Sudan’ın başkentinde ordu ile HDK arasındaki çatışmalar yeniden başladı

Savaş uçakları Kuzey Darfur'daki Mellit bölgesine hava saldırısı düzenledi

Başkent Hartum'da bir caddede yürüyen Sudan ordusu askerleri (Arşiv - AFP)
Başkent Hartum'da bir caddede yürüyen Sudan ordusu askerleri (Arşiv - AFP)
TT

Sudan’ın başkentinde ordu ile HDK arasındaki çatışmalar yeniden başladı

Başkent Hartum'da bir caddede yürüyen Sudan ordusu askerleri (Arşiv - AFP)
Başkent Hartum'da bir caddede yürüyen Sudan ordusu askerleri (Arşiv - AFP)

Sudan’ın Hartum, Bahri ve Omdurman olmak üzere 3 ana bölgeden oluşan başkentinde geçtiğimiz haftalardaki göreceli sakinliğin ardından Bahri bölgesinin kuzeyindeki Hattab Askeri Üssü çevresinde ordu ile Hızlı Destek Güçleri (HDK) arasında şiddetli çatışmalar yeniden başladı.

Şarku’l Avsat’a konuşan görgün tanıkları, askeri üssün yakınlarda ağır ve hafif silahlarla çatışmaların yaşandığını belirtirken bölge sakinleri dün sabah HDK'nın kampa çeşitli yönlerden ani bir saldırı başlattığını söylediler.

z csdv
Batı Darfur'un yönetim şehri el-Cenine yıllardır bölgenin savaştan en çok etkilenen şehri oldu (AFP)

Orduya yakın medya platformları, ordu güçlerinin HDK'nın askeri üsse yönelik saldırısını püskürttüğünü, onları geri çekilmeye zorladığını ve bu sırada HDK’ya ait bazı askeri araçlar kullanılamaz hale getirmeyi başardığını aktardılar.

Öldürmeler ve esir almalar

Bir ayı aşkın bir süredir Hartum’un kuzeyinde yer alan Bahri şehrindeki cephe hattı, hafif silahlarla yapılan tek tük çatışmalar dışında ihtiyatlı bir sessizlik içindeydi. En büyük çatışmalar HDK'nın neredeyse her gün topçularla hedef aldığı Omdurman’da yoğunlaşmıştı.

HDK'ya yakın hesaplar sosyal medyada Hattab Askeri Üssü içinde olduklarını ve kampın kontrolünü ele geçirdiklerini doğrulayan videolar yayınladı. Bu videolara göre HDK, ordu güçlerinin büyük direnişinin ardından kampın içine girerek çok sayıda askeri öldürdü ve esir aldı.

xcdvf
Omdurman'da Sudan ordusu ile HDK arasındaki çatışmalarda kullanılmaz hale gelen bir tank (Reuters)

Çatışmaların öncesinde, HDK'nın Nil Nehri’nin doğusundaki bölgelerde ordunun yoğun olarak konuşlandığı askeri üsse saldırmak üzere çok sayıda unsuru harekete geçirdiği bilgisi yayıldı.

Omdurman'daki çatışmalar

Omdurman şehri zaman zaman ordu ile HDK arasındaki çatışmalara ve tarafların yerleşim bölgelerinde yürüttüğü askeri operasyonlara sahne oluyor. HDK Hartum ve Bahri şehirlerinin çoğunu kontrol ederken, ordu Omdurman'ın büyük bölümünü kontrol ediyor.

Öte yandan orduya ait savaş uçakları, başta Kuzey Darfur'daki el-Faşir ve Mellit olmak üzere HDK kontrolündeki bölgeleri hedef alırken ülkenin birçok bölgesine yoğun bombardımanlar düzenledi. Tamamen HDK tarafından kontrol edilen ve ordunun HDK tarafından kuşatıldığı el-Faşir’e saldırmak için askeri operasyonlar başlattığı Mellit’deki kayıplarla ilgili bilgi, fotoğraf ve videolar sosyal medya platformlarında paylaşıldı.

cdfvbt
Hava saldırıları nedeniyle Sudan'ın başkentinin çeşitli bölgelerinden dumanlar yükseldi (Arşiv - Reuters)

Şarku’l Avsat’a konuşan bölge sakinleri, orduya ait savaş uçaklarının hedef aldığı bölgelerde HDK güçlerinin bulunmadığını, ancak bombardımanların çok sayıda ev ve dükkanın yıkılmasının yanı sıra siviller arasında çok sayıda ölüme ve ciddi yaralanmalara neden olduğunu söylediler. Yetkililerse doğrudan şehrin pazar yerinin hedef aldığını, büyük insani ve maddi hasara neden olduğunu belirttiler.

Eşzamanlı saldırılar

Sudan Hava Kuvvetleri, haftalardır ülkenin batısındaki Darfur ve büyük ölçüde HDK tarafından kontrol edilen orta kesimlerdeki el-Cezire ve Sennar eyaletlerine eş zamanlı ve koordineli hava saldırıları düzenliyor.

HDK tarafından daha önce yapılan açıklamada Sudan ordusuna ait savaş uçaklarının geçtiğimiz iki hafta boyunca ülkenin farklı eyaletlerinde 27 sorti gerçekleştirerek 200'den fazla sivilin ölümüne neden olduğu ve hastaneler, marketler, su istasyonları ve konutlar dâhil olmak üzere altyapının büyük zarar gördüğü belirtilmişti. Darfur sakinleri, Birleşmiş Milletlere (BM) ve uluslararası topluma yerleşim bölgelerindeki hava sahasının uçuşlara kapatılması için müdahale çağrısında bulundular. Bölge, siyasal İslamcı akımın desteklediği eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'in devrilen rejimi döneminden bu yana onlarca yıldır hava saldırıları ve şiddet olaylarıyla boğuşuyor.



Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
TT

Milislerle İsrail arasındaki çatışma: Bu son savaş mı?

Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)
Hizbullah medya ilişkileri yetkilisi Muhammed Afif, Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği basın toplantısında (Reuters)

Mark Daou‎

Araplarla İsrail arasındaki savaşların gidişatında bir düşüş çizgisi olarak çizilebilecek net bir tablo var ve buradan, bugün Gazze ve Lübnan'da tanık olduklarımızın İsrail ile yapılan son Arap savaşları olabileceği sonucunu çıkarmak mümkün. İsrail-Arap savaşları 1948'de altı Arap ülkesinin katılımıyla başladı. 1956'daki savaşa tek ülke, 1967'deki savaşa üç ülke, 1973'teki savaşa ise Mısır ve Suriye katıldı. Bundan sonra Arap orduları savaşlara girişmeyi tamamen durdurdu ve özellikle 1967'den sonra düzensiz örgütler dönemi başladı.

1969'da Arap baskısı sonucunda Lübnan'ın egemenliğinden Filistin Kurtuluş Örgütü lehine vazgeçildi. Ürdün de benzer baskılara maruz kalmıştı ancak Haşimi Krallığı, 1970’deki Kara Eylül olaylarından sonra egemenliğini korudu. Lübnan ise devleti zayıflatan bir iç savaşa girdi. Filistinli örgütlerin Lübnan’daki silahlı faaliyetlerinin genişlemesi, 1978'de tampon bölge kurma bahanesiyle Güney Lübnan'ın İsrail tarafından işgal edilmesine yol açtı. Ardından 1982 yılında İsrail, Lübnan topraklarında ilerleyerek birkaç hafta içinde başkent Beyrut'u işgal etti. Hiçbir Arap ülkesinin katılmadığı bu savaşta Lübnan yalnız bırakıldı, hatta Esed rejiminin ordusunun sahadan çekildiği görüldü.

Gerçek şu ki, 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşıydı.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı

Ardından tüm cepheler kapatıldı ve geriye sadece Lübnan cephesi ile seksenli ve doksanlı yıllarda Filistin içindeki Batı Şeria, Gazze ve İsrail içindeki Arap bölgelerindeki halk ayaklanmaları kaldı. Daha sonra iki devletli çözüm süreci olarak bilinen sürecin temelini atan Oslo Anlaşması’nın imzalanmasının ardından bu ayaklanmalar da zayıfladı. Ancak İsrail ile yapılan Filistin ve Suriye barış müzakerelerinin, İsrail'in özellikle Filistinlilerin haklarını asgari düzeyde dahi kabul etmeyi reddetmesi nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, silahlı grupların Oslo'dan sonra  zayıflayan ivmesi yeniden güç kazandı. Suriye rejimi, İran'ın desteğiyle bu fırsatı kullanarak üç silahlı örgüte (Hamas, İslami Cihat ve Hizbullah) hakim oldu. İsrailliler ile müzakere pozisyonunu güçlendirmek için bu örgütlerden yararlandı. Aslında Suriye ve İran rejiminin niyeti, sahte sloganları gibi Filistin'i kurtarmak değildi. Daha ziyade bu örgütleri İran rejiminin ve Suriye rejiminin dış politika araçları olarak kullanmaktı. İran kazanımlar elde edip silahlarını geliştirmeyi, Suriye ise rejimi korumayı ve Golan'ı geri almayı amaçlıyordu. Suriye savaşından önce durum böyleydi ama sonrasında bu ağ tamamen İran'a sadık hale geldi. Yayılmacı Mollalar rejimi ile nükleer politikalarını savunmak için ona hizmet eder oldu.

2008 yılında Hizbullah ülkedeki ortaklarının aleyhine döndü ve onlara askeri bir saldırıda bulundu. Hamas da aynı şeyi Gazze Şeridi'nde yaptı, halkına saldırdı ve Gazze’nin kontrolünü ele geçirdi. Zamanla iki örgüt iktidardaki konumlarını güçlendirdi, güvenlik ve askeri kontrolü ele geçirdi ve İran'ın desteğiyle yeteneklerini geliştirdi. Hizbullah, İran'ın iradesi doğrultusunda Suriye rejimini savunmak için Suriye savaşında savaştı ve binlerce savaşçısını kaybetti. İsrail onları gözlemlerken, Filistin saflarının bölünmesi, Lübnan'daki çatırdamanın artması, daha fazla Suriyelinin kanının dökülmesi için onlara göz yumarken, Hizbullah ve Hamas’ın kendilerine olan güvenleri arttı.

Hamas Hareketi, büyüklüğünün, rolünün ve öneminin Tahran'ın bir aleti olmaktan çok daha büyük olduğunu düşünerek 7 Ekim 2023'teki saldırıyı düzenledi. Bu, en kötü radikal  ırkçı zihniyetin önderlik ettiği bir savaş ile birlikte İsrail cehenneminin kapılarının Filistin halkına açılmasına yol açtı. Aynı şekilde Hizbullah da İran nezdindeki konumunun ve direniş ekseni ile ilişkisinin kendisini Gazze'nin yaşadığı kaderi yaşamaktan koruyacağını düşündü, ancak kendisinin yalnızca İranlıların bir piyonu olduğunu keşfetti. Hizbullah, kendisini savunmak için binlerce Lübnanlı gencin canını feda ettiği Suriye rejiminin de kendisini terk ettiğini ve onun için hiçbir şey yapmadığını gördü.

Günümüzde devam eden savaş ve sahada İsrail lehine ortaya çıkan askeri sonuçlar ile birlikte, Lübnan devletinin ve Filistin Otoritesi'nin meşruiyetine karşı olan milis grupların askeri bir güç olduğu dönem kapandı. Tarihsel süreçten bunların bir daha geri dönülmez bir şekilde yok olacakları açıkça görülüyor. Zira kurtuluş, direniş ve arenalar birliği sloganlarının devrilmesi sonucunda halklar kendi çıkarlarını koruyacak şekilde hareket edecek, ülkeler ve liderleri kendi varlıklarını ve çıkarlarını koruyacak olanı benimseyecektir.

İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür.

İranlılar ve Suriyeliler, kendilerinden önceki tüm Araplar gibi, küresel olarak ABD, Avrupa, Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye ve diğerleri tarafından çevrelenmiş olan İsraillilerle askeri çatışmaya girmenin hiçbir anlamı olmadığını anladılar. Özellikle İran tarafı, genişleme zamanının bittiğini, ülke dışında milyarlarca dolara mal olan, gerçek bir savaşı ancak birkaç hafta sürdürebilen, ardından kayda değer hiçbir etkisi olmadan zaman zaman atılan birkaç füze ve İHA ile birlikte yeniden yerel silahlı hareketlere dönüşen milis gruplara yatırım yapmanın bir anlamı olmadığının farkına vardı.

Araplarla İsrail arasındaki çözüm süreci, sabit bir stratejik tercih haline geldi ve bu seçim, Arap ülkelerinin ve halklarının korunmasına, kalkınmasına ve refahına olanak tanıyor. Onları dünyada daha değerli bir ortak haline getiriyor. 7 Ekim belki de Arapların bu seçeneğe yönelme eğilimlerini frenlemek içindi. Bu seçenekle birlikte Arap ülkelerinin gelişmesi, daha büyük ve temel küresel roller oynaması, sistematik bir diplomatik yaklaşım yoluyla Filistin halkının başkenti Kudüs olan bağımsız bir devlete sahip olma hakkını elde etme konusunda daha kudretli hale gelmesinin kapısı olabilir. Arap halklarına hiçbir başarı ve zafer kazandırmadan, Arap halklarına zarar veren, boş, gürültülü savaş söylemlerini sürdürmenin ise bunu sağlamayacağı kanıtlandı.

1973 yılı Arap orduları ile İsrail arasındaki son savaştı. 2024 yılı, devlet dışı milislerle İsrail arasındaki savaşların sonuncusu olabilir. İsrail projesine karşı mücadele, Filistin halkının başkenti Kudüs olan bir devlet hakkını tamamen elde etmesi için devam etmelidir, çünkü bu, bölgenin ve ülkelerinin istikrarı için tek çözümdür. Dolayısıyla diplomatik çözümü benimsemek ve Arapların küresel sahnedeki rolünü geliştirmek, günümüzde en uygun ve etkili seçenek olarak ortaya çıkan yaklaşımın iki unsurudur. Bu savaştan sonra yakın gelecekte Araplarla İsrail arasında savaş olmayacak. Aksine, gerçek mücadele Arapların kendi ülkelerini ve güçlerini inşa edebilmeleri olacaktır. O zaman küresel ülkelerin çıkarları İsraillileri değil Arapları memnun etmeye çalışma eğiliminde olacaktır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.