklar, ‘el-Süleyman'ın aşiret uzantılarına rağmen Sünni sahnede etkili ya da nüfuzlu bir figür olmadığını, ancak Sünni liderlerin şu anda bunu başarmanın zorluğunun farkında olduğunu’ düşünüyor.

Kaynaklar, taraflar arasındaki çatışmalar göz önüne alındığında, bazılarının bu yolu izlemesi halinde bölge meselesinin Sünni güçler için yeni bir çatışma kaynağı olabileceğini göz ardı etmiyor. Kaynaklara göre böyle bir fikir var ama bunu destekleyen ve sahada hayata geçirmeyi planlayan önemli bir siyasi taraf yok.

Başka bir kaynağa göre, yeni bölge çağrıları Sünni ve Irak genelinde siyasi alan arayışında olan taraflar tarafından yapılıyor, ancak ana liderler şu anda bölge fikrini dışlıyor ve siyasi kulislerinde bile bunu tartışmıyor.

Aynı kaynak, genel olarak bölgeler meselesinin ‘olgunluk ve dürüstlükten yoksun otoriter davranışlarıyla diğer tarafları uçurumun eşiğine iten Şii siyasi aktörle bağlantılı’ olduğuna inanıyor.

Eski Ninova Valisi Esil en-Nuceyfi ise dün (salı) yaptığı açıklamada, Anbar vilayetinde Sünni bir bölge konusunun gündeme getirilmemesi konusunda uyarıda bulundu.

Facebook üzerinden paylaşımda bulunan Nuceyfi, “Anbar'da aşiret şeyhleri tarafından yönetilen bir Sünni bölge konusunu gündeme getirmek için aceleci bir medya hareketi var” dedi.

Nuceyfi sözlerini şöyle sürdürdü: “Bölgenin kurulması, sadece çağrı yapmaktan, sınırların dışından gelen taraftarları dinlemekten ya da ulusal mutabakattan yoksun, kendini koruyacak güvenlik kapasitesinden yoksun, bunu sürdürecek ekonomik kapasiteden yoksun ve birçok Sünni bölge ve grubun projeye ikna olmadığı ya da bazı ayrıntılarına katılmadığı medya desteği sağlamaktan daha karmaşıktır.”

Mezhepsel değil idari bölgeler fikrinden yana olan Nuceyfi, “Bu fikrin tek taraflı bir çağrıya değil, Irak genelinde kapsamlı bir kanaate ihtiyacı var. Ben bunu gündeme getirecek zamanı bulamıyorum” ifadelerini kullandı.



Yeni Emeviler

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
TT

Yeni Emeviler

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde

Husam İytani

Arap-İslam tarihinde gelip geçen hanedanlar ve devletler arasında Emeviler, Arap kimliğini canlandırma projesinin bayrağını taşıyacak aday olarak öne çıktı. Beşşar Esed ve rejiminin devrilmesinden sonra Emeviler’den daha fazla bahsedilir oldu. Öyle ki, bazıları Emevi politikası ve kültürünün propagandasını yapmaya başladı.

Bu projenin bayrağını taşımak için neden Emevilerin tercih edildiğini anlamak zor değil. Bu sebep de Esed rejimi, Hizbullah, Irak’ta otoritenin büyük bir bölümü ile Yemen'deki Husiler'in içinde yer aldığı azınlık ittifakını oluşturan “direniş ekseni”nin sonunu duyurmaktan başka bir şey değil. İran önderliğindeki eksen gücünün zirvesinde iken, Lübnan’da (Avncı) Özgür Yurtsever Hareket de destekçi sıralarında oturuyordu.

Ancak “yeni Emeviler” meselenin sadece Maşrık’ın (Levant) kaderini belirleme konusunda Arap kontrolünün yeniden sağlanması meselesinden ibaret olmadığını, aynı zamanda bu görevi Sünni Arap Müslümanların üstlenmesine, direniş ekseninin başını çeken mezhep ve dini grupların, son dönemde yaşadıkları yenilgiler ve Esed rejiminin çökmesiyle bir kenara itilmesine kadar uzandığını söylemekten kaçınıyorlar.

Ancak “tarihi” Emeviler belirsiz bir tercih gibi görünüyor. En azından bunu söyleyebiliriz.  Zira Emeviler hakkında sahip olduğumuz bilgilerin büyük çoğunluğunun devletin yıkılmasından sonra yazıldığı ve onlara karşı açıkça düşman bir tavırdan geri kalınmadığı konusunda görüş birliği vardır. Onlar hakkında elimizdeki en eski kitap, Emeviler döneminin sonlarında doğup Abbasiler döneminin başlarında kitabını yazan Halife bin Hayyat'ın kitabı olabilir. Emevi devletinin bir asır bile sürmediğini, yöneticilerinin bir yandan fetihlerle, diğer yandan da iç ve kabileler arası savaşlarla meşgul olduklarını da belirtmeden geçmeyelim. Öte yandan modern arkeoloji ve nümizmatik, Emeviler hakkında şu anda dolaşımda olanlardan farklı bilgiler sunmaktadır. Emevi tarihiyle ilgili dolaşımda olan anlatılar arasındaki çelişkilerin ayrıntılarına girmeden, Ürdün’deki Kusayr Amre’de keşfedilenler, Emevi tarihi hakkında bütün bilinenleri sorgulamak için yeterlidir.

Emeviliği canlandırmak, geçmişi geleceğe rehber kılan bir rüya haline getiren Baas ideolojisiyle aynı kaynaktan besleniyor

Dini açıdan Emevi Halifeliğinin Sünni mezhebine mensubiyeti, sadece Şiiliğin kurucusu olarak görülen İmam Ali bin Ebu Talib ile yaşadığı ihtilaf üzerinden tespit edilmektedir. Bu ise Sünnilik ve Şiiliğin ancak daha sonraki dönemlerde iki ayrı mezhep olarak ortaya çıktığı gibi bazı gerçekleri göz ardı etmektedir. Emevilerin, mutlak ve monarşik yönetimi meşrulaştırmak için Cebriyye’yi bir devlet doktrini olarak benimsedikleri doğrudur; ancak Emeviler dönemi bir bütün olarak belirli fıkıh akımlarının ortaya çıkışına tanık olmamıştır. Bunların çıkışı Abbasiler dönemine kadar ertelenmiştir.

Dini- fıkhi açıdan durum bu şekildedir. Öte yandan mevcut kaynaklara dayanırsak, Emevi imparatorluk projesinin devletlerin devamlılığı için yeterli unsurlara dayanmadığını görüyoruz. Emeviler dönemindeki fetihlerin hızı bizi şaşırtsa da örneğin, “Endülüs’ten Sind’e kadar uzanan” halifeliğin, sadece fetihlerden elde edilen ganimetlerin dağıtımının esas alındığı bir vergi sistemine dayandığını görürüz. Ancak kaynakların tükenmesi, Yezid bin Velid'in “kesintici” diye adlandırılmasına neden olan maaşlarda yaptığı kesintiler gibi devletin askerlerine karşı yükümlülüklerini yerine getirme gücünün azalması, bunun isyan ve hoşnutsuzluk hareketlerini körüklemesi sebebiyle bu fetihler de durdu.

Burada önemli olan, romantik milliyetçiliği andıran, basit bir canlandırma eğilimi ve çocuksu bir tarih anlayışı taşıyan imparatorluk projesi, bugün Suriye'de gördüğümüz türden, kuruluşu büyük engellerle karşı karşıya olan bir devletin sloganı olmaya uygun mudur?

Açıktır ki, Emeviliği yeniden canlandırmayı siyasi bir fikir olarak ortaya atanlar, bu sloganın, Endülüs ve Sind’de dalgalanan Emevi devletinin bayraklarıyla sınırlı görünen anlamını benimsemekle yetinmektedirler. İsrail tankları ülkenin güneyinde ilerlerken, devletin yeniden birleşme ve iç uzlaşı umutları şu ana kadar parlak görünmezken, ekonomide kayda değer bir iyileşmenin görülmediği bir dönemde, fetih övgüleri söylemenin anlamını hesaba katmadıkları açıktır.

Bu söylediklerimiz, mirasa, (hayali bile olsa) tarihe ya da toplumun beklenti ve hayallerine yönelik bir saldırı değildir. Bilakis söylenmesi gereken, bizi o devirlerden, köprülerin altından çok suların aktığı bin iki yüz yılı aşan bir zamanın ayırdığıdır. Geçmişe dönmenin çoğu zaman tarihe nesnel olarak bakıldığında hiçbir temeli olmayan yanılsamalara yatırım yapmak olduğudur. Dahası bu, Emeviliği canlandırmanın, geçmişi geleceğe rehber kılan bir rüya haline getiren Baas ideolojisiyle aynı kaynaktan beslendiğini göstermektedir. Baas Partisi’nin sonu ise kötü bir şekilde devrilene kadar geçmişi, bugünü ve geleceği mahveden Irak ve Suriye Baası olarak ikiye bölünmek oldu.

O halde yeni Emevilerin, okul kitapları, müfredat ve Feyruz'un seslendirdiği Said Akl’ın şiirleri çıkarıldığında, bu sloganlarından geriye ne kalacağını kendilerine sormaları daha iyi olmaz mı?

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.