Hoşyar Zebari Şarku’l Avsat’a konuştu: Tahran'da bize milislerin rolü açıklandı

Zebari, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda, Irak ve IKBY’nin geleceğiyle ilgili endişelerini dile getirirken Bağdat ile Washington yabancılaşmasının mümkün olmadığına inandığını ifade etti.

Irak’ın merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve dönemin Dışişleri Bakanı Zebari, 2003 yılında Tahran'a yaptıkları ziyarette eski İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile birlikte (Getty Images)
Irak’ın merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve dönemin Dışişleri Bakanı Zebari, 2003 yılında Tahran'a yaptıkları ziyarette eski İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile birlikte (Getty Images)
TT

Hoşyar Zebari Şarku’l Avsat’a konuştu: Tahran'da bize milislerin rolü açıklandı

Irak’ın merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve dönemin Dışişleri Bakanı Zebari, 2003 yılında Tahran'a yaptıkları ziyarette eski İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile birlikte (Getty Images)
Irak’ın merhum Cumhurbaşkanı Celal Talabani ve dönemin Dışişleri Bakanı Zebari, 2003 yılında Tahran'a yaptıkları ziyarette eski İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi ile birlikte (Getty Images)

Irak'ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, Irak-ABD ilişkilerinde yabancılaşmanın mümkün olmadığını, çünkü böyle bir durumun bir takım güvenlik ve ekonomik sonuçları olacağını söyledi. Zebari, Irak’ın iç işlerine yönelik müdahalelerden, tekelci politikalardan, dışlanmışlık hissinden ve mevcut Irak Anayasası çerçevesinde kurulan Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni (IKBY) baltalamaya yönelik girişimlerden duyduğu endişeyi dile getirdi. Şarku’l Avsat, Zebari ile Saddam Hüseyin rejimi sonrası döneme dahil olan ve 11 yıl boyunca Irak Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten bir isim olarak bahsi geçen dosyalarla ilgili görüşlerini aldığı bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte Şarku’l Avsat’ın eski Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari ile yaptığı röportajın birinci bölümü:

Irak'ın geleceği hakkında endişeli misiniz?

Evet. Ciddi anlamda endişeliyim. Çünkü Irak, -ne yazık ki gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen- Saddam Hüseyin rejiminin düşmesi sonrası istikrara kavuşamadığı gibi, komşularıyla ve ülke içinde yıllarca süren savaşlar ve çatışmalardan sonra yeniden ayağa kalkacak siyasi, güvenlik, sosyal güvenlik ve istikrara sahip olamadı. Gerçekten endişeliyim, zira ne yazık ki iyi bir hükümet kuramadık, yani bu ülkede, Raşidin (aklı başında ve doğru yolda olanların ve kemale erenlerin) beldesinde iktidara iyi bir yönetim gelmedi.

Bugün ABD askerlerinin Irak'tan çıkarılmasına yönelik bir mücadeleye mi tanık oluyoruz?

Bu, bölgesel bir güçle yaşanan bir nüfuz savaşıdır. Gazze'deki savaşın ve Ortadoğu bölgesindeki diğer krizlerin yansımaları nedeniyle şu an söz konusu bölgesel güç olan İran İslam Cumhuriyeti ve ABD, Irak topraklarında varlık gösteriyor. ABD’nin Irak’taki askeri varlığı meselesi, onların Irak topraklarındaki varlığını sona erdirecek temel mesele haline geldi. Oysa Irak'ın güvenliğinden ziyade bölgesel güvenlik nedeniyle ABD’nin buradaki askeri varlığına halen ihtiyaç duyuluyor.

ABD Muharip Kuvvetlerinin Irak'tan Çekilmesi Anlaşması ve Stratejik Çerçeve Anlaşması görüşmeleri sırasında ana müzakerecilerinden biriydim, dolayısıyla bu konuyla ilgili birikimim ve görüşüm var. Irak'ın güvenliğini sağlaması için halen yardıma ihtiyaç duymasına ve güvenlik güçlerinin sayısının az olmasına rağmen konu siyasileştirildi ve artık siyasi bir mesele haline geldi.

Bana göre geçtiğimiz 10 Şubat günü bir dönüm noktasıydı. Çünkü Irak Temsilciler Meclisi, ABD askerlerinin derhal sınır dışı edilmesi kararının kabul edilmesi yahut onaylanması için çoğunluğun katılımıyla bir oturum düzenlemek istiyordu. Ancak ne Sünni Arap partilerden ne Kürt partilerden ne de Şii partilerden çoğunluk sağlandı. Temsilciler Meclisi’ndeki 230'u aşkın milletvekilinden yalnızca 75’i oturuma katıldı. Bu yüzden uzlaşı, anlaşma ve yeter sayı sağlanamayarak oturum ertelendi.

Aslında bu konu yasama organını değil, yürütme organını ilgilendiriyor. Yani bu kararı Temsilciler Meclisi’nin değil, hükümetin vermesi gerekiyor. ABD muharip kuvvetlerinin Irak’tan ayrılması ya da Irak’ta kalması, Irak'ın uluslararası sorumluluklarıyla ve ulusal ekonomisine ilişkin yükümlülükleriyle ilgili bir mesele olduğundan bu konuya tek taraflı bakılamaz. Bölgedeki birçok ülkede sadece ABD’nin değil, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin de üsleri ve askeri varlığı bulunuyor. Ama bu askeri varlık, o ülkelerin hükümetlerinin onayına dayanıyor. Söz konusu hükümetler egemen hükümetler olmalarının yanı sıra ülkelerinde askeri varlığı olan ülkelerle düzenli ilişkilere sahipler. Bizim de Irak olarak bu tür bir ilişki için düzenlememiz var, ancak mesele siyasileştiriliyor.

“Irak’ın ABD’den uzaklaşması zor”

Sizce Irak şu an ABD’den uzaklaşmayı tolere edebilecek bir konumda mı?

Irak’ın ABD’den uzaklaşması çok ama çok zor. ABD’nin Irak ve bölgeyle olan ilişkileri uluslararası, bölgesel ve ekonomik meselelerle bağlantılı olduğundan ABD ile ilişkileri koparmak ve ondan uzaklaşmak mümkün değil. Tüm ülkelerin desteğe ihtiyacı var. ABD, kendisiyle müzakere ettiğimiz Stratejik Çerçeve Anlaşması’nda bize Irak’ın ekonomisini, güvenliğini ve kabiliyetlerini destekleyecek birçok fırsat ve alan sundu. Fakat ne yazık ki Irak’ta birbiri ardına iktidara gelen hükümetler bu fırsatları değerlendiremedi.

Tam 11 yıl boyunca Irak Dışişleri Bakanı olarak görev yaptınız, şu soruya açık bir yanıt vermenizi istiyorum: ABD, Irak'ta kalıcı askeri üsler kurulmasını istedi mi?

‘(Irak’taki) bu muharip güçlerin geleceği ne olacak?’ tartışması, George W. Bush yönetimi ile Barack Obama yönetimi arasındaki geçiş döneminde de vardı. Görevi yerine getirdik, eski rejimi düşürdük ve yeni bir sistem kurduk düşüncesi hakimdi. Bizler ülkenin toplumsal sözleşmeye, yani anayasaya kavuşmasına yardımcı olduk, o halde bırakalım da sorunlarını kendi aralarında çözsünler diye düşünüyorlardı. Ancak müzakerelerin temelini oluşturduğundan sınırlı da olsa askeri bir varlığı sürdürmeleri gerektiğine de inanıyorlardı. (ABD ile) 2007 yılında müzakerelere başladık ve 2011 yılında Obama yönetiminin devreye girmesiyle (ABD muharip güçlerinin Irak’tan) geri çekilme anlaşmasına ulaştık.

Obama, 2009 yılında Bağdat'ta ABD’nin en-Nasır (Victory) Hava Üssü’nde ABD askerleriyle birlikte (Getty Images)
Obama, 2009 yılında Bağdat'ta ABD’nin en-Nasır (Victory) Hava Üssü’nde ABD askerleriyle birlikte (Getty Images)

Bununla birlikte ABD ile dostluk, kalkınma ve ekonomik iş birliğine ilişkin Stratejik Çerçeve Anlaşmasını imzaladık. O dönemde Irak'ta görev yapan ABD’li komutanlarla şu an halen Irak’ta görev yapmaya devam eden ABD’li komutanların büyük bir bölümü arasında hararetli bir tartışma yaşandı. Zamansız bir geri çekilmenin ve bazı güçlerin güvenlik yardımının kesilmesinin, Irak'taki terör örgütlerinin ya da diğer açgözlü güçlerin ABD’nin çıkarlarını tehdit edeceğine dair korkular ve endişeler söz konusuydu. Ancak (dönemin ABD Başkanı Barack) Obama, askerleri geri çekme kararı aldı ve geri çekilmenin olmaması tavsiyesine uymadı. Ben de kendisiyle bu konuda yaklaşık 45 dakika konuştum.

Peki aranızda nasıl bir diyalog yaşandı?

Kendisi o sıra başkanlık seçimleri kampanyasındaydı. Irak da o dönemde seçimlerde önemli bir meseleydi. Cumhuriyetçilerin başkan adayı John McCain’di. Irak hem Cumhuriyetçilerin hem de Demokratların ilgi odağındaydı. Obama, ABD eyaletlerden birine seçim kampanyası için gittiği sırada beni telefonla aradı. Ona, Irak'ın tam olarak toparlanmadığına, yani normale dönmediğine inandığımızı söyledim. Halen terör ve güvenlik tehditleri olduğunu, bu yüzden ABD askerlerini tamamen geri çekmek konusunda acele etmemesini önerdiğimizi belirttim. Askeri güçlerimizin eğitimi ve yetenek kazandırılması konusunda ABD’nin yardımına ihtiyacımız olduğunu ifade ettim. Bana, ABD’yi Afganistan ve Irak gibi dışarıdaki savaşlardan kurtarmaya geldiğini söyledi. İçeriye odaklanmak istediklerini kaydetti. O dönem dünya piyasalarında mali kriz vardı.

Yine aynı dönemde Başbakan Nuri el-Maliki, geri çekilmenin gerçekleşeceğini düşündü. Bunun üzerine anayasanın, demokrasinin ve özgürlüklerin ruhundan uzaklaşarak Sünnilere, Kürtlere ve maaşlara yönelerek, aynı zamanda Sünni liderleri hedef alarak daha fazla hegemonya ve kontrol elde etmeye başladı. Bu durum, Sünnilerin büyük bir dışlanmışlık hissine kapılmasına neden oldu. Suriye'de iç savaş devam ediyordu ve DEAŞ, Suriye topraklarında büyümeye başladı, ardından Irak'a yayıldı.

Hükümet, dış yardıma ihtiyaç duymayacak şekilde yeterli ve eğitimli güçlere sahip olduğunu iddia etti. Ardından DEAŞ'ın Musul'u işgal edip Kerkük ve Selahaddin illerine yöneldiğine, Samarra ve Bağdat kapılarını zorladığı günlerde yeterli ve eğitimli ordunun, bu tümenlerin ve mükemmel Amerikan silahlarının birkaç gün içinde çöktüğüne tanık olduk. Gerçek şu ki ordu Irak çöllerinde eridi.

O sıra Dışişleri Bakanıydım ve bana da görev düşüyordu. Ben bir vitrin görevlisinden ibaret değildim, karar alma yetkisine sahip bir bakandım. Ülkeye ve hükümete yönelik gerçek bir tehdit olduğunu hissettik ve bu tehlikenin yakın ve ani olması nedeniyle ABD ile bilgi alışverişinde bulunarak yardım istedik. O dönemde davetin nasıl yapıldığıyla ilgili soruşturmalar halen devam ederken 2014 yılında geri gelip bize yardım ettiler. DEAŞ'ın tehdit ettiği IKBY’nin başkenti Erbil'e de yardımcı oldular. Samarra tehdit altındaydı.

ABD’liler gelmişti. Ardından terörle mücadele için çok sayıda ülkenin katılımıyla uluslararası bir koalisyon oluşturuldu. Birleşmiş Milletler (BM) kararları ve toplantıları çerçevesinde 60'tan fazla ülkeye ulaşıldı. Irak’taki askeri varlıkları üzerinde uzlaştığımız anlaşmaya dayanıyordu. Doğal olarak, bu anlaşmanın iptal edilmesi için her iki tarafın da onayının olması, karşı tarafa bir yıldan az olmamak üzere belli bir süre verilmesi ve bilgi alışverişinde bulunulması gerekiyor. ABD’de başkanlık seçimleri yaklaşırken ve bölge alev alev yanarken işlerin nereye varacağını bilmediğimiz bir dönemde kim başkan olursa olsun böyle bir karar almak çok zor. Bana göre Irak, ABD ile ilişkilerini bozamaz.

İran’ın vekil güçler yaratılmasıyla ilgili anlatısı

Sizce Aksa Tufanı Operasyonu sonrası Kızıldeniz, Irak, Suriye ve Lübnan'da patlak veren birbirine paralel çatışmaların, Arap dünyasından bu ülkelerin, karar almada İran’a bağımlı hale geldiğini ortaya koyduğunu söylemek doğru olur mu?

İran, Yemen'den Gazze'ye, Lübnan'dan Suriye'ye ve Irak'a kadar bölgemizde oldukça etkili. İranlılar bunu inkâr etmiyorlar. Zira bir direniş ekseni oluşturmak istediklerini bundan yıllar önce duyurdular. ABD kuvvetleri tarafından 2020 yılında Bağdat Havalimanı yakınlarında hedef alınan İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani ile bir görüşme gerçekleştirdim. Görüşmede eski İran Şura Meclisi Başkanı ve 2007-2008 yıllarında İmam Hamaney ve eski Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti'nin danışmanlığını yapan Ali Laricani de hazır bulunuyordu.

Eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın 2007 yılının nisan ayında Zebari'yi Tahran'da kabulü sırasında (Getty)
Eski İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın 2007 yılının nisan ayında Zebari'yi Tahran'da kabulü sırasında (Getty)

Cumhurbaşkanı ve Başbakanla birlikte Tahran'da bazı ziyaretler gerçekleştirdik ve İranlı yetkililerle istişarede bulunduk. İranlıların isteklerinden biri, Kürtlerin ve Şiilerin diktatörlükten kurtulmasıydı. Bunun yanında küresel kibre ve ABD’lilere güvenmememizi ve direniş ekseninin bir parçası olmamızı istiyorlardı.

Bunları söyleyen kimdi?

Bunları bizzat benimle görüşen, isimlerini andığım üç yetkili söyledi. Ben de onlara ‘direniş eksenine, yeni çatışmalara, başka savaşlara girmemize gerek olmadığı’ yanıtını verdim. Savaşlardan ve maceralardan yorulduğumuzu, ülkemizi yeniden inşa etme fırsatımız olduğunu ve kendilerinden bu alanda bize yardımcı olmalarını istediğimizi söyledim. Bizi özgürleştirenlere karşı direniş eksenine katılmamızı istemelerinin mantıklı olmadığını ve kimsenin böyle bir şeyi kabul etmeyeceğini düşündüğümü belirttim.

Ancak bu fırsat, DEAŞ’ın yayılmasından sonra geldi. İmam Sistani'nin Irak'ı DEAŞ'a karşı savunma çağrısı, Haşdi Şabi (Halk Seferberlik) Güçlerinin kurulmasının önünü açtı. Gönüllü olanların birçoğu doğal olarak ciddi ve samimiydi. Fakat (İranlılar) duruma müdahale ederek kendilerine bağlı milis güçler oluşturdular ve bu dini ve hükmi kisveden yararlandılar. Şu an Haşdi Şabi Güçleri, orduya paralel, hatta belki de silah ve kabiliyet bakımından daha güçlü bir askeri yapı haline geldi.

Direniş ekseninin hikâyesini onlarla uzun uzadıya görüştük. Bize ilk önce İran İslam Cumhuriyeti rejiminin küresel kibir ve küresel Siyonizm tarafından tehdit edildiğini, bu yüzden rejimimizi koruyarak, rakiplerimiz ve düşmanlarımızla mücadele etmemiz ve bunun için de düzensiz güç oluşturmamız gerektiğini anlattılar. Kasım Süleymani, önerilerinden birinde, teknolojimiz ve kabiliyetlerimizle büyük ülkelerle konvansiyonel savaşlara giremeyebileceğimizi, ancak konvansiyonel olmayan savaşlar için eğittiğimiz ve hazırladığımız yerel güçlerle onları yenebileceğimizi söyledi. İşte bölgede olan da bu.

Bölgede hem İran’ın varlığı söz konusu hem de ona bağlı ya da yakın olan söz konusu güçler etkililer. Bu güçlerin çoğu İran’ın dışında kuruldular. Dolayısıyla bu durumla nasıl başa çıkılacağı konusunda farklı görüşler var. Bazıları, söz konusu milisleri bırakıp bu işin başıyla yüzleşilmesi gerektiğini söylüyorlar. İsrailliler de bunu öneriyor. Bazıları ise bize zarar veren ve kendi ülkelerinin hükümetlerine saldıran bu yerel milis grupların önünün kesilmesi gerektiğini söylüyor. Bu konu halen tartışılıyor.

ABD’de 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kuleleri hedef alan saldırıların, uluslararası politikayı değiştirdiğini düşünüyorum. Aynı şekilde geçtiğimiz 7 Ekim'deki Aksa Tufanı Operasyonu’nun da Ortadoğu'da oyunun ve siyasetin kurallarını değiştirebileceğine inanıyorum. Çünkü yaşananlar daha önce yaşanan olaylardan ve çatışmalardan tamamen farklıydı. Dolayısıyla bu savaşın büyüyüp genişleyeceğini, sadece Gazze ya da Batı Şeria ile sınırlı kalmayacağını bekliyordum. Aslında Kızıldeniz ve Bab’ul Mendeb'den Gazze'ye, Güney Lübnan’dan Golan Tepeleri’ne, (Irak’ın Suriye sınırındaki) el-Kaim şehrine ve Suriye'nin kuzeydoğusuna kadar bu oluyor ve tüm bu bölgelerde yaşananlar, neredeyse aynı çerçeveye yerleştirilebilir.

Süleymani’den Irak Cumhurbaşkanı’na tehdit

Saddam Hüseyin sonrası Irak’ta kurulan sistem Kasım Süleymani'nin izlerini taşıyor mu?

Süleymani, ciddi anlamda etkiliydi. Merhum Lübnan Başbakanı Refik Hariri ile yaşadığım bir olayı hatırlıyorum. Bana Suriye rejiminin ve İran rejiminin Irak'la ilgili, ancak birbirinden farklı gündemleri olduğunu söyledi. Bunu bana defalarca kez hatırlattı. Sonunda ABD’lilerle karşı karşıya gelme hedefine bir şekilde bulaşabileceğimizi belirtti. Hariri’nin bu nasihatinin aslında ne kadar doğru olduğu yıllar sonra ortaya çıktı. İranlıların nüfuzunun genişlediği kesin. Genişledi ve sonunda mali, ekonomik, güvenlik, hükümet, parlamento ve yargı düzeylerine kadar ulaştı. Kimsenin inkar edemeyeceği bir etkiye sahipler.

Onlarla bir araya geldiğimde onlara biz nasıl onların ülkesine saygı duyuyorsak onların da Irak’a saygı duydukları bir ülke olarak davranmalarını söylerdim. Onlara kapıdan girmelerini, sonrasında nasıl davranacaklarını bildiklerini ve kendileriyle iş birliği yapmaya hazır olduğumuzu ifade ederdim. İki ülkenin bin 400 kilometrelik ortak bir sınıra, kültüre, dine ve tarihe sahip olduğunu, ancak en önemlisi bu insanların, müttefiklerinizin ve dostlarınızın Saddam Hüseyin Irak'ından farklı bir ülke inşa etmek istemelerine saygı duymaları gerektiğini dile getirirdim. Bu mesele onlarla yaptığımız görüşmelerin hem başında hem de sonunda yer alırdı.

Ancak 2014 yılından sonra işler tamamen değişti ve Irak'ta ne siyasi ne güvenlik ne de toplumsal istikrar sağlanabildi. Iraklı liderler, içeride üst üste hatalar yaptılar. Ne ABD’yi ne İran’ı ne Türkiye'yi ne de başka ülkeleri suçluyoruz. Irak'ın içinde yapılan bu hataların, geçmişin üzerine sünger çekme fırsatı yakalayan, ama bu fırsatı değerlendirmeyi başaramayan liderler tarafından belirlenmesi gerekiyor.

ABD ordusu, Irak’ın işgali sırasında Kasım Süleymani'ye suikast düzenlemeyi düşünmüş müydü?

Burada gerçekten çok fazla gizli bilgi mevcut. Ancak (Süleymani) Bağdat'ı, bölgeyi ve diğer illeri sık sık ziyaret ediyordu. Stratejik bir bakış açısına sahipti, ancak sahada operasyonlara dahil olan ve cesur biriydi. Son zamanlarda bazı ziyaretler gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Artık (Bağdat'ta hükümet konakları ve yabancı misyonların bulunduğu korunaklı) Yeşil Bölge'de neredeyse tam zamanlı çalışan ofisleri ve danışmanları vardı. Yani neredeyse halka açılmıştı. Hedef olmaktan çok da uzak olmadığını düşünüyordum ve olan oldu. Bu olay (Süleymani'nin öldürülmesi) gerçekleştiği günün değil, dikkatli bir izlemenin sonucu yaşandı. Tüm faaliyetlerinin ve hareketlerinin dikkatli bir şekilde izlendiğine inanıyorum. Güvenliğinin olmadığına dair mesajlar kendisine iletilmişti.

Kasım Süleymani'nin üslubu tehdit mesajları içeriyor muydu?

Doğası gereği gerçekten diplomatik bir kişilikti. Ancak ulaşmak istediği hedefler konusunda asla taviz vermedi. Eski Cumhurbaşkanı Mam Celal'e (Celal Talabani) tehditlerde bulundu.

Ne zaman tehdit etti?

Tehdit, Kürt, Sünni ve bazı Şii liderlerin, ileriye gidip hegemonya kurmaya ve (İran ile) üzerinde anlaştığımız ortak çıkarlardan uzaklaşmaya çalıştıktan sonra Başbakan Nuri el-Maliki'den güven oyunu geri çekme çabaları ve girişimleri başlattıkları sırada yazılı bir mesajla yapıldı. O dönemde onun (Süleymani’nin) bu müdahalesi, Maliki’den güven oyunun geri çekilmesinin önlenmesinde son derece belirleyici oldu.

IKBY’nin geleceği

IKBY’nin geleceğiyle ilgili endişeli misiniz?

Evet. Kanla, fedakarlıklarla, direnişle, politik gerçekçilikle ve diplomasiyle kurulan IKBY’nin geleceğinden büyük kaygı ve endişe duyuyorum. Şu an IKBY’ye yönelik en büyük tehdit ne yazık ki Irak Yüksek Federal Mahkemesi tarafından alınan keyfi kararlardan kaynaklanıyor. IKBY, federal hükümetin ve bölgenin münhasır yetkilerini tanımlayan Irak Anayasası tarafından anayasal bir yapı olarak tanınıyor ve IKBY’nin temelleri buna dayanıyor.

Gerçekten dört bir yandan saldırılıyor. Güvenlik açısından IKBY’yi insansız hava araçlarıyla (İHA) ve füzelerle tehdit edenleri görüyoruz. Bu durum, bölgenin ekonomik çıkarlarını, rafinerilerini, ticari hava trafiğini, yabancı şirketlerin yatırımlarını ve bölgenin ekonomisini baltalıyor. Ayrıca IKBY’deki petrol ihracatının durdurulması da Irak'ın 7 milyar dolar kaybetmesine neden oldu. Bu paranın bir kısmının IKBY’nin payı olarak devlet hazinesine gitmesi gerekiyordu.

Bununla birlikte aynı taraflar seçimlerden IKBY’nin anayasal haklarına ve genel bütçeden aldığı paya kadar tüm düzeylerde müdahale ediyorlar. Bunun nedeni, IKBY’nin karar alma ve bazı kararlara katılma konusunda bağımsızlığa sahip olabilmesi. IKBY bağımsızlığa sahip, yani bir meseleden hoşlanmadığımızda hayır diyebilme cesaretimiz var. Kendilerine söylenen her şeye ‘evet efendim’ demeye alışmış olanları belki de bu yaklaşım rahatsız ediyordur.

Öte yandan IKBY’nin birtakım sorunlarının olması da gayet doğal bir durum. Gerçekçi ve açık sözlü olmak adına bunu sizden saklamayacağım. IKBY, Kürt taraflar birleştiğinde ya da diğer bir deyişle aynı söylemi ve aynı tutumu benimsediğinde her zaman güçlü olmuştur. Şu an stratejik konularda eylem ve düşünce birliğimiz olsa da çözülmemiş bazı iç meselelerimiz söz konusu.

IKBY, öncelikle yeni genel seçimler düzenleyerek bölgenin kurumlarını yeniden meşrulaştırmayı hedefliyor. Seçimlerin şubat ayında gerçekleşmesi gerekiyordu, fakat mayıs ayına ertelendi. Seçimlerin daha ne kadar süre Yüksek Federal Mahkeme'nin bu meşruiyeti bozacak kararlarına bağlı kalacağını bilmiyoruz. Seçimlerin mümkün olan en kısa sürede gerçekleşmesi için çalışıyoruz.

IKBY’yi kim cezalandırıyor? Saddam Hüseyin rejimini düşürmek için IKBY’nin varlığını kabul eden, iktidara gelince de bundan geri adım atan güçler mi?

Temelde evet, o güçler. Belki IKBY dışından tahriklerle. Bu çok açık, çünkü bunlar muhalefet döneminde koruduğumuz ve sahiplendiğimiz liderlerle aynı kişiler. Aslında iktidara gelmelerinden sonra kendilerine yardım edenlerle ortak olmaya gerek duymadıklarını hissettiler. Böyle bir görüş mevcut ve bunun Irak'ta istikrara katkısı olmayacak. Ülkenin ve hükümetin bizim olduğu ve başkalarına ihtiyacımız olmadığı görüşünün yanlış olduğunu, Saddam Hüseyin ve ondan önceki rejim deneyimleri kanıtladı. Irak ancak ulusal uzlaşı ve tüm taraflara saygı gösterildiği takdirde başarıya ulaşabilir.

Yüksek Federal Mahkeme’nin bir silah olarak kullanıldığını söylüyorsunuz. Peki bu silah kimin elinde?

Başkalarına ihtiyacı olmadığını düşünenlerle Yüksek Federal Mahkeme’yi siyasileştirebileceğini ya da rakiplerimize ve düşmanlarımıza karşı bir silah olarak kullanabileceğini düşünenler aynı kişiler. Başlarda Yüksek Federal Mahkeme’nin anayasaya uygunluğu konusunda uzun ve geniş çaplı bir tartışma yaşandı. Anayasa hukukunun en büyük uzmanlarına sorduğunuzda Yüksek Federal Mahkeme’nin belirli amaçlar ve niyetler için kurulduğunu söylüyorlar. Şu an hegemonya bir yanda silahlı kanatları olan taraflar ve ellerinde güç ve silah olan bazı grupların diğer yanda ise yargı ve Yüksek Federal Mahkeme’nin elinde. Birçok durumu ve meseleyi kontrol ediyorlar. İlk sorunuza dönecek olursak, evet hem IKBY’nin hem de Irak'ın geleceği için kaygılıyız.

Irak'ın bir kez daha bileşenler krizine doğru sürüklendiğini söylersek yanılmış olur muyuz? Yüksek Federal Mahkeme, Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi'yi görevden aldı, sizi de seçim yarışından mı dışladı? Şiilerin Sünni ve Kürt unsurlarla ilişkileri sorunlu mu?

Birtakım sorunlar var. Bunu senden saklanmayacağım. Ancak ciddiyetle sürdürülen görüşmeler de söz konusu. Erbil’i, Erbil Havaalanı'nı, Süleymaniye'deki çıkarlarımızı ve bazı hayati öneme sahip tesislerimizi kim bombaladı?

Mossad'ı bombaladıklarını söylediler...

Bu bir yalan ve (IKBY’e yapılmış) bir iftira. Bir iş adamının ailesi ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı eve balistik füzeli saldırı düzenlendi ve olayda bir yaşından küçük bir kız çocuğu öldü. Olayın yaşandığı bölgeyi ziyaret eden Iraklı yetkililer bile bunun korkunç bir yalan olduğunu gördüler. Mossad birçok ülkede var. Gizlice ve kendi yöntemleriyle çalışıyor, oturup plan yapmak için tabelalara, adreslere ihtiyacı yok. Mossad, tıpkı diğer birçok başkentte olduğu gibi Tahran'ın merkezinde de bulunuyor ve faaliyet gösteriyor.

Bu son derece açık olan asılsız iftirayı iki kez tekrarladılar. Onlara bunun nedenini sorduk ve “Erbil'de büyük bir konsolosluğunuz var, sizinle iletişim halindeyiz, karşılıklı ziyaretler gerçekleştiriyoruz. Sizinle birlikte Irak hükümetiyle bir güvenlik anlaşmasına tarafız. Bu güvenlik anlaşması, taraflardan birinin bir tehdit olduğunu hissetmesi halinde karşı tarafın derhal bilgilendirilmesi gerektiğini vurguluyor” dedik. Ama onlar bunu yapmadılar.

Bu bir mesajdı. Erbil'in bombalanması, (İran’ın) hedefleri uzaktan vurabilecek güce sahip olduğunu gösteren bir mesajdı. ABD’ye ve İsrail'e ‘bize karşı gelmeye kalkarsanız caydırıcı güce sahibiz’ mesajını vermek için Pakistan’ı, Erbil'de Irak’ı ve İdlib'de Suriye’yi olmak üzere bir gün içinde üç ülkeyi vurdular.

Erbil'i hedef alan füzeler İran topraklarından mı fırlatıldı?

Evet. Bunu da kabul ettiler zaten. DMO bunu doğruladı ve saldırının sorumluluğunu üstlendiği resmi bir açıklama yayınladı.

İran'ın geçtiğimiz ay Erbil'e düzenlediği füzeli saldırıda hasar gören bir bina (AFP)
İran'ın geçtiğimiz ay Erbil'e düzenlediği füzeli saldırıda hasar gören bir bina (AFP)

IKBY, tüm komşuları ondan gelecek tehditlerden korkarken ya da en azından endişelenirken nasıl var olamaya devam edecek? Yani Türkiye onu istemiyor, Suriye istemiyor, İran istemiyor. Bir de Bağdat onu reddederse ne olacak?

Bölgeyi kuruluşuna katılan ve sonrasında da desteklemeye devam eden liderler olarak 1991 yılında aynı zorlukla karşılaşmıştık. Irak Kürdistan Cephesi (IKC) liderlerinin, 1992 yılında Irak içinde bölgede seçimler yapılmasını istemesi büyük bir zorluktu. Suriye, Türkiye ve İran gibi komşu ülkeler, bu bölgeyi kuşatmak ve boğmak için bir araya geldiler. En yakın müttefikimiz ve dostumuz olan ABD bile seçim fikrini desteklemiyordu. Buna karşın ilk kez Kürt liderliği seçime doğru cesur ve sağlam bir adım attı. Biz de seçim sonuçları üzerinde anlaşarak IKBY’nin resmi kurumlarını kurduk.

O dönemde İran, Türkiye ve Suriye’ye ‘tehdit olmadığımızı’ bildirdik. Bizim ancak bir yardım ve istikrar unsuru olabileceğimizi ve asla onların yüksek ulusal güvenlik çıkarlarınıza aykırı hareket etmeyeceğimizi vurguladık. IKBY kurumlarının yıllar süren çalışmaları, komşu ülkelerin güvenlik endişelerini gidermeye çabaladığımızı kanıtladı. IKBY, tüm Irak halkının oy kullanabildiği bir yer haline geldiği 2005 yılından bu yana anayasaya uygun ve Irak'ta tanınan yasal ve anayasal bir temele sahip.

Mesela Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'i IKBY’yi tanıması için ikna etmeye çalıştınız mı?

Denedim. Sayın Devlet Başkanı ile bu konuyu defalarca kez görüştüm. Ancak onlar (Suriyeliler) buna hiç yanaşmadılar. Federal bir devlet fikrini ulusların bölünmesinin ilk aşaması olarak görüyor ve bu görüşlerini de hiç saklama ihtiyacı duymuyorlardı. Bu yüzden ne toplantılarda ne de tartışmalarda bunu destekliyorlardı.

Tüm bunların her zaman Kürtleri cezalandırmakla sonuçlandığı hissine kapılıyor musunuz?

İran'ın Erbil'e düzenlediği son füzeli saldırısına dönecek olursak bunun bir mesaj olduğunu söylemiştim. Ancak İran İslam Cumhuriyeti, ABD gibi büyük ülkelerle karşı karşıya gelmeyebilir, hatta İsrail bile İran’la karşı karşıya gelmekten kaçınıyor. İran’la başka araçlarla ve yöntemlerle savaşıyor. Fakat İran, gücünü halkına göstermek ve Kirman'daki terör saldırısı ile Şam'da DMO liderlerinin, Beyrut ve Güney Lübnan'da Hizbullah ve Hamas liderlerinin hedef alınmasının intikamını alacağına dair verdiği sözleri yerine getirmek için bizim topraklarımıza kadar geldi. Çünkü İranlılar, küresel komplo teorisi üzerinden IKBY’nin ikinci İsrail olduğu yönünde yanlış bir algıya sahipler ve bu algıyla bizi cezalandırıyorlar.

“Kimse ABD'yi hafife almaz”

*Eğer bu tür saldırılar artarsa ​​ABD’nin IKBY’yi savunacağına inanıyor musunuz?

ABD, IKBY’de, Bağdat’ta ve Enbar'da askeri varlığa sahip. Dikkat ederseniz silahlı gruplar sürekli olarak Erbil'de Harir Askeri Hava Üssü’nü ve Enbar'daki Ayn el-Esed Askeri Hava Üssü’nü hedef alıyorlar. Neden kimse ABD’nin Bağdat Uluslararası Havaalanı’ndaki en büyük askeri üssü olan Victory Askeri Üssü'nden bahsetmiyor? Hareket özgürlüğü, havacılık ve kaçakçılık gibi konularla ilgileniyor gibi görünüyorlar ve hiçbir sorun çıkmasını istemiyorlar.

ABD’liler Irak hükümetinin onayıyla orada olduklarını her zaman vurguluyorlar. Bu doğru. Size bunun arka planından bahsettim.  Onlara göre IKBY’deki çıkarlarına zarar verilirse ya da dünyanın en büyüğü olan Erbil konsolosluğu ya da Erbil Havaalanı'ndaki tesisleri hedef alınırsa, o zaman buna güçlü bir şekilde karşılık verirler. Ürdün'ün kuzeydoğusundaki et-Tanf Askeri Üssü’nün bir uzantısı olan Tower 22 Üssü’nde üç askerin öldürülmesinin ardından ABD, son derece net bir tepki göstererek olayın sorumlularını hedef aldı.

Bu caydırıcı müdahale saldırıları azalttı. Dikkat ettiyseniz gerek Suriye'nin kuzeydoğusunda gerek Ayn el-Esed’de gerekse Erbil'de olsun silahlı gruplar demirin halen sıcak olduğunu gördüklerinden saldırılar azaldı. ABD’nin çok büyük imkanları ve yetenekleri var. Kimse ABD yönetimlerini hafife almamalı. Yani şu an ki ABD yönetiminde yer alan isimlerin, çoğu insanın umutsuzca aradığı ABD liderleriyle aynı kişiler olduklarını söylemeye çalışıyorum. Dönemin ABD Başkan Yardımcısı olan Joe Biden'dan, şimdi ABD Savunma Bakanı olan Lloyd Austin'e, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'a ve diğer ABD’li yetkililere DEAŞ'ın Erbil'e ve Bağdat'a kadar yayılmasını engelleyenler de onlardı. Kimse onları küçümsemiyor. Bu, devletin kurumları, çıkarları ve stratejileriyle ilgili bir durum.

***Röportajın ikinci bölümü yarın yayımlanacaktır.



Meşru Yönetim'in yaşadığı yıpranma durdurulabilir mi?

Aden ve Taiz'in istikrarı hayati bir giriş noktası ve Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmayı durdurmanın tek yolunu oluşturuyor (AFP)
Aden ve Taiz'in istikrarı hayati bir giriş noktası ve Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmayı durdurmanın tek yolunu oluşturuyor (AFP)
TT

Meşru Yönetim'in yaşadığı yıpranma durdurulabilir mi?

Aden ve Taiz'in istikrarı hayati bir giriş noktası ve Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmayı durdurmanın tek yolunu oluşturuyor (AFP)
Aden ve Taiz'in istikrarı hayati bir giriş noktası ve Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmayı durdurmanın tek yolunu oluşturuyor (AFP)

Mustafa Numan

Meşru Yönetim, “devleti geri alma” ifadesiyle özetlediği hedefe ulaşmak için çeşitli kurumlarının gösterdiği çabadan 2015 yılından bu yana yorulmadan bahsediyor. Ne var ki bu ifade hayal kırıklığı kaynağı haline geldi çünkü vatandaşlar performansının ciddi, eylemlerinde ve sürekli vatandaşlar arasında olma sözünde dürüst olduğunu hissetmiyor.

Koşulların kötüleşmesi ve eksikliklerin giderilmesinde yavaşlık, karmaşa ve kafa karışıklığının yaşandığı bir döneme yol açtı. Bununla birlikte ülkenin 21 Eylül 2014'ten beri içinde yaşadığı labirentten çıkması için güvenli ve uygulanabilir yolları belirlemek konusunda herkes pusulasını kaybetti. Neredeyse karşılaşan her iki Yemenli selamlaşmadan sonra birbirlerine artık sıkıcı hale gelen “çözüm nedir?” sorusunu soruyorlar.

Elbette hiç kimsenin bu can sıkıcı soruyu cevaplayabilecek bir denklemi yok. Belki çoğunluk tarafından kabul edilen bir formüle ulaşmak, Meşruiyet’in yaşadığı yıpranmanın durdurulmasına katkıda bulunabilir. Bu hedefe ulaşmak, Meşru Yönetim'in tahmin edilenden daha düşük seviyeleri gören güvenilirliğindeki gerilemeyi durduracak birçok adım atmasını gerektiriyor. Bu gerilemenin kaçınılmaz olarak ciddi anlamda bir çözüm arayışına teşvik etmesi bekleniyor.

Husilerin kendisini 21 Ocak 2015'te Sana'daki evinde ev hapsine tabi tuttuğu Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur el-Hadi, 20 Şubat 2015'te Aden'e gelebildi. Buradan Aden'i Yemen Cumhuriyeti'nin geçici başkenti deklare ederek, devleti geri almayı ve Maran’a Yemen Cumhuriyeti bayrağını çekmeyi, başında bulunduğu otoritenin iki hedefi olarak belirledi.

22 Temmuz 2015'te Husi milisleri Aden'den çıkarıldılar. Bunun üzerine insanlar Meşruiyet’in kendisini yapılarını organize etmeye, Aden'de yaşamaya, hizmetleri ve güvenliği yeniden sağlamaya ve savaş tarafından yerle bir olanları yeniden inşa etmeye adayacağını umuyordu. Ama bunların hiçbiri olmadı. Güvenlik servislerini tek bir liderlik altında birleştirmeye odaklanmak yerine, onları kontrol eden liderler çoğaldı ve insanlar artık sahneyi kimin yönettiğini ve kontrol ettiğini bilmiyorlar.

Hayal kırıklığı yaratan koşullar, kurumların çöküşü ve Aden'in Husilere karşı savaşın yürütüleceği geçici başkent konumunun sağlamlaştırılmasına yönelik tüm adımların yaşadığı tökezlemenin gölgesinde, Güney Geçiş Konseyi ortaya çıktı ve güneyin bağımsızlığının deklare edilmesini talep etti. Böylece Yemenlilerin önünde birbiriyle çatışan, biri ayrılmaya çalışan, diğeri ise direnen ve ona karşı çıkan iki proje oldu. Meşru Yönetim'in oluşumundaki bu yapısal kusuru gidermek için 5 Kasım 2019'da Riyad Anlaşması olarak bilinen anlaşmaya varıldı. Buna göre Geçiş Konseyi hükümetin tam ortağı oldu. İyimserler bu olayın, safları sıklaştırmanın ve “devleti geri alma” ve “bayrağı dikme” yönünde pusulayı düzeltmenin başlangıcı olduğunu düşündüler. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.

Meşru Yönetim'in imajını iyileştirmenin başlangıç ​​noktasına dair tüm tartışmalar Aden'de başlıyor ve anahtarlarını Geçiş Konseyi elinde tutuyor. Konsey, hükümeti başarısızlıkla, yolsuzlukla ve hizmet sunamamakla suçluyor. Ama aynı zamanda temsilcilerinin “yozlaşmış ve beceriksiz” olarak tanımladığı hükümette kalmaya devam etmesini sağlamaya gayret ediyor. Bu suçlama konusunda kamuoyu onunla aynı fikirde ve sahadaki gerçekler de onu destekliyor.

Meşru Yönetim'in yıpranmasına neden olan bir konu daha var, o da üyelerinin yönelimlerinin uyumundan bahsetmenin zor olduğu Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi'nin zayıf performansıdır. Bu üyelerin sorumlu olduğu bir hata değil çünkü onlar üye olmak istemediler ve Cumhurbaşkanı Hadi'nin konseyi kurma ve ona tüm anayasal yetkilerini kendisine verme kararına diğer vatandaşlar gibi şaşırdılar. Bu da Konsey’in aşamanın gerektirdiği etkinliği göstermede açıkça aciz kalmasına neden olan ikinci bir noktadır. Bu çıkmazdan çıkmak için üyelerin her türlü kişisel çıkarlarından uzakta ciddi bir şekilde çıkış yolu aranmalı. Burada, bazı üyelerinin katılımına rağmen Geçiş Konseyi'nin yanı sıra Yemen’in yeniden iki bölgeye veya iki parçaya ayrılması yönündeki siyasi eğilimlerini destekleyen Sosyalist Parti bloğunun Aden'de toplanmasını engellediği Temsilciler Meclisi için bir rol düşünebilir.

Aden ve Taiz'in istikrarının hayati bir giriş noktası ve Meşru Yönetim'in yaşadığı yıpranmayı ve vatandaşların ondan uzaklaşmasını durdurmanın tek yolunu oluşturduğunu görüyor ve tekrarlıyorum. Ülke, artık insanları etrafında toplayamayan meşru otoritenin gözünden uzaktaki güçlerin hakimiyetindeki küçük birimlere ayrılıyor. Meşruiyet vatandaşları kaybediyor ve bunun ilk nedeni, olgun bir proje sunamaması, ikinci nedeniyse onların kaygılarından uzak olması, kendi içinde uyumlu olmaması, birleştirici bir ulusal anlatıdan yoksun olması.

Ortam kasvetli görünüyor ve daha iyiye doğru bir iyileşmeyi müjdelemiyor, bu da daha fazla bölünme ve parçalanmanın göstergesidir. Bu karamsarlık değil, çünkü siyaset hava durumu gibi anlık bir olay değildir. İnişleri ve çıkışları olsa da duygusal eylemlere, kaprislere, inatçılığa tahammül edemez. Aldatmadan veya akıllıymış gibi davranmadan, gerçekler ve dengelerle ele alınmalıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Indpendent Arabia’dan çevrilmiştir.